ABİDİN BABA

ABİDİN BABA

Sevgili Dostlar, Abidin Harman Baba’yı yirmi yıl önce tanıdım. Yüzündeki gülümsemesi hiç eksik olmayan, dahası gözleri parlayan, ak saçları ve pürüzsüz yanaklarına uzanan dudaklarındaki kifayetsizlik hemen dikkat çeken bir piri faniydi o. 

Çok samimi, içten,  yürekten gelen ve hayatının doğallığını yansıtan yavaş, sade konuşması onda bir hikmet olduğunun delili gibiydi.

Kendi ifadesiyle ataları bugün Bulgaristan sınırları içinde kalsa da bir zamanlar Romanya’ya ait olan Deliorman, Tuna Yalısı Boylarında yaşamış Alevi-Bektaşi inanç zümresine ait öz Türkler’dir. Atalarından ona kalan mirası az çok yaşamamış olsaydı son yirmi yıldır “yola girip, nasip alarak”  ilerlemiş yaşında yani 60 yaşından sonra “hizmet ehli” olması mümkün olamazdı. Yani kökler, aile ve gelenek hiç kimsenin yadsıyamayacağı şekilde Abidin Harman’ın da damarlarındaki kan kadar onu etkilemişti, ona birşeyler fısıldamış, söylemişti.

Abidin Harman Baba’nın yaşadığı topraklar erenlerin yurdu olmuş topraklardır. Bereket fışkıran Tuna boyları çok büyük bir kültür ocağıdır. Bu topraklarda tarihin derinliklerinden bugüne nice kavimler, uluslar, topluluklar, inançlar ve dinler konaklamıştır. Deliorman bölgesi Akyazılı Sultanların, Demir Babaların, Sarı Saltukların, Musa Babaların, Yunus Abdalların, Hüseyin Babaların yurdudur.

Horasan’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Balkanlar’a bir sel gibi akıp giden Erenler Katarı’nın nazlı canları olan velilerin, ozanların, ulu pirlerin torunları bugün de oralarda yaşamlarını sürdürmektedirler.

Alevi Bektaşi İslam inancının en canlı yaşadığı yörelerden birisi olan Deliorman Bölgesi yani Razgrat, Silistre, Akkadınlar (Dulovo), Tutrakan’dan Varna’ya kadar olan büyük coğrafyada;  tarihi, kültürü, inancı  ve olağanüstü doğasıyla içi içe geçmiş bu özel topraklarda Türkler dolayısıyla Aleviler Bektaşiler yaklaşık altı yüz yıl konaklamışlardır. Hakk Muhammed Ali aşkına çıraklarını yakmışlar, cemlerini kurmuşlar, semahlarını dönmüşlerdir.

Bu kutsal toprakların içinden gelen Abidin Harman; Eskişehir Seyidgazi (Süca) Arslanbeyli Köyü merkezli Sultan Süceattin Veli Dergahı (Ocağı)’na bağlı bir talipken aynen Bektaşiliğin diğer kollarında örneğin Balım Sultan Erkanı’nın uygulandığı Babagan Bektaşi Kolu’nda da olduğu gibi elbette yola  girmek için bir “aşıklık” devresi geçirip, “yola girip”, “muhip-talip” olup, bir nevi “dervişlik aşaması geçirip” sonrasında ise bu erkanda, sürekte ulaşılan son nokta olan  “babalık postuna” kadar yükselmiş ve mürşit olarak yol göstericiliğine başlamıştır.

Tüm süreçler yirmi yıl içinde tamamlanmıştır;  o artık bu aşamaların sonunda halka Alevi-Bektaşi (Babai) İslam Yolu’nun kurallarını, kaidelerini, ilkelerini anlatabilen bir inanç önderi olarak anılmaktadır. Bu kimliğini “ete kemiğe büründüren” Abidin Baba tüm tanıyanlarca ve taliplerince sevilip sayılmaktadır.

 

Abidin Harman günlük yaşamında Almanya’yla bağlantılı olarak bir ticari hayat sürmüş, sonrasında bu işten emekli olmuş, mütavazi emeklilik dönemine girmiştir.

İkinci hayat arkadaşı Fatma Ana Sultan’la birlikte şu anda çok mutlu, mesut bir hayat sürmektedir.

Seksen yaşın tüm streslerini, yorgunluklarını, çelişkilerini başta yol arkadaşı, candaşı sevgili eşi Fatma Ana Sultan’la paylaşırken diğer yandan da hem kendi iç dünyasının sorularını, çalkantılarını, pırıltılarını ve dış aleme dönük parlamalarını da içinde bulunduğu ve sadece yaşamadığı, başkalarına da anlattığı, önderlik ettiği cemlerde, sohbetlerde, panellerde, toplantılarda, gezilerde dile getirdiği Alevi –Bektaşi İslam İnancı’nın değerleriyle ve varlığıyla tolere etmektedir.

 

Abidin Harman Baba, günümüzün en önemli yol önderlerinden, mürşitlerinden birisi sayılan (Rahmetli) Nevzat Demirtaş Dede (Sultan Süceattin Veli Dergahı (Ocağı) Postnişini)’den el almış ve babalık postuna da onun önderliğinde birçok babanın katıldığı “Babalık Posta Oturtma Cemi’nde” babalık hırkasını giymiştir.

Şu anda da Nevzat Dede’nin oğlu Mehmet Demirtaş Dede’ye bağlı olarak hizmetlerini sürdürmeye, yolla ilgili görevlerini yerine getirmeye devam etmektedir.

Babalık postuna oturduktan sonra içindeki ilahi aşkla gönüller yapmak için koşuşturmaya başlayan Abidin Harman Baba, çağrıldığı tüm toplantılara, cemlere, gezilere, etkinliklere imkanları ölçüsünde katılmıştır ve katılmaya da devam etmektedir.

CEM Vakfı Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı’nda da uzun yıllar gönüllülük esasına göre hizmet veren Abidin Harman Baba yine uzun yıllar CEM Vakfı Bakırköy Cem ve Kültürevi’nin başkanlığını ve görevli inanç önderliğini (babalığını) yerine getirmiştir.

Elinden geldiğince hiçbir mesai gözetmeden başta CEM Vakfı olmak üzere Alevilik Bektaşilik’le ilgili kurulan tüm kurumlara sevgi ve görev aşkıyla sarılıp emek veren Abidin Harman; bu konuda Balkan ülkelerine yapılan gezilere kendi imkanlarıyla katılmıştır. Bu seyahatlerde yine bir inanç önderi olarak üzerine düşen görevleri yerine getirmiş, cemlerde çerağlar uyarmış, konuk olduğu hanelerde iyi bir hatip olarak gerçekleri dile getirmiş, Cem Vakfı’nı bir inanç önderi olarak en iyi şekilde temsil etmiştir.

 

Abidin Baba Cem Dergisi’nde, Cem Radyo’da, Cem Televizyonu’nda de yine aynı özgüven ve aşkla duygu ve düşüncelerini geniş halk kesimlerine ulaştırmıştır.

Sultan Süceattin Veli Dergahı (Ocağı)’nın bir inanç önderi, babası olarak bu ocağın dedelerinden aldığı icazetlerle yine bu büyük ocağın tanıtılması için her türlü gayreti gösteren Abidin Harman; başta Bulgaristan olmak üzere Balkanlar’dan Türkiye’ye her ne sebeble olursa olsun gelen başta dedeler, babalar, analar olmak üzere herkese kapısını açmış, onları ağırlamış, onlarla ilgilenmiş, onları gezdirmiş, onlarla Eskişehir’e, Hacı Bektaş’a kadar gitmiş bu konuda insan üstü bir gayret göstermiştir.

Hanesi açık, sofrası açık, gönlü açık olan günümüzün sevilen inanç önderlerinden Abidin Baba’nın tüm bu konulardaki en büyük yardımcısı sevgili eşi aydın bir Alevi Bektaşi Anası olan Fatma Ana Sultan’dır.

Fedekarlıklarını burada saymamın imkansız olduğu Abidin Harman Baba’nın (ve dolayısıyla Fatma Ana Sultan’ın) belki hoşuna gitmeyecek ama bir hizmetini burada yazmak zorundayım. Balkanlar’dan eğitim almak isteyen bir genç canımızı bir yıl boyunca Türkiye’de Türkçe kurslarına gönderip okutan ve bu inanç dünyasına hediye eden de Abidin Baba olmuştur. Bana göre onun bu örnek davranışını şu anda hemen hemen hiç bir Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşu ve onların başında bulunan çok bilmiş başkanları yapmamıştır.

 

Abidin Harman CEM Vakfı Genel Başkanı ve günümüzün Alevi önderlerinden Prof. Dr. İzzettin DOĞAN’ın da güvenini kazanmış, onun “Bizim Alevi İslam inancımızda cebir, şiddet, kin ve nefrete yer yoktur” özdeyişindeki felsefeye saygı duyarak onun yanında hizmetlerini sürdürmüştür, onun “Kuran Alevi inanç önderleri iyi okumalı ve uygulamalı” sözünden de etkilenen Abidin Baba Kuran’ı Kerim’i baştan sona Türkçe olarak hatmetmiş ve tümünü Türkçe olarak ezberlemiştir.

Abidin Harman Baba 1996’da Fatma Ana Sultan’la elinde Türk bayrağı, yüzünde gülümseme ve büyük kararlılıkla CEM Vakfı Ankara Şubesi’nin açılışında Anıtkabir’in basamaklarını tırmanırken büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e derin bağlılığını, minnettarlığını da gösteriyordu.

 

Abidin Harman çölde arayacağınız su, engin denizlerde kaybolduğunuzda hasretini çektiğiniz bir yelkenli, en zor gününüzde yanıbaşınızda size gülümseyen bir melektir. Bunların hiçbir abartısı yoktur. Onu tanıyanların tümü bunları teslim edeceklerdir.

 

Abidin Harman ciddi anlamda dünyayı kana bulayan savaşlara, silahlara, yıkımlara karşı savaş açmış bir çevreci, bir barış insanıdır.

O gerçek bir Alevi Bektaşi, örnek bir Alevi-Bektaşi inanç ve  yol önderidir.

Onunla sohbet ederseniz sözü öze, gerçeklere, derinlerde bulunan saf duygulara getirir.

Onun en büyük arzusu; benliklerin yenildiği, insanların olgunlaşıp insan-ı kamil olma yolunda ilerlerken sonsuz bir rahmet denizine koşarcasına gidecekleri kökümüze, aslımıza, yani bizi yaratan öze kamil bir insan olarak dönmektir, Hakk’la Hakk olmak, Onda erimektir, sonsuza kadar Onun bütünleşmektir.

 

O bir güvercinin kalp atışlarındaki gibi barışı ve tüm dünyanın barışını özleyen, bu barışın ancak ve ancak bencilliğin, benliğin yenilmesiyle başarılabileceğine inanan bir tasavvuf ehlidir.

 

O insanın kalbini yıkmayın, gönül kırmayın, diyen Alevi Bektaşi erenlerinin, ozanların bu arada Yunus Emre’nin yolundan giden bir ozan kalbini taşıyan gönül eridir.

Abidin Baba’nın en büyük erdem ve farklılıklarından birisi de inançlar arası diyaloğu tam anlamıyla benimsemiş örnek din adamı olmasıdır.

O konuşunca karşısındaki Alevi olsun, Sünni olsun, Hıristiyan olsun, Yahudi olsun onu mutlaka dinleyip saygı duyar. Çünkü o Aleviliğin Bektaşiliğin özü olan hoşgörüyü yaşayan, yaşatan ve anlatan  birisidir.

 

Şimdi kimi Alevilerin ve Alevi önderi olarak ortaya çıkanların bile dillerinde olan “72 Millete bir nazarla bakma” düsturunu gerçekten gönlüyle yaşayan ve somut olarak da yaşatan Abidin Baba çocukla çocuk, kadınla kadın, gençle genç olan herkesle diyalog kurabilen, onlarla konuşup sorunlarına çareler arayan ve onlara umut aşılayan bir pirdir.

Onun hizmetleri Hakk’ın katında, arşü ala’da kendi deyimiyle Yüce Konsey’de kabulu makbul olur inşallah, diyorum.

Ona Fatma Ana Sultan’la birlikte daha nice uzun mutlu, huzurlu bir yaşam, insanlığın değerlerini paylaşıp tüm insanlara bu arada gençlere anlatabileceği bir hayat diliyorum.

 

Abidin Harman Alevi Bektaşi inancını yaşatmak için emek veren, mücadele veren örnek inanç önderlerimizden birisidir.

İnancının temellerini Kuran’da bulmaktadır, Alevi Bektaşi yazılı metinleri olan Buyruklar’da, Erkanlar’da bulmaktadır. Kendi Ocak ve Dergahı’nın yazılı ve sözlü kurallarında bulmaktadır. Ozanların dizelerinde bulmaktadır. Yayınlanan kitaplarda bulmaktadır.

O bir aydınlık kapı olan Alevi Bektaşi Yolu’na inanmaktadır. Öyle inanmaktadır ki, onu tümüyle yaşamaktadır!

Eğer bir insan bazı kurallara saygı duymasına, benimsemesine rağmen onları yaşamıyorsa ordan bir şey çıkmaz.

Abidin Harman inandığı, benimsediği, anlattığı, savunduğu Aleviliğin Bektaşiliğin tüm kural ve kaidelerini yaşatmaya ve yaşamaya çalışmaktadır.  Bu konuda da diğer Alevilere, Bektaşilere ve de Alevi-Bektaşi dede ve babalarına, dervişlerine, ozanlarına örnek olmaktadır.

Ne mutlu ona ve onun gibi bu yolu sürenlere, gelecek kuşaklara aktarmak için bıkıp usanmadan emek verenlere, bu yola gönül verenlere, bu yolu sürenlere...

 

İşte elinizdeki bu çalışma da Abidin Harman Baba’nın dünyayı, yaşamı, Alevi Bektaşi inanç ekseninde yaratan- yaratılan bütünlüğünde kainatı anlamlaştırması ve kendi “nutuklarıyla” kendi “doğumlarıyla” dünyaya bakışını gösteren bir yazılı metindir.

 

Bu metnin düzenlenmesinde ve siz değerli okurların daha fazla yararlanması için büyük gayret gösteren, kitabın tam anlamıyla redaksiyonunu yapan çok sevgili Gazeteci dostumuz Rüya ÖZKALKAN’a da büyük şükranlarımızı sunduğumuzu Abidin Harman adına söylemek istiyorum.

 

Hakk Alevi- Bektaşi İslam anlayışını yüryüzü insanlığına anlatmak, tanıtmak ve yaşatmak için bize kuvvet vere,

 

Hakk bizi doğrudan ayırmaya,

 

Hakk dünyada barışı hakim kıla,

 

Hakk zalime fırsat vermeye,

 

Hakk tüm insanlığı ve onunla birlikte büyük önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının yüzbinlerce şanlı şehitimizle kazandığımız bu kutsal yurdu ve onun üzerinde yaşayan yüce Türk milletini sonsuza kadar yaşata ve şerefli Türk bayrağını ebediyen yeryüzünde dalgalandıra...

 

Gerçeğin ve erenlerin demine hüü... 

 

Münine ya Ali!..

 

Ayhan Aydın

 

Yazar

ABİDİN HARMAN

BABA

 

Abidin Harman çok alçak gönüllü bu yolun gerçek dervişlerinden, hizmetkarlarından birisidir. Çok uzunca bir zamandır kendisini tanıyorum. Ortak birçok gezimiz, ve ortaklaşa giriştiğimiz Cem Vakfı bünyesindeki yoğun çalışmalarda gördüğüm gibi kendisi aynı zamanda “dolu” bir yol önderi. Bu nedenle kimi zaman kendisine sorduğum soruları yazılı olarak yanıtladı, kimi zaman da Cem Radyo ve Televizyonu’nda, ortak gezilerimizde halkımıza hitaplarıyla gönüller de yer etti. Aşağıda kendisinden derlediğim bazı bilgileri ilginize sunuyorum.

 

MÜRŞİT – REHBER YOL İLE İLGİLİ

 

Değerli okuyucularım mürşit nedir diyecek olursak?

Mürşitler Hz. Peygamber Efendimizin soyundan gelen, topluma doğru yolu gösteren inanç önderleridir. İlmin suyudur. Topluma aydınlık yolunun nasıl sağlanacağını, insan olma kural ve mertebelerini ortaya koyarak, insanı ve tüm insanlığı ayrım yapmadan doğruya, iyiye, hayra ve barışa yönlendirmektir.

İnsanoğlu ana rahminden ilk olarak dünyaya yaratılışını tecellisi olarak dünyaya gelir. Buna bel evladı derler. Belirli bir zaman sonra reşit mümeyyiz bir duruma geldiğinde ebeveynleri veya büyükleri tarafından telkinde bulunulur. Yerde ve gökte kim varsa her şeyin sahibi olan Allah’ın yolu olduğunu yola girmesi gerektiği söylenir. Baskı zorlama yoktur. Bu kararı özgür olarak vermesi gerekir. Düşünüp taşındıktan sonra tabi aradan belirli bir zamanda geçecektir. Yola girmeye razı olduğunu söylediği zaman kendisine bir rehber bulması için tebliğ edilir. Rehber tarafından; yolun marifet kuralları öğretilir. Rehber refakatinde mürşit huzuruna çıkarılır. Yere secde eder. Kalkıp rehberle birlikte kıyama dururlar. Bu yolun ölüm kalım savaşı olduğunu, ateşten bir gömlek demirden leblebi giyemezsin, yutamazsın der ve haksızlıktan korkmasını kimsenin malına, canına namusuna göz dikmeyeceğine Hakk huzurunda Allah’a söz verip yemin ediyor musun dedikten ikrar ve imanından dönersen yüzün dünyada da ve ahrette de kara olsun mu diye sorgulandıktan sonra ikinci olarak dünyaya geliş yaşı ikrar verdiği günden itibaren başlamış demektir. Buna manevi yaş denir. Mürşit önünde tekrar yere secde ederler ve rehber cemde bir köşeye her ikisi ön yanda otururlar. Rehber burada da telkinde bulunur sözünün geçemeyeceği yerde söz söyleme elinin eremediği bir şeye el uzatma küçüklerine izzet büyüklerine hizmet etmesini istemiş olur. Talip de Allah eyvallah der. Son olarak da rehber halkın ve hakkın huzurunda mürşit önünde Kuranın Ali İmran suresinin mealini anlatır. Şöyle ki; Allah’a verdiğin sözleri, yeminleri basit bir bedel karşılığı satanlar varya işte onlar için ahrette hiçbir nasip yoktur. Allah onlarla konuşmayacaktır. Kıyamet günü onlara bakmayacaktır. Onları temizleyip arındırmayacaktır. Onlar için korkunç bir azap vardır. Diyerek bu ayetin tevil eder rehber imamdır imam ise konuşan Kuran’dır.

Aynı ayetin teviline gelince; Batıni mana ve yorumuna gelmek istiyorum. Mesela; Allah’a yerine getiremeyeceğin bir söz verdiysen gözler, kulaklar, dil ve gönül ondan sorumlu tutulacaktır. İki yüzlü, iki gönüllü, iki dilli demektir. Neden verdiği ikrar ve imandan dönmüş nefsine uyarak çıkar için benlik çukuruna düşmüş nefis tufanına yakalanmıştır. Böyle bir kimsenin Hakk yolundan dönmüş, çıkar, rüşvet su istimal yoluna girmiş olmasıdır. Nefsi temail eden şeytani sultanın yoluna girmiş benlik atına binmiştir. Bunlara mertebe insanı denmez. Surette insandır manada çıkarcıdır, nefiste ise şeytandır. O her şeyi tozpembe görür cehennem kıvılcımının vücuda ziyarettiğini farkında değildir. Azaba yakalanmış demektir. Allah cümlemizi yolsuzluktan rüşvetten şahsi çıkardan muhafaza eylesin.

 

Yukarıdaki açıklamalar yol oğluna verilen yüklerdir. Bu yükü taşıyabilirse Mevlasını bulur, taşıyamazsa mutlaka belasını bulacaktır demektir.

 

Sıra üçüncü basamağa gelmiştir. Bel oğlundan yol oğluna, yol oğlundan yol ehline sıra gelmiştir. Çünkü o yolda hizmet vardır bu hizmetten birini veya bir kaçını yerine getirmek için hizmetle yani tatlı dille, güler yüzle canı gönülden görevi yerine getirebilirse cem halkının rızasını alıp beğeni kazanırsa işte o zaman o kimse yol ehli olmuş olur.

 

Musahip olma yoluna sıra gelmiş; kendisine yol arkadaşı yol kardeşliği sırası gelmiştir. Mutlaka kendisine ömür boyu biri birine ahrete kadar kollayacak ve koruyacak kederde de sevinçte de beraber olacak musahip kardeşi arayıp bulacak huyu huyuna suyu suyuna uygun bir çift olması gerekir. Dört can bir can olabilirse geçerlidir. Aksi halde dört kapı kırk makamdan geçerek İmam Hüseyin’e doğru giden yola yerleşmek güçleşir. Mutlaka dört can bir can olarak dört kapı kırk makamdan geçerek imam Hüseyin’e doğru varanlardan olur. Ruhunu engin bir duruma getirerek ilahi varlığın özünden tatmış olarak ölmeden evvel fena şerbetini içmiş demektir, arananda budur.

Dördüncü basamak Hakk ehli yani hal ehli olunacaktır. Hal ehli halden anlayan kimsedir. Hakk ehli de aynıdır. Şartlar yani kurallar ve nişaneler vardır. Kim de bu şartlar ve nişaneler bulunmazsa layıkıyla şah indallah değildir. İlk şart mürşit sudur en ince aralıklardan sızarak en hücre köşelerdeki huzursuzlukları rahatsızlıkları barış ve mutluluğa çevirici orada hoşgörü hakimiyeti kurulmuş olur. Rehber köprüdür. Eğer köprü kuramıyorsa kendisi geçemediği gibi taliplere de yol bulup geçiremez. Mutlaka köprü olması gerekir. Halife dahi köprünün korkulukları gibidir, talipleri aşağıya düşmekten alıkoyar.

İkinci şartı kalbi geniş olmalıdır. Kimseye ekşi yüz göstermemelidir. Tatlı dilli, şirin sözlü güler yüzlü olmalıdır. Nefsi halim kalbi selim olacaktır. Üçüncü şart kimseden rencide olmamalıdır. Kadir olduğu denli her kişinin gönlünü almasını bilmelidir.

Nişanelere gelince; ilki halinden agah olmalıdır. Sırra ulaşmalı hal diliyle konuşmalıdır. Bu alemde er olan bir kimseyi arayıp bulmak her hangi bir müşkülatı varsa onu Tanrı katına yatırmalıdır.

İkinci nişan; dili arı olmalı kimseye azarlık getirmemelidir. Yalan yapmamak sözünün eri olmalıdır.

Üçüncü nişan; sıfatı settar olmalıdır. Kimsenin ayıbını ortaya koymamak gözü ile gördüğünü eteğiyle örtmesini bilmelidir.

Dördüncü nişan; dünyaya meil; muhabbet etmemelidir. Elinde olanı Hakk yolunda teslim etmeli can baştan geçmeli fena şerbetini içmiş olmalıdır. Haksızlığa tahammül etmeli öfkesini yutmasını ve affetmeyi bağışlamasını bilmiş olmalıdır.

Bunları yerine getiren kişiye yedi türlü kapının açılmış olmasıdır. Bu amel üzerinde yürüyen kimse mürebbiliğe hak kazanmış bu tertip üzerinde yürüyendir.

Çok değerli okuyucularım; şimdi geldik kalp evladı olmaya yol evladı olmak elbette bel evladı olmaktan daha iyidir. Unutmayınız ki kalp evladı olmak mavi kubbenin altında kuzey yarım küresine doğru uzanan bir ışık gibi süzülebilmektir. O zaman evrende kimseyi rahatsız etmeyen bir kimse olarak ilahu fillah amallah anillah makamlarından geçerek gövdesiz bir ruh olarak dünyayı dolaşmasına erişmiş ölmeden evvel yok olmuş demektir.

 

Çağımızın Dedeleri

 

Sayın okuyucularım; çağımızın gül yüzlü dedelerinden Eskişehir Seyitgazi İlçesi’ne bağlı Aslanbey Seyit Sultan Süceattin Veli Dergah’ı Postnişini, mürşit efendi Nevzat Demirtaş, Nadire Ana Sultan’a bağlanmamızın ana hatlarını belirli aralıklarla bugüne nasıl ve ne gibi inkitarla geldiğimizi açıklamak istiyorum.

1962 yılında işçi olarak Almanya’ya çalışmaya gittim 1964 yılında. Köln’deki bir kütüphaneye girdim. Türklere ait bir kafeteryaya benziyordu kültür hizmeti ile ilgilenen bir yerdi. Raflarındaki kitapları karıştırmaya başladım. Alevilik ve Bektaşilikle ilgili bir kitap geçti elime okumaya başladım ne olduysa o zaman oldu. Kitapta Alevi Bektaşi Dergahları’nın isimleri ile pirlerinden de haber veriyordu. Şöyle sıralanıyordu; Amasya’da Piri Baba, Kırşehir’de Hacı Bektaş Veli, Elmalı Antalya’da Abdal Musa, Mısır’da Kaygusuz Abdal, Eskişehir’de Seyit Sultan Süceattin Veli, Battal Gazi, İstanbul’da Şahkulu, Karacaahmet Sultan ve Kırklar Meclisi’nden bahsedeliyordu. İşte o zaman Piri Babadan ve diğerlerinden etkilenerek Kırklar Meclisi’nde ilk kıvılcım ateşinin de yüreğime düşmesiyle yanmaya başlamış oldu. 1990’a kadar geldim bu arada Büyükçekmece’de yazlıkta iken Bektaşi Babası Hakkı Saygı Baba’nın eşi Fariye Anabacı bir iki kere bize bu yola talip olmamızı istedi o zaman dünya işleri daha ağır bastığı için kendimizi tutsaklıktan kurtaramadık. 1990  senesinde çocuklarım anneleri eşimi kaybettim nur içinde yatsın. 1992 yılında bugünkü eşimle tekrar evlendim. İkinci eşimin babasının Hakk’a yürümesi dolayısıyla seneyi devresini yapmak üzere Küçükçekmece Soğuksu Mahallesi’nde oturan Abdullah Baba’yı çağırdılar. Şu anda rahmetli oldu nur içinde yatsın. Kurban kesildi, çerağlar uyarıldı. İbadet yapıldı sonunda da semah dönüldü. Omdan Baba semahı idi. Cemde sonra Abdullah Baba’nın önüne diz çöktüm ikrar verip talip olmak istediğimi bildirdim. Bunun üzerine Abdullah Baba hem zakir hem de mükemmel bir babaydı. Ana bacı baş yardımcısı idi. Abdullah Baba yaşımı sordu altmış yaşlarımda idi. Hadi sen artık bu işten vazgeç dedi şimden sonra ikrar versen ne olur vermesen ne olur deyince eşim arkadan Abdullah Baba Abdullah Baba yerden gelen kamçıyla gelir diyerek yanıt verdi. Mürşit efendi de senin ikrarını ben alacağım diyerek umut verdi. Daha sonra da Abdullah Babaya bağlanmak üzere ikrar verdik böylece bel evladı iken yol evladı olduk. Daha sonra yol ehli olarak musahip kardeşliğine sıra geldi nihayet musahip olduk. Abdullah Baba Hakk’a yürüdükten sonra talipler bu görevi münasip gördükleri için fakire verdiler. Ve şu anda da Abdullah Baba’nın çerağı yanmaktadır. Babalık icazetnamesini de o gül yüzlü Nadire Ana Sultan’la mürşidimiz Baba Sultan Nevzat Demirtaş tarafından verildi. Her ikisi de rahmetli oldu nur olsunlar, rahat uyusunlar. Firdevs bahçelerinde otursunlar. Cenabı Allah onları refi sıfatının tüm yücelikleriyle dolu olarak güzel ve temiz beldelere rahmet eylesin. Şu anda da oğulları Mehmet Demirtaş Dede’ye bağlılıklarımızı bildirerek yolumuza devam ediyoruz. Allah Allah eyvallah.

Mürşidimiz Nevzat Demirtaş ve Nadire Ana Sultan hiçbir zorlama yapmadan bu yol ruhu hür, vicdanı hür, irfanı hür olanların yoludur. Diyerek bizim özgür olmamızı istedi. Günlerce dergah evlerinde kaldık bize tüm nimet ve bereketlerinin cömertliğini gösterdiler. Önderlik yaptılar. Cemlerimizin cömertler cemi olmasını istiyorlardı. Çünkü burada birlik kardeşlik ve güzellik olmasını istiyorlardı. Paylaşmayı o yapmış oldukları cömertlikle ortaya koyuyorlardı. Allah’ın istediği de budur. Temiz halak, tatlı dil, güler yüz insanlar arasındaki iletişimi saygı ve sevgiyle götürmektir. Bu da insan olmakla mümkün olacaktır. O da gül alıp gül vermekle olur. Burada bütün pirlerimizi, mürşitlerimizi dedelerimizi, babalarımızı, zakirlerimizi, taliplerimizi saygı, hürmet ve sevgi ile selamlıyorum. Hakk’a yürümüş olanlara da ilahı nura vasıl ve müessir olmalarını diliyorum.

 

Babai Bektaşi İslamiyet

 

Babai Bektaşi yoluna girince İslamı Batıni mana vererek yorumlamaya başladık. Zahirde İslam genel çerçeve de din gerçeğinin adıdır. Dar çerçevede İslam esenlik, barış ve mutluluktur denmesine rağmen bugüne kadar birçok İslam ülkesinde bu barışın sağlanamadığını görüyoruz. Burada görüş farkları var olmasındandır. Alevi Bektaşi inanç toplumu Batıni yolu izlemektedir. Zahirde batine çevirme işi vardır. Zahir olmasa batin olmaz. Batın olmazsa zahir olmaz. Zahir nedir? Her şeyde tecelli eden yarattıklarında kendisinden izler ve işaretler bulunandır. Batın nedir? Gözle görünmeyen her şeyde kendisinden bir güç bulandır. Zahir görünen olan batın ise görünmeyen olandır. Önemli olan görünmeyen olandır. Çünkü Tanrı ortamı bu alanda bulunmaktadır. Zahirde iken yok olarak Batıni de sonsuzluğa ulaşmak.

Alevi Bektaşi İslam inanç yolunda Batınilik temeli üzerinde tasavvuf anlayışını ruh göçü felsefesiyle birleştirerek Kuran’ın içsel Batıni yönünü tefekkür basiretiyle yorumlayarak Tanrı nurunun Tanrı evi olarak algılanan nur üstüne nur olan gönül meşalesini yakmak. Tanrısal kapıyı evrensel aleme açmaktır. Bu da rehberlerin mürşitlerin, mürebbilerin görevidir. Tefekkür basiretinin bir ışık olduğunu insan oğlunun bu ışıkla yürüme şansını bulabileceği düşünülmektedir. Buna da ilim yol gösterecek denmektir. Yunus Emre’nin de demek istediği budur. Ne cennetini ne de huri meleklerini ne de cehennemini istiyorum. Var onu sen isteyene ver. İnsan oğlu kendini evrende Tanrı varlığında gördüğü anda gerçek mutluluğa ulaşmış demektir. Evrende ne varsa kendi içinden gelen Tanrısal işaretleri ve belirtileri sezebilir. Aleviliğin özünde haksızlıktan korkmak vardır. Desti tevbe vardır, ruh temizliği var, Aleviliğin özünde nefisle mücadele etmek onu yenmeye çalışmak vardır. Alevilik ve Bektaşilikte cihat ve gaza insanın içindeki nefsiyle içindekiyle barışık olması gerekir. Kendinle barışamayan insan dışarıdakilerle de barışı sağlayamaz. Mutlaka içerdekiyle razı ettiği ve razı edilmiş olmalıdır. Aksi halde evrensel haber alma kanallarımız tıkanır. Ruhsal özgürlüğümüz fiziksel yapının içinde kölelikten başka bir şey yapamaz mutlaka ölmeden evvel yer çekiminden kurtulup özgürleşmelidir. Alevilik Bektaşiliğin özünde hakikat gerçeğin ta kendisidir.

 

Rumeli Ata Toprakları

 

Ata topraklarımız deyince ilk akla gelen Balkanlar, Rumeli’dir. Alevi Bektaşi İslam inancının Anadolu’da doğan güneşin şavkının Rumeli’ni Balkanlar’ı aydınlatmış olmasıdır. Bu ışık Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin Balkanlar’a göndermiş olduğu erler tarafından yakılan gönül çerağlarıdır. Alevi Bektaşi Türk kültürünün sarsılmaz bekçileri batın kılıcıyla bulundukları bölgelerde yani gittikleri yerlerde gönüller feth ederek kendilerine alan kazandırmışlar. Hiç kimsenin mutsuz olmasını kimse istemez diyerek mutluğumuzun anahtarını vicdanımızın elinde olduğunu söyleyerek gönül bahçelerine sevgi tohumu ekmişler. Görülmedik çiçekler açmış. Bu çiçeklere kokuyu veren sizin üçüncü gözünüzden gelecektir diyerek sırra giden yolu göstermişlerdir. Semahdaki irfan okullarının kapılarının açık olduğunu bildirmişlerdir. Bunlara kimler derler diye soracak olursanız dini tokada Seyit Ali Sultan Kızıldeli Sultan olarak da isimlendirilmektedir. Bulunduğu bölgede toprağı da kızıl, etrafını çevreleyen ormanlarda kızıl. Sayın Araştırmacı Yazar aynı zamanda Gazeteci Ayhan Aydın ve ve yine Araştırmacı Refik Engin ile birlikte Ayhan Bey’in rehberliğinde ziyaret ettik. İkinci defada yine Araştırmacı Yazar Sayın Ayhan Bey’in rehberliğinde gerçekleşti. Hakteala bu yapılan ziyaretleri makbul ve kabul eylesin. Oradaki Bektaşi kardeşlerimizin bakış açıları çok sıcak sevecen gözleri ve yüzleri güneş gibi parlıyordu. Bizlere çok samimi bir dost olarak davrandılar. Kızıldeli Sultan Dernek Başkanı Sayın Hasan Çengel kardeşimiz bizi İpsala Hudut Kapısı’ndan aldırarak Kızıldeli Sultan Dergahı’na ulaştırdı, evinde misafir etti hatta kendisi Gümülcüne’ye giderken evin anahtarlarını da bize bıraktı. Ne yazık ki dünyalar iyisi Hasan Çengel kardeşimiz kötü bir hastalığa yakalanarak eşini, evlatlarını ve yakınlarını bırakarak Hakk’a yürümüş oldu. Tanrı’nın rahmeti üzerine olsun der, kederli ailesine ve yakınlarına sabretme gücü diler, Hasan Çengel kardeşimizin ruhunu şad, toprağını bol, mekanını arşıala cennetlerinin Firdevs bahçelerinde iskan eyle yarabbi. Yeni bir oluşuma koyulmak üzere Hasan Çengel kardeşimizi yer bakımından daha güçlü söz bakımından daha etkili olarak güzel ve temiz beldelere rahmet eyle evvelide Allah ahiri de Allah şefaat eyle ya resulullah himmet eyle ya veliyullah gerçeğe hü.

Güney Bulgaristan’da Haskova’da bulunan Omdan Baba’ya gidiyoruz. Gece yarısı olmasına rağmen Haskova’da Bektaşi babası Hasan Dede’nin kapısını çaldık. Üç gün üç gece bizleri dergahına götürdüler ve Elmalı Babayı da ziyaret ettik Hasan Dede’nin evinde kız kardeşi başta olmak üzere hüsnü kabul gösterdiler. Bizi bağırlarına bastılar. Allah onların dünyesını da ahretini de güzelliklerle donatsın Kırcaali bölgesinde Omdan Baba’nın çerağının yanmakta olduğunu gördük. Evvel Allah diyerek kuzeye doğru yöneldik. İstikametimiz Tuna, Silistre ve Dulova idi. Güneyden kuzeye doğru uzunca bir yolculukla Dulova’ya ulaştık. Cem Vakfı Dulova dernek başkanı Sayın Erol Bey yardımcısı Ali Bayram yönetim kurulu üyelerinden Hasan Sefer coşku içinde bizler bu yedi kişiyi üstün bir davranışla bizlerle sarmaş dolaş oldular. Sabahı Ahmet Can kardeşimizin minibüsüyle evliyalar diyarı Demir Baba’ya gittik. Demir Baba Sultan’ın mucizelerinden kayaya bastığı ayak izleri duruyordu. Ruhu Muhammedinin gönülleri aydınlatan Allah’tan ilk gelen her şeyin başlangıcı olarak algılayan çerağları yanıyordu. Bu meydanda Akyazılı Sultan Varna yolu üzerinde idi. Dobruca beldesinde en büyük dergâhlardandı. Bulgar olan bayan bize türbe kapısını açtı böylece Akyazılı Sultan’a yüzler sürdük, dualarımızı her dergahta olduğu gibi orada da okuduk, ziyaret ettiğimiz bölgelerdeki insanlar bizi güler yüzle karşıladılar. Onların mahsun bakışları gideceğimiz yollara aydınlatmak için sanki ayna çakıyorlardı. Bu yedi kişiyle yaptığımız seyyahtan sonraki gelişimizde Musa Baba’ya yöneldik çünkü Musa Baba Dergahı iş adamı Beyhan Bey kardeşimizin katkılarıyla onarılmış yeni yapılar vücuda getirilerek Musa baba türbesinin küllü yeri genişletilmiş yeni bir çalışmanın neticesinde her şey mükemmel bir hale getirilmişti. Kurbanlar kesiliyor insan hizmetinin ne kadar kutsal olduğunu anlamanın en güzel örneklerini veriyorlardı kendilerine Cem vakfı adına defalarca teşekkür ettik herkes mutluydu. Allah cümlesinden razı olsun sağ olsunlar var olsunlar.

 

Anadolu İnsanının Dünyası

 

Anadolu insanı tarih boyunca can ve baş vererek Hz. İmam Hüseyin’in yolundan ayrılmamıştır. Anadolu’nun kuş konmaz kervan geçmez vadilerinde saklanarak gizlenmişler. Bir çokları Çaldırandan sonra Yavuz sultan Selim’in Mısır’dan getirdiği hülamalarla bu mahsun toplumun üzerine iftiralar yağdırarak kötülemişlerdir. Yakaladıklarını imha etmişlerdir. Dolayısıyla birçoklarını Sünnileştirmişler. Bu olay ikinci Mahmut ve Kuyucu Paşa Murat ile devam etmiş birçok Alevi dedesi su kuyularına atılarak suda boğulmuşlardır. Aynı zamanda da ikinci Mahmut tarafından da İstanbul surlarının kenarındaki su kanallarına Bektaşi Babalarını tepesi üstü atarak imha girişiminde bulunulmuştur. Belirli aralıklarla bu katliamlar devam etmiş Kahramanmaraş olayları meydana gelmiş bir hiç uğruna insanlar eşlerinin ve çocuklarının gözleri önünde kurşuna dizilmişler bu olaylar Çorum, Malatya olaylarını da yaratmış nihayet Sivas’a uzanmış otuz yedi can burada gözlerinin önünde göz göre göre yakılmışlardır. İslam’ın esenlik, barış ve mutluluğu bu mu olmalıydı. Durup dururken bir insanı öldürmek insanlığı öldürmek değil miydi.

Alevi Bektaşi İslam inanç yolunda nefsi halim kalbi selim sağ duyu hakimdir. Çünkü bu yol ruhu hür vicdanı hür, irfanı hür olanların yoludur. Bu yol insan olma yoludur. Saygı ve sevgi yoludur. Bu yolda saltanat kurmak, baskı şiddet, cebir, çıkar, öfke, kin, kibir yoktur. Bağışlama, hoşgörü kardeşlik tatlı dil güler yüzlülerin yoludur. Halden anlayanların yoludur. Özgür olanlar bu yolda yürüyebilirler tutsak olanlar dünya nesnelerinden kendilerini kurtaramazlar. Çünkü çıkara kendilerini mahkum etmişlerdir. Halbuki Kuran bir çok sürenin ayetlerinde şiddetli bir şekilde ikaz ederek tehlikeyi işaret etmektedir. İnsan oğlu bunu bildiği halde bilmezden gelerek zevk ve sefa peşinde koşmaktan bir türlü kendini koyamıyor. Kur’an ey adem oğulları ben size şeytana kulluk etmeyin demedim mi? Onun adımlarını izlemeyin o sizin için açık bir düşmandır demedim mi yalnız bana ibadet edin dosdoğru yol bu demedim mi diye uyarmasına rağmen yirmibirinci yüzyılda bir arpa boyu insanlıktan nasip alınmamış olduğu aşikar. İşte Irak, işte Pakistan, işte Afganistan.

Anadolu insanı esenlik, barış ve mutluluğu simgeleyen evrensel beyannameyi Hacı Bektaş ile imzalamış, Pir Sultanlarla, Kul Himmetle, Yunus Emre ile, Şah Hatayi ile, Genç Abdal ile dünyanın en ücra köşelerine kadar bu ışığı göndermişlerdir. Çerağlar ateşlenmiş Kosova’da, Makedonya’da, Dimitoka’da, Kızıldeli Ocağı, Hasköy’de Omdan Baba, Kuzey Bulgaristan’da Demir Baba, Musa Baba, Akyazılı Sultan Dobruca’da Sarısaltık, Budapeşte’de Gül Baba’nın çerağları yanmaktadır.

Anadolu insanının dünyası bu kadar serencam atlatmış olması dolayısıyla açlık, grevi yaparak da haksızlığa karşı direnmişler. İcabında hayatları bile feda etmişlerdir. Nihayet bu günlere gelmemizin asıl sebebi genç kardeşlerimizin cesur yüreklerini ortaya koymuş olmalarındandır. Bunlar da birer Kerbela şehididirler.

Bugüne kadar özünde ödün vermemiş Alevi ve Bektaşiler aynı cömertlikle örf ve adetlerini insanlığa yakışır bir biçimde insana insan gibi davranarak çok sevecen ve samimi bir şekilde mihman olarak gelenlere varını yoğunu ortaya kayarak buyurun demişlerdir. Örnek olarak Yenibosna’da Alevi kardeşlerimizin evlerine gittiğimizde bizleri coşku ile karşılıyorlar. Sofraları dolu Hakk sofrası, lokmaları rıza lokması, dua ile başlanıyor dua ile sofradan kalkılıyor. Malatya’nın Arapkir kazasının Onar Köyü’ne gittik orada aynı bolluk ve bereketle karşılandık. Bulgaristan’a gittiğimizde sofralar serilmiş kurbanlar kesilmiş Allah ne verdiyse yedirmeye çalışıyorlar. Yunanistan Dimitoka’ya gittik aynı bolluk ve cömertlik orada da var. Edirne, Tekirdağ, Kırklareli buralardaki insanların birbirinden hiçbir farkı olmadığını gördük aynı sıcaklık aynı duygu ile karşılandık. Bursa da bir tahlil yapmak gerekiyorsa Alevi Bektaşi gelenekleri özde de bir sözde de bir birbirlerinden zerre kadar fark yok. Bu hüsniyetlerini hiç kaybetmemişler. Şefkatli, sevecen, cömert birer insan olduklarını aşikar etmişlerdir. Makedonya’ya gittik orada aynı hüsnü kabul gördük maya aynı paylaşma yolunda birbirleriyle yarış halindeydiler. Allah bizi ve cümlemizi bu toplumdan bu birlikten bu kardeşlik bu güzellikten ayırmasın.

 

Değerli okuyucularım;

Tarih boyunca kan ve gözyaşı döktüren bir türlü durduramayan her insanda mevcut olan bu azgın nefis atının ağzına gem vurma zamanı gelmedi mi.

Yaşadığımız çağ orta çağ devri değildir. Allah’ın verdiği o içimizdeki sönmeyen güneşin ışığını bir ayna gibi karanlıklara yansıtılsa da karanlık düşüncelerin karanlıktan kurtulmaları karanlık hesaplardan vazgeçmeleri sağlanamaz mı?

Nefsi terbiye eğitimi verilmedikçe dünya bu tehlikenin önüne geçemez. İnsan olan hiç kimsenin mutsuz olmasını istemez. Mutluluk uzaklarda değil, mutluluğumuzun anahtarı vicdanımızın elindedir. Mutluluk her insanın hakkı ve amacı der.

 

Batıni Tasavvuf Felsefe: İlim, irfan okullarının kapıları açıktır. Yeter ki Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı onay versin. Zahiri alandaki İmam Hatip, İlahiyat Fakülteleri olduğu gibi Batıni alandaki tasavvuf teolojiyi irfan ve bilim okullarının devreye girmesiyle evrensel haber alma özgürlüğümüzün kanalları açılmış olacaktır. İşte o zaman çıkardan yolsuzluktan rüşvetten maddeden arınarak yüreğinin sesini dinleyerek özgürleşerek hakkın ve hakikatın yolundan ayrılmayarak ilahi adaletin her an tecelli edeceğini düşünerek vatana millete ve dünyaya haksızlık yapmaktan kendini kurtarmak için nefsine söz geçirmek olduğunu anlayacaktır. Nefsi terbiye eğitimin mutlaka zaman geçmeden devreye girsin ki Alevi Bektaşi İslam inanç yolunun Batınilik temeli üzerinde Kuran’ın içsel Batıni yönünü ruh göçü felsefesiyle tasavvuf anlayışını birleştirerek tefekkür basiretiyle yorumlayarak Tanrı nurunun Tanrı evi olarak algılanan nur üstüne nur olan gönül meşalesini yakmak Tanrısal kapıyı evrensel alana açmaktır.

Mücadele nefisle savaşmak; insanoğlu da onu yenmeye çalışmalıdır.insanın insan olması için bazı kurallar yedi aşamadan geçecektir. Yedi aşama yedi makam olarak vardır mutlaka nefsi emareden kurtulup ben makamından sadır makamına ayak basmak gerekir. Bunlar gönül fethederek aşılır aksi hiçbir şan yoktur.

Nefsi Emarenin arınmak için kuralları vardır.

Bu kuralların eğiticileri Batıni yolun mürebbileridir. Bunlar mertebe sahibidir. Mertebe insandır. Bu mertebelerin sırrı aşktır. Bu mertebelerde gezen insan hem arıdır, hem de arıtıcıdır. Normalde biz bunlara arifler diyoruz. Bunlar marifet kapısının temsilcileridir. Duygu ve ilimde en yüksek düzeye ulaşarak hakikat alemine yönelmişlerdir. Sıra dört kapı kırk makamdadır. Bu kapılarda hizmet gören talip benliğini engin duruma getirerek ilahi varlığın özüne ulaşır. Kendi varlığından geçer ölümsüzlüğe kavuşmuş demektir. Ölmeden evvel ölmek buna derler. Fakat insan yedi aşamadan sonra dört kapı kırk makamla yokluğa ulaşır.

Birinci aşama; nefsi emare demiştik, mertebesi ateştir, rengi mavidir, on havası vardır, bunlar; narı riya, narı cehil, narı şehvet, narı gaflet, narı kibir, narı hırs, narı öfke, narı kin, narı tamah, narı iftira, narı yalan.

Nefsi emare de birinci; havas ne ile def edilir. Yani narı riya ne ile def edilir?

Zikirle, zikir ibadetlerin başında gelir, yapılan cemlerde her zaman her yerde Allah Allah sedaları duyulur. İnsanoğlu nerede olursa olsun her fırsatta Allah’ı zikreder kimseyi rahatsız etmeden ve Allah’ı zikreden kimse çalışan insan gibidir. Fenalık düşünmeye zaman bulamaz. Sokaklarda yüksek sesle Allah Ekber diyerek slogan atmaz. Tağuta sırt döner. Allah’a yönelir böylece sağlam bir kulba yapışmış demektir. Kopması parçalanması yoktur. Gönül yalnız Allah’ın zikriyle yatışır onunla tatmin olur.

 

Narı Cehil: Narı cehil ne ile def edilir?

İlim öğrenmekle. Herkeste olan güç herkeste vardır, önemli olan bu gücün nerede ve nasıl kullanabilme yetisine sahip olmaktır. Buna da ilim yol gösterecektir. Atalarımızın diliyle ara bul Çin’de de olsa git al getir. İlmin faziletleri vardır. İlmin başı tevazudur, hoşgörüdür, ilmin aklı eşyayı tanımaktır. Edebi hüsniyettir, bu devam eder gider sınır yoktur.

 

Narı Şehvet ne ile defe edilir?

İşine, aşına sahip çıkmak ve helal kılmakla.

 

Narı Gaflet ne ile def edilir?

Ağlayarak Allah korkusu çekmek haksızlıktan kormak.

 

Narı öfke ne ile def edilir?

Öfke tüm şer kapılarının anahtarıdır. Sabrederek yutmaktır.

 

Hırs ne ile def edilir?

Şu üç günlük dünyada ölümün arkamızdan takip ettiğini gün doğunca neler olacağını ecelini daha çabuk yaklaştıracağına düşünerek def edilir.

 

Tamah ne ile def edilir?

Malum olduğu cevhi ile biliyorsunuz Adem Aleyhisselamla Havva Anamıza şu ağaca yaklaşmayın dendiği halde Havva anamız tamah ederek içindeki vesvesenin dürtmesiyle Ademe yasak edilen o ağaçtan meyveyi koparması ve yemişlerdir dolayısıyla cennetten kovulmuşlardır. Uzun seneler tövbe ederek cehennemden kurtulmuşlardır. İşte bizde Adem ile Havva’dan başlamamızın sebebi bu idi. Biz de bu nefis atını terbiye ederek söz geçirmek için yola çıktık. Nefsi terbiye eğitimin tüm insanlığa yayarak mutlaka içimizdeki nefisle barışarak merhaba demeliyiz. Şimdi ayrıntılara geçelim; insanın yüzü gözü haya ve edeptir. Tamah bir kuş gibi gelir edep ve haya gider, onların yerine tamah oturur bir radar gibi etrafı gözetler gördüğü her şeye göz koyar. Elde etmek ister, gözü doymaz. Dayanma gücü olan biraz gayret ve sabır gösterir sonunda başını yere dağru eğer. Tamaha halaka göstermez tamahta alaka görmeyince birkaç gün bekledikten sonra uçup gider. Yerine tekrar edeple haya yerleşir.

 

Narı kibir ne ile def edilir?

İnsanın başı akıldır. Kibir geldiğinde akıl tutunamaz kalkıp gider yerine kibir yerleşir. İnsanlara tepeden bakar kendini beğenir her sözün başına ben der benlikten kurtaramaz kendini. Çukura düşmüştür kişi farkında değildir.

 

Kişi turap olmadıkça kibir gitmez, başını eğer yere bakarak yürürse halaka göstermezse bir müddet sonra kibir uçar gider, yerine akıl yerleşir. Akıl çalışırsa kibir boşluk bulamaz böylece def edilmiş demektir.

 

Haset ne ile def olur?

Kibir, tamah, haset birlikte çalışırlar. Onların bağlı bulunduğu makam nefsi temsil eden şeytani sultandır. Bütün işleri yolsuzluk ve haksızlık peşinde koşmaktır. Bir şeyi elde ettiler mi diğerini isterler. Bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunu unuturlar. Gözlerini hırs bürümüştür, doymak bilmezler san ki dünyayı ele geçirecekler. Böyleleri vicdan terazisinin dengesini kaybetmiş olanlardır. Bunalımlar, hastalıklar, korkular, travmalara yakalınmış kronik enfeksiyonlara girmişlerdir. Cehennem kıvılcımı içeriye ziyaret etmiştir. Fakat farkında değillerdir. Azap yakaya yapışmadan Allah’ın yol gösterişine uyulursa bu yukarıdaki rahatsızlıklardan kendimizi korumuş oluruz. Bizi verilen sadakalar kurtarmaz bizi kurtaracak olan haksızlıktan korkmaktır vicdani halaki nefsimizi dara çekerek kendi denetimini herkes kendi yapacaktır. Görecektir ki tekamülü onu ben makamından sadır makamına, sadır makamından ruh aşamasına ruh makamından sadır makamından sır makamına yönlendirerek vedut sıfatına yani bütün varlıkları ayırım yapmadan sevme ve sevilme ilişkisini kurtararak Tanrı’ya giden yola yerleşmiş olarak ruhsal yolculuğa başlamış demektir. Artık kişi fillah olmuştur. İlah, fillah, amallah, anillah makamlarından geçerek halktan Tanrı’ya, Tanrı’dan halka yapılan manevi dönüş yolculuğu gerçekleşmiş bu seyyah ölmeden evvel gerçekleştirildiği zaman kişi ruhunu engin duruma getirerek ilahi varlığın özüne dalar. Uçsuz bucaksız okyanuslar da kürek çeker eğer önüne bir ada çıkarsa tekrar döner bu demektir ki daha bir müddet tasavvufta bulunma icazeti verilmiş demektir.

 

 

 

Nefis Nedir?

 

Sevgili Ayhancığım ve bizleri dinleyecek, okuyacak, izleyecek canlar; tarih boyunca dünyayı tehdit eden bilindiği halde bilmezden gelinen göründüğü halde görmezden gelinen bu tehlikeli gizli düşmanı görmeyen âlemden alıp görünen alanda terhis etmek istiyoruz.

Cenabı Hakk Âdem’i yarattıktan bütün meleklere Âdeme secde edin, dedi. İblis dışında bütün melekler Âdeme secde ettiler. İblis yan çizmiş, kibre sapmış, secde edenlerden olmamıştır.

Allah Âdeme şöyle buyurmuştu; Ya Âdem sen ve eşin cennete yerleşin ve ondan dilediğiniz yerde bol bol yeyin. Yalnız şu ağaca yaklaşmayın, yoksa her ikiniz de zalimlerden olursunuz, dedi. Buna rağmen Havva Anamız devreye girerek Âdem Aleyhisselamı yanılttı. Yanıltan neydi? Havva Anamızın içine giren vesvese idi. Böylece şeytan Âdemle Havva’yı bulundukları yerden ayaklarını kaydırarak çıkardı.

Aşağıya inin, belli bir süreye kadar yeryüzünde kalacaksınız, sizin için bir nimet bir yararlanma imkânı olacaktır, dendi.

Bunun üzerine Âdem Rabbinden Cebrail vasıtasıyla bazı kelimeler öğrendi ve Allah’a yöneldi o da onun tövbesini kabul etti. Tekrar cennete girdiler. Bu tövbe rivayete göre üç yüz atmış sene sürdüğü belirtilmektedir. Rivayette göre de iki bin beş yüz senenin üzerinde yaşadığı belirtilmektedir.

Sizlere Kuran’dan yani ser çeşmeden alıntı yaparak kaynağından giriş yapmak istememdir.

Bakara Suresi 44. ayetle müsaade ederseniz devreye girmek istiyorum. İnsanlara iyi ve güzeli emredip de öz benliklerinizi unutuyor musunuz, bir de kitap okuyup durmaktasınız. Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Diyerek ikazda bulunmaktadır.

Biliyorsunuz çağımız bilgisayar ve uzay çağıdır. Buna rağmen öz benliğimize inmeyip bulunduğumuz gezegen de halen dünya barışı sağlanamamış olmasının endişesini tartışmaya ne kadar devam edilecek bilinmemektedir.

Muhterem canlar; insanoğlu kendi kendini şuursuzca mahveden bir gezen olmaya devam etmektedir. Kendimizi arıtmadığımız takdirde evreni arıtmak mümkün değildir.

Bunalımlar, hastalıklar, stresler, travmalar, depresyonlar… vicdani terazimizin dengesini kaybetmiş olmamızdandır. Vicdani hele ki nefsimizi dara çekerek herkes kendi denetimini kendi yapacaktır. Aksi halde evrensel haber alma özgürlüğümüzün kanalları tıkanır, bu durum insanı baypas (bypass)’a kadar götürebilir, böylece ruhsal olgunluğa ulaşmamız zorlaşmış olacaktır.

Değişen çağda gelişen insanlara semadaki irfan okullarının kapıları açıktır. Hiç kimsenin mutsuz olmasını kimse istemez. Mutluluğumuzun anahtarı vicdanımızın elindedir. Başka şeylerde mutluluk aramamıza lüzum yoktur.

Seçenekleri kullar kendileri seçmelidir, her şeyden sorumlu insanın kendi aklıdır. Bu sorumlulukları körükleyen insanın içindeki kendi nefsidir. Alevi Bektaşi İslam inancı yolunda kişi kendi, kendi nefsi ile savaş halindedir; gaza ve cihad denince ilk akla gelen budur. Dışarıda düşman aramaya ihtiyaç yoktur.

Nefis insanın öz varlığıdır. İkincil bir varlık olarak algılanan güç yani ruhtur ve can denir, daima cananı arar. İnsanoğlu kibre, kine, tamaha, haksızlığa saparsa veya rüşvet, yolsuzluk, çıkar peşinde koşarsa nefis olur. Bütün çalışmalar nefsin terbiye edilmesi içindir. Dünyayı karıştıran budur, insanları yakan da, kurşuna dizen de, okulları hastaneleri, evleri yerle bir eden de budur. Acımasızca tarih boyunca devam eden bu katliam Kerbela’da da yüzünü göstermiştir.

Nerede bir haksızlık, yolsuzluk varsa oradan kaçmaya bakın. Neden? Orada nefsi temsil eden şeytani sultan vardır. Kavga vardır, kibir vardır, kin vardır, çıkar vardır. Kuran; ey Âdemoğulları ben size şeytana kulluk etmeyin, o sizin için bir düşmandır, demedim mi? O halde neden şeytanın adımlarını izliyorsunuz? Yalnız bana ibadet edin dosdoğru yol budur demedim mi? Buyurmaktadır. Buna resmen insanlık bir nebze olsun ibret almamış bir tavırla dünyayı kana buluyor. Eğer almış olsaydı insanlar Kahramanmaraş’ta, Çorum’da insanları kurşuna dizilmezlerdi, Sivas’ta bunca insan yakılmazdı. Bağdat bombalamazdı, İkiz Kuleler yıkılmazdı, Filistin halkı bu kadar can kaybetmezdi, İran’a saldırı gündeme getirilmezdi, bütün bunlar insanın kendi içindedir. Bunu yani düşmanı başka yerlerde aramaya lüzum yoktur. Kuran’a göre insan zayıf yaratılmış. Bu zayıflık insanın kendi nefsine söz geçirme konusundadır. Sorumlu kimdir? İnsanın kendi aklıdır. Allah insanı bir çok varlıklardan üstün yaratmıştır. Allah insana akıl verdiğine göre, her şeyi Allah’a yüklemenin vebalini akıl ve gönül vahiplerinden başkası düşünüp anlayamaz. Sözün kısası Allah iftira atanların hiçbirini sevmez.

İnsanoğlu doğruya, iyiye, güzelliğe, hayra, barışa yönelirse ruh olur. Ulviyete yükselir. Çıkara tamaha yöneldiğinde nefis olur. Sufliyete düşer. Aşağıların aşağısına atılmış demektir. Ama insan bunun farkında değildir, halk arasında muteber olacağını düşünür. Nefis atından inmez hep şahlanmaya bakar. O da onu benlik çukuruna götürür batağa sokar bırakır.

Mutlaka o içimizdeki hakiki insanı arayıp bulmalıyız. Bu da yeni bir insan yaratmakla mümkün olur. Herkeste olan güç herkeste vardır. Önemli olan bu gücün nasıl ve nerede kullanabileceği meselesidir. Buna da yol gösteren ilim olacaktır; Çin’de de olsa git al getir, denilen ilim olacaktır.

İnsanoğlunun yaratılışında sevgi vardır, insan saf sevgidir, sevgi insanı Allah’a götürür. Eğer insanoğlu yüreğini açmasını bilirse Allah onu sevgiyle dolduracaktır.

Sevgi olmasaydı, gönüller aşk ile dolmasaydı, bu dünya neye yarardı sevenle sevilen bir olmasaydı? Buna aşıkla maşuk denir. Maşuk makamı Hazreti Resul’ün ruh makamıdır. Zira nurun aşkına vücuda getirmiştir. Ruh Muhammedidir. Hakk Teala Hazretleri de ondan ibarettir. Tanrı her birimizi tek tek yaratmıştır. O hür bir ruh, hür bir vidandır. Kimse kimseye kul değildir. Saygı şarttır. Ama karşılığı sevgi olmalıdır. Tanrının en muteber kulu din tefriki yapmayandır. En büyük günahta insanın insana düşman olmasıdır.

Hünkâr Hacı Bektaş Veli Hazretleri’  nin ne ararsan kendinde ara, demesinin manasına gelince iyilik, kötülük güzellik, çirkinlik her şey insanın kendisinde mevcut olmasındandır. Netice olarak insanda aranan güler yüz, tatlı dil, şirin sözlü nefsi halim, kalbi selim olmaktır. Yumuşak, şevkatli sertlik ve katılıktan uzak, sağduyulu olmaktır.

İnsanoğlu mutlaka tefekkür etmelidir. Tefekkür basireti insan kalbinin yaşamıdır. Karanlıkta bir ışıkla tıpkı bir yaya gibi yürür, durması az olur.

Her eylem bir sorumluluk taşır, sorumluluğun temeli halaka dayanır. İslam dini de temiz halaktan ibarettir. Ruhu Muhammedi, Edebi Ali’dir. Halak sorumluluk evrensel olduğu taktirde değer kazanır. Nedeni evrenle bütünleşmiş olmasıdır. Arınmışlık öz de olmasa sözde de olmaz gözde de olmak yüzde de olmaz. Göze fehr, yüze nur gönülden gelir, insanoğlu kendi bilinci dâhilinde yola girmeli ve yol ehli olmalıdır. Ve göreve yani hizmete talip olmalı. Hizmet güler yüzle şevkle yerine getirilmesi gerekmektedir. Bulunduğu ortama ayak uyduramayanların kendilerine umut yolunun kapıları daima kapalı kalacaktır.

İç ve dış dünyamızı karıştıran nefis demiştik. Mutlaka eğitilmesi gerekir aksi halde insana ve insanlığa bulunduğumuz gezegende huzur bulmak oldukça zorlaşacak bu yetmiyormuş gibi bir de küresel krizler ardı arkası kesilmeyerek dünyayı perişan hale getirmiş olacaktır. Sorumlu kimdir, akıldır, nedeni küllü.

Müsebbibi; nefistir. Lüks harcamaların çektiği iflas bayrağıdır. O halde insanoğlu derhal harekete geçmeli eğitim gerçekleşmelidir. Her halde Milli Eğitim Bakanlığı bundan haberdar olacaktır.

Bu eğitimi yurdumuzda ve bütün dünyada verebilecek ilim, bilim adamları vardır. İlmin faziletlerini barış ve mutluluğun yolunu açacak rehberler vardır. Bunlar maddeler halinde hazırlanmalı müfredata geçmelidir. Kitaplara konmalıdır. Nesillerimize hakikat haktır kavrama aracı talim olduğu söylenmelidir.

Haksızlıktan yolsuzluktan, rüşvetten, çıkardan mutlaka uzak kalınması öğretilmelidir. İnsan olmanın kuralları bir bir açıklanmalıdır. İşte o zaman hakkın ve hukukun yolundan ayrılmayan mertebe sahibi insanlar yetişmeye başlamış olacağının inancını kavramış oluruz diye düşünüyorum.

Çok değerli izleyiciler; insan gönlü ulu bir kenttir. Bu kentin iki sultanı vardır her zaman her yerde insanlar arasında söylene gelmektedir. Nefsini bilen Rabbini bilir, denmektedir. Hâlbuki seyri sülük makamlarından geçmedikçe bunun derinliğine inmek o kadar kolay olmaması gerek.

İnsanoğlu daha evvelki satırlarımda izah ettiğim gibi çıkara, kibre, tamaha üstün olmaya yolsuzluğa bulaştığı zaman nefsi temsil eden şeytani sultan iktidarı ele alır. Sorgusuz sualsiz saltanatını devam ettirir. Ne zaman aklı temsil eden sultan başa gelirse işte o zaman insanoğlu doğruya, iyiye, güzelliğe, hayra, barışa mutluluğa giden yola yerleşmiş olur. Çünkü bu yol akla dayalı rahmani sultanın yoludur. Allah’ın da isteği budur.

 

Ulu bir kent olan insanın gönlünü yıkmayın!

 

Değerli okuyucularım, Sayın Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz’ın, 21.8.2001 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yer alan açıklamalarında Alevilerin ibadet yerleri camilerdir, bununla beraber Dinayet İşleri eski müfettişlerinden Sayın Sezgin’in de Alevi grupları var, Alevistan kurmak istiyorlar, sözleri ne yazık ki zamansız ve mesnetsiz, talihsiz sözlerdir.

 

Diyanet İşleri gibi bir devlet kuruluşunun başında ve içinde bulunan veya bulunmuş olan kişilerin Tanrı’nın iyilik ve inayetinin nimet ve güzelliklerini varlığa yansımış olduğu gerçekleri görmek istemelerine engel nedir? Bin seneyi aşkın bir zamandan beri süre gelen Alevi, Bektaşi inanç felsefesi mi? Yoksa Cemevleri mi?

Cemevi er meydanıdır, kendine güvenen girebilir. Eline, beline, diline sahip olmayanlar hesap verir. Hakk’ın ve hukukun yoludur, bu yolun erkanının muhabbeti Muhammed’dir, edebi Ali’dir. Camide yazılı Kuran cemevinde konuşan Kuran vardır, camide hoca müezzin, cemevinde mürşit ve rehber bulunur, cami dünya meydanı, insana güven verir toplayan bir araya getiren insanları mahşer gününde hesap vermek üzere huzura getirendir. Cemevi büyük mahşerdir, insanı sonsuz yaşama ulaştıran ölüm sahnesidir, buna da ölmeden önce ölmek derler. İşte önemli olan fark buradadır.

Değerli okuyucularım insan gönlü ulu bir kenttir, bu kent iki sultan tarafından idare edilir. Birincisi; aklı temsil eden rahmani sultandır. İkincisi ise; nefsi temsil eden şeytani sultandır. Türkiye’nin bugüne kadar başına her ne geldiyse işte bu ikinci nefsi temsil eden şeytani sultandan gelmiştir. Doğa felaketleri hariç diğer kıtalardaki insanların da başına gelen aynı sultandan gelmiştir. İşte yüce pir Hacı Bektaşi Veli’nin, ne ararsan kendinde ara, demesinin manası da budur. Bundan dolayıdır ki; Alevi, Bektaşi inanç felsefesinde gaza ve cihat insanın kendi içindeki nefsi temsil eden şeytani sultanla savaş halinde olmasıdır. Kuran gerçek düşmanı bize göstermiş olduğu halde anlamazdan gelerek diğer insanlara düşman gözü ile bakarak yakıyoruz, yıkıyoruz, öldürüyoruz. Düşman ne dışarıda, ne uzakta, ne sağda, ne de soldadır, insanın kendi içindedir. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Yasin Suresi 60’ıncı ayet mealen “Ey Ademoğulları ben size şeytana kulluk etmeyin, o sizin için apaçık bir düşmandır demedim mi”? aynı suresinin 61’inci ayetinde aklı temsil eden rahmani sultanı göstermektedir “Yalnız bana ibadet edin dosdoğru yol budur demedim mi” hal böyle iken nasıl oluyor da gerçeği tersine dönderiyorsunuz?

Değerli okuyucularım aşılması gerekeni aşmak, var olmanın esası değil midir? Eğer bir varlık varsa mutlaka engelleri aşabilen varlık olmalıdır. Madde varlığı engel aşamaz, aşamadığı gibi engel çıkarmaya devam eder. İtiraz çıkar menfaat ilişkilerinden kurtulup özgür olamadıklarından dolayıdır ki, maddeye tutsak olmuşlardır. Bir an önce maddeden arınıp özgürleşerek insanın yüreğinin sesini dinlemesini bilmesi gerekir. Eğer insan oğlu yüreğini açmasını bilirse Tanrı onu sevgi ile dolduracaktır. Çünkü insan yaratılışının temelinde sevgi vardır.

Diyanet’in de bakış açısının müminler kardeştir ilkelerine dayanarak, yumuşak şefkatli hoşgörülü bir davranış sergileyerek, Alevilerin yolunun cümbüş olmadığını, Alevistan peşinde de koşmadıklarını peşinen ifade etmeleri gerekir. Böylece hem birlik hem beraberliğimize, kardeşliğimize hem de vatanın bölünmez bir bütün olduğuna hayırlı bir vesile olacağı ortaya çıkmış olacaktır.

Hakk’a gidiş hangi yoldan olursa olsun cenab-ı Allah’ın dini emri, rızası içindedir. O hikmeti dilediğine verir, kendisine hikmet verilmiş olana çok büyük bir hayır verilmiş demektir. Bunu aklını, gönlünü çalıştıranlardan başkası düşünüp anlayamaz.

İşte bu nimet Türk insanına yakışan Cumhuriyettir. Cumhuriyet kutlu olsun.

Hepinize saygılar sunar sağlık ve mutluluklar dilerim.

 

Yolumuz  Kurallarla Örülüdür

 

Değerli okuyucularım,

Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli ademi incelerken insanı dört kısma ayırır: bunlar sırasıyla; abitler, zahitler, arifler, muhiplerdir.

Abitler: bunlar şeriat kavlidirler. Asılları Avadır. Bunlara Cebrail mütealliktir. Şeriatın koyduğu ilkelere uyarlar. Namaz oruç haç ve zekattır. İslam’ın beş koşulu ibadet kavramı altında toplanır.

İkincisi ise zahitlerdir. Zahitler ibadetleri gece ve gündüz Tanrı’ya şükretmektir. Her yerde tanrının adını zikrederler, anarlar maksatları tanrıya yakın olmaktır. Halleri de ilmi ledün gayb ilmine ermektir. Bu mertebeye vasıl olanlar. Güneşin sıcaklığını parlaklığını, aydınlığını diğer varlıklara hissettirirler. Gönüllerdeki ruhsal sevginin kapısını açık tutarlar. Aynı sevgiyi aynı sıcaklığı aynı görme gücünü aynı duyguyu aynı samimiyeti aynı hizmeti bütün varlıklara gösterirler. Cansız varlıkları bitkileri hayvanları ve insanları severler. Yaratan ve yaratılanın Tanrı varlığında bir olduğuna inanırlar.  Buna tasavvufta vahdet-i vücut denir. Kişin zaaflarından benliğinden sıyrılarak üstün bir yaşayışa yani gönül temizliğine ilahi varlığın özüne ulaşmak dünyada fani (yok olmak) hakla baki kalmaktır. İşte bu gerçeğe ölmeden evvel ölmek denir. Önemli olan da budur. Böyle bir aşamaya elbette kolay gelinmeyecektir. Bu imkan bütün insanlarda vardır. Kur’an bize bunun yolunu mealen de olsa net ve açık bir şekilde hedefi göstermiştir. Artık gidiş yolunu kendimiz arayıp bulmalıyız. Engelleri bir bir aşabilmek için madde bağımlılığından mutlaka kurtulmamız gerekir. Bu nesnelerden arınmadığımız müddetçe kendimizi tutsaklıktan kurtarma imkanı bulamayız. Kapıya dayandığımız zaman iş işten geçmiş olacaktır.

Geriye dönüş olmadığının farkına vardığımızda söyleyeceğimiz söz şudur. Keşke bize bir fırsat verilseydi de ben de güzel düşünüp güzel davranandan olsaydım. Çok geç çünkü fırsat elden gitmiştir. Yunus suresi ayet 108 mealen;  ‘Ey insanlar hak size rabbinizden gelmiştir. Artık doğruya yönelen kendi benliği için yönelmiş olur. Sapıtan da kendi benliği aleyhine sapıtır.Ben sizin üzerinize vekil değilim burulmuştur.’ İşte insan oğlunun iyiyi, doğruyu, güzeli ve gerçeği bulma yolu apaçık ortadadır. Şah damarından daha yakınım diyerek hakikat noktasını bariz bir şekilde göstermiş olduğu halde ulaşmamıza tek engelleyen sebep gözümüzün önündeki kaldırılması gereken perdedir. Bu perdenin kaldırılması için evvela düşünce yani tefekkür basireti olup insan yaşamının kalbidir. Karanlıkta bir ışıkla tıpkı bir insan gibi yürür durması azalır. Bir de buna sabır eklenirse işte o zaman hayırlı kapıları açanlar. Doğruyu getirip onu tasdik edenlerdendir. Onlar için Rableri katında diledikleri her şey vardır. Çünkü bunlar güzel düşünüp güzellik sergileyenlerin ödülüdür. Böylece Allah onların yaptıklarının en kötülerini örtecek. Ödüllerini yaptıklarının en güzeliyle verecektir. Ve Yunus Emre buna şöyle değinecektir.  Taptuk’un kapısında kul oldum yapısında Yunus miskin çiğ idim piştim elhamdülillah. Bunun anlamı hamlıktan pişmişliğe yanarak uyanmak derler. Vücudumuzun herhangi bir yerine bir kıvılcım sıçradığında onu duyarız. Bir müddet bunun acısını çekeriz. Bu bizim içimizi yakabilir. Bir müddet sonra unutup gideriz. Aşk ateşinde yananlar bir daha yanmazlar. Kıvılcımı duymazlar. Mevlana’ya göre de yanmak ve uyanmak yukarıda ifade ettiğimiz gibi varlıktaki genel oluş sırrıyla özel eriş sırrının aynı anda ifade eden ölümsüz bir sözdür. Mesela hamlıktan pişmişliğe, tohumda filize, filizden çiçeğe, çiçekten meyvaya, meyvadan insana, insandan hakka ulaşmasıdır. Yani koca kütleden yontulmuşluğa geçiş yolları kadar. Yolları yürüyen hayatın her an yeni bir menzile ulaşmak iradesinin sergilenişidir. Buna halden hale, merhaleden merhaleye geçiş yolu derler. Diğer varlıklarda aksine insanda kendini ifade eden bir değişme olarak yürür. İnsandaki şuurlu yol alışın ifadesi ıstıraptır. İşte insanda yanış ve oluş budur. Taş toprak da yanar fakat onlar şuurlu değillerdir. Onların benlikleri yoktur. Yanışsız oluş ve eriş insan için değildir. Büyük ruhlar için de değildir. Yanışı olmayan gözlerde nur yüzlerde fer göremezsin. Yanışsız yapılan ibadetler insanı hakka götürmez. Zaman geçirmek için. Yalnız nefsi oyalar. İddia ve gurur kapısından hakka gitmeye kalkanlar ne yazık ki yolda kalarak çamura batarlar. Allaha boynu büküş gözyaşı döküş kapısından gitmeye bakmalıyız. Bu kapı marifet kapısıdır. İnsanı yolda bırakmaz. Bu kapıda yanışa bağlı bir oluş vardır. Değerli Canlar tekrar ediyorum. İddia ve gurur yolundan hakka gitmeye kalkanlar. Cambaz ipinden Çine gitmeye benzer. Yanmak uyanıklığın anasıdır. Yanmadan ıstırap çekmeden şuurlu yol alınmaz. Gerçek uyanıklığa ulaşamazlar. Uyur gezer olurlar. Korkulacak olan şey ölüm değildir. Önemli olan yaşarken dolaşan ölü durumuna düşmemektir.

Değerli okuyucularım. Veysel Karani’nin bir duası ile yazıma şimdilik nihayet veriyorum. Yarabbi büyüklüğün yüceliğin hürmetine gaflet ve delalet içinde biçare kalmış biz insanların vicdanlarına ışık, gönüllerine inanç, kalplerine iman yollarına hakikat nuru serpiver.

Hepinize saygı ve selamlarımı sunar sağlık ve mutluluk sunarım.

 

Maddi Ve Manevi Değerler Bu Dünyada Kazanılır; Bunun İçin İş Yapıp Değer Üretmek Gerekir

 

Değerli okuyucularım: Kur’an’da Tevbe Suresi 105’inci ayetin meali ile yazılarıma başlamak istiyorum; “Kur’an iş yapıp değer üretmemizi ön görmektedir”. Bunun anlamı şahsi fikrime dayanarak ifade etmek istediğime göre dünyayı terk etmeden, eldeki fırsat gitmeden, aklınızı başınıza alın. Rabbinize teslim olun, kinden, kibirden uzaklaşarak benliğimizden arınıp, iş yapıp değer üretmemiz gerekir. Ürettiğimiz değerleri Allah da, Resul de göreceklerdir. Buna ilave olarak iş yapıp değer üretenlerin ücretleri elbette ne güzeldir, diye buyurulmaktadır. Demek oluyor ki bu fani dünyada yapılan her iş Allah’ın rızası içinde olmalıdır, Allah’ın rızasını alarak yalansız riyasız gönül temizliği içinde ilme dayalı iyi düşünce, güzel davranışlar sergileyerek maddi ve manevi değerler üretilmelidir, üretilen değerler hem halka hem de hakka makbul olmalıdır, yalnız kendi benliği için üretilen değerler insanın kendi benliği aleyhinedir. Önemli olan başka benlikler içinde üretilen değerler insanın kendi benliği lehinedir, manevi değer de aynıdır, zirveye çıkarak aşağıdaki yani sufiliyette olan benlikleri de ulviyete yükselterek değer üretilmelidir. O zaman hayırlı bir iş yapmış oluruz. Seyri sülük yolcusu olarak seyri illallah, seyri fillah, seyri mahallah, seyri anillah makamlarına ulaşmış oluruz. Bunun anlamı halktan Hakk’a, Hakk’tan halka yapılan manevi yolculuktur, yani Tanrı’ya, Tanrı’dan halka dönüş yolculuğudur. Maddi değerlerimizi de paylaşabilmek evrendeki diğer varlıklara da Tanrı adına tasarruf da bulunmuş oluruz, üretim mutlaka evrensel bir düşünce içinde olmalıdır. Üretim yapılacak değer kazanacak birçok dallar vardır. Bunlardan hangisi yüreğimize, aklımıza uygun olursa o dalda üretime devam edilmelidir. Üretmeden harcanan zaman ise ne yazık ki boşuna gitmiştir, zemin hazırlanmamış ise bina inşa edilmemiş demektir, şahsi çıkarlar için yapılan iş, üretilen değerler gazetelerde okuduğumuz gibi nefis çarpması sonucu, içi hortumcular tarafından boşaltılan bankalara benzer sonra da beyaz enerji, mavi akıncılar, balina operasyonları, rüşvet ve suiistimal akıncıları gibi yolsuzluklar devam edecektir. Değerli okuyucularım her ne iş yaparsak yapalım Tanrı korkusu olması gerekir, Tanrı korkusu çekersek tüm kötülüklerin kaynağı olan nefsimizi biraz olsun frenlemiş oluruz, böylece maddi ve manevi değerlerimizi de kardeşçe paylaşmaya böylece gönül alma, gönül verme değer üretme faaliyetlerimiz devam etmiş olur. Buna da yürek yol gösterecektir, akıl adresi bulacak ikisi birlikte çalışarak bedenin diğer azalarını harekete geçirmiş olarak iş yapıp değer üretme gerçekleri yerini bulmuş olacaktır.

Satırlarıma nihayet verirken saygılar sunar hürmet ve muhabbetle selamlarım.

Hoşça kalın.

 

BİR GEZİNİN BENDE BIRAKTIĞI İZLER...

 

Çok Değerli Cem Dergisi okuyucuları,

Cem Vakfı’nın 3. İnanç Önderleri Toplantısı’yla ilgili inceleme, araştırma ve görüşmelerde bulunmak üzere Cem Vakfı’nın düzenlemiş olduğu Anadolu erenlerini ziyaret gezisine başta sorumlu gazeteci, editör Ayhan Aydın olmak üzere Eskişehir’de Sultan Sücaadin Veli Dergahı’na bağlı çok değerli Hakkı Saygı Baba aynı zamanda Cem Vakfı’nın muhterem avukatlarından Seher Hanımefendi olmak üzere bendeniz Abidin Harman -Sultan Sücaadin Veli Dergahı’na bağlı Abdullah Dalay Baba’nın müridi olarak- 5 Mayıs 2002 Pazar günü İstanbul Yenikapı’dan Anadolu’ya geçmek üzere İstanbul Belediye’sinin İDO feribotuyla Marmara Denizi’nin mavi sularına dalarak Yalova’ya hareket ettik. İnsanlara yakınlığıyla bilinen yunus balıkları geleneksel tabiat oyunlarını sergileyerek feribotun sağından ve solundan dalıp çıkmak suretiyle sanki bir yarış halindeydiler biz de bunu hayranlıkla seyrediyorduk. Aklımıza gelen Yunus Peygamber’in balık kursağında nasıl saklandığını çağrıştırmaya başladık. Bu arada yüzümüzü semaya çevirdiğimizde martıların beyaz kanatlarını çırparak Marmara’nın mavi sularına kendilerine özgü sesleriyle çağrışarak pike dalışlarıyla doğa hareketlerini sergiliyorlardı. Bize gelen anlam şuydu; sizi izlemeye devam edeceğiz, yolunuz açık olsun. Biz de her şey Rabbimizin adıyla, diyerek şükrediyorduk. Yunuslar suda, martılar havada, karabataklar da, denizde nasibini arıyor dalış üzerin dalış tazeliyorlardı. Tam bir koruma ve kollama altında yol alırken bu varlıkların Hakk’tan nasıl razı olduklarını Hakk’ın da kendilerinden razı olduğunu müşahede ediyorduk.

Ya  kısmet, ya şükür, ya sabır, Ya Ahat, ya Samet derken güneş ufuktan bütün kızıllığıyla doğmuş ışınlarını dalgalar halinde sarmaş dolaş olarak üzerimize yansıtıyordu. Hiçbir karşılık beklemeden bir anne şefkatinin gösterdiği sıcaklığı hissediyorduk. Onun aydınlığını cömertçe evrene yaydığını gördük. İşte o anda biz de ruhu Muhammedi’nin bütün güzelliklerini müşahede ederek nazar ettik. Böylece mavi sulardaki yolculuğumuz 45 dakikalık bir serüvenden sonra Yalova Limanına demir atarak Anadolu’ya ayak bastık. Bundan sonra yolculuğumuz otomobille karada devam edecekti. Bursa’ya doğru yola koyulduk. Hedefimiz Bursa’ya 20 kilometre uzaklıkta olan şirin bir kasaba olduğu söylenen Kestel’di. Uzaklığı 90 kilometre olarak tahmin ediyorduk. Evvel Allah,  ahir Allah diyerek o muhteşem cennet dağlarının arasında  yeşil Bursa’nın tabiat kokusunu alarak Rabbimizin boyasını boyanmak suretiyle tefekküre dalıyoruz kalplerimiz ferah oluyor sanki dağlarla beraber yürüyorduk. Derelerin akışı, kuşların ötüşü rüzgarların bir akım içinde oluşu, ağaçlardaki dalların sallanışı yaprakların oynayışı doğanın bütün zenginlikleri evrende evrensel işaretler olarak müşahede ettik. Çünkü her varlık kendi ekseni altında dua ediyordu. Birileri çıkıp ta hayır böyle yapamazsınız sizin duanız kabul olmaz! diyerek bir zorlama bir şiddet ve tepki göstermiyorlardı. Çünkü onlar çoktan akebeyi aşmış aynı toprağı, aynı rahmeti, aynı havayı, aynı güneşi paylaşmışlar ve paylaşmasını bilmişler, evrenle bütünleşmişlerdir. Gerçekte bu değil midir?

Aşılması gerekeni aşmak, varlığın esası değil midir? Gerçek varlık sürekli engel aşabilen varlıktır. Çünkü onlar malzeme varlıklar değildir. Malzeme varlıklar maddeden kopamadıkları için hiçbir engeli aşamazlar. Daha doğrusu sufliyeten ulviyete yükselemezler. Aşabilmek yaratıcılığın ve değer üretiminin esası değil midir?

Kuran zafer ve mutluluğa ulaşmayı, akebeyi aşmaya bağlamıştır. Belet Suresi 10-19’da akebe: sarp yokuş, zorlu engel demektir. Aşmak Kuran’a göre boynu çözmekle olur. Nesnelere maddelere bağlanmış olan benlikler akebeyi aşamazlar. Çünkü onlar yalnız kendi nefisleri için çalışan düşünen yaşayan benliklerdir. Biz bu benliklere tutsak diyoruz. Özgür değillerdir. Madde varlığıdır. Boyunları kireçlenmiş olduğu için hep kendi tarafına çekerler. İki tepenin manası: akebe. 1- yokuşları aşmak, Kuran deyimiyle 2- var olan bir şeyi paylaşmaktır.  Zaten yolculuğumuzun esası da budur. Bununla ilgili açıklamalarda bulunmak üzere değerli Hocamız Prof. Dr. İzzetin Doğan aynı gün yani 5 Mayıs 2002 Pazar günü saat 14.00’de Kestel’de yapılacak panelde birlik ve beraberliğimize kardeşliğimize, devletimize, halkımıza, cumhuriyetimize dünden bugün daha  muhtaç olduğumuzu ifade etmek üzere halkımızı aydınlatmak insanımıza ve tüm insanlığa hitap edecekti. Bu itibarla biz de aynı panelde bulunmak üzere yol alıyorduk. Önemli olan sağlıklı bir yolculukla hedefe ulaşmaktı. Trafik işaret ve işaretlerine uyarak başkalarının hakkına saygıda kusur etmemeye çalıştık. Niyetimiz Bursa’ya kuzeyden girmekti. Sonra doğuya yönelerek. Kestel’e doğru rotamızı ayarladık. Gideceğimiz yerde huzur, sevinç olduğunu hissediyorduk. Kestel’e girdiğimizde Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği tarafından sevgiyle karşılandık. Bizi içten gelen bir coşkuyla bağırlarına bastılar. Yiyecek içecek ikram ettiler. Dede ve babalar  muhabbetle ahlaki Muhammed edebi Ali olduğunu gösteren bir erkan vaziyeti almışlardı.

Biz de Cem Vakfı’ndan geliyoruz görevliyiz, diyerek kendimizi takdim ettik. Bizimle beraber gelen Vakfımızın değerli avukatı Seher Hanım bizden ayrıldı. Biz o arada sohbete daldık. Sorular soruluyor, muhterem babamız Hakkı Saygı cevap veriyordu. Çok değerli editör sayın Ayhan Aydın bir taraftan konuşmaları filme alıyor, bir taraftan söyleşileri not etmeye çalışıyordu, Cem Vakfı adına fikir alışverişinde bulunuyordu. Çok değerli Hocamız Prof. Dr. İzzetin Doğan gelmiş olduğu duyuldu. Dernekten kalkarak paneli izlemek için Kestel Belediye salonuna hareket ettik. Salon hınca hınç dolmuştu. Tahminen 3000 kişi civarında bir izleyici topluluğu vardı. Panel başladı. Sırasıyla Kestel Belediye başkanı, Değerli Mülkiye Amiri ve diğer yetkililer birlik ve beraberliğimize canı gönülden katıldıklarını sözleriyle ifade ettiler. Panel tam bir hoşgörü havası içinde devam ediyordu. Emniyet güçleri herhangi bir olaya yer vermemek için teyakkuz haline getirilmiş, önlemlerini almışlardı. Kendilerine Cem Vakfı adına Bakırköy Şube yetkilisi olarak teşekkür ederiz. Bu arada sayın genel Başkanımız Prof. Dr. İzzettin Doğan’ın konuşma yapmak üzere kürsüye çağrıldı, herkes tarafından ayakta alkışlanan  bu güzel insan bu serçeşme sevgi selinin aktığı kaynaktı. Alevi Bektaşi inanç felsefesinin insanlığa bir hizmet felsefesi olduğunu dünya barışına da katkıda bulunacağını diyanetin bunu mutlaka kabul etmesini, liderlerin sözlerinde durmalarını söyledi. Bununla beraber muhakkak barış esenlik güven ve mutluluğun sağlanacağını  kesin bir dille ifade etti. Ve kurtuluş gemisine ulaşmak için mutlaka Alevi Bektaşi İnanç felsefesinin tükenmez kaynaklarının kullanması gerektiğini bütün detaylarıyla açıklamalarda bulundu. Alevi Bektaşi görüşünün bir inanç yolu, gönül yolu, manevi yol, hakkın ve hukukun yolu olduğunu bu yolun kaynağının sevgiye dayalı bulunduğunu altını çizerek önemle üzerinde durdu. Bununla beraber inanç önderlerimiz dede ve babalarımız için de ödenek ayrılmasını bu topraklarda herkesin aynı hakla yaşadığını vurgulayarak  ilgililerin bir daha düşünmelerinin hayırlı olacağına inandığını net  açıklamalarıyla ifade etti. Ve insanlığa hizmet etmenin güzel düşünüp güzel davranmak ,çözüm bulmak en büyük kurtuluş ve eriş budur diyerek Kestel halkına kardeşliğin kaynağının  sevgi boyutu olduğunu cömertçe ifade etti. Kestel halkı da bundan çok mutluluk duyduğunu coşkun tezahüratlarıyla ifade ettiler.

Panel sona erdiğinde tekrar Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği’ne giderek babalarla, dedelerle bir araya geldik.  Sayın gazeteci Ayhan Aydın her dede ve babayla teker teker görüşerek konuşmaları videoya aldı. Zaten isimlerini de her söyleyişinin başında evladı Resul’dan nasıl geldiklerini soy kütüklerini bir bir inceleyerek röportaj yaptığı kişilerin  ve kimler olduklarını not etti bizim burada tekrar yazmamıza  lüzum görmüyorum. Çünkü görüşülen dede ve babalar Cem Dergisi’nin Temmuz sayısında isim ve soyadları görüşmeler hakkında tüm bilgileri açıklanmış bulunmaktadır. Böylece ilk akşam   Cafer Düzgünoğlu Dedemiz bizi evinde konuk ederek en güzel bir şekilde sahip çıktılar. Sofra kurdular. Gerçekten Hakk Muhammed Ali sofrası idi. Ehli  Hak olan  Cafer Dedemizden çok feyz aldık. Her soruyu anında cevaplandırıyordu. Gerçekten Alevi-Bektaşi inanç yolunun piriydi. Her taraftan çağrılıyor. Çağrılan yerlere bir Hızır gibi yetişmeye çalışıyordu. Bize üstün bir misafirperverlik gösterdiler. Kendilerine ve bütün aile efradına sonsuz şükranlarımızı arz ederiz. Hak razı olsun, Cafer  Dede’nin evinden ayrılarak yolumuzu Bursa Kurşunlu’ya yönelttik. Kurşunlu’da da dede ve babalar tarafından samimiyetle karşılandık. Sevgi gösterilerini hiç eksik etmediler. Kurşunlu’da tarihi bir camiye götürüldük. İlahiyatçı olan bir mihmandar tarafından caminin içi ve dışı gezdirilip gösteriliyordu. Tavana yakın bir yerde duvarlarda daire içine alınmış Oniki İmamlar’ın Arapça isimlerinin yazılı olduğunu gördük. Bu da bizim Hak Muhammed Ali yolunda olduğumuzun göstergesiydi. Mutlu olduk. Teşekkür ettik. Böylece Kurşunlu’dan tekrar Bursa’ya yönelerek  Hüseyin Üçler Dedenin mihmanları olduk. Üçlertoprağı bizi  evine misafir eyledi. İlim ve bilim sahibi olan Hüseyin Dededen de çok ilham aldık. Ufkumuz hep genişliyordu. Hüseyin Üçlertoprağı’na ve oğluna  bütün aile efradına içten gelen şükranlarımızı sunduk. Teşekkür ettik. Bizi baş tacı yaptılar çok hizmet ettiler onlardan da Hak razı olsun diyoruz. Bir dahaki  yolumuz Bursa Gemlik’e düşecekti. Saygılarımızı sunar. Tüm okuyucularımızı hürmet ve muhabbetle selamlarım.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile