ALİ RIZA UĞURLU

 (ALEVİ İSLAM DİN HİZMETLERİ ESKİ BAŞKANI)

 

Dedeleri de bu yola hizmet eden ve kendilerini yetiştirme konusunda örnek olan bir aileden gelen  ve son zamanlarda,  bazı dedeler arasında oldukça tutulan, yaptığı kendine özgü cemlerle ünlenen, radyo ve televizyon programlarında, yurt içi ve dışı gezilerinde bazı konuşmalarıyla tanınan ve şu anda Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanı olan sayın Ali Rıza Uğurlu’nun özellikle “dedelikle” ilgili görüşlerini sizlere aktarıyorum.

 

 

AYHAN AYDIN

 

 

Kendinizden bahsedebilir misiniz. Nerede doğdunuz, nasıl bir ortamda büyüdünüz?

 

a) Aleviliğini, inandığı gibi yaşayan bir aileden geliyorum.

b) 14 yıldır sürekli araştırıp okuyorum. (İsviçre’de bulunduğum sıralarda Basel Üniversitesi kütüphanesini araştırıp Alevilik ile ilgili yayınlara baktım, ne yazık ki Arapça ve Almanca idi. Bir tek araştırmacı/yazarımızın böyle bir araştırma aklına gelmez.)

Çocukluğum Erzincan’da Beşsaray Köyünde geçti. (Doğum yerim İnegöl. Çünkü 1938’de biz de sürgün edilmişiz. Oysa bir Kürt değildik. Dersim isyanıyla da ilişiğimiz yoktu, ama dede ocağı olmamız sürgün için yeterliydi. Bursa’dan 3 yaşındayken geri dönmüşüz)

O günler güzel günlerdi. Babam aksakallı bir dedeydi. İnancını ödünsüz yaşıyordu.

Köyümüzde pir sakallı bir çok dede vardı, sevecendiler.

İnanmışlıkları ve sevecenliği birleşince muhabbetleri de doyumsuz olurdu.

Köyde kahve yoktu, içki kültürü yoktu. Ne vardı? Doyumsuz kış muhabbetleri ve cemlerimiz vardı.

Cem evlerde yapılırdı. Genelde TARIK olan evde yapılırdı. O ev de rahmetli Rıza Ekici Dede’nin eviydi.

Kurban kesmek ayrı bir törendi.

Perşembe akşamları cem yapılırdı.

O günlerde insan boyu kar yağardı. Bizim ev köyün en üstünde, cemevi köyün en altındaydı. Yıkanır, temizlenir, lokmalarımızı alır (genelde tereyağlı katmer yapılırdı) tüm ailece huşu içinde ceme giderdik. Karda yağsa, soğuk da olsa ne gamdı. Cemevinin pencereleri yoktu. Üst tavanda küçücük bir pencere vardı. Hepsi o kadar. Bütün köy orada olurdu.

Gözcüler, kapıcılar otoriteleriyle ilk onlar dikkat çekerdi, sabahlara kadar ibadet sürerdi.

Tevhitler bambaşka bir coşkuydu, aşktı...

Hele cem sonu dağıtılan lokmaların tadını halen anımsarım.

Öğrencilik yıllarımızda mutluyduk, köyde okula giden az sayıdaki öğrencilerden birisi de bendim.

Gidip gelenimiz çoktu, hergün ocağımızda aş kaynardı.

Okulu bitirdim ve 1969’da İstanbul’a geldim.

İş yaşamım, askerliğim ve sonrası...ama o güzellik sadece belleğimde kaldı, hiç eskimeden, hiç yıpranmadan.

 

Sizce dedeler kimlerdir?

 

“Buyruk”a göre dede tarifi şöyledir: Bir dedenin caiz olması için önce “Evlad-ı Resul” olması, yani soyu Peygamber (S.A.V) Efendimiz’e dayanmalı. Diğer bir deyimle “Seyyid-i saadet” olmalı ki dede olabilsin.

 

Dede olması için bu yeterli mi?

 

Dedenin pir olabilmesi için de 4 kapının ilminden de haberdar olması gerek.

Olmalı ki; talibi irşat edebilsin. Çünkü dedelik makamı irşad makamıdır, yani öğretmen olabilmesi için, öğrencisinden çok şey bilmeli ki onu eğitebilsin. Bunun karşılığında “Ol Talip de öyle talip olmalı ki dedesini irşat edebilsin.”

Yani; Dede bilge, talip bilge.

Her toplum kendi değerlerini kendi yaratır.

Hz. Muhammed (S.A.V) “Her şey bir şeydir ama, cahil hiçbir şeydir” diye buyuruyor.

Ele-bele-dile sahip, olgun, sevecen, mürşidi kamil insan olmalıdır. Ledün ilminden haberdar olmalıdır dede.

Bu vasıflara sahip olmayan dedenin pirliği caiz değildir (dededir ama pir değildir).

Aleviler bunu bilmediği için her dedeyi pir görüp yargılamış ve bu kurumu yıpratmıştır. Oysa kendi konumunu bilebilse, dedeyi pir yapıp eleştirmeyecek ve o makam da saygınlığını yitirmeyecekti.

Buyruk’a katılıyorum. Kendimi de böyle ifade etmeye çalışıyorum ve onun içinde geniş bir kitaplığım var.

Ve üniversitede okuyan bir oğlumdan daha çok okuyup çağı yakalamaya çalışıyorum.

Henüz kendimi bilge bir dede olarak tanımlamıyorum. Çünkü Aleviliği tasavvufi ve batını olarak yorumluyorum. Bunlar da dibi olmayan birer deryadır, oku okuyabildiğin kadar. Ve ilham kaynağım da rahmetli babamdır. Her şeyimi ona borçluyum. Güzellik abidesiydi, nur içinde yat babam.

 

Sizce dedelik ne zaman ve nasıl doğmuştur?

 

Dedelik nasıl ve ne zaman doğmuştur, sorusuna ne yazık ki net cevap verebilecek bilgiler yok elimizde, kaynak yok.

Alevi geleneği de yazılı olmayan, sözlü geleneğe dayalı bir şekilde nesilden nesile gelmiştir.

İlk Cumhuriyet meclisinde Kars milletvekili olan Fahrettin Erdoğan Bektaşilik adlı kitabında “Hacı Bektaş Veli Dergahı’ndan (tekkeler ve zaviyeler kapanınca) kamyonlar dolusu kitaplar taşında, ama nereye götürüldü onu bilemedik” diyor.

Bilinçli bir şekilde kaynaklar yok edildi. Kimi kaynaklar dedeliğin pir Hünkar Hacı Bektaş Veli’den sonra başladığını (XIII.yüzyıl) iddia ediyor.

Kimi kaynaklarda dede sözcüğünün Orta Asya’da yaşayan Türk topluluklarında halka yol gösteren din uluları için kullanıldığını, (Ali Yaman, Hacı Ahmet Yesevi dönemindeki Barak Baba, Arslan Baba, Mansur Ata ve diğerleri gibi tanınmış şahsiyetleri örnek gösteriyor Ali Yaman Kızılbaş Dedeleri) dede sözcüğünün de “Ata” baba, şeyh gibi sözcüklerle özdeşleştiğini belirtiyorlar.

Oğuzlardaki bilge kişi Dede Korkut’u edebiyat kitaplarında okuyoruz. Oğlunun da dede olarak (ürgeç dede) anıldığını da biliyoruz.

Dede Korkut’un bilgeliği ve kerametlerini ön planda olduğunu görüyoruz.

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de “dede” sözcüklerinin geçtiğini görüyoruz.

Diğer kaynaklar da dedeliğin Safeviler döneminde başladığını ve Şah İsmail ile perçinleştiğini belirtiliyorsa da, daha çok Şii kaynaklar Aleviliğin kökeninin olmadığını, sonradan uydurulmuş bir din olarak göstermek için kasıtlı yazıldığını görüyoruz.

Ne yazık ki Aleviliği hiç yaşamamış, öyle bir ihtiyaçta hissetmemiş sonradan türeyen bazı ateist yazarlar (araştırmacılar sözüm ona) bu görüşü desteklemişlerdir.

M. Naci Orhan dede ecdadını Ebül Vefa’dan Hz. İmam Zeynel Abidin’e mahkeme kanalıyla teyit ettirdi. Bunu bir kaynak olarak gösterebiliriz.

Alevi ibadetlerinde cem evinin dini önderi dededir.

Dedeler hiyerarşik düzende en üst makamı teşkil ederler.

Dedelere “Ocakzade”, “Seyyid” sözcükleriyle de tanımlanırlar.

“Seyyid-i Saadet”, “Evlad-ı Resul” peygamber soyundan gelme demektir.

Seyyid = Hz. İmam Hüseyin soyundan gelmedir.

Şerif = Hz. İmam Hasan soyundan gelmedir.

Dede=Peygamber ve Ehl-i Beyt’in yolundan giden Ledün ilmi ile donatılmış, irşad eden kişidir.

Rehber=Cemlerde talibi mürşide götüren kişidir, yani adı gibi yol gösterendir. Talibe rehberlik eder, yol gösterir.

Cemlerde görevleri vardır o görevleri yapar.

Muhittin-i Arabi “Sırrın Sırrı” kitabında şöyle der; “Cümle kullarını taklitten, gösterişten öteye geçmeyen itikatten saklaya, bu gibi şeylere bağlı kalmaktan koruya” der ve sorar:

Marifet halinde yeteneği olana, kendi hakikatini ne şekilde olur?

Cevap: Ona gerektir ki, kendi hakikatine vakıf bir arif bula.

Onu bulduktan sonra candan gönülden bağlanıp, huylarını huy edine. İrfan sahibinin aslını bulabilmesi için bu yolu tutması gerekir.

Kur’an (Maide suresi ayet 35); “Ey inananlar! Allah’ın gazabından sakının. Ona ulaşmak için vesileye (mürşide) bağlanın ve onun yolunda gayret sarfedin ki kurtulasınız” yani; ona götürecek vesile (Mürşid) arayınız. Yani: beni bulmuş kullarım vardır. Bana varmak dilerseniz onları izleyiniz. Onlar size vesile olup bana ulaştırırlar. Öyleyse o zatlarla “SIRATAL MÜSTAKİM –(Kuran’da 16 yerde geçer) yolu” yani “dosdoğru giden yol” da birlikte oluruz.

İşte bu ayet hükmünce vesile Alevilikte PİR’dir, MÜRŞİTTİR, REHBERDİR.

Kişi bunlara bağlanırsa Hakka ulaşır.

En üst makam MÜRŞİTTİR.

Onun altı PİRLİKTİR, REHBERLİKTİR.

Buyrukta pirlik, mürşitlik Muhammed Ali’den kalmadır, diyor.

 

Soyunuza ait bir secereniz var mı?

 

Şeceremiz var.

Hıdır Abdal Sultan Ocağı (Düşkünler Ocağı) Erzincan-Kemaliye kazasının Ocak Köyü’ndedir. Şeceremiz de orasıdır.

Dergahta secere, Türkçe olarak asılıdır.

Bana göre her dedenin seceresi olmalı. Çünkü istismarlar önlenir. Aslı nesli belli olmayan şöhret düşkünü, yol düşkünü insanlar dedeyim, diye ortaya çıkıp yolumuza bir sürü zararlar vermektedirler.

 

Dedelik görevini ne zamandan beri sürdürüyorsunuz?

 

Dedelik görevimi Karaca Ahmet Sultan Dergahı’nda 1985 yılından beri yerine getirmekteyim.

Aynı zamanda Yönetim Kurulu üyesiyim ama asıl dedeliğimi şimdi K.Çekmece Garip Dede Dergahında yürütmekteyim.

Türkiye’yi dolandık. Önemli cemlerde bulunduk. Kıbrıs’ta iki kere oranın Hacı Bektaş Derneği’nin davetlisi olarak gittik. Cumhurbaşkanın da bulunduğu büyük bir kitleye cem yaptık. Olumlu anılarla döndük.

İsviçre Alevi Derneklerinin davetlisi olarak gittim. (Son olarak da Cem Vakfı Şubesinin daveti üzere orada kurs verdim. (Cenaze hizmetleri, Zakirlik, Dedelik, Nikah, Kur’an okuma vs. )) şimdi fiili olarak Garip Dede Dergahı’nın post dedeliği görevini yürütmekteyim.

 

(Ali Rıza Uğurlu daha sonra Kartal Cemevi’nde de görev yaptı. Şimdi ise CEM Vakfı Yenibosna Kültür ve Cemevi dedesi ve Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanı’dır.)

 

Sizce dede olabilmenin koşulları var mıdır?

 

Dede olabilmek için öncelikle tahsilli olmak gerekir. Kur’an’da ilk ayet “OKU” sonra da, “YAZ”.

“BANA BİR HARF ÖĞRETENİN KIRK YIL KÖLESİ OLURUM.” Hz. Ali (K.V)

“HAYATTA EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR.” K. Atatürk

Evet dede bilge olmalıdır ki irşad edebilsin.

“Ya söyleyen, irşad eden bilgin ol, ya dinleyen, belleyen kesil. Üçüncüsü olmaktan sakın!” Hz. ALİ (K.V)

 “Bilgin kişinin rütbesi, rütbelerin en yücesidir” Hz. Ali (K.V)

                                              

Bilmek bu kadar önemli, sonra ahlaklı (edepli) olacaksın. Çünkü Hz. Muhammed (S.A.V) “Ben ahlakları düzeltmek için tayin edildim” diye buyuruyor.

Alevilik “Eline beline, diline, aşına, işine, eşine sahip ol” bu ilkelerde hoş görü yok perçin gibi çakılmış bu kurallar.

Dede sevecen olmalı. “Bilgisiyle amel etmeyen alim, kitap yüklenmiş eşeğe benzer” diyor Hz. Muhammed.

Bildiklerini yaşayacak, insanlara önder olmanın vasıflarını taşıyacak, insanları bir gözle görüp sevecek.

Kısacası “Mürşid-i Kamil” olacak.

O makama yükselen kişi zaten Hakkl’a Hakk olmuş demektir.

Günümüzde dedenin KUR’AN bilgisiyle donanmış olması gerekir. Yoksa şehirlerde Aleviliğini ve Dedeliğini icra etmesi zordur.

Aleviler dışa kapalıydılar; Oysa şimdi büyük cemevlerinde her toplumdan insanın bulunduğu cemler yapılıyor. Mesnetsiz konuşmak zor.

 

Dikme dedelik diye bir kavram var. Siz bu kavram hakkında neler söylüyeceksiniz?

 

Dikme dedelik var.

Geçmişte de vardı, bugünde var olmalıdır.

Niçin var?; Köyde veya kasabada dede yok veya var ama dedeliğini icra etmiyor. O zaman kişi inancını nasıl yaşayacak. Mensup olduğu mürşid’in atayacağı, o göreve layık insanı denetlemek koşuluyla yol sürülmelidir.

Çünkü, “Dağ ne kadar yüce olsa, Yol üzerinden geçer” demiş Yunus.

Yol sürülmelidir, yaşanmalıdır ki bugün yaşadığımız asimile olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmayalım.

Buyruk’a bakacak olursak Evladı Resul olmayana Pirlik-Dedelik kapısı kapanmıştır.

Hz. Peygamber; “Benim evladımdan başkalarını pir edinenlerin piri şeytandır” (Buyruk).

Ve devamla; “Ol zamandan bugüne kadar Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat ve Pirlik sadece Muhammed Ali’den kaldı. Ol sebepten Evladı Resulden gayrisine pirlik etmek ve talip olmak caiz değildir”.

Evet buyrukta böyle buyuruyor.

Günümüzde bir sürü tartışmalı ocaklar var.

Oysa Pir Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin 12 ocağa görev verdiğini biliyoruz.

Bugün bu ocak bolluğu niye?

İşte bunun nedeni dikme dedelerin zamanla bağlı oldukları ocakları tanımayıp bağımsız ocak oluşturmuşlardır.

 

Cem nedir, Alevilikteki önemi nedir?

 

Cem bir ibadettir, ibadetin kaynağı KUR’AN’dır.

Kuran’a baktığımız zaman namaz diye bir şeyin olmadığını görürüz, salat vardır.

Türkçe anlamı; dua etmektir.

Salat Arapça kökenlidir namaz Farsça kökenlidir. “Sabra ve salata sarılarak Allah’tan yardım dileyin” diyor. (Bakara suresi 45 ayet.)

İBADET: En üstün ahlakla ruhun Allah’a teslimidir.

Kuran’da salat, rükü, secde, tesbih, tenzih ile ilgili 150’den fazla ayet vardır.

Bu ibadetlerin hepsi insanın Tanrı’ya ibadetine yalvarı ve yakarısına amirdir.

İBADET: Allah’ın davetine icabet etmede bir vesiledir. “Her peygamber için bir şeriat bir de Minhaç yolu (tarikat / aydınlık yol) tayin ettik” diye buyuruyor. (Maide suresi 48 ayet)

Ahzap suresi 56.ayetinde teslimiyetten bahsediyor, bu teslimiyet ikrardır. “Ey Muhammed! Sen ancak bir uyarıcısın her milletin bir de yol göstericisi irşad edicisi vardır” (Raid suresi 7.ayet.)

İrşad makamı Hz. Ali’dir.

Bu ayet nübüvvetle, veleyat makamlarını bildiriyor. “İçinde bir ümmet vardır, gece secde ederler ve Allah’ın ayetlerini okurlar” (Ali İmran suresi 113/114 ayetler.)

“Sizin veliniz ancak Allah’tır onun peygamberdir ve rükuda iken zekat verendir” (Maide suresi 55. Ayet.)

Zekat veren İmam-ı Ali’dir yani ALLAH-MUHAMMED-ALİ üçlemesidir. Kuran’da zikir vardır Cenab-ı Alalh “Ben zikredenler ile birlikteyim” diye buyuruyor.

“Yatarken, otururken hep Allah’ı zikredin” diye buyuruyor. (Ali İmran suresi 191 ayet.)

Dayanaksız ibadet olamaz savunamayız ama şunu belirtmekte yarar var.

Kuran deyip şeri yorumlarla, Arapça terimlerle Aleviliği şeriata yem etmenin camiye çekmenin de anlamsızlığını ifade etmek istiyorum.

Alevilik Alevi inancıyla töresiyle, adetiyle yaşamalıdır.

Örnek verebileceğim yüzlerce ayet vara ama kısa kesiyorum.

Alevilik İslam içindedir ve yeri de orasıdır.

 

Cemlerde gürdüğümüz su dağıtma olayı vardır. Niçin cemlerde su dağıtılır? Suyun cemdeki önemi nereden kaynaklanır?

 

Su dağıtma olayına gelince.

Su dağıtmada önce şu ayet okunur.

“VE CEALNA MİNEL MAİ KÜLLE ŞEYİN HAY” .

“Göklerle yer bitişik halde iken, biz onları birbirinden yarıp ayırdığımız, her diri şeyi de sudan yarattığımızı o küfür edenler görmediler mi?

Hala inanmayacak mı onlar” (Enbiya suresi 30. Ayet.)

Devamla,

“ALLAHÜMEC’AL HÜ ŞİFAHÜN MİN KİLLİ DAİ” (Allah her isteyene şifa verir) Hadis.

Kısacası ayet; Bütün canlıların sudan yaratıldığını, Allah’ın da her isteyene şifa vereceğini bildiriyor. Suya gelince suda iki türlü diriltme vardır.

 

DİRİLTME: Sürekli ve devamlı, yer kıta olmuştur o zaman kimyada oksijen ve hidrojen (Müvellid’ül humuza) dedikleri su elementleri kendisindeki hareketle var oluyor. Hava boşluğundaki soğukluk onu suya çevirdikten sonra, su ağırlığından dolayı yere iniyor ve yeryüzü sularla kaplanıyor. Bundan da karalar meydana geliyor. Bütün canlılar sudan zuhur ediyor.

DİRİLTME: Yer ile gök birbirinden ayrılmıştır; dünyadaki bütün canlılar suya muhtaçtır, sudan hayat bulurlar ve her canlının hayatı suya bağlıdır. Su herşeye can verir işte yaradanın kudreti budur. (Kuran Meali H. B. ÇANTAY)

Su iletkendir kendine verileni taşır dua ediliyor, duayı da taşır ve şifa olur. Eğer bir insan canı gönülden bir şeyi diliyorsa bütün evren ona yardım eyler. İşte biz Aleviler o can verenin yüzü suyu hürmetine, susuz şehit olanların yüzü suyu hürmetine suyu dağıtırız anlamı budur.

 

ZAKİR: Oniki hizmetten biridir. Zakirsiz cem olmaz, dede hem zariklik hem de dedelik yapıyorsa, iki hizmeti birden yürütüyor demektir.

Bizim cemlerimizde sıralamayı anlattım.

Görgü-Musahiplik cemi (musahipsiz olanlar giremez, lokma yiyemez)

Mücerret cem (Herkesin girebileceği cem)

Abdal-Musa, Hızır A.S. cemleri (özel günler için cem)

 

Görgü cemlerine (musahip cemleri) musahibi olanlar girebilir, lokmasını yiyebilir. Mücerret cemlere herkes girebilir, lokmasını yiyebilir, öğrenme eğitilme cemidir. Bizim yöreler böyledir.

Cemlerimiz de (Erzincan’da) kırklar semahı ve turnalar semahı yapılırdı. İstanbul’daki cemlerde genel (yöresel) semahlar yapılıyor.

Cemlerimiz de TARIK kullanılır, doğrusu da budur (bana göre). Hudeybiya biatı vardır (3. Akabe biatı) Miladi 623 yılında yapılmış.

1524 kişi katılmış seceri rıdvan ağacından biat alınmış Hz. Muhammed’le birlikte Hakk yolunda gerekirse şehit olacaklarına biat etmişler.

Bu ağaca “TUBA” da diyoruz.

Herkes bu uzatılan biat ağacına el atmış ve ikrar vermiş. “And olsun Allah mü’minlerden o ağacın altında beyat ettikleri sırada hoşnut olmuştur.” (Fetih suresi 19 ayet.)

Bektaşi tarikatında da bu böyledir.

Hacı Bektaş-ı Veli Dergahı’nda Hz. Hüseyin’den kalma biat ağacı vardır. (sanıyorum şimdi Abdal Musa Dergahı’ndadır.)

 

Ta ezel ervahımız bir iken

Men eraf içinde sır idi ERKAN

Semavat kandilde nur iken

İlmi tarikatta var idi ERKAN

 

Otuz bin şeriat ve tarikattan derdiler

Yetmiş bin marifetten ol dem sordular

Dört kapı kırk makamı kurdular

O yüce makamda var idi ERKAN

 

Fahri alem nurundan damladı

Orda iki mahluk ona inandı

İlla fetah neke suresi ile mimlendi

Cenneti alada Tuba idi ERKAN

 

Cennet içinde doldu kırksekiz tutam

Altından geçen görmesin sitem

Muhammed-Ali’nin ikrarı hitam

Ol zamandan evraha yar idi ERKAN

 

Cenneti alada yeşerdi bitti

Cümle Veli-Nebi hepsi secde etti

Cebrail otuzbin defa yanına gitti

Binbir sual verirdi ERKAN

 

Hatice Fatıma ol dem varidi

Lahmeke Lahmi ikrar bir oldu

Baş iki gövdeleri bir oldu

Cismike cismide varidi ERKAN

 

Hal oğlu hal içinde hal oldu

Dünya kurulmadan nice yıl oldu

Kubbenin içinde yeşil nur oldu

Ruhike ruhide var idi ERKAN

 

Virani’yem beni bildirme dedi

Beni dört nesleye indirme dedi

Altında geçeni yandırma dedi

Hakkın emriyle var oldu ERKAN

 

Dedeler olmadan Alevilik olabilir mi?

 

Dedeler olmasaydı bugün Alevilikten bahsedemezdik.

Onlar canları pahasına bizleri bugünlere kadar taşıdılar ve asimile edilmeden geldik.

Onlar görevlerini yaptılar bizim bugünkü görevimiz;

Cemaatı irşad etmek (aydınlatmak) ve onlara önderlik etmek.

Cem törenlerini yönetmek.

Toplumun dini ihtiyaçlarına cevap vermek (sünnet, nikah, cenaze vs)

Dede toplumun önderidir; Onların sosyal yaşamlarına yön vermek, toplumsal barışı korumak. (Cezalandırma, düşkün etme, vs.)

Dede; taliplerin birliğini-dirliğini korumalı, ahlaksal yönden eğitmelidir.

 

Cemaatın lideri dedelerdir.

Hiyerarşide en üst kademeyi onlar teşkil ederler.

Hiyerarşide en üst kademeyi teşkil eden kişinin tabii ki etkili gücü de olacaktır.

Cemaatin düzenini sağlayan, ibadeti yaptıran, yön veren odur. Sorunları çözen, insanlar arasındaki barışık düzenin kurulması ve yürümesini sağlayan ve denetleyen odur.

Cemaat dedelerin sıkı kontrolu altındadır.

Erzincan eski valisi Ali Kemal’in “Erzincan Tarihi” adlı kitabında şu bilgileri okursunuz.

“Kudret ve kerametlerine inandıkları bir takım insanlar vardır ki bunlara “dede” veya “seyyid” adı verilir, bu da silsileyi takip eder.

Bunlar “tahire” sülalesinden olduğunu söylerler ve talibleri bunlar yönetir ve yönlendirir” diyor.

 

Dedesiz cem olur mu?

 

Olmaz. 1000 yıllık gelenek bozulmadan gitmelidir.

Bozulduğu zaman önemini yitirir.

Dedenin nüfus alanı (kerameti) vardır. Bunu da unutmamak gerekir. Alevi kesimi kendi gelenek ve göreneklerinin çoğunu şehirleşme sonucu kaybetti. Ortaya bugünkü olumsuz tablo çıktı. Aslına uygun şekilde yürütmek gereklidir.

 

Sizce müsahiplik nedir?

 

1) Musahiplik cemi ise dede önce musahip olacak canları Dar-ı Mansur (sorgu Sual) çeker.

“MUTI KABLE ENTE MUTİ” Hadis (“ÖLMEZDEN EVVEL ÖLÜNÜZ”)

Yani kul hakkı ile huzuruma gelmeyin.

Ölmüş insandan hak rızalığı isteyemezsiniz yaşarken onun sorgu – sualini sorup rızalığını almak gerekir.

Kul kuldan razı olursa Hakta ondan razı olur.

Allah’a giden yol kul rızalığından geçer.

Cemimizin en büyük sosyal yanı budur.

Dar-ı Mansur olma erkanı bitince normal cem başlar.

2) Oniki hizmet sahipleri cemde hazırlıklarını tamamlarlar.

3) Cemaat cemevinde toplanır.

Dede usulünce posta oturur.

 

Dede eğitici konuşmalarını (muhabbetini yapar)

Ceme başlamadan önce rızalık toplanır ve sorun varsa halledilir, dargınlar barıştırılır. (rızalık abdesti alınır)

“Edep erkan / sükutu lisan / mü’mine nişan” der.

Herkesin düzgün oturup konuşmaması ve niyazlaşması sağlanır.

(Cem mühürlenmiştir.)

Selamlama okunur. (Hz. Muhammed ve On İki İmamlar zikredilir.)

Hizmet deyişi okunur, 12 hizmete görev verilir.

Oniki hizmet sahiplerine dua verilir.

Post serilir.

Nur suresinin 35. ayeti okunur ve çerağ yandırılır, çerağ deyişi söylenir.

Tezekar (ibriktar) tarikat abdestini aldırır.

Gözcü duasını okur ve görevine çekilir.

Süpürgeciler dualarını okurlar.

Tevbe duası ve Nad-ı Ali duası okunur. (secde edilir)

Üç düvazimam okunur. (secde edilir)

Üç tevhit okunur.         (secde edilir)

Üç tevhit okunur.         (secde edilir)

Miraçlama okunur.

Kırklar semahı yapılır.

İstek semahı yapılır.

Saki suyu duası okunur ve saki suyu dağıtılır.

Mersiyeler okunur. (secde edilir)

Hz. Muhammed ve On İki İmamlar’a salavat (sazla) verilir. (çekerim aşkın yayın / ceme girmesin hayın / tevhit kararın buldu / yol erkan yolun aldı.)

Süpürge (car) çalınır ve duası alınır.

Oniki hizmet sahiplerine toplu dua verilir.

Lokma duası verilir ve dağıtılır. “Göz nizam el terazi, herkes oldu mi hakkına razı” denilir rızalık toplanır.

Post kaldırılır / çerağ söndürülür ve cem dağılma duası verilir, cem sona erer.

 

Alevilik’de kul hakkı kavramı var. Rızalık alınmadan bir işe başlanmaz. Nedir kul hakkının ve rızalığın anlamı?

 

“Kul Hakkı” meselesi diğer bir deyimle “RIZALIK” eğer inanç sistemlerinde bu hak sorgulanmış olsaydı, devlet yapısı içinde polis sistemine, adliyeye gerek kalmazdı.

Çünkü o zaten sorgulanıyor. Sorgulandığı içinde kişi üzerinde caydırıcılık etkisi yapıyor. Dini inancı olduğu için o haktan korkuyor.

Bir inanç sistemi düşünün ki, kişi karşısındaki insanın hal ve hareketlerinden sorumlu tutuluyor adına “Musahiplik” diyoruz. Musahiplikte diğerinin yapacağı yanlış diğerini de bağlıyor, dolayısıyla kişi kişiyi denetliyor ve suç işlememesi için baskı unsuru oluyor.

Daha öncede belirttim.

Allah’a şirk koşmayın.

“Kul hakkı ile huzuruma gelmeyin bu iki hakkı bağışlamıyorum” diye buyuruyor ALLAH.

Ve biz dedeler insan yaşıyorken bu hakkı soruyoruz.

Ölen insanı musalla taşına koyup soruyorlar “Razı mısınız?” diye.

Razı olmasan ne yazar ki kalkıp hak ödeyebilecek mi?

Şehirleşme ile birlikte Alevilerin sıkıntısı da başladı. Şöyle ki; Cemevi doluyor kişiler birbirlerini tanımıyorlar değişik ocaklardan talibler gelmiş.

Rızalığı nasıl alacaksın?

Kapıcı niye var?

Sorun burada ama dünyadaki inanç sistemlerinde olmayan bir şey var Alevilikte o da “Kul Hakkı” bu çok önemli.

Bu biterse cem sadece suret yani ZAHİRİ olur ki bunun da batıniliği kalmaz.

 

Alevilik’te dedeliğin önemi nedir?

 

Alevi ahlakının öğretmeni dedelerdir.

Çünkü tarikat kapısının 10 makamından biri “ELE-BELE-DİLE sahip Ol” bunun adına da EDEP diyoruz.

Kişi önce edepli yani ahlaklı olmalı sonrada inançlı olabilsin.

Dedeler, doğrudur cahildiler (şimdi böyle suçlanıyoruz) ama insanlara ahlak timsali olmuşlardır.

Yalan söylemeyin, kul hakkı yemeyin!, can incitmeyin, başkalarının namuslarına bakmayın, onları bacınız bilin, komşularınızın hakkını yemeyin, eşinizi namus dışında boşamayın, Allah’ın yarattığı her şeye sevgiyle bakın, yaradılmışı hoşgörün, diye nasihat ederler.

Bunun sayesinde Aleviler bugüne kadar can pahasına da olsa birliklerini ve inançlarını koruyarak geldiler.

O kadar iftiralara, o kadar zulme rağmen Aleviler dedelerine çok şey borçludurlar.

Alevilerde “kan davası” yoktur.

Niye?; kanı kanla yıkamazlar, su ile yıkarlar.

Dedeler hemen etkin olup cezasını biçtiği için kan davası yoktur, yol budur işte.

 

Ehlibeyt sevgisinin Alevilik ve dedeler üzerindeki etkisi nedir?

 

Ehlibeyt sevgisi bizler üzerine farzdır. Çünkü Allah’ın emridir. “Ey Muhammed ben tebliğlerimden ötürü ücret istemiyorum. Ehlibeytime medevvet istiyorum” (Şura suresi ayet 23).

MEDEVVET: Allah’ın adıdır. Anlamı; Mutlak sevgi ve bağlılıktır. Alevilikte bunun adı ikrardır.

“Ehlibeyt’im ümmet için bir kurtuluş garantisi ve ümit aracıdır” (Hadis).

“Allah sizden kiri giderken ve sizi tertemiz kılmak ister ey Ehlibeyt” (Ahzap suresi 33. Ayet).

Şura suresinin 23.ayetinde Arapça olarak “KURBA” sözcüğü geçer.

KURBA: Hz. Muhammed’in yakın akrabaları. Yani Hz. Muhammed’in ev halkıdır. Kısaca Ehlibeyttir. Birileri bu KUBRA sözcüğünü Allah’a yakınlık diye tanımlayıp zalimleri de bu ayete dahil etmek istemişlerdir. KUBRA sözcüğü Kur’an’da 16 yerde geçer (Bakara suresi 83, 177 – Nisa 8, 36- Enfal 41- Rum 38-Haşr 7) Kuran’da Mübahale olayı var.

“Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı bizleri ve sizleri çağıralım” (Ali İmran Suresi, ayet 61)

Buradaki oğullar (Hasan ve Hüseyin), kadınlar Fatıma Anamız ve bizler (Nefs) Hz. Muhammed ve Hz. Ali’dir.

1- KUR’AN                              2- EHLİBEYT

Tıp kitapları var doktora ne gerek var diyebilir miyiz.

Evet kitap aynı kitap ama en iyi anlayan ve uygulayan doktordur. Kur’an’ı en iyi anlayan ve uygulayan da Ehlibeyttir.

Onun için İslam’a giden yol Ehlibeytten geçer, Ehlibeytsiz bir İslam meyvesiz ağaç gibidir.

Alevilik Ehlibeytsiz olmaz.

 

Sizce her dede çocuğu dedelik yapabilir mi?

 

On İki İmamlar’ın çok sayıda evlatları var ama içlerinden sadece biri “İmam” olabilmiştir.

Dedeliğin şeklini çizdik. Dolayısıyla layık olanlar dede olabilmeli. Zaten halk bunu görüp uygununu dede olarak seçip hürmetini, saygısını gösteriyor.

Bir ocağı temsil eden bir dede değildir, onlarcası belki de yüzlercesi vardır.

Birinden soy yürümezse diğerinden yürür.

Bence soru şu şekilde sorulmalıydı; Bir ocakta dede olup da görevlerini yapmazlarsa ne olurdu?

Günümüzde yaşanılan Alevilik olurdu. İlkesizliği, tutarsızlığı, inançsızlığı yaşıyoruz kitle olarak.

Cem evlerinde lokma olmasın cem yapacak insan bulamayız her halde.

Biraz karamsar bir tablo oldu ama ne yazık ki bunu görüp yaşıyoruz. Lokma yiyip kaçıyorlar.

Dede ahlaki boyutta yapacağı yanlış dedelikten menedilme sebebi olur, diğer yapacağı yanlış belki affedilebilir ama ahlaksızlık affedilmez diyorum.

Buna kim karar verir toplumumuz, taliplerimiz ve yolun en büyük makamı olan mürşid (ocağın mürşidi) karar verir ve düşkün ocağına devreder o ocakta cezasını biçer ve yargılar.

 

Dedelik kurumunun geleceği hakkındaki görüşleriniz nedir?

 

Dedelik kurumunun geleceği ile ilgili kaygılarım çok.

Niçin?; çünkü kendini yetiştiren topluma önder olabilecek vasıflara sahip pek az dede kaldı.

Her cem evinde değişik cem yapılıyor.

Hatta çoğu cem evlerinde Alevilik adına şeriat namazı kıldırıyor.

Eğitim sorunlarımız var.

Merkezi sistemle eğitim açıkçası “Alevilik Enstitüsü” kurulmalı.

Bütün dedeler Aleviliği bilip yaşayan dedelerce eğitilip ülke genelinde aynı cemlerin, aynı muhabbetlerin yapılması sağlanmalıdır.

Alevilik artık kurumsallaşmalıdır.

Kendi okulunu, kendi cemevini, kendi cenaze hizmetlerinin yapılacağı alt yapıyı oluşturmalıdır.

Bugün derneklerde vakıflarda dedenin varlığı pek hatırlanmıyor, cemlerde bile bildiklerini yapacak imkan sağlanmıyor.

Oysa o görevin gerçek sahibi dededir.

Bu kurum eski saygınlığına kavuşturulmalıdır.

Biz Aleviler demire, çimentoya, kuma kısaca binalara gerekli yatırım yaptık ama asıl olması gereken insan potansiyeline yatırımı yapılmadı. Hangi dedenin eğitilmesi için bir kuruşluk yatırım yapıldı.

Buğday ekmediğin tarladan mahsul beklemek gibi bir şey bu.

Ben kendimdeki eksikliklerimi görerek bir şeyler yapmak istedim fakat bütün kapılar kapalıydı, açmasını başaramadık.

Okulu olmayan, öğreneceği, alt yapısı olmayan bir yerde nasıl yetişebilirdik!

Sonra da acımasızca eleştirildik.

Dede cahil! Dede cahil!

El insaf diyorum ve bu bölümü bitiriyorum.

 

Rehber kime denir?

 

Rehber: Talibi, dedeye (pire) götüren şerait kapısının sahibidir. REHBER: Yol gösterendir. Musahiplik erkanında mutlaka rehber gereklidir.

Mürebbisiz yol olmaz, kurallar yerine getirilmelidir.

 

 

SÖYLEŞİ: 2000

 

ALEVİLİK-BEKTAŞİLİK-MEVLEVİLİK’TE BAZI İNANÇ ESASLARI

 

 

ALİ RIZA UĞURLU

 

 

Alevilik ve Kuran, Sünnet, Şeriat

 

Alevilik; Hz. İmam Ali’nin tasavvufi yolunu sürmenin adıdır. Öz kaynağı da Kuran’dır. Çünkü Kuran’da Hz. Muhammed, Hz. İmam Ali kısaca Ehlibeyt vardır. Alevilik, nübüvvet makamında olan Hz. Muhammed ve onun Ehlibeyt'i’nin yolunu sürmenin adıdır. Kuran’dır demiştik. Çünkü Alevilik İslâm’ın Minhac yoludur. Maide Suresi Ayet 48: “Ey Muhammed! Kuran’ı önce gelen kitabı tasdik ederek ona tanık olarak gerçekle sana indirdik. Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet; gerçek olan sana gelmiş bulunduğuna göre onların arzularına uyma. Her peygamber için bir şeriat ve bir aydınlık yol (tarikat) tayin ettik. Allah isteseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat bu verdikleri ile sizi denemesi içindir. O halde iyilik yapma yarışına girin, hepinizin dönüşü Allah’a'dır.”

Kuran’da teslimiyet vardır. Aleviler bu teslimiyete ikrar demişlerdir. Nisa Suresi Ayet 65”; Hayır, Rabbine yemin olsun ki, onlar aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra da senin verdiğin hükümde içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın sana teslim olmadıkça gerçekten iman etmiş sayılmazlar.” Alevilik inancında kişi Peygamber soyundan gelen bir mürşide tam teslim olmadıkça gerçek anlamda İslâm sayılamadığı gibi, Alevi de olamaz.

Maide Suresi Ayet 35: “Ey inananlar! Allah’ın gazabından sakının. Ona ulaşmak için Vesileye (Mürşit’e) bağlanın ve onun yolunda çok gayret sarfedin ki kurtulasınız”. Vesile; Mürşittir, Pirdir, Rehberdir.

Alevilik inancında dinde iki aşama vardır. her iki aşama Maide suresinin 48’inci ayetinde şir’at (şeriat) ve minhac (aydınlık yol) olarak açıklanmıştır. Şeriat inancında şahadet (tanıklık) yeterlidir. Bir kimse dili ile (Allah birdir, Muhammed onun kulu ve elçisidir) diyerek söylerse ve kalbiyle tasdik ederse o kimse Müslüman’dır ve şeriat ehlidir.

Müslüman olduktan sonra Maide suresinin 35’inci ayeti, Şura Suresinin 23’üncü ayeti, Ahzap Suresinin 56’ıncı ayeti ile Nisa Suresinin 65’inci ayeti hükümlerine göre ve Mümtahine suresinin 12’inci ayetinde belirtilen koşulları kabul ederek Fetih Suresinin 10’uncu ayeti okunarak olduğu ikrardan sonra o kimse artık İslâm olmuş Minhac yoluna girmiştir. Muhittin-i Arabi “İrfan sahibi, eğer kendi özündeki gerçeği anlasaydı; belli bir itikate bağlanıp kalmazdı” diyor. Niçin. Çünkü, insan Kuran’ı Natık'tır, cevher insandadır. İnsan kendinden haberdar olmalıdır ve devamla “cümle kullarını taklitten, gösterişten öteye geçemeyen itikatten saklaya; bu gibi şeylere bağlı kalmaktan koruya” ve sorar: marifet haline yeteneği olana kendi hakikatini anlamak ne şekilde olur? Ona gerektir ki, kendi hakikatine vakıf bir arif bula. Ona bulduktan sonra, candan gönülden bağlanıp huylarını huy edene, irfan sahibinin; aslını bulabilmesi için bu yolu tutması gereklidir. “Ona gidecek vesileyi arayınız.” Yani beni bulmuş kullarım vardır. bana varmak isterseniz onları izleyiniz. Onlar size bir vesile olup bana ulaştırırlar. (M. Arabi, Sırrın Sırrı)

İnsan ruhunun kıblesi “İnsan-ı Kâmildir.”

İnsan-Varlık-Allah Birliği-Sevgi-Aşk ve Hizmettir.

Bunun sembolü (Allah-Muhammed-Ali’dir)

Çünkü, Hz. Muhammed, Allah’ın vahyini kişiliği ile fiil haline getirdiği, Hz. İmam Ali ise; Muhammed yolunun fiili örneğidir. Bunları birbirinden ayırmak ve anlamak onların sunacağı birlikteliğin ilhamından faydalanmamak demektir. Tasavvuf gönül yoludur, aşk yoludur. “Tasavvuf; Allah’la muamelerin saflığından ibarettir. Ve tasavvuf, Allah’ın seni senden giderip, kendisiyle diri kılmasının adıdır.” (Hasan el Basri)

“Tasavvuf; nefsin bütün zevklerini terk etmektir” (Ebü’l Hüseyin Nuri 907)

“Tasavvuf; Allah’la kaynaşma ve dostluktur”

“Tasavvuf; kalbi, bedenselliğe saplanıp kalmaktan arınmak, bedensel hazlardan ayrılmak, beşeri sıfatları silmek benlik davasından kaçınmak, Tanrısal sıfatlarla bezenmek, hakikat bilgisine bağlanmak, bütün insanlara iyiliği tavsiye etmek, Allah’ın resulüne tam uymaktır.” (Muhammed bin Hafif (981).

Hz. Muhammed’in devrinde Medine’de Suffa denilen bir yer vardı, burası bizzat Hz. Muhammed’in nezaretinde çalışan bir eğitim ve ruhsal tecrübe merkeziydi. Önemli sayıda sufi vardı. Gündüzleri çalışırlar geceleri ibadet ederlerdi. İşte burada yapılan ibadetin detayları herkese açıklanmadığıdır.

İsra Suresinin 57’inci Ayeti; “Rablerine varmaya vesile ararlar.” Buradaki vesile; yol, araç, vasıta, imkân vs. Allah’a yaklaşmak için, ona olan yakınlığından istifade edilmek istenen şey anlamındadır. O zaman İslâm’ın temel esaslarına dayalı bir metot Allah’a ulaşmak için kullanılabilir. Tefekkür âlemine girip aşkla, sevgiyle, coşkuyla Allah’a ulaşma da saz çalmak vesile ise niçin kullanmayalım. Alevi, ceminde sazını çalar, coşa gelir, sevgiliyi bulur. Kenan Rifai (mutasavvıf) “Ne sazdan, ne sözden, ne evlattan, ne de güzel yüzden zevk aldım. Sazı severim; aşkımı söylerse, sözü severim; yine onu söylerse.”

Müzzemmil Suresi 20’inci ayeti; Tanrı seni gecenin üçte ikisi kadar, (ki, bu süre arada bir yarım gece uzar) seninle birlikte bulunan pak bir toplulukla beraber ibadetle geçirdiğini bildiği için, Allah tövbenizi kabul eder.

Pak olmak; arınmış olmaktır, arınmak da kul hakkını sorgulamaktan geçer. Hz. Muhammed, “Ölmezden evvel ölünüz” diye buyuruyor. Alevi ibadetinde kul hakkını sorgular, barışı arar, kardeşlik arar, sevgi-dostluk arar. Yaradılmışı sevmeyi ister. Çünkü, kul kuldan razı olursa, Allah’da kuldan razı olur.

Ali İmran Suresinin ayet 113: Ama hepsi bir değildir. Ehl-i kitap içinden Allah için başkaldıran / Allah huzurunda el bağlayan / Hak ve adaleti ayakta tutan / kalkınıp yükselen bir zümrede vardır. gece saatlerinde secdelere kapanmış olarak Allah’ın ayetlerini okurlar.

Ayet 114: Allah’a ve ahret gününe inanırlar. İyiliği güzelliği emrederler. Kötüyü çirkini yasaklarlar. Hayır işlerinde yarışırcasına koşarlar. İşte bunlar hayra ve barışa yönelik hizmet üretenlerdir.

İşte Alevilik budur.

İslâm: Silm ve selam köklerinden gelen bir kelime olup Allah’a teslimiyettir.

Silm: Barış, güven, huzur demektir.

Selam: Mutluluk, esenlik ve güven demektir.

İşte İslâm genel anlamda; Barış, güven, huzur, mutluluk, esenlik ve güven demektir. Bu değerlerin olduğu yerde İslâm kendiliğinden vardır.

İnsan gerçeğini, insanın barış, mutluluk ve huzurunu amaçlayan her türlü gayret ve niyet Allah’ın dini içine girer.

İslâm Allah’ın dinidir, ve Allah da âlemlerin Rabbi’dir, Hz. Muhammed de âlemlerin Rahmetidir.

Hakk’a varış, hangi yoldan olursa olsun, Allah’ın dini, emri ve rızası içindedir. (İbnül Kayyım el Ceziye, 1350)

Alevi tasavvufunda Hz. Muhammed akıldır, Hz. İmam Ali ise aşktır. Kuran’ın görünen yüzünü (zahir) değil, Batıni yönünü yani tevilini (asla dönüş) esas alır. Ona amel eder

 

Sünnet

 

Hz. Peygamber’in yaşayış tarzıdır.

Sünnet: Yol, tarz, tavır demektir.

Alevilik; Hz. Muhammed’in zahiri yaşam tarzından çok, vermek istediği mesaj ve yaşanmak istenen yol önemlidir, ahlak önemlidir, öz önemlidir. Ve bu özü alıp kabullenmiştir. Alevilik şeklin adı değil işte bu özün adıdır.

 

Şeriat

 

Şeriat, yol demektir. Şeriat denince, ister Alevi ister Sünni görüş olsun, bunda çeşitli ağırlıkta şu 2 öğenin bulunduğunu görürüz: Ahlak ve hukuk. Ahlak kişiye, hukuk topluma yöneliktir. Biri adil diğeri Kâmil bir insan örneğini gerçekleştirmek ister. Birisi kanunlarla diğeri bir tür ahlak okulunu olan tarikatla bu amaca ulaşmaya çalışır. Sünni şeriat anlayışında hukuk Alevi şeriat anlayışında ahlâk öncelik taşır. Birinde hukuk ağırlıklı bir ahlak, diğerinde (Alevilikte) ahlakın egemen olduğu bir hukuk ve devlet anlayışı söz konusudur. Sünni şeriatta ahlâk mükafat, ceza esasına, Alevi şeriat ise ahlak, muhabbet, sevgi esasına dayanır. Birincisinde hareketlerimiz ödül ve ceza ile koşullandırılmış, diğerinde ise ahlâk koşulu, ödül umudu olmaksızın geçerlidir. Biri mürailiğe açık, diğeri kapalıdır. Alevi şeriatı ise inançla ahlak ve hukuk alanını birbirinden ayırmıştır.

İnanç: Allah, Muhammed, Ali üçlüsünde düğümlenmek suretiyle İslâmiyet’e sömürüsüz bir derinlik getirmiş, onu dinin sahibi ve kurucusu olan Hz. Muhammed’in Ehlibeyt'i’ne teslim etmiştir.

Alevilik şeriatı: Laik bir ahlak ve laik bir hukuka kaynak olmak niteliğine sahip olan ve kaynağı ahlâk olan şu öğütle ifadesini bulmuştur. Eline diline beline sağlam ol. Şeriatta fıkıh vardır, tasavvufun fıkıhı yoktur.

 

Ahlâk esasları (Eline, Diline, Beline hakim olma, kadın erkek eşitliği)

 

Eline, Diline Beline; Edeptir (Baş harflerini alınca) Aleviliğin özünde var olan hoşgörü ahlak kurallarına gelince katılaşır, onda hoşgörünün izleri görülmez. Hz. Muhammed “Ben güzel ahlaka örnek olmak için geldim” diye buyuruyor.

Ahlâksız insanın dini imanı olmaz. Din, vicdanlı ve ahlâklı olmanın adıdır, ruhen yükselip, olgunlaşarak vicdan ve nefisi kontrol altına almanın adıdır. Hz. Muhammed Uhud cenginden dönerken küçük savaşları kazındık, sıra büyük savaşlarda diye buyurur. Sorarlar; Ya Muhammed, bundan büyük savaş var mıdır? Elbette der, “en büyük savaş nefsinizle yapacağınız savaştır” der. Tasavvufta nefis mertebeleri vardır. Bu nefis mertebeleri, kat edilerek İnsan-ı Kâmil mertebesine ulaşır.

Kadın-erkek eşitliğine gelince; Gönüllerin Sesi Dergisi’ne yazmış olduğum “Alevilikte Kadın” başlıklı makaleyi sunuyorum.

 

 

Alevilikte Kadın

 

Alevilik her çağın 100 yıl ilerisindedir. Nereden çıktı böyle bir konuda diyebilirsiniz. Alevilikte kadın-erkek ayrımı da yok ki konusu da olsun. Alevilik çağın 100 yıl ilerisinde dedik, niçin dedik?

Çünkü; kadın erkek eşitliği bizim ülkemizde yeni konuşulan bir konu. Oysa Aleviler bu konuyu 1400 yıl önce halletmişler. Cumhuriyetten önce Alevi köylerinde muhtar olan kadınlarımız var. İnsan Hakları Beyannamesi ikinci dünya savaşından sonra gündeme geldi (1948). Oysa bizde 1400 yıl önce geldi. Tanrı; Alevi inancında yerde gökte aranmaz. Kemalette aranır, yani insanı Kâmil olmakta aranır. Zaten kemaleti yakalayan insan aradığını, bulmuştur. Alevilikte paylaşmak vardır. Dolayısıyla sınıfsallığı kaldırmıştır, yani, zengini, yoksulu, kadını, erkeği yoktur. Ne vardır “can” vardır. Can demenin de insan ayrımı olmadığının ifadesidir.

Alevi; kederde, tasada, sevincinde, ibadetinde, aşında, işinde hep kadını vardır. ibadetinde ana der elini öper, köşeye oturtur, bacı der yanına oturtturur. Çünkü; ibadetine ruhani duygularla gelir. Nefsini öldürmüştür. Orada kem göze yer yoktur. Alevilikte tek evlilik vardır, dedeler tek evliliğe ikrar verdirirler. Ahd ettirirler. Aht da bir kere olur. Dolayısıyla evlenenlerin yaşı, genelde eşit olmasından dolayı Alevilerde zina olayı olmaz. 70 yaşındaki erkekle 18 yaşındaki kızı evlendirirsen tabi ki onu kara çarşafın altına sokmak mecburiyetindesin.

Namus dışında boşanma yoktur. Olunca da yol düşkünü sayılırlar.

Mümtehine suresi ayet 12 (Birinci akabe biatında gelmiştir)

“Ey Muhammed! İnanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, başkasının çocuğunu sahiplenerek kocasına yalan isnatta bulunmamak ve uygun olanı işlemekle, sana biat (ikrar) etmeye geldikleri zaman onları kabul et. Onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Doğrusu Allah bağışlayandır.”

Alevilerin temel düstürü olan “Eline-Beline-Dilene” sahip ol. Bu ayetle emr olunmuştur.

Benim tarikatımın aslı, esası edeptir. (Ele, bele, dile sahip olmaktır)

“Namahreme bakma, hatır yıkma, başa kakma, dünya için kaygı çekme

Cümleler doğrudur sen doğru isen, bulunmaz doğruluk sen eğri isen.”

(Hünkâr Hacı Bektaş Veli)

Bu ayetin yorumuna gelince:

1)     Allah’ı tek ve mutlaka yaratıcı bilmek.

2)     Hırsızlık yapmamak.

3)     Zina yapmamak.

4)     Kız çocukları öldürmek (Araplarda uygulanırdı).

5)     Doğurduğu kız çocuğu yerine cariyesinin doğurduğu erkek çocuğu sahiplenmemek.

6)     Ahlâklı olmaktır.

İşte örnek olarak verdiğim ayet insanın dindar olabilmesi için ahlaklı olması gerekmektedir. Alevi kadını inançlıdır, kurallarına bağlıdır. Dolayısıyla yozlaşmış, ilkelerinden kopmuş, sorumsuz yaşamı seçmiş, “EDEB” kurallarını hiçe saymış, örfünü, töresini unutmuş, bazı yozlaşmış kadınları örnek alarak geçici hevesler uğruna aile temellerini yıkmaz.

Medyaya yansıyan boşanmaları görüyoruz. Sebeplerini incelediğimiz zaman o kadınların ne kadar bilgiye, sorumluluk hislerine ihtiyaçları olduğu anlaşılacaktır. Sorumsuzca büyüyen, sevgiden eksik büyüyen çocukları görüyoruz işte. O çocuklar suçlu değil. Suçlu olan dünyanın birtakım gösterişleri uğruna boşanıp, o çocukları sokaklara salan ana ve babada. Analık kavramı, öylesine yüce bir kelime ki, çünkü; peygamberleri, nebileri, velileri doğuran hep Anadır. Babasız çocuk dünyaya gelmiş ama Anasız gelmemiştir (Hz. İsa).

Ana gibi yar, cennet gibi diyar bulunmaz demiştir atalarımız.

 

Ana başa taç imiş

Her derde ilaç imiş

Bir evlat pir olsa da

Yine anaya muhtaç imiş.

 

Alevilerde kadının namusu da, iffeti de onun ne baş örtüsünde ne de çarşafındadır. Onun namusunda, iffeti de beynindedir, yüreğindedir. Bizler kadınlarımızın beynine de, yüreğine de güveniyoruz, inanıyoruz.

Cemde baş örtülmesinin anlamı; sadece saygının ifadesidir. Hiç bir Alevi kadını bu saygı da kusur etmez. Cemine ibadetine boy abdesti alarak, tertemiz elbiseleriyle, adabıyla, kurallarıyla gelir.

 

Derdimin dermanı lokman hekimim

Yandım arşa direk oldu tütünüm

Anam öldü, kaldım öksüz yetimim

Gönlümün sarayı sultanım anam.

 

Alevi kadını kendisine örnek olarak cennet seyyidesi, kadınlarımızın şefaatkanı Hz. Fatıma’yı alırlar. O Fatıma ki alemlere rahmet olarak yaratılan Hz. Muhammed Mustafa’nın kızıdır, Ali’yyel Murtaza’nın eşidir. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in anasıdır.

 

Ciğer parelerim Hasan, Hüseyin

Onların nurunda ziyalandı din

Çadırda inliyor Zeynel Abidin

İmamlar anası Fatıma-ı Zehra’yım

 

Alevi ibadetlerinde Dâr vardır, dört çeşittir.

1)     Dâr-ı Mansur: Hallac-ı Mansur gibi Hak yoluna baş vermektir. Ayakta dosdoğru durmak ve sağ eli kalbi üzerine koyup, sol eli yana uzatıp, sağ ayağı sol ayağının parmaklarının üstüne getirmek.

2)     Nesimi Dârı: Nesimi Hz’ni yobaz gürüh derisini yüzdü diz üzeri oturmaktır.

3)     Fazlı Dârı: Hz. Fazlı’nın karnına hançer saplarlar. Kanı akmasın diye iki elini karnı üzerine bastırıp, ayak parmaklarını aynı şekilde tutmaktır.

4)     Fatima Dârı: Hz. Muhammed torunlarından su ister, Hz. Hasan ve Hüseyin su getirmek için ikisi birden koşarlar. Hz. Hüseyin ayağını bir yere çarpar ve kanatır. Dedesi görmesin diye parmağı ile diğer parmağını saklar. Anası Hz. Fatıma tedavi eder.

İşte cemlerimizde kadına verilen değer budur. Hz. Fatıma’yı anlatmaya bizim kalemimizin gücü yetmez.

Hz. Fatıma, Nur Suresinin 35’inci ayetinde “Nur Ala Nur” olarak geçer. Yaşamı yoksulluk ve çile içerisinde geçmiş ama şeref timsali, namus timsali, onur timsali sayılmış. Bütün kadınlarımız kızlarımız Hz. Fatıma’nın yolundan ahh gidebilse.

O babasının Hakk’a yürümesinden sonra, kendisine ve ailesine yapılan haksızlıklara ve Fedek hurmalığının elinde alınması üzerine, "“Mescidi Nebevide" şu tarihi konuşmayı yapar (mescitte kadın yoktu diyenlere atfolunur)

Sizler ey Allah’ın kulları! Sizler, Allah’ın emir ve yasakları üzerine bekçileri, dinin ve vahyinin taşıyıcılarısınız. Sizler diğer milletlere de hakikat tebrikçilerisiniz. Ve sizler; Allah’ın aranızdaki hakkının, ahttının emanetlerinin koruyucularısınız.

Ey İnsanlar! Biliniz ki ben Fatıma’yım ve babam Muhammed Mustafa’dır. Sözün ilkini ve sonunu söylerim. Konuşmamda lüzumsuz, davranışımda münasebetsiz bir şey yoktur. Şimdi siz tutup, benim kendi babama varis olamayacağımı söyleyebilir misiniz? Cahiliye ahlakıyla mı hükmediyorsunuz. Yoksa bilmiyor musunuz durumu? Hayır biliyorsunuz ki ben Muhammed’in kızıyım.

Ey ebu kuhafenin oğlu (Ebu Bekir) Allah’ın kitabında senin için Babasına Varis olur yazılı iken, benim için varis olamaz mı yazılı. Çok çirkin bir iş yapıyorsun. Allah’ın kitabını gözgöre göre bir kenara mı itiyorsun? Yoksa Kuranın hükümleri benim için geçerli değil mi? Benimle babam arasında veraset ve akrabalık işlemiyor mu? Mirasla ilgili ayetler size mi özgü. Babam onların hükümleri dışında mı kalıyor? Yoksa iki din varda ben ve babam bunların ikincisinde miyiz? Yoksa Kuranın inceliklerini siz babamdan ve onun amca oğlu Ali’den daha iyi mi biliyorsunuz?

Ve siz ey ensar! Allah’ın Resulu babam: Kişinin varlığı, evladında korunur demez miydi? Ne kadar çabuk unuttunuz, ne kadar acele olarak yeni şeyler icat ettiniz. Ey insanlar! Yaptıklarınız Allah’ın gözü önünde oluyor. Ve ben size acıklı bir azabı da haber vermiş olan bir nebinin kızıyım. Yapın yapacağınızı, bizde yapalım yapacağımızı ve bekleyin sonucu bizde bekleyeceğiz... (Ebu’l Fadl Ahmet Tahir’in Belagatü’n nisa eseri)

İşte örnek aldığımız Fatima bu Fatima’dır. Analar işte böyle olmalıdır. Alevi kadınları bunun için sevda derecesinde Hz. Fatima’yı severler. Kadınlarımız böyle olmalıdır ki, gelecek nesilde anayı örnek alabilsin ve örnek yetişsin. Sokaklarda ahlaksızca yaşam sürenler, Aleviliğini unutarak yaşayanlar Alevi de olsa anlamı yoktur, değeri yoktur. Ana dediğimiz zaman bu simgeye laik olmalıdırlar.

Alevi cemlerinde kadın erkek beraber cem yaparlar demiştik. Kaynağını nereden aldık. Hz. Muhammed döneminde ki mescitlerde kadın erkek beraber ibadet yapılırdı (Hürriyet Gazetesi, 18.12.1996, Namık Kemal Zeybek’in yazısı, Kaynak: Prof. Mehmet Aydın)

Ruhlarda erkeklik dişilik yoktur. Cemlerde nefsani duygulara yer yoktur. Elest-ü Bezm ikrarı vardır. Kaalu belli kabul ettik. Neyi kabul ettik. Ben sizin Tanrı'nız mıyım? Evet kabul ettik anlamındadır. Öyleyse o ruhlarda erkeklik-dişilik var mıdır?

Hac için kabeyi ziyaret ediyoruz. Orada kadınlı erkekli beyaz (ölmeden önce ölmek) giyip, birlikte ibadet yapılıyor. Orada birliktelik varda başka yerde niye yok? Allah’ın emri orada başka türlü burada başka türlü mü? İsra Suresi Ayet 77; senden önceki peygamberlere gönderdiğimiz yasa senin için de geçerlidir Ey Muhammed!

Hz. Muhammed’ten önceki yasa ne idi acaba? Hangi namaz, hangi oruç vardı acaba? Ramazan orucu ve 5 vakit namaz Kuranla birlikte geldiğine göre (5 vakit namaz yoktur), önceki peygamberler hangi namazı icra ettiler. Oysa ayette değişiklik yoktur diyor. Nahl suresi ayet 121: Allah’a şirk koşanlardan olmayan, İbrahim’in dinine uy diye buyuruyor. İbrahim peygamberin dini inancında ne vardı.?

İslâmiyet akıl dinidir. Tasavvuf hurafeleri kabul etmez. Alevi tasavvufunda işte örneklerini sıraladığımız nedenlerle kadın-erkek birlikte ibadet yapar. Kuran da ayrım yoktur.

İnnemel A’malü Binniyat (Ameller niyetlere göredir) Hadis. Alevi inancında önemli olan niyettir, ameldir. Yine Ahzap Suresi Ayet 62: “Bu Allah’ın daha önce gelip geçmişlerde işleyen tavrı ve tarzıdır. Allah’ın tavrında herhangi bir değişiklik asla bulamazsın.”

İşte Ayetler ve işte Alevi cemlerinde kadın-erkek birlikteliği, dün Hz. Muhammed ve bugünkü bizim birlikteliğimiz.

Alevi kadının diğer örnek aldığı, Kerbela’nın diğer bir kahramanı, övünç timsali Hz. Zeynep’tir. Hz. Ali’nin kızı, Hz. Hüseyin’in kız kardeşidir. Zeynep, Kerbelâ katliamından sonra geride kalanlara sahip çıkan odur. Boyun eğmez, zalimin karşısında ödün vermez, korkmaz. Hz. Hüseyin’in şahadetinde sonra kadınlarla birlikte önce Kûfe’ye sonra da Şam’a götürülür.

Evet işte Hz. Fatima işte onun kızı Hz. Zeynep.

Alevi kadınları da bu iki seyyidenin güzelliği ile güzelleşirler. Ahlâkın, doğruluğun, edebin ve ana olmanın güzelliği ile...

Hz. Fatima anamız kadınlarımızın şefaatkanı olsun.

 

Dört Kapı-Kırk Makam

 

Dört kapının varlığını bizlere ispat eden Kuran’dır.

Yunus Suresi Ayet 57: “Ey insanlar! Muhakkak ki size Rabbinizden bir öğüt (şeriat), kalplerinizdeki hastalıkları bir şifa (tarikat), müminler için bir hidayet rehberi (marifet) ve rahmet (hakikat) gelmiştir.

Hacı Bektaş Veli makalatında dört kapı kırk makamı açıklamıştır.

Şeriat-Tarikat-Marifet-Hakikat ve her kapının on makamı vardır. İnsan yaşamında bu aşamaları yaşar. Bildikçe olgunlaşır, olgunlaştıkça da İnsan-ı Kâmilleşir. Kul Tanrı’ya dört kapının edep ve erkânından olan kırk makamda erer, ulaşır, Sırat-el müstakim yolunda olur. Çünkü bu yol dosdoğru yoldur o yol “Kurba” yani Ehlibeyt'in yoludur. O yolda insan; İnsan-ı Kâmil olur. Hacı Bektaş Veli buyurur ki, şeriat yeldir, tarikat ateştir, marifet sudur, hakikat topraktır (insanı da 4 grupta incelemiştir, abidler, zahitler, arifler, muhipler)

Şeriat gözdür, Tarikat kulaktır, Marifet ağızdır, Hakikat özdür. Şeriat anadan doğmaktır. Tarikat tövbe edip ikrar vermektir. Marifet nefsini bilmektir. Hakikat Hakk-ı kendi öz vücudunda bulmaktır. Şeriat; dünyaya gelip, bilgi sahibi olup kendini kurtarmaktır. Tarikat; dürüst olarak yaşamak ve hatalarına tövbe etmektir. Marifet bilgisinin meyvesini almak çevresine, ülkesine ve insanlığa yararlı olmaktır. Hakikat ebedi hayata doğmak, insanlığın gönlünde yaşamaktır.

 

Bilmem sünnetleri, bilmem farzları

Hakk için bana bir niyaz yetmez mi?

Vaazım, nasihatim bu çok sözleri

Hakka hoş gelecek bir söz yetmez mi.

 

Bir kulak gerektir söz işitmeye

Bir el yeter dost elinden tutmaya

Bir ayak isterim yola gitmeye

Hakka doğru giden bir iz yetmez mi

(Mücrimi)

 

Hz. Muhammed’in dört kapı kırk makamını yaşayan müminin elinde gül olur gönlünde aşk ve sevgi olur (kırk makam için makalata bakınız)

 

Hz. Ali Sevgisi ve Tevella-Teberra

 

İnsanlar vardır; doğarlar, yaşarlar, ölürler. Yaşayış sayfasında bir izleri bile kalmaz, zaman alanında bir sözleri bile söylenmez, sanki doğmamışlardır, sanki yaşamamışlardır. Bir yıldız aksa göz alır, bir kuş uçsa kanadının sesi duyulur. Halbuki bunlardan ne ses kalır, ne de bir nefes. Dünyaya gelmeselerdi hiçbir şey eksilmezdi. Gelmişlerdir yeryüzünde hiçbir fazlalık olmamıştır. Halbuki insanlar vardır, ömürlerini sürüp giderler, bitirirler. Fakat zaman onlar için akar, düşünce onların hayatını örer. İnanç onlara bağlanır. Düşmanlık onlara saldırır. Bunların adları toplumu sürükler. Hatıraları devletler kurar. Bunlar için zulme göğüs gerilir. İşte Aleviler için Hz. İmam Ali ve Ehlibeyt’in anlamı budur. Uğrunda can vermenin ser vermenin adıdır bu.

 

Ya Ali hüsnünde cemalinde bir zerafet var

İlminde irfanında bir hikmet var

Gücünde kuvvetinde bir keramet var

Seni sevmemek elde değil

Beni senin sevgine iten bir kuvvet var

 

Kuran’da Hz. İmam Ali ve Ehlibeyt hakkında ayetler vardır. Her Müminim diyen insanın Ehlibeyt’i sevmek mecburiyetindedir. Çünkü Kuran’ın emridir. Şura Suresi ayet 23: Ey Muhammed! Deki size getirmiş olduğum kurtuluşa karşılık bir ücret istemiyorum. Yalnızca Ehlibeyt'ime meveddetinizi istiyorum, ayetteki meveddet sözcüğü mutlak sevgi ve bağlılıktır. Allah ve onun Resulu da sevdiği için bizde seviyoruz. Peygamber Efendimiz’de içinizde değeri biçilmez iki ağır emanet bırakıyorum. “Hidayet dolu olan Allah’ın kitabı ve Ehlibeyt'im.” Bunların ikisine tutunursanız asla doğru yoldan çıkmazsınız diye buyuruyor.

Raide Suresi ayet 7; “Ey Muhammed! Sen ancak bir uyarıcısın. Her milletin bir yol göstericisi, irşat edicisi vardır.” İşte İslâm dünyasının irşat edicisi Hz. İmam Ali’dir. Hz. Ali ilminin kapısıdır.

“Ene Medinetül ilmi ve Ali’yyün Babuha” (Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır.)

Öyle ise Allah rızasını kazanmak isteyen, başka yol aramasın. Batın ilminin (ledün ilmi) kapısı olan Hz. İmam Ali’nin kapısından girerek ilmin şehrine ulaşsın.

Allah’ı seven, Muhammed’i seven, Ali’yi de sever. Sevenlerde yolunu sürer ve kemalete erer. Sevenlerde yolunu sürer ve kemalete erer. Nübüvvet makamı sona erdi ve Velâyet makamı başladı. Bu makamın başı da İmam Ali’dir.

“La feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar.” Bu hadis onun şanına gelmiştir.

Fatiha Suresi ayet 5; “Sıratel müskatim” (dosdoğru giden yola ilet) İmam Cafer-i Sadık; “Doğru yoldan maksat Ehlibeyt’tir.” Doğru yol Allah’a giden yoldur. O yolda imamlarda bir vesiledir. Öyle ise imamlara bağlılık farzdır.

Şura Suresi ayet 23; “Kul’la es’elüküm aleyhi ecra illel meveddete fi’l kurba” Kurba: Hz. Muhammed Mustafa’nın en yakın akrabalarıdır. Ev halkıdır. Yani Ehlibeyt’tir.

Yine Kuran Ehlibeyt’tin masum ve pak olduklarına şehadet ediyor.

Ahzap Suresi ayet 33; Ey Ehlibeyt! Allah ancak ve ancak sizden her türlü pisliği gidermek ve sizleri tertemiz kılmak ister.

Temizlikten maksat öz temizliğidir. Çünkü Allah’ın isteğiyle temizlenmişlerdir. Kuran dilini en iyi anlayan tevilini yaşayan onlardır. Masum ve pak olmanın adı imamdır.

“Men küntü mevlah, fe haza Ali’yyün mevlah” Ben kimim mevlası ise, Ali’de onun mevlasıdır) Neden? Çünkü Allah’ın emri olduğu için, onun Resulünun emri olduğu için, Velâyetin başı olduğu için, imametin başı olduğu için, o bir ışık olduğu içindir. Ehlibeyt öyle bir ışıktır ki yüz yıllar sonra bile insanları aydınlatıyor “Karanlığı tanımayan ışık, tam ışık değildir.” Işık tam olsa da onun büyüklüğü fark edilmez. Ta karanlık görülünceye kadar.

İşte Ehlibeyt böyle bir ışıktır.

Bir düşünün; “Muhammed Mustafa ve onun Ehlibeyt'i eliyle gerçekleştirilen İnkılap dışında hangi hareket, kazandığı nimetleri başkalarına, sorumluluk ve çilesini de kendi ailesine yükleyebilmiştir.” Hz. Muhammed; Ali öyle bir kapıdır ki, o kapıdan giren kurtulur. Girmeyen delâlette kalır. Öyle bir kapı ki, ilmin sonsuzluğuna ve sevgiye ve ilahi aşka oradan varılır. Öyle bir kapı ki, pençe-i Ali Aba kapısıdır. Öyle bir kapı ki, alem bu kapıdan feyiz almıştır. Öyle bir kapı ki, oradan giren kendini bulur. Öyle bir kapı ki, cömertliğin, mertliğin, yiğitliğin kapısıdır.” Hz. İmam Ali; hiçbir zaman zalim olmamıştır. O irşat etmenin kapısı olmuştur. Dili ile bilgeliği ile, hilmi ile, hümanizmi ile irşat etmiştir. Onun zülfikarı dilidir. Çünkü dil de iki çataldır. “Bin kere mazlum olmak, bir kere zalim olmaktan iyidir.” Buyuran bir veli nasıl zalim olabilir ki?

Kuran’ın tevilini yapanlar Hz. İmam Ali ve Ehlibeyt hakkında Kuran da ki ayet sayısı 80 olduğunu belirtmişlerdir. (Sahihi Müslim, Buhari, Tirmizi vs.)

Hz. İmam Ali hakkında en çok bilinen ayet “Hel eta” suresidir. O cömertler şahıdır. O aşktır, o sevdadır, o canını Hak yoluna verdiği için ağıttır, mersiyedir.

İşte Hz. İmam Ali’yi sevmek demek, onun gibi yaşamak, onun gibi cömert olmak, onun gibi yiğit olmak, onun edebiyle süslenmek, kısaca onun yolundan gitmektir.

Benim Ehlibeyt'im Nuh’un gemisine benzer, kim binerse kurtulur, binmeyen helak olur gider.

Yolunu sürenlere, serinde gözyaşı dökenlere, ey yüce Allah’ım sen yardım eyle

 

Tevella-Teberra

 

Tevella: Hz. Muhammed’i, Hz. İmam Ali’yi ve onların neslinden gelen Oniki İmamları, Ondört Masumu Pakları riyasız canı gönülden sevmektir. Hatta onları sevenleri de sevmektir.

Teberra: Hz. Muhammed’e ve Hz. Ali’ye ve bunların neslinden gelen İmamlara, masumlara, hatta bunları sevenlere zulüm edenlerden uzak ve beri olmaktır. Kısaca Hz. Muhammed ve Ehlibeyt'inin dostuna dost, düşmanından beri olmanın adıdır.

Tevella ve Teberra Kuran’ın emridir. Allah pek çok ayette onun Ehlibeyt'ine ve soyuna sevgi ve bağlılık göstermemizi emretmektedir. Tevella sevmenin adıdır. Teberra ise sevmemenin adıdır.

Şura suresinin 23’üncü ayeti, Ahzap Suresinin 33-36’ıncı ayetleri, Muhammed Suresinin ayetleri Tevella ayetleridir. Fetih suresinin 17’inci ayeti Tevella ve Teberra ayetidir. Nisa 14’üncü ve Tevbe 61-63’üncü, Ahzap 53-57’inci, Cin 23’üncü ayetler Teberra Ayetleridir. Kuran “Allah ve Resulunu incitenlere lânet okunmasını emretmektedir.” Aleviler cemlerinde Allah Resulunu incitip, evlatlarına zulüm ettikleri için Emevilere lânet okurlar, Yezit’e lanet okurlar.

Yezit: Ülkesini bölmeye çalışanların adıdır, zalimlerin adıdır, katillerin adıdır, kul hakkı yiyenlerin adıdır, nefsi için ailesini boşayanların adıdır, kısaca yanlışın adıdır. Maksat Yezit olmamaksa yanlış yapmamak lazımdır. Yapan hangi inançtan olursa olsun Yezittir.

 

Ehlibeyt Sevgisi, Kerbela

 

Ehlibeyt sevgisini ayetlerle açıkladık. Kerbela’ya gelince o kanayan bir yaradır, o acı hiç dinmedi ve insanlık var olduğu müddetçe de dinmeyecektir. Çünkü İmam Hüseyin tevella ve teberranın terazisidir, sevenlerle sevmeyenlerin ayrışmasının adıdır. Sevenlere şefaat edilecektir. İmam Hüseyin Kuran’daki (Saffat Suresi) kurbandır. İmam Hüseyin dedesinin ve babasının yaktığı ışığın sönmemesinin adıdır.

Kerbela Hz. Resulullah’ın ve Hz. Hatice-i Kübra’nın gözbebekleri, Hz. Fatıma’nın ve Şah’ı Velâyetin ciğer paresi, Şehidi Şühedaların Serveri Hz. Hüseyin’in zalimlerin zulmüne boyun eğmeksizin Masum-u Pakları ve ailesiyle, ona ikrar vermişlerin can verdiği yerin adıdır. Kerbela deyince; bülbüller sustu, gülistanlar kara giydi açmadı güllerini, alemler inledi, Sebel Semavat ağladı.

Hz. Hüseyin’i kavgacı gösterenler yanlışlık içerisindedirler. Çünkü; Hz. Hüseyin’e gelen ısrarlı davetler üzerine, sevenleri “Ya Hüseyin! Kûfeliler vefasızdır, babanın İmam Ali’ye ve ağabeyiniz İmam Hasan’a da ikrar verdiler ve onları ortada koydular. Kûfeliler sadakatsizdir, ikrarsızdırlar. Gel etme gitmekten vazgeç deyince İmamın cevabı şu olur: “Evet dedikleriniz doğrudur. Fakat zulüm altında inleyen mazlumların tek ümit ışığı biziz. Bir can için bu mazlumların umut ışığını nasıl söndüreyim” diye buyurmuştur.

Ve o ışığı canı pahasına, evlatları pahasına, sevenleri pahasına korumuştur. Hz. İmam Hüseyin’in şahadetinden sonra geride kalan kadınlar, çıplak develere bindirilip götürülürken, bacısı Hz. Zeynep, döner bakar Kerbelâ sahrasına. Biraz önce birlikte oldukları yakınlarının başsız mübarek cesetleri topraklar içerisinde yatmaktadır. Kardeşi İmam Hüseyin’in de mübarek cesedini görünce feryada başlar.

Nida gelir ki: “Ey Zeynep! Feryat etme biz ölümü değil, ölümsüzlüğü yakaladık.”

Evet geri dönüp baktığımız zaman Hz. Hüseyin’lerin, Hak yolunda şehit olanların ölmediğini görüyoruz. Yüzyıllarda geçse sevgileri ve acıları, gönlümüzde taptaze yaşıyor ve sonsuza dek de yaşayacaktır.

İşte imam Hüseyin ve işte Kerbelâ.

 

Muharrem (Matem) Orucu

 

“Vel fecri vel Aşuru” Hadis

(Aşura gününün orucu, bir senelik geçmiş günahlara kefarettir) Bu oruç kurban bayramının 1’inci günü dahil 20 gün sayılır ve 21’inci gün oruç tutulur.

Bu oruç süresince düğün yapılmaz, hayvan kesilmez, içki içilip eğlence yapılamaz kısaca Ehlibeyt’i sevenler onun matemini tutarlar.

Muharrem Orucunun Mart ayında tutulması hususuna gelince, Araplar’ın Mart ayına Muharrem ayı dediklerini söylerler. Mart ayı Muharrem ayı değildir. Araplar kadimden beri (Hz. Muhammed, Hz. Ali devri dahil) Arap takvimi, diğer bir deyimle kameri yılı esas alan takvimi kullanırlar. Gökteki ayın, yani kamerin hilâl şeklinden tekrar hilâl şekline geçmesi arasındaki süreyi bir ay olarak kabul ederler.

Takvim yılında aylar Muharrem, Safer-Rebiül evvel-Rebiü-l aher-Cemaziü-l evvel-Cemaziü-l aher-Recep-Şaban-Ramazan-Şevval-Zilkare-Zilhicce- bu oniki ayın toplamı 355 gündür. Oysa güneşin semtür-re’sden iki geçişi, başka deyimle güneşin ilkbahar ılım noktasında iki geçmişi arasındaki zaman birimi olan gerçek yıl 365 gündür, 5 saat 48 dakika 46 saniyedir. Demek ki miladi ile kameri takvimler arasındaki fark 10 gündür. Dolayısıyla Arabi aylar ve Muharrem ayı her yıl 10 günlük kayışı yaklâşık 36 yılda bir dönüşümü tamamlar ve aynı yere gelir.

Cumhuriyete kadar ülkemizde kullanılan takvim Arabi (Kameri) takvimdir. Bütün dünya gerçek yıla en yakın takvim sayılan Gregoriyen takviminde her 3 yıldan sonra gelen Şubat ayı 28 yerine 29 gün kabul edilerek, gerçek yıldaki 5 saat 48 dakika 46 saniyelik küsurat tamamlamaya çalışılır.

Dolayısıyla Muharrem ayı yıl içinde dolandığı için, Arapların Muharrem ayını Mart ayı veya bahar ayı sayması mümkün değildir.

Kuran’da Al-Tavba (tövbe) suresi 129 ayetlidir. Medine de nazil olmuştur.

37’inci ayeti “Haram ayi geciktirme, ancak kâfirliği arttırmadır ki kâfir olanlar bu suretle yoldan çıkarılmadadır. Onlar Allah’ın haram ettiği ayların sayısını denk getirsinler de Allah’ın haram ettiğini helal etsinler diye haram ayı bu yıl helal sayarlar. Bir yıl haram sayarlar, onların kötü işleri kendilerine hoş görünmededir. Allah kâfir olan topluluğu doğru yola sevketmez.”

Bu ayetin inme (nüzul) sebebi şudur; Hz. Muhammed döneminde Araplar zilkade-Zilhicce-Muharrem-Recep aylarında savaş yapılmazdı. Hileye başvuran Araplar, savaş yapılması yasak olan ayı başka bir ay sayarak savaşa girişiyorlardı. İşte bu kasıtlı ve hileli yöntem Hicretin 8’inci yılında bu ayetle kaldırıldı.

Nitekim Hz. Muhammed ve Hz. Ali devrinde de Muharrem ayı yıl içinde dönmüştür. Kerbela olayından sonra İmam Zeynel Abidin ve ondan sonra gelen imamlar ve onun soyundan gelen Hacı Bektaş Veli döneminde de Muharrem ayı yıl içinde dönmüştür.

Şimdi Mart ayında tutulması gerektiğini ileri süren yorumculara göre bu ayların yerini değiştirmek kâfirlik ise, yaşadığı dönemlerde Muharrem ayının yerini değiştirmeyen bu mübarek zatlara küfür mü izafe edeceğiz.

Muharrem ayında gidin Kerbelâ’ya milyonlarca insan matem diye o gün gelir.

Kaldı ki yıl içinde tutulan Muharrem'in, çeşitli mevsimlerde tutulmasında ne sakınca olabilir ki, İmam Hüseyin’i seven gerçek bir can bütün yıl onun matemini tutar. Asıl önemli olan da budur.

Hz. Hüseyin için ağlamak, ona işkence edenleri lânetlemek yeterli değildir ve olayın önemini de yansıtmaz. Kerbelâ olayı dünya tarihinde insanlığın sürekli izlediği hayır-şer kavgasıdır. İmam Hüseyin orada zulme, batıla, yalana, ahlaksızlıklara, dünya menfaatlerine tapmaya karşı savaşmış bilerek, isteyerek bütün yakınlarıyla birlikte canını vermiştir. İmam Hüseyin’e saygı ve sevgi böyle olur. (Cem Dergisi, Feyzullah Ulusoy)

 

Muharrem Orucu (Matem)

 

Bakara Suresi ayet 183: “Ey iman eden kitap ehli! Sizden evvelki kitap ehline farz kılındığı gibi, size de oruç farz kılındı. Kötülüklerden sakınasınız diye.”

Bakara Suresi ayet 184: “Sayılı günlerdir, artık sizden kim hasta, yahut sefer üzerinde olur (orucunu yemiş olur) sa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Gücü yetmeyenler (hasta, ihtiyar) bir yoksul doyumu fidye (lazımdır) bununla beraber kim gönül isteğiyle beraber bir hayır yaparsa (yoksuldan fazlasını doyurursa) işte bu onun için daha hayırlıdır.

El Fecr Suresi ayet 1: “And olsun fecre”

Ayet 2: “On geceye”

(Muharrem'in ilk 10 günüdür-“Medarik” İbni Abbas)

Bu ayetler: Muharrem orucu ile ilgilidir. Çünkü sizden öncekilere farz kılındığı gibi demekle, Hz. Muhammed öncesi peygamberleri kastediyor. Hz. Muhammed öncesi tutulan oruçta Muharrem orucudur, bu orucu Resulullahda tutmuştur. Öyle ise hangi peygamberler bu orucu tutmuştur. Kuran’da yorumcuları şöyle açıklıyor.

1)     Adem Peygamber eşi Havva ile buluştuğu zaman, yüce Allah’a şükran orucu tutmuşlardır, bu da Muharrem ayına rast gelir.

2)     Nuh Aleyhisselam, tufandan kurtulunca iki gün oruç tutar, aşure pişirir (Aşure Nuh Peygamber’den kalmıştır)

3)     Hz. İbrahim Peygamber, Nemrut’un arttırdığı ateşten kurtulunca Allah’a şükretmek için 3 gün oruç tutar.

4)     İshak Aleyhisselam kurban olmaktan kurtulunca 4 gün tutar.

5)     Musa Aleyhisselam, Firavunun gazabından kaçarken, Kızıl denizin mucizevi bir şekilde kendisine yol vermesinin şükranı olarak 5 gün tutar.

6)     Yakup Peygamber, oğlu Yusuf’a kavuştuğu zaman Muharrem ayında 6 gün oruç tutar.

7)     Eyüp Peygamber ağır dertten kurtlunca şükran için 7 gün oruç tutar

8)     Yunus Aleyhisselam balığın karnından kurtulunca 8 gün oruç tutar

9)     Alemlere rahmet Hz. Muhammed Mustafa Emeviler’in zulmünden kurtulmak için hicret eder. Medine’ye sağ salim dönmenin şükranı olarak oruç tutar ve aşure pişirir.

İşte peygamberlere kurtuluş günü olan kavuşma, kurtulma, müjde günü olun bu günler Hz. Muhammed’in torunlarına felaket ve bela ayı olur. Tüm yakınlarını, evlatlarını, canını isteyerek Hakk yoluna veren şehitler serdarı imam Hüseyin kan olur, can olur, susuzluk olur, şehitlik olur.

Dedesinin getirdiği rahmet yolunu kanıyla açar, onun sayesinde İslâm dini Kuran da lânetlenen ailenin zulmünden kurtarır. Yine kurtuluş ayı olur ama, İmam Hüseyin’in kanıyla olur.

Efendim başka bir ayet geldi (Bakara: 85) Muharrem ile ilgili ayetleri nesih veya mensuh (hükümsüz bırakma). Kim diyor bunu icmai ümmet

Kim bu icma-i ümmet? Hz. Muhammed Hakk’a yürümesinden sonra fikrine başvurulan din bilimcileri daha açık deyimle İslâm rayından çıkaran Emeviler. Hz. Muhammed’e düşman olmuş ve ona yapamadıklarını torunlarına yapmış ama Kuran’da hiç bir ayet diğer bir ayet nesh etmez. Kuran ayetlerinin bazıları-bazılarını nesh eder bu keyfiyeti de birilerine bırakırsanız, işte birileri çıkar Allah adına adam yakar. Zira bunun doğruluğunu farz edersek ayetlerin pek çoğunu okurken şüpheye düşeriz acaba buda mensuh mudur? Diye iman ile güman bir arada on dil söyler ama kalp tasdik etmez.

Nahl Suresi ayet 123: “Doğruya yönelen ve Allah’a eş koşanlardan olmayan İbrahim dinine uy, sana vahiy eyledik”

İsra Suresi ayet 77: “Ey Habibim; senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize de uyguladığımız yasa budur. Sen bizim yasamız da değişiklik bulamazsın.”

İşte ayetler, din evrenseldir, herkes Allah’a dua eder. Kimi Almanca, kimi Farsça, kimi Türkçe özü Allah’a yalvarıdır.

Ahzap Suresi ayet 33: Ey Ehlibeyt Allah sizden her türlü günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak ister.

Şura Suresi ayet 23: Ya Muhammed ben tebliğlerimden ötürü sizden ücret istemiyorum. Ehlibeyt'ime medevvet istiyorum. Hz. Muhammed size iki emanet bırakıyorum, biri Kur’an diğeri Ehlibeyt. Bize yine Kur’anda Tevella ve Teberra olarak farz olan Ehlibeyte ne mi yaptılar? İşte İmam Hüseyin ve işte Kerbelâ Muharrem'in onuncu günü. İmam Hüseyin’in kaybedeceği kimsesi kalmamıştı. Bir yaşındaki Ali Askeri, on sekiz yaşındaki delikanlısı Ali Ekber’in kanlar içindeki cesetlerini kucağına alıp “İnna lillah, inna ilayhu raciun” diyerek hakk yoluna yolcu ettiği çocukları da yoktu artık. Sadece kadınlar kalmıştı artık. Kardeşi Abbas geldi aklına: çocukların su su! diye feryatlarına dayanamamış Abbas, atını sürmüş Fırat’a içmek istemiş, çocuklar aklına gelince vazgeçip önce tulumlarını doldurup çıkarken Yezit’in askerleri görür, biri bir kılıç vurur bir kolunu, diğer biri diğer kolunu keser, matarasını ağzına alır, ok atarlar onu da parçalarlar, yere düşerken bağırır. Ya Ahi” Edrik Ehak (ya kardeşim, kardeşini bul) Elena İnkeser Zahri (şimdi belim kırıldı. Oğlu Ali Ekber gözlerinin önüne geldi! Onun güneş misali yüzünü dedesi Hz. Muhammed’e çok benziyordu onun şahadetini, susuzluktan parçalanmış dudaklarını, atından kanlar içinde düşerken Edrikni ya baba (yetiş ya baba) sesini, feryadını duyunca onun imdadına yetişip, ey gönlümü bağladığım oğul, senide mi kaybediyorum diye feryat ettiğini hatırladı, imam Hüseyin, Ali Ekber! “Baba üzülme susuzluğum gitti. Karşımda dedem Muhammed Mustafa elinde iki bade, birini sana, birini bana uzatıyor al baba al al” der.

İmam Hüseyin’in isyanı büyüktür. Acısı yüreğini parçalamaktadır. Dayanılmaz acılar, ızdırap içindedir:

“İç dedenin elindeki suyu oğul iç, artık dayanasım kalmadı.”

 

1) Kudret kandilinde kalem                    2) Çekip ordusun gelince

 Yazmış su deyu su deyu                                  Şahım Cemalin görünce

 Şah Hüseyin Kerbelâ’da                       Hür şehit meydana önce

 Gezmiş su deyu su deyu                      Girmiş su deyu su deyu

 

4) Şehit düşmüş Ali Ekber                     3) Fatma Kasım hallerini

 Hüsnü Cemali Peygamber                    Koklamadan güllerini

 Al yanakta gonca güller                        Abbas iki kollarını

 Solmuş su deyu su deyu                      Vermiş su deyu su deyu

 

5) Ali Asker masum çağında                  6) Ferman böyle miydi Hakk’tan

 Kerbelâ’nın sıcağında                          Yezid korkmadı Allah’tan

 Babasının kucağında                           Şah Hüseyin’im zülcenah

 Ölmüş su deyu su deyu                                   Düşmüş su deyu su deyu

 

7) Muhammed’in torununu                     8) Oklar attılar canlara

 Fatıma’nın göz nurunu                          Cesetleri çiğnettiler atlara

 Yezit Hüseyin mazlumu                                    Başlarını mızraklara

 Kesmiş su deyu su deyu                      Takmış su deyu su deyu

 

10) Lanet olsun Emeviye                       9) Ümmü gülsüm Zeynep ana

 Aslı bozuk Muaviye’ye                         ağrışırlar yana yana

 İmam Zeynel’i deveye                          Sakine’yi kucağına

 Sarmış su deyu su deyu                                  lmış su deyu su deyu

 

11) İsmail’im nacileri

 Mümin çeker acıları

 Yezit bizim bacıları

 Soymuş su deyu su deyu

 

İmam Hüseyin Zülcenah isimli atına bindi yıldırım gibi ölüm meydanına sürdü. Atın üzerinden dikildi ve Yezit askerlerine haykırdı: “Ey Muhammed’in ümmetiyim diyenler! Onun henüz ana sütü emen torununu bile kucağımda şehit ettiniz. Allah’ın lâneti üzerinize olsun sizin. Gidin o Yezidinize söyleyiniz, deyiniz ki; Muhammed’in torunu Ali ve Fatıma’nın oğlu Hüseyin, sana ve zulmüne biat etmemek için sevdiklerini Hakk yoluna feda etti. Şimdi de canımı severek ve isteyerek Hakk yoluna vereceğim, ama akıtılan kanlardan Yezit korksun, çünkü sonu geldi artık böyle deyin yezidinize...”

Günlerdir çöldeki susuzluk ve acılar sarsmıştı, şehitler şahını. O bin kez, milyon kez yakınlarının şahadetinde, evlatlarının şahadetinde ölüm şahadetini tatmıştı. Yarabbi kendine Müslüman’ım sözde diyenlerin kainatın efendisi ve alemlere rahmet olan Muhammed Mustafa’nın öz torunlarının çektiklerine, yaşadıklarına bir bakın hele.

Güneş bile isyan etmişti bu zulme, bu haksızlığa...

İmam Hüseyin’in elinde dedesinin kılıcı, başında babasının sarığı, altındaki atı dedesinin hediye ettiği zulcenah adlı soylu bir at vardı. imam Hüseyin’in karşısına kimse çıkmıyordu. Maneviyatları sarsılmıştı melunların, çadırlara saldırmışlardı. Medet ya Hüseyin...

Kadınların feryadına döndü geri, çadırlara saldıranları püskürtmüştü. Bacısı Zeynep aslan kesilmişti, hasta Zeynel Abidine ve diğer kadınlara kalkan olmuştu. Çünkü eli silah tutanların hepsinin kanlı cesetleri ortalardaydı. Zeynep İmam Hüseyin’i yanında görünce, yara almıştı İmam Hüseyin o yürekli asil Zeynep ana Âşığın kaleminden feryadı şöyledir.

 

Gitme kardeş gitme bizi koyupta

Ben de seninle geleyim kardeş

Bir değil bin değil yaram sarılmaz

Dertlerine derman olayım kardeş.

 

Öyle mahçup durup yüzüme bakma

Yaralı yüreğim bir de sen yakma

Zeynel Abidin’i yetim bırakma

Ben senin yerine öleyim kardeş

 

Kanlı Kerbelâ’nın ıssız çölünden

Kan deryası oldu gözüm selinden

Alırlarsa eğer seni elimden

Ben seni nerede bulayım kardeş

 

Yadigarı idin bize dedemsin

Buna şahidimdir gök ile zemin

Gözyaşımdan başka yoktur merhemin

Getir yarelerin çalayım kardeş

 

Görmesin halini dedemle anam

Babam gelip görse halimizi yanam

Kan ağlar yüreğim yanıyor sinem

Ömrüm boyu sana ağlarım kardeş

 

Yanarım yanarım tütünüm tütmez

Kanlı yezitlere gücümüz yetmez

Ben ölsem de benim için fark etmez

Senin yerine ben öleyim kardeş

 

Anam yokki yaraların sardıram

Babam yokki halini sorduram

Kardeş yokki çekip seni kurtaram

Kırıldı kanadım kolum bileğim kardeş

 

Ne kadar anlatsam derdim bitmez

Virane bahçede bülbül ötmez ki

Zalim yezitlere gücümüz yetmez ki

Vurup Zülfükarı böleyim kardeş.

 

Tarih 10 Ekim 680 günlerden Cuma ikindi vakti İmam Hüseyin dalar Yezit ordusunun içine, artık kaybedeceği bir şey kalmamıştı. Bir ok atarlar dedesinin öpüp kokladığı ağzına gelir. Bir kılıç sallar sol eline, diğeri sağ omzuna, bir diğer melun arkadan oku sokar, önden çıkarır, kanlar fışkırmaktadır. Muharrem'in onuncu günüdür. İmam Hüseyin attan düşer.

“Düştü Hüseyin atından sahrayı Kerbela’ya

Cibril git haber ver sultanı embiyaya”

Çadırlara bakmak ister son kez güç kalmamıştır. Başını kaldıramadı, o boyun eğmeyen mübarek baş düşmüştü yere toprağa, toprakta isyan etmişti, çölde isyan etmişti bu zulme.

Kerbelâ da kan vardı, ağıt vardı, zulüm vardı, o soylu insanların şahadeti vardı, birde güneşin isyanı vardı. Hz. Resulullahın öpüp kokladığı “Hüseyin’i inciten beni incitir” dediği imam Hüseyin’in başsız vücudu kanlar içinde yatıyordu. Acısı bitmişti, ama zulme, batıla isyanı bitmemişti.

Güneş batmıştı o gün Kerbelâ’da.

Medet ya Hüseyin, medet ya Hüseyin, medet ya Hüseyin.

 

Mersiye

 

Kudret-al ayn-ı habibi şah-ı servere

 

Kavm-ı süfyan kasdedip cem oldular bir yere

Nasıl laik gördünüz o cism-i paki hançere

Ya hürmet etmek böyle midir Hazreti peygambere

Hem ciğer pareyi Zehra nur-i çeşm-i Hayder’e

 

Vacip iken Hazreti İmama biat ey lain

Kast eyleyip ahir ettiniz fesad-ı din

Fitne-i engiz şekavet oldunuz hep kavmeyin

Ya Hürmet etmek böyle midir Hazreti Peygambere

Hem ciğer pare-i zehra nur-i çeşm-i Hayder’e

 

Hanedan-ı Ehlibeyt'in hakkında kıldınız gülü

Vermediniz masumanı mazlumlara bir içim su

Biz Muhammed ümmetiyiz dersiniz Yezit güruhu

Ya Hürmet etmek böyle midir Hazreti peygambere

Hem ciğer pare-i Zehra nur-i çeşm-i Hayder’e

 

Hangi dinde görülmüştür katl-i evladı resul

Hangi adalette yazılmıştır bu şeni usul

Hakk’a biat etmeyip küfrü kıldınız kabul

Ya hürmet etmek böyle midir Hazreti Peygambere

Hem ciğer pare-i zehra nur-i çeşm-i Hayder’e

 

İşte İmam Hüseyin budur. Bunun için Muharrem ayı matem ayı olmuştur.

 

Hızır Orucu ve Hz. Hızır

 

Hızır Aleyhisselam, Hz. Musa zamanında yaşamış. Ab-ı hayat (ölmezlik suyunu) içerek ölümsüzlüğe erişmiş. Kendisine Allah tarafından batın ilmi (ledün ilmi) verilerek Hz. Musa’yı eğitmekle görevlendirilmiş, tasavvuf ehli tarafından gerçek bilgiye sahip olmuş yetkin insanın (insan-ı kâmil) simgesi sayılmış. Halk arasında dar zamanlarda imdadına yetiştiğine inanılan bir peygamber veya erendir.

 

Misafir gelirse kısmeti bile

Misafir Hızır arzulu dile

Hatayi uğrunu tut vergil ele

Mihmanlar siz bize safa geldiniz

 

Aleviler her evine gelen misafiri Hızır diye karşılar. Kendisine mihman eder ve bütün cömertliğini gösterir, yarin yanağından gayri mihmanıyla her şeyi bölüşür.

Misafir perverliğini gösterir ve mihmanını uğurlar çünkü mihman Hızır’dır, Hakk’tır, mihman gelene eve bereket gelir (Bakara suresi ayet 3).

“(O takva sahipleri ki) onlar gaybe inanırlar. Namazı dosdoğru kılarlar. Kendilerine rızk olarak verdiğimizde de Allah yolunda harcarlar. İşte ayette ki rızk ve Alevilerin işte cömertliği ve işte paylaşmanın güzel örnekleri.

Hızır Aleyhisselam, İlyas Aleyhisselam ve İskender-i Zülkarneyn, birlikte ab-ı hayat suyunu aramaya çıkar. Hızır ve İlyas bu suyun kaynağını bulup içmişler ve ölümsüzlüğe ermişlerdir. Hızır ve İlyas sağdır yaşamaktadır. Hızır karada, İlyas denizlerde, yardıma muhtaç olanlara zor durumda olanla yardım ederler. Yetiş ya Hızır diyenlerin carına yetişirler.

 

Zulmet deryasına nur edip gelen

Hızır İlyas şah-ı merdan Ali’dir

Garibim, mazlumun halinden bilen

Hızır İlyas şah-ı merdan Ali’dir.

 

Hızır ve İlyas yılda bir kez (6 Mayıs Hıdrellez) gününün gecesi bir gül ağacının altında buluşurlar. İşte bu güzel inancımızı ve geleneklerimizi yaşatmak, gelen nesillere aktarmak bizim kutsal olan bir görevimizdir.

 

Hızır Orucu Nedir?

 

Nuh Peygamber’in gemisi fırtınaya tutulmuş, halk feryat edip Yetiş ya Hızır, Bizi Kurtar diyerek dua etmişler. Allah tarafından duaları kabul olunur ve fırtına diner. İşte o zaman yüce Allah’a şükür orucu olarak 3 gün oruç adanmışlar. Bu oruç o günden, bu güne kadar önemini hiç kaybetmeden tutulagelmiştir ki, yüce Allah insanların dar günlerinde yardımcısı ve gözcüsü olsun.

Hızır orucu eski (Rumi) takvime göre 31 Ocak-2 Şubat arası 3 gün tutulurdu. Yeni Miladi takvime çevirdiğimiz zaman 13-14-15 Şubat günlerine tekabül etmektedir. Birlik ve beraberliğimizin sağlanması için yek vücut olarak bu günlerde tutulmalıdır.

Kuranda Hızır Aleyhisselam;

Kuran’ı Kerim, Hz. Musa’nın, Hz. Hızır’la buluşmasını Hızır’ın adını anmadan anlatır (Kehf suresi ayet 60). Bu kıssada Musa ile Hızır’ın iki denizin birleştiği yerde (Necme-Al-Bahreyh) Allah tarafından Ledün İlmi verilen Hızır ile buluşurlar.

İşte Kuran ve Ayetler:

Ayet 60; Hani bir zaman Musa genç arkadaşına ben iki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar hiç durmadan gideceğim yada bu uğurda yıllar geçireceğim demişti.

Ayetin Yorumu: Ya Muhammed! Musa’nın öyküsünü anlat. Firavun’u helak etmiştik. Musa Mısır’da kürsüde konuşma yapıyordu Hak ve Hakikati anlatıyordu. Kendisine soruldu ki; Ey Tanrı elçisi, şu anda dünyada sizden daha bilgili kimse var mıdır?

Musa; Hayır dedi ama şaşıp kaldı. Acaba var mıydı? diye düşünmeye başladı yüce Allah; var-var dedi. “Mecme-al Bahreyn” denilen yerde benim bir kulum var o senden daha bilgilidir.

Musa; Yarab, emret göster ona hizmet edeyim, ondan senin hazinen olan bilgi öğreneyim.

Musa; yüzyıllar geçse de burayı arayıp bulacağım dedi. Arkadaşını yanına aldı ve aramaya başladı. İlmin mağripte de meşrikte de olsa aranmasının gerektiğini anlatılmak istenen mesaj budur.

Ayet 61: İkisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca balıkları unuttular. Balık denize bir delikten girip yolunu tutmuştu (Allah’ın mucizesi balık dirilip gitti ve gizlendi).

Ayet 62: Musa, arkadaşına; kuşluk yemeğimizi getir. And olsun ki bu yolculuğumuzdan yorgun ve bitkin düştük.

Ayet 63: O da, gördün mü, o kayaya sığındığımız vakit doğrusu ben balığı unutmuştum. Onu hatırlamamı bana ancak şeytan unutturdu. Balık da denizde şaşılacak şekilde yolunu tutup gitmiş dedi.

Ayet 64: Musa ona “aradığımız bu ya” dedi ve izleri üzerine gerisi geri döndüler (Balığın atladığı yere kadar geldiler).

Ayet 65: Derken orada, kullarımızdan seçtiğimiz, tarafımızdan rahmet verdiğimiz, kendisine Ledün İlmini öğrettiğimiz irfanda yüceliğe (Tanrı Dostu) bir kulumuzu (Hızır).

Ayet 66: Hızır’a dedi ki; sana öğretilen o ledün ilmi neden bana doğruyu, gerçeği, iyiyi öğretmen için sana uyayım mı? (Beni irşat et, bana o bilgiyi öğret).

Ayet 67: O da Musa’ya, sen benimle herhalde sabredemezsin dedi (Hızır burada kendi ilminin Batıni, Musa’nın ilminin Zahiri olduğunu anlatmak istiyor).

Ayet 68: İç yüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?

Ayet 69: Musa ona, inşallah beni sabırlı bulursun, hiç bir işte sana karşı gelmeyeceğim dedi

Ayet 70: Hızır tavsiye yoluyla, o halde bana uyacaksın, sen sana anlatmadıkça hiç bir şeyden (yani sebebini) sorma dedi

Ayet 71: Bu sözü anlaşma tamam olur olmaz, Hz. Hızır ile Hz. Musa, ikisi birlikte sahile doğru gemiye gittiler. Gemiye binince, Hızır gemiyi deldi su dolmaya başladı. Musa bu durumu görünce, peygamberlik şefkatiyle

Hz. Hızır! İçindekileri boğmak için mi gemiyi deldi, doğrusu korkunç bir şey yaptın.

Anlamı: Gemi beden gemisidir. Hakk’a kulluk görevini yerine getirmek için her yerde zalim olan bir nefis var. İşte burada o beden gemisinin içindeki nefsi kırmak lazım.

Ayet 72: Hızır ona; ben sana demedim mi? benimle beraber bulunmaya dayanamazsın dedi.

Anlamı; Musa’nın ilminin kitaplarda yazılı olan zahiri ilim olduğunu, Hızır’da ki ilmin ise Batıni “Ledün-İlmi” gizli bilgiler olduğunu belirtmek istiyor.

Ayet 73: Musa; antlaşmamızı ve sana verdiğim sözü unuttum, bundan dolayı bana çıkışma ve zorluk çıkarma dedi.

Ayet 74: (Denizden çıktılar) karada yürüyerek yollarına devam ettiler, yolda bir çocuğa rastladılar o kul (Hızır) o çocuğu hemen öldürdü.

Hz. Musa hiddetlendi, günahsız bir canı öldürdün, and olsun ki çok kötü bir iş yaptın!

Yorumu; Nefis çocuk olarak anlatılıyor, nefsin sıfatları kalbe peder olur. Çocuğu öldürmek demek, gazap, şehvet ve kötü sıfatları yok etmektir.

Ayet 75: Hızır, Musa’ya hiddetle; senin ile benim ilmim arasında bir benzerlik yok, beni bırak, ben demedim mi benimle birlikte olmaya sabredemezsin.

Ayet 76: Musa ona (özür dileyerek) bundan böyle sana bir şey sorarsam, bana arkadaşlık etme.

Ayet 77: Yine yollarına devam ettiler, derken bir kasabada yiyecek istediler. Onlar bu yabancıları konuk etmediler. Orada yıkılmak üzere olan bir duvarı gördüler. Hızır o darı eliyle düzeltti, yepyeni etti, bu halde Musa’nın ğaribine gitti. İsteseydin bu iş için ücret alabilirdin (onlar bize bir lokma ekmek verdiler oysa)

Ayet 78: Hızır; işte bu senin soru sorman ve sitemin, senin ayrılmamızı gerektiriyor. O sabretmediğin şeyleri sana anlatacağım.

Ayet 79: (Tanrı emriyle) yaraladığım gemi, denizde iş yapan bir yoksulundu; ileride bu gemiyi gaspeden zalim bir hükümdar olduğundan, gemiyi kusurlu yapmak istedim ki işe yaramaz gözüksün ve gaspetmesin.

Ayet 80: Çocuğa gelince; onu öldürmemin sebebi o kötülükle yoğrulmuştu, türlü fenalıklar, azgınlıklar yapacaktı, ana ve babası mazlumdu. Onları da azgınlığa düşürmesin dedim

Ayet 81: Rablerin onun yerine onlara daha temiz ve merhametli, dürüst bir çocuk vermesini diledik.

Ayet 82: Duvara gelince; bu bina iki yetim çocuğa aitti, bu binanın altında gümüş ve altın vardı, ana ve babam iyi insanlardı o hazineyi Hak yolu için yığmışlardı.

O duvar yıkılsaydı bu çocuklar aç kalırdı. İşte sabredemediğin olayların yorumu budur. Fransız bilim adamı Louis Massignon’a göre; işaret ediler. Bu üç olay, üç önemli mesaj veriyor.

Birinci Olay: Allah iradesine tabi olup inanmanın üstünlüğü,

İkinci Olay: Hz. Musa’nın karşısına çıkarılan Hızır’ın ilahi takdirin sırlarının insanlar tarafından çözülmeyeceği,

Üçüncü Olay: Buna rağmen, insanın kendini buna karşı koymaya çalışmaktan alıkoymadığı noktaları İslâmiyet mükemmelce anlattığını belirtmiştir.

 

Tasavvufta Hz. Hızır

 

Tasavvufçulara göre Hz. Musa zahir ilmini, Hz. Hızır da Batın ilmini (Hakikat) temsil eder. Dört kapının son halkası hakikattir. Hz. Hızır Allah tarafından sunulup, kalbe yerleştirilen Ledün İlmini Hz. Musa’ya vermekle ona mürşitlik etmiştir.

Ledün İlmi: Tanrısal gizleri ve gerçekleri kavramaya çalıştığı bilgidir.

Hz. Musa, peygamber olmasına rağmen, Allah dostu olan bir kul olan Hızır’ın bildiklerini bilmiyordu. Burada ilmi sınırsız olduğu, bilinmeyen çok şeyin varlığı ispatlanıyor.

 

Hızır ile İlgili Kaynaklar

 

Hızır kıssası, Kuran’da (adı anılmadan) Kullardan bir kul diye anılmıştır. Bu gizemli kulun Hızır olduğunu bildiren hadis kitaplarıdır. Büyük din alimi olan Buhari-Müslim-Ebu Davut-Tirmizi ve Müstedrek’tir. Hz. Muhammed’te ona El-Hadır dediği rivayet olunur.

Hadislerde Hz. Hızır ile Hz. Musa gemiye bindiklerinde bir kuşun gagasıyla deniz suyundan yudumlar aldığını görür. Hz. Hızır kuşu göstererek Şu kuşun ne demek istediğine akıl erdirebiliyor musun?

O senin ve benim ilmimizin Allah’ın ilminin yanında denizden gagasıyla aldığı su nispetindedir.

Hz. Hızır bir Velidir, bir erendir. Sufilere göre her zaman Hızır vardır. zorda olana o yetişir. Hızır ve İlyas kardeştir. Hz. Muhammed’i Hızır’a karada, İlyas’a denizlerde imdada yetişen diye buyurduğu ifade edilir. Ahmed Yesevi’ye manevi bilgiyi veren o dur.

Makamları;

Azerbaycan’da; Hızır-ı zinde

Irak’ta; Makam-ül Hadır

Lübnan’da; Hz. Hızır makamı

Mısır’da; Hızır kapısı

Seylan’da; Hızır mağarası

Suriye’de; Makam-ı Hz. Hızır

Ve ülkemizde birçok yerlerde makamı vardır. Hz. Hızır’ın; temelini Kuranı Kerim’de bulunan en esaslı ve ana vasfı, ilahi rahmet ve sınırların bilgisine sahip olmasıdır. Hızır cömerttir, çaresizlerin çaresidir. Umutsuzlara umuttur Hızır, zorda kalanların carına yetişendir.

Cümlemizin yardımcısı, gözcüsü, bekçisi Hz. Hızır olsun.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile