ALİ ABBAS ÇELİKEL
ALİ ABBAS ÇELİKEL
(ŞAH İBRAHİM VELİ OCAĞI - MEZİRME (BALLIKAYA) / MALATYA, (75))
AYHAN AYDIN
Dedeler, babalar, ozanlar, aşıklar, zakirler; bu güzel insanlar her türlü abartının ötesinde, bu yolu sürdürüp bu güne getirdiler. Bugün de bu değerlerimizden biriyle beraberiz. Şah İbrahim Ocağından Ali Abbas Çelikel Dede, hoş geldiniz. Ben de sizlere, bu yola hizmet ettiğinizden dolayı çok teşekkür ederim. Çok mutlu bir işle uğraşıyorsunuz.
Çok sağ olun. Ankara’da mı oturuyorsunuz? Ankara’da oturuyorum.
Nerelisiniz? Malatya, Mezirme köyündenim. Şimdi adı Ballıkaya oldu. Kökenimiz, İran’da, Erdebil tekkesine bağlı.
İcazetname, soy kütüğü, sinsilename gibi belgeleriniz var mı? Belgelerim var, ama yanımda değil. Arzu ederseniz, Ankara cem evinden size fakslayabilirim Türkçeye çevrilmiş, 11. noterce tasdik edilmiş sureti ile Seyfi Oktay’ın yardımıyla yeminli kimselere tercümesi yaptırılmıştır.
Belgelerinizde ne yazıyor? Soyumuzun nereden geldiğini, hizmetlerin güzelliklerini, ne şekilde yapılacağını, musahipliği, kardeşliği, doğruluğu, güzelliği ve bu yolun inceliklerini dile getiriyor.
Size kimden kaldı? Ceddimiz Şah İbrahim Veli’den bize intikal etti, ama bugünkü durumda, en son velimiz Hünkâr Hacı Bektaşî Veli’dendir. Belge bana amcam Gürgür Dede’den intikal etti.
Gürgür Dede’de olan bu belge, aynı ocağa veya aynı soya sahip, ocağı sürdüren başka akrabanızda var mı? Hiç kimsede yok Gürgür Dede, bunu bana özellikle kendisi getirdi, dedi ki; “Ben bir ışık bekliyorum, ama kendi sülâlemden. Ben geldim, gidiyorum. Peygamberin bir sözü vardır, ‘Hiçbir peygamber kalmamıştır ki, ben de bu dünyada kalayım. Elbet bir gün göçeceğim, ama size iki emanet bırakıyorum.’ ‘Nedir ya Resullullah?’ dedikleri zaman, ‘İki nesnem emanet. Biri Kur’an, biri evlât. Tamamen biri Kur’an, diğeri Ehlibeytim’ dedi. Kur’ana zaman gelir karışımlar girebilir, ama benim Ehlibeytim kıyamettir demiştir.” Ve Gürgür Dede de bu söz üzerine beni eline almıştır. “Sen bu işle uğraşıyorsun” dedi, bana getirip teslim etti.
Kendi şeceresini size mi verdi? Hayır, benim için ayrıca çıkartmış.
Kaç yaşındasınız? 75
Çocuklarınız var mı? 3 oğlan, 2 kız var.
Mesleğiniz nedir? Emekli memurum. Et ve Balık Kurumu’nda memurdum.
Kaç yıl çalıştınız? 27 yıl.
Hep Ankara’da mı çalıştınız? Evet, çalıştım.
Malatya’da ne kadar kaldınız? Çok kalmadım. En çok babam, dedem yaşamış. Ben en çok Sivas- Kangal’ın Karanlık köyünde kaldım. 1949 yılında, geçim dolayısıyla Ankara’ya geldim. Burada, çocuklarımı okuyabildikleri kadar okuttum. Devlet dairesine girdim, hem memuriyetimi yaptım, hem de biraz bu işlerle uğraştım.
Şu anda kaç kişi ile yaşıyorsunuz? Çocuklarım evlendi, eşimi kaybettim. Fakat küçük oğlumun yanındayım şimdilik. Sırasıyla dolaşıyorum.
Eğitim- öğrenim durumunuz nedir? İlkokul mezunuyum.
Babanız, dedeniz Malatya’da yaşamışlar. Babanızla ne kadar yaşadınız? Babam 42’de öldü, çok az yaşadık. Fakirdik, babam öldükten sonra askerlik geldi. Askerlikten sonra Ankara’ya geldim ve çalışmaya başladık.
Köyünüzde bu yolu sürdürenler, sizin ocağınızdan mıydı? Babamla, amcam vardı, onlar yürütürlerdi. Onlardan sonra da bizim soydan gelenler yapardı. Meselâ Gürgür Dede ve kardeşi gelirlerdi. Sadece babada, dedede gördüğü ile değil, aynı soya mensup olduğu için zaman geçtikten sonra yeniden aşılanma, ilgi duyma, bağlanma, öğrenme olabiliyor. Tabii, en çok Gürgür Dede’den bu işin yardımını gördüm.
Gürgür Dede’den çocukluk döneminden sonra mı, yoksa yakın zamanda mı yardım gördünüz? 30 sene oluyor.
Malatya’dan hangi şartlarda ve ne için ayrıldınız da Sivas’a gittiniz? Dedelik vasıtasıyla oraya gelinmiş. Zamanında dedem o köyde dedelik yaparken, “Dede, seni çok sevdik, bırakmayacağız” demişler. Orada kalıyor, yer yurt veriyorlar. Dedem kalınca, babam da kalıyorlar. Yalnız Malatya’yla ilişkilerimizi kesmiş değiliz. Orada akrabalarımız var. Kangal’ın Karanlık köyü 150 haneydi, bunların 125’i Şah İbrahim Veli talibiydi.
Başka nerelerde talipleriniz var? Şah İbrahim Veli Ocağının talipleri daha çok nerelere dağılmış? En çok Çorum’un İsipkıran, Kamışlı, Yeniköy köyleriyle Yozgat’ın Darıcılar köyünde var.
Köyündeki Şah İbrahim Veli talipleri, civar köylere de gidiyorlar mıydı? Gidiyorlar. Meselâ Davulbaz, Zerk, Yavurharaba, yeni adı Soğukpınar olan eski adıyla Mamaş köyü; buralar hep Şah İbrahim talibidir.
Zamanla, geçim derdi nedeniyle Ankara’ya geldiniz. Bu dönem içinde bağlantılarınızı kesmediniz, Malatya’dan, Sivas’tan kendi ocağınızdan olanlarla ve Gürgür Dede’yle bağlantılarınızı kesmediniz. Geçmişe baktığınız zaman, size ne anlatılıyordu? Yani siz ne biliyordunuz? Ocak, dede ne demekti o dönemlerde? O dönemlere giderek, içinde bulunduğunuz ruh hali nasıldı? Bir dede çocuğu olarak, neler yapmanız söylenirdi? İleriye dönük ne mesajlar verilirdi? Yani “Siz bu ocağın adamısınız, şunları yapın” derler miydi akrabalarınız? 55 yılında köyüme gitmek icap etti. Oraya gittiğimde, köyün ileri gelenlerinden Yavoba derler, o bizi eve çağırdı. Ben ve iki de amca çocuğu vardı, yemek yedikten sonra, “Dedeler, bir dua edin” dedi. Hiç birimiz edemedik. O zaman, “Tamam, anlaşıldı” dedi adam. Sofra kalktıktan sonra, “Bakın, Mehmet Ali Dede, Hasan Dede (amcamın çocukları); bu sizin ceddinize verilmiş bir görevdir. Bunu öğrenecek, yapacaksınız” demesi, bana tesir etti o zaman ve ondan sonra bu işe heves ettim. Dönüp Ankara’ya geldikten sonra, bazı kitaplar araştırıp bularak, bu işe kendimi vermeye başladım. Amcam Gürgür Dede ile de ara sıra temasa geçerek bu güne kadar bu işi getirdim.
Ne gibi kitaplardı? İmam Cafer Buyruğu şart bizde. Diğer kitaplardan Fazilet, Kumru kitaplarını bulundurdum. İmam Cafer Buyruğunu çok okudum. Bu çok önemli, yol, erkân hepsini bildirir, Kur’an’ın Türkçesini çok okudum. Önemli ayetlerini yanıma aldım. Bir şey sorulduğu zaman, cevap vermem lâzım. Bunu bilmem için, Kur’an’ın bizlere yarayan ayetlerini aldım.
Gürgür Dede’nin dışında kimlerle görüştünüz? En çok Gürgür Dede ile görüştüm, diğerleriyle görüşmedim. Görüşsem bile, bana faydaları olmaz.
Gürgür Dede’nin yürüttüğü cemleri mi örnek aldınız? Siz de onun yürüttüğünü mü yürütüyorsunuz? Onun yürüttüğü cemleri örnek aldık, onu yürütürüz.
Cemlere girişiniz nasıl oldu? Meselâ bir ara girdi, babanızdan öğrenemediniz. Sonra Ankara’ya geldiniz. Cemlerle daha sonradan nasıl yeniden iç içe oldunuz? Cem yürütmeniz kaç yıl oldu, ne zaman başladınız? 1993’te cem yürütmeye başladık. Bir toplumun karar veren tarafları vardır. 93’de Ankara’da cem evleri kurulmaya başladı, herkes gitti, her hafta, her Perşembe cem yapılması icap etti. Her hafta aynı dede oturmasın diye karar verdik kendi aramızda. Her hafta bir dede bu hizmeti alıyor, bizler de yardımcı oluyorduk. Oraya gittiğim zaman ilk kelimem şu olurdu; “Siz hangi dedenin talibisiniz?” “Biz Hasan Dede talibiyiz” diyorlar. “O zaman pirini bulacaksın. Çünkü burada Hasan Dede talibini görmeye kalkarsam, nefsime uymuş olur, büyük bir hataya düşerim.”
Nedir hata? Kendi talibinizin dışındaki insanları niçin görmüyorsunuz? Görürüz, ancak o dedenin müsaadesi olacak. O dede diyecek ki, “Ben bunu hak edemem, buyurun siz yapın.” O zaman ben yaparım. Dedeyi de yanımda oturturum, “Sana vekâleten, kendime asaleten ben bu işi yaparım” der, izin alır başlarım.
1993’e kadar cemlere gidiyor muydunuz? Ankara’da yoğun muydu? Meselâ Tuzluçayır’da benim bildiğim, herkes dur durak bilmeden cem yapardı. Yapmazlardı. Evlerde yapıldığı zaman giderdik. Ama herkese söylerdim, “Pîrinizi, rehberinizi, dedenizi bulun” diye.
Neden ayrı ayrı ocakların dedeleri kendi taliplerini görecek? Her dede kendi talibine sahip çıkacak. Bir dedenin kendi talibi var, yanında da Şah İbrahim talibi varsa, sorması icap eden şey, “Senin pîrin kim? Seni tanımıyorum.” “Şah İbrahim” diyorsa, “Şah İbrahim dedesini bul. Ya git ona görün, veya ondan müsaade al, gel. Seni bu yoldan koymam.”dir. Önemli olan tanımaktır. Adamı biliyorsun ki, onu sorgulayabiliyor, sitem edebiliyorsun. Dede- talip demek, dedenin talibi tanıması demektir. Dede talibi tanımazsa, kendi talibi olduğunu bilmezse, onun suçlu mu suçsuz mu olduğunu nereden bilecek? O yüzden diyoruz ki, “dedeler kendi taliplerini görecek.” O, çok hayati derecede önemlidir. Her dede bütün talipleri görecek diye bir şey yok, ama izin verirse de görmek zorundadır. Kalender Dede 70 yaşında, hâlâ musahibi yok. Bundan 2 sene evvel Gürgür Dede ile görüşmüş, demiş ki; “Dede, durum böyle.” “Olur mu? Ocakzâde olacaksın, 70 yaşındasın, bir musahibin yok. Sen kalk” demiş, kovmuş. Adam ağlayarak yine yanına gitmiş, demiş ki “Kalender Dede, ben gidiyorum, ama amcamın oğlu Ali Abbas Dede’yi bırakma. Kendine de bir musahip bul.” Bu adamlar, bu sene 10. ayın 24’ünde musahip oldular. Kendi yaşında, Hasan Dedeli bir dede bulmuş, bu da önemli. Dede, dedeyle musahip olur, dede taliple musahip olamaz. Bu adam bana haber verdi, kendi evinde oldu yine. Kalender Dede’ye dedim ki, “Dede; el ele el Hakk’a senin de muhakkak bağlandığın bir dede vardır. Ben dedeyim, ama benim de ikrar verdiğim bir yer var. Ben dedeyim diye hepsinden üstün değilim, engin gönül, yüksek mertebe.” Engin olacaksın, ben de bir varlık var diye uçmayacağım. Mütevazı olmak lâzım. Bir ocakzâdenin pîri, o işin hakkından gelemem diye bana vekâlet verdi, orada gördüm ,bunlar musahipliğini tamam yapmadı. İkrarlarını yaptım, 70-80 yaşındaki adam bundan sonra yolundan dönecek değil, ama Buyruk’ta bir hüküm var: ‘Öl, ikrar verme. Öl, ikrarından dönme.’ Bunlara bir ikrar duası yaptım. 2000 yılında da bir kurban kesmek sureti ile üstlerine yedullah ayetinin okunması lâzım. Hz. Ali ile Hz. Muhammed’den kalmıştır. Yedullah ayeti okunduğu zaman, aynı o seviyeye gelirler. Biri Ali, biri Muhammed, biri Fatıma’tül Zöhre, biri Hatice anamız olur. Adam da kabul etti, ikrarını yaptık.
Gerek diğer babalarınızdan, dedelerinizden, gerek diğer pîrlerden, gerekse şeyhlerden neler öğrendiniz ocağınız hakkında? Şah İbrahim Veli kimdir, nerededir, ne yapmıştır, kerametleri nedir? İbrahim Veli, 4 Veli’den biridir. “4 Veli kim?” diyeceksiniz; ilk veli Hz. Ali efendimizdir. İkinci veli, oğlu Hüseyin’dir; üçüncü veli, Şah İbrahim’dir; dördüncü de Hünkâr Hacı Bektaş Veli’dir. Şah İbrahim Veli, Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den önce yaşamıştır. İnançlarımızda deriz ki, “Hacı Bektaş-ı Veli dünyaya gelirken, Şah İbrahim Veli dünyadan göçmüştür.” Hacı Bektaşi Veli gelmiş, velinin nuru veliye geçse gerektir, deriz. Bu inanca sahibiz. Bu diyara gelmiş, Çorum’un dedesi köyleri de geldiği zaman, Şah İbrahim Veli Sultan orada bir köye uğramış, bir cenazeyle karşılaşmış. O zamanın bahrinde, orada 18 tane Dedesli diye köy varmış bir ağanın elinde, ağanın çocuğu vefat etmiş. Bir hafta uğraşmışlar, ağanın elinden çocuğu alıp defnedememişler. Şah İbrahim Veli’nin yolu oraya düşmüş, o gün de cenazenin kalkması lâzımmış. O anda oğlanın babasına haber veriyorlar, diyorlar ki; “Eli yüzü nurlu bir derviş geldi, bu derviş cenazeyi kaldırsın.” “Olur mu?” diyorlar, o da “Olur” diyor. Diyorlar ki, “Ya derviş, biz müsaade aldık, bu cenazeyi kaldırır mısın?” “Kaldırırım” diyor. Toplandıktan sonra diyor ki, “Bu ne zaman öldü?” “7 gün oldu.” “Bunun namazını ölü niyetine mi kılacağız, diri niyetine mi? Ben bir dua edeceğim, siz de amin deyin. Bu çocuğun muradını versin, aynı zamanda adam muradına ersin.” Ve 7 günlük ölüyü diriltiyor, Pîr Sultan’ın bir beyti var: “Pîr Sultan’ım pîrini sorarsa, yüzü de Şah İbrahim Veli’dir.”
Anadolu’da başka yerlerde ve İran’da var diyorsunuz, öyle mi? Anadolu’da gezmiş, ama Türkiye’deki tekkeler İran’a bağlı. Hacı Bektaşî Veli oradan, Ahmet Yesevi’den müsaade alıp geldiği zaman, Erdebil’e uğradı. Orada 3 gün kaldı, Necef’e gitti. Orada Şahı Velâyeti huzurunda kaldı. Birkaç gün sonra, Kerbelâ’ya gitti. İbadetini yaptıktan sonra Anadolu’ya geldi. 4 velinin birbiriyle bağlantısı var. Ali olurlar, veli olurlar, yalnız veli olamazlar. Velilik nebilikten daha üstündür.
Neden üstün? Nebi, peygamberdir. Peygamberin soyundan gelen de veli oluyor. Nasıl oluyor? Peygambere bir gün dediler ki, “Bu adamın çocukları kalmadı. Bir kızı Fatıma’tül Zöhre var. Bu ebder oldu, yani çocuğu yok. Oğlan çocuğu olmayan bir şey olamıyor.” Hz. Resullullah, çok üzüldü buna. O anda Cebrail geldi, dedi ki, “Ya Muhammed, mükedder olma. İnna attina kel kevsevri ve selle rabbike venhar inna attina şahike huvar Haydar, ebder.” Yani Haydar. Ali soyundan, bir de Ali soyundan gelenler var. Ali soyundan gelenler, posta oturamıyorlar. Bir dedelik vardır, ama posta oturamıyorlar. Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Ali soyundandır. Hz. Hasan’dan gelenlere Şerif denir. Hz. Hüseyin’den gelenler posta otururlar.
Niçin Hz. Hüseyin? Postu, zamanında Hz. Peygamber Hz. Ali’ye teslim etti. Hz. Ali efendimiz, Hz. Hasan’ı çağırdı, dedi ki, “Ya Hasan, benden sonra bu görevi sen yapacaksın. Bu milleti nasıl toplayabilirsin?” O da dedi ki, “Ya ata; o görev bana verildiği zaman, gelenlerle oturur, gerekli hizmeti yaparım. Sen çekil.” Hz. Ali efendimiz, Hz. Hüseyin’i çağırdı, “Ya Hüseyin, ağabeyinden sonra bu görev sana düşecektir. Sen bunu nasıl yaparsın? Bu milleti başına nasıl toplarsın?” dedi. Hz. Hüseyin dedi ki; “Ya ata, herkese peykimi gönderirim. Gelen gelir, gelmeyenin ayağına gider, gelmesi için uğraşırım. Ve ben o hizmeti yaparım” dedi. “O zaman bu post sana aittir” dedi. O posta oturan dede dua yapacak, sonra oturacak posta. Oturduğu zaman diyor, “Cenab-ı Allah postun emrine 4 tane elçi gönderiyor. Sağında Cebrail, solunda Mikâil, arkada İsrafil, önünde Azrail.” Olmaya ki orada oturan bir dede karşıdakilerin güzelliğine, zenginliğine uyup da yanlış fetva vermesin. Eğer yanlış fetva verirse, ilk defa Azrail ona vursa gerektir, der. Bizlerde, dâr-ı Mansûr olunur. Orada bir sorgu gelir meydana. O anda dede sorgu hâkimidir. Bunların durumunu kendine bağlayacak, sonra Sulh hâkimliği görevini alıp, anlaşamadıysa ceza hâkimliğine girer. Ceza vermek icap ederse, dede kendiliğinden ceza veremez. Cemaate sunacak, orada olan herkes, bacı çocuk hepsinin verdiği karara uymak suretiyle onlar, “Tamam, bu cezaya müstahak” veya “Bunun affı yapılır” diye karar verilirse, bir dua ile affedilir, Allah’a yalvarır.
Tarikatın manâsı nedir? Birlik beraberlik, toplumun bir araya gelip, inandığı ibadeti yapmasıdır.
Dedeler üst mercilere başvurmuyorlar mı? Dedeler birbirlerini suçlar, düşkün olurlarsa, bir başka ocağa baş vuruyorlar mı? Biz, Dede Kargın’a bağlıyız. Dede Kargın, Şah İbrahim’i görüyor, ya Dede Kargın’a ya da Garip Musa’ya başvuracağız. İkisi de Şah İbrahim Veli’nin mürşidi, onlara başvuracağız.
Tarikat, marifet, sırrı hakikat deniyor. Şah İbrahim Veli’nin mürşitlerinin görülecek kişilerin Garip Musa olması, Dede Kargın olması ayrı öneme sahip. Şeriat, tarikat, sırrı hakikat, marifet kapıları, 4 kapı 40 makam var. Eline, diline, beline hâkim olmalı. Bunlar büyük felsefeler. Nasıl yorumlarsınız? Siz, bir dede olarak nasıl görüyorsunuz? Şeriat, peygamberin şeriatıdır. Bugünkü, bir düzen şeriatı değildir. Esas şeriat, peygamberimizin şeriatıdır. Onu da Hz. Ali devam ettirmiştir. Şeriatında 10 kapısı, tarikatında 10, marifetinde 10, sırrı hakikatinde 10 kapısı vardır. 40’a tamamlanır bunlar. Buyruk’ta bâb olarak geçer, hepsi iyiliği söyler. Bizim cemlerimizde dede bunları tek tek anlatmak zorunda. Bunları kabul edersen 4 kapıyı, 40 makamı bulursun. Neden diyoruz ki “üçler, beşler, yediler, on iki imamlar, on dört masum-u pâklar, on yedi kemerbestler? Gidiyorsan, 40’lara kavuşursun.
Şah İbrahim Veli ocağına bağlı bir dedesiniz. Şu anda sizin dışınızda dedelik erkânı yürüten bir dede var mı? Var. Çorum’da birkaç dede var. Aynı ocaktanız, ama tanımıyoruz. Ben bunlarla karşılaşmadım, konuşamadım.
Diğer ocaktan olan dedeler var Ankara’da, Sivas’ta. Bu ocaklar arasında yol bir, sürek bir, ama biraz farklılıklar var. Meselâ sizin orada hangi ocaklar var ve sizin farkınız ne? Musa Karakaş, benim yaptığım cemin aynısını yapabiliyor. Orada ocak vardır, Kemal Ocak derler. Biz istiyoruz ki, yapılan bir işi herkes benimsesin. İlle bu olacak, şu olacak dedin mi, olmaz. Bugün ben burada tarikat yaptımsa, yarın sen geldiğinde aynı cemi, aynı hizmeti yaparsan, bu millet bunu öğrenir. Dedeler bir araya gelip cemlerin aynı olması için, meselâ bugün yapılan bir cemi yarın da aynı hali ile yapmalıdır, değişik olmamalıdır.
Bazıları diyor ki, ocak ayrı, talipler ayrı, yörelerin semahları, cemleri değişik. Bu farklılıklar da olsun, ama siz şimdi diyorsunuz ki, bütün ocaklar, bütün dedeler aynı cemi yapsın mı diyorsunuz? Yaparsa iyi olur. İstanbul’da Şah İbrahim talipleri varsa, ben burada onlarla cem yaparsam, gelen olur. Tabii ki oraya gelenler cemi beğenirse, beğenisini devam ettirir. Ertesi gün de başka dede geldi. O da talibini topladı, cemi zaten talipler yapıyor. Hizmetleri onlar yapıyor, hizmetlerin çok iyi yapıldığını talipler fark eder. Dedelik buradan çıkıyor, dedelerden çıkmıyor. Dedelere soru sorulmaz, neden sorulmasın? Oraya gelenler hep o yolun talibidir. Dedeye sormazsa, o talip ne konuşacak? Dede den öğrenecek ki, bir yerde karşılaştığı zaman, “Ben dedemden bunu duydum, buyurun onunla konuşun” desin. Ben talibe hiçbir şey öğretmezsem, “Sen gel bana 12 İmamları anlat” dersem, olmaz. O da onu bilmez, bu yanlışlar dedelerden olur.
Musahiplikle ilgili biraz bilgi verir misiniz? İlk defa Hz. Ali ile Hz. Peygamberden kalmıştır. Nerede kalmıştır? Hz. Resullulah Medine’den Mekke’ye hicret ettiği zaman, yanında getirdiği muhacirlerle Ensarileri, Kadiruhevl diye bir mevkide Hz. Peygamber’e bir ayet gelmiştir. O ayet üzerine peygamber bir mimber kurup, bunları, iki insanı musahip etmesi hakkında bir şey geldi, peygamber geldiği zaman, “Durun” dedi, durdular. Orada o ayeti okuyup, “Ne diyor?” diye sordular. Dedi ki, “Burada iki mümini birbirine musahip edeceğim.” Bir ensari ile bir muhaciri musahip etti. Biri zengin, biri fakir idi. Bir yardımlaşma doğdu burada. Onları musahip ederken, Hz. Ali tek kaldı ve dedi ki, “Ya Muhammed, ben kiminle musahip olacağım?” Dedi ki, “Ya Ali, sen de benimle musahip olacaksın. Çünkü kanın kanından, nurun nurumdan, canın canındandır.” Ve onları musahip ettikten sonra, yedullah ayeti orada okundu. Herkes musahip oldu, kendisi de Ali ile oldu. Orada bir sorun meydana çıktı, dediler ki, “Bakın, hem kızını verdi, hem musahip oldu. Bu nasıl olur?” Musahiplik, peygamberimizle Ali efendimizden kalmıştır.
Cem yürütüyorum, dediniz. 12 hizmeti yürütüyorsunuz. Nasıl, her zaman yaptığınız cemler aynı mı oluyor? Görgü cemi, Abdal Musa cemi diyoruz. Bunlar ayrı cemler mi oluyor? Ocağınızın cemini bize anlatır mısınız? Cemin hepsi birdir. Bizim ocağın cemi diye bir şey yok Perşembe günü bir cem yapılır; bu, birlik beraberlik, bir araya gelme cemidir. Herkes gelebilir oraya. Abdal Musa cemine bir rızalık alınır, ama kırgınlar da, dargınlar da gelir. Fakat görgü cemi, musahiple birlikte görülme cemi vardır. Bunun kırgınlığı, dargınlığı kolay affedilemez. Siz biriyle kırgın olursanız, burada o lokmayı herkes yiyemez. Onu musahipleri yer, bugünkü ortamda bu yok.
Sizin okumaya meyliniz, büyük şehirlerde olmanız, memuriyet hayatınız, biraz daha olayı günümüz koşullarına göre yorumlamanız sonucunu doğuruyor ki, olması gereken de bu. Eğer cemlere gençler girmiyorsa, sorulan sorular da mantık çerçevesinde olmuyor. Değişik ocaklara, değişik yörelere sahip olsa da bu insanlar, bizim yazılı kaynaklarımız var. İmam Cafer Buyruğu gibi, bütün dedeler bir araya gelerek ocaklara, yörelere göre aynı erkanları yürütürler. Bunlar da yazılı hale gelir, dedeler de ne yapacaklarını bilirler. 12 hizmet her yerde aynı yürür mü diyorsunuz? Her yörede aynı yürürse, birlik olur. Bakara suresinin 58. ayetinde der ki, “Gir şuraya. Orası neresi? İşte cem evi. Yanında getirdiğin lokmalardan da secdeye var. Lokmalardan bol ye.” Neresi oluyor o, sultanım? Bizim cem evi oluyor herhalde cami olmuyor. Orada oturan dedenin bunu anlatması lâzım ki birlik beraberlik olsun.
Cem nereden kalma? Hz. Peygamber ve 40’lardan.
Kimlerdir 40’lar? Hz. Peygamber Cenab-ı Allah’la bin bir kelâm danışmaya gittiği zaman, dönüşünde bir kubbe gördü. O anda Cebrail dedi ki, “Ya Muhammed, o nazar ettiğin yere varsan gerektir.” Gitti, kapıyı çaldı. “Kimsiniz?” diye sordular. “Ben, ahır zaman nebisi Muhammed Mustafa’yım.” Dediler ki, “Bizim aramıza ahır zaman nebisi Muhammed Mustafa sığmaz. Sen git ümmetine.” Peygamber geri döndü. Cebrail, “Ya Muhammed, oradan geri kalma, git” dedi, gitti. Yine aynısını söyledi, yine kabul etmediler. Üçüncüye gitmek istemedi. Cebrail dedi ki, “Ya Muhammed, muhakkak oraya gireceksin.” “Ya karındaşım, ben oraya gittim, beni almadılar.” “Sen ne dedin?” “Ben böyle dedim. Onlar böyle dedi almadılar.” “Tamam, sen gideceksin, kapıyı çaldığında, kimsin diye sordukları zaman, ben El fakiri fukaralıktanım, bir mihmanım dersen, seni alırlar.” Ve Hz. Peygamber üçüncüsünde bunu söyleyince, içeri alıp bir yer gösterdiler. Hz. Peygamberi direkt baş köşeye oturttular. Fakat oturduğunda, Hz. Ali de yanında oturuyordu, ama Ali olduğunu fark edemedi. Bunu İmam Cafer Buyruğu yazıyor. Orada ,”Size kimler derler?” dedi. “Bize 40’lar derler.” Bir nazar etti, “39” dedi, “Siz otuz dokuzsunuz.” Dediler ki, “Mihman Selman-ı Faris de vardır.” “Sizin büyüğünüz kim, küçüğünüz kim?” “Bizim büyüğümüz küçük, küçüğümüz büyük” dediler. İşaret istedi, neşter istedi, Hz. Resullullah’a dediler ki, “Al şu neşteri, yanındakinin koluna vur.” Aldı neşteri, vurunca kolundan kan çıktı hepsinin. Kol, Hz. Ali’ninkiydi oysa. Bir damla kan da pencereden geldi, o da Selman Faris’e aitti. O anda Selman-ı Faris geliyor, bir üzüm tanesi getiriyor. Hz. Resul’ün önüne koyuyor, diyor ki “Bunu cemaate takdim etsen gerektir.” Peygamber diyor ki, “Bu bir üzüm tanesi. Ben bunu 40 kişiye nasıl takdim edebilirim?” O anda Cebrail, “Habibim daralmıştır. Ced cennet-i alâya nur tapanı götür, habibimin önüne koy. O üzüm tanesini içine atsın, bir katre su koysun, şah kul parmakları ile karıştırsın ve cemaate içirsin” deyince, millet bakıyor ki üzüm tanesi nasıl takdim olacak? Oradan bir el çıkıyor, elin üstünde bir ben var. O arada suyu karıştırıyor, içiriyor. Bir ney sesi geliyor. Ney sesiyle herkes semaha kalkıyor. Bir kokudan, onun güzelliğinden coşuyorlar. “Muhammed de girdi 40’lar ile semaha.” Bu, miraçlamamızda geçer. Hz. Resullullah orada döndükten sonra evine geliyor. Kapı çalıyor, açıyor. Hz. Ali efendimiz, “Miracın mübarek olsun, ya Muhammed! dediği zaman diyor ki, “Ya Ali, sen Kan’da nasıl gördün miracı? Kan kalesinde gözün ne arıyordu?” “Evet, ya Muhammed. Sen bu kubbeye girerken önüne bir aslan çıktı mı?” “Çıktı, ya Ali.” “Sen aslandan korktuğun zaman Cebrail sana, hatemini ağzına at, sana yol verir, sakin ol dedi mi?” “Dedi.” “Sen şimdi hatemini görsen tanır mısın?” “Tanırım, ya Ali. Annenin babanın olduğunu bilmesem, sana Allah diyeceğim. Sen benden üstünsün. Sana erdim, sırrına eremedim.” Onun için 40’lardan kalmadır semah. Buyruklar bugüne kadar gelmiş. Yine şükür olsun, ibadetimizi yapıp, semahlarımızı dönmeliyiz cem evlerinde. Bunların üzerine 12 hizmet yapılır. Dede köye geldiği zaman görüm yapacaksa, ilk defa 12 hizmetin sahiplerini dizer. “Hak’tan bize name geldi, pîrim sana haber olsun.” İlk önce pîr belli olur. “Şahtan gül-i zâr geldi, peyke haber olsun.” Peyk belli olur. “Bu yola gidenler hacıdır, güruhları Naci’dir. Cemin kilidi de kapıcıdır, kapıcıya haber olsun.” Hz. Ali efendimiz Hz. Hüseyin’e postunu verdiği zaman, Hz. Hasan’a da, “Sen kapıcılık yap” dedi. Kapıcılık, Hasan’dan kalmıştır. “Gel gidelim hakikate, kulak tutalım marifete. Mümin girmiş itikata, tarıkçıya haber olsun” dediği zaman, Tarıkçı görevini yapacak. Dede bu işe gönül vermişse okuyacak, aydınlanacak. Bir de dedeyi yetiştiren taliptir, talip olmazsa ben yetişemem. Ben talibe ne kadar nasihatte bulunuyorsam, o talip de bir şeyler soruyor ve kendimi yetiştiriyorum.
Ankara cem evlerini yaptırma derneğindesiniz. Şu anda birçok dede Tuzluçayır’dasınız, taliplerinize veya talip olmayanlara cem yürütüyor musunuz? Yürütüyoruz.
Halkın ilgisi nasıl? Halk katılıyor mu? Halk, dedeler arasında seçim yapıyor. Diyor ki, “Dün Ahmet dede havayı veremedi.” İkinci sefer gelecekleri zaman telefon açıyorlar, havayı veren dede varsa, 5 yerine 10 kişi geliyor. Neden? Birbirlerine haber veriyorlar.
Tuzluçayır’daki talipleriniz daha çok hangi yörelerden? Yozgat, Çorum, Malatya, Maraş yörelerinden.
Daha çok hangi yaş grubundan geliyorlar? Yaşları 40-50’nin üzerinde, fakat gençler de geliyor. Halkın istediği 12 hizmetin manâsız yapılmasını istiyorlar.
Dernekleri, vakıfları nasıl görüyorsunuz? Nasıl olsunlar? Yönetimleri halkı ya da sizi tatmin ediyor mu? Tam manâsıyla hizmet veriyorlar mı? Bir dede gelip hizmet yaptığı, halkı dinlediği zaman, kendi kanaat verebilir. Ben buraya bir şey demiyorum. Ankara’daki cem evlerinden hiç memnun değiliz. Her biri bir kafa. Bir Pîr Sultanları var, ayrı bir baş çeker, Hacı Bektaş vakfı var, o da ayrı bir baş çeker. En oturaklı bir cem evi varsa, gördüğün ufak yerdir. Yerimiz ufak, ama dolup taşıyor.
Dedelerle ilgili bir okul ya da kurs olmalı mı, eğitilmeli mi? Çok faydalı olur. Burada öyle bir şey olursa, ben bu yaşta gelirim.
Hak hizmetlerinizi kabul etsin. 1000 yıldır bu yolu sürdürüyorsunuz. Size teşekkür ediyoruz. Aleviliği yaşatan dedeler aşıklar, ozanlar, dedeler olmuş.
Söyleşi: 8 Aralık 1999, CEM Vakfı Genel Merkezi, Koca Ahmet Yesevi Kültür ve Cemevi, İstanbul