ALİ ÜLGER
(AHMET YESEVİ OCAĞI- EMLEK YÖRESİ / ŞARKIŞLA /SİVAS, (1933))
AYHAN AYDIN
Dedeciğim sizler büyük hizmetler yürüttünüz, bu yolu bugünlere getirdiniz. Şimdi sizler olmasaydınız, bizler olmazdık. Çünkü eğer dedeler, babalar, aşıklar, zakirler, ozanlar gerçekten de bu yolu sürmeselerdi, bunu bıraksalardı, cem yapmasalardı, deyişleri duvazları söylemeselerdi bu yol buraya kadar gelemezdi. Fakat gel gelelim ki sizler daha iyi biliyorsunuz elbette ki Ehlibeytin (meti senası) o doğrulukları, güzellikleri de dünya durdukça söylenecek.
Ali dedem sizleri daha yakından tanıyalım. Bir de Cem Radyo’da programımız olmuştu ama yaşam öykünüzü nasıl anlatırsınız? Ben Şarkışla’nın Emlek Mezere köyünde doğmuşum, 1933’de. Ve babam 1946 babam vefat etmiştir. Tabi biz burada annem tarafından yetiştirilerek büyüdük bu hale geldik. Yalnız bizim yaşadığımız yörelerde elbette ki şimdiki gibi böyle bir ulaşım yoktu. Biz de emmimizin yanında, büyüklerin yanında oturarak biraz izahat alarak, onlardan duyarak bu ana kadar yaşantımız gelmiştir. Bir de benim çok değerli, kıymetli komşu köylerim var; sağ olsun, var olsunlar beni her yere de götürür, takdim ederler. Bir de ben 1949-50’lerde, Yazıltaş Köyü’nde, İbrahim Hoca diye bir hoca vardı, ben de onun yanında, orada okudum, bir nevi staj gördüm. Ve Allah rahmet eylesin sizin gibi bir mühteber o da çok değerli bir hocaydı, benim de ona karşı çok saygı ve sevgim vardı. Ve de onun bana karşı o kadar bir sevgisi ve saygısı vardı. Beni de bu hale getirenler, o çevremde beni sevip sayanlar, var olsunlar, Allah onlardan razı olsun, elbette ki o hocanın sayesinde toplum içine karıştık. İkincisi Emmim Yusuf Ağa vardı biz onun mahiyetinde, o büyüklerin yanında büyüdük. Tabi şimdi ki gibi ulaşım olmadığından dolayı biraz da yol zahmetleri çekerek ve dünya meşakatleri çekerek, cefalar çekmedik değil, bunları yaşayarak bugüne geldik. Şimdi ise sağ olun sizin gibi bir muhteber değerli arkadaşların yanların da büyüyüp buralara geldiğimize ve tanıştığımıza da candan başka temennah ediyorum, sağ olun var olun.
İnsanlardan çok şeyler aldım, dediniz amcamdan veya başkalarının yanına gittim staj gördüm diyorsunuz, yetiştim, diyorsunuz. Yani dede olan kişi sadece soydan getirdiği asaletiyle değil sonradan gördüğü eğitimiyle de önemli oluyor, bu olmasa zaten bir eksiklik meydana geliyor herhalde.
Şimdi babanızı erken kaybettiniz, amcanız, diğer büyükler ne anlatırlardı? Ahmet Yesevi soyundan başka amcazadeleriniz var mı, Türkiye’nin farklı yerlerinde? Şimdi 1970’lerde ve ondan dahi önce Sivas’ın Zara’dan Cafer Hancı, diye bir emmimiz var. Tokat’ta yaşıyordu o emmi zade geldi bizim oraya, 95 yaşındayım, dedi ve o da bize o yöreleri anlattı. Biz dedi Hoca Ahmet Yesevi evlatlarındanız ve benim, dedi evde hüccettim var, ve aldım, dedi yolunuz düşerse size de o icazeti de vereyim, dedi. Fakat biz bir türlü oraya gidemediğimiz için onu göremedik. Ben başka yerlerde olanları da hatırlamıyorum. Elbette ki başka amcazadeler, dedeler vardır ama bizler tam bilemiyoruz.
Hoca Ahmet Yesevi büyük bir zat, onun üç oğlu olduğunu söylerler; birisi Haydarı Sultanı, birisi Şıh Ahmet, birisi Şıh Hasan diye anılan evlatları vardır. Bu soylardan elbette ki süzülmüş bu ana kadar gelmiştir. Sizin de bu cemde onun vasfı geçip ve resimlerini buraya yapıp, adını ismini burada taşıdığınız, hatırladığınız için hepinize, candan baştan sevgiler sunarım. Bizim hısım akrabalarız çoktur, onları çok seviyorum. Hepsine selamlarımı iletmek istiyorum.
Sizin de bize bu mühleti verdiğinize, bir hak tanıdığınıza hepinize minnettarım.
Efendim biz sizlere minnettarız. Şimdi o gün radyoda söyledik Şarkışla Kızılırmak, Akdağmadeni köyleri var; Temlik, Ortatopaç, Sivrialan, Yahyalı, Ortaköy, Hocabey, Alaman, Sarıkaya. Bunlar sizin talip köyleriniz mi aynı zamanda? Bunlar aşağı yukarı bizim ocağa bağlı değil yalnız bunların hepsinin bana saygıları, sevgileri vardır. Ve kendi öz taliplerimden de bana fazla rayet, hürmet gösterirler. Saydığın bu köylerin de kurbanlarına da giderim. Nihayet bunca yıl yaşamışsın ama sonu, akibeti ölümdür, inna illah ve inna racimdir. Elbette ki bir yerde cenazeler olduğunda her zaman götürürler ben de onların cenazelerini yıkar yerine defnederiz.
Hocalık ta yapıyorsunuz? Ben şimdi bu anda en fazla hocalık yapıyorum. Dedelik için çok fazla, uzun boylu bir yerlere gitmiş değilim.
Anladım, şimdi Akkaya Mezere, Sarıtekke, Örtülü Emmekale, Kavak, Otuluk, Beyyurdu, Bitlecik, Ardal, Kıvşak, Karaleylek, Kevik Yıldızeli köyleri, bunlara dahil gidiyorsunuz? Şimdi bunlara da dahil gidebiliyorum. Şimdi bir de yolum düşerse olabiliyor. Fakat Kümbet’ten o bir taraflara tesadüf olursa oluyor, yoksa oralarda hocalarımız var. Benimkisi Hoca Bağden, İğdecik, Güdül Sarıtekke,Yahyalı, Otluk, Kala, Kavak, Yazıltaş, Ardıçalan, Evci karagözü. Bu aralarda sağ olsunlar ihtiyaç olursa beni gelir götürürler. Ben de bu vazifemi, bunların hizmetlerini, oralarda candan baştan sevgi ile yapmaya mükellefim.
Yani diyorsunuz ki ben cem cemaatten ziyade çağrıldığım yerlerde hocalık yapıyorum. Peki biraz önce bahsetmiştiniz iki sene yanında yetiştim demiştiniz, amcanızdan Kuran eğitimi mi aldınız, din eğitimi mi aldınız? Nasıl bir eğitim aldınız? Ben emmimden yalnız bu tarikat ilimlerini öğrendim. Ben bu hocalık ilmini demin ki buyurduğum gibi Yazıltaş’ta İbrahim Hoca vardı ben orada okudum iki sene, ondan aldım. Ve bu tahsili bana öğreten odur, yattığı yer nur olsun, sağ olsun.
Nasıl bir eğitim veriyordu, nasıl anlatıyordu. Siz oradan öğrendiniz? Şimdi onun bizlere öğrettiği şeyler en büyük olan kutsal doğruluktur. İlim her şeyden üstündür, yalnız ilmine mağlup olmak okursun alim olursun okumazsan tutmazsan zalim olursun, der ve büyük olaraktan hem tarikat ilmini hem de şeriat ilminden öğretirdi. Biz de ona karşı büyük sevgimiz saygımız vardı. Bizim her köyde büyüklerimiz çoktu o büyüklerimiz bütün bu tarikat ilminde Alevilik hakkında bizlere çok bilgiler verirlerdi. Çok değerli kıymetli dedeler de vardı, aşıklar da vardı her yıl için bizim oralarda görgülerimizi ve aşure günlerinde aşure çorbalarımızı, kurbanlarımızı kesmeye bütün çevre köyler gelir yer içer duasını selasını eder giderlerdi.
Sevgili dedeciğim Emlek köyünde bir çok ozan olduğunu biliyorum, hatta bir de kitap var; Emlekli Ozanlar, diye yani bayağı zengin bir damar var orada. Ama sizden şunu öğrenmek istiyorum sizin yörede türbe, dergah, tekke ziyaret yeri var mı? Var efendim.
Nerelerdir? Bizim orada ziyaret olaraktan ve bizim köyümüzde Malatya’dan gelme İbrahim isminde Çolak Dede, diye bir ziyaret var. Ve çoktan beri üzeri yapılmamıştı ben de geçen sene üzerini yaptırdım bir. İkincisi Alaman köyünde var Hencolan böyle Munzur’a uğrayanlar böyle o ocağa gider. Sarıtekke köyünde Muhtar Abdal diye orada var bir ziyaret, Kala köyünde var bir ziyaret. Tabi sağ olsunlar bu ziyaretlerinde üzerlerini güzel yapmışlar aş evleri, cem evleri her şeyleri mevcut.
Cem evleri var mı o köylerde? Kale’de de, Sarıtekke’de de güzel cem evleri, aş evleri, güzel yapılmış herşeyleri mevcudiyetiyle tabidir.
Şimdi dergahın yakınında mı cem evleri? Cem evleri köyün ortasında.
Köylüler mi yaptırmış? Köylüler.
Peki dedeleri kimler bunların? Bunların dedeleri Muhtar Abdallı diye kendi köylerinden. Muhtar Abdallı bir de Turhal’da var. Turhal’ın Ağhu köyü var onların dedeleri esas bu ocağa sahip olanlar orada ve kendi köylerinde de aynı ocağa Muhtar Abdal’a sahip olanlar var. Yazılıtaş köyünde Nazlım Abdal diye bir ocak var. Şimdi onların büyükleri gitmiştir onun oğlu var Hüseyin Efendi de Hasgül derler, o vardır. Kale köyünde de elbette ki çok büyük bir zat üzerlerini güzel de yapmışlar her şeyleri mevcut temiz olarak da kullanıyorlar her şeyleri mevcuttur yapılıdır. Elbette ki bütün bu dediğim bu üç ziyarete de her yöreden senede bütün kurbanlarını getirirler, keserler. Herkesi orada yedirir, içirir, duasını senasını eder gönderirler. O gelen köylerden de o köylülerde onların kahırlarını çeker hizmetleri neyse onu yaparlar.
Kale köyünde de Hüseyin Baba diye bir zattır. O da esas Kangal’dan gelmedir. Kendi Şıh Şazili evlatlarından olup gelmiş orada kalmış. Onun da büyük kerametleri vardır ve köylüleri toplanıp diyarı gurbette olanlar arkadaşlar üzerlerini güzel yaptılar cem evleri, aş evleri her şeyleri bütün o çevre köyleri de gelirler, herkes yılda kurbanları keser giderler.
Bu Alaman dediğim köyde de hem çevrik vardır ve de orada bir ocak vardır Henç olaraktan, ağzı ağrıyan gelir orada kurbanını keser, izin Allah’tan, kurtulanlar da çoktur. Böyle de mucizeleri çok büyüktür ve onlar da annemin kız kardeşinin çocuklarıdır. Alaman köyünde annenim kardeşlerinin çocuklarıdır, yani biz hala deriz annenim bacılarına bizimle de onlar hala çocuklarıdır. Ve bu dediğim köylerde de herkesin de böyle kurbanları oldu muydu götürürler o tekkede kesip yedirirler, sağ olun hepsi de saygı hürmetten başka hiçbir şeyleri yoktur. Çok değerli münevver bir çevrenin köylerinde de insanları vardır, itibarları da çoktur, sağ olsunlar var olsunlar.
Sizin gibi zatlarında öyle bir hak tanıyıp da bizleri buraya kadar getirip bize de bu fırsatı verip de bu anda böyle konuşturmak sohbet etmek için de ben de hepinize candan baştan sevgi sunuyorum.
Belki beni bilen de vardır bilmeyen de vardır. Ben elbette ki demin ki dediğim gibi Emlek Mezere köyünde deyince Ali Hoca derler bilirler, Mulla Dede, Mulla Hoca dedin mi o çevrede herkes bilir. Yalnız Ali kim derlerse iki üç tane olduğu için bilinmez Ali demiş çok ama Şahı Merdan bir tanedir hocam. Ali, Veli çok derler ama ancak Şahı Merdan Ali bir tanedir.
Şimdi Mulla Dede Emlek Mezre dedik ama şimdi çevre açıldı bu Kale, Sarıtekke şimdi buraların her biri bir cevher olarak çıktı karşımıza, türbeler var, ocaklar var, cem evleri var… O zaman bizim Şarkışla dediğimiz muhit çok zengin bir kültüre sahip, Aleviliği dolu dolu yaşıyor.
Peki köylerde insanlar nasıl, tabi ki Allah’tan hepsi göçmedi köylerimize sahip çıkan insanlar var da oralarda yerleşiklik tarımla, hayvancılıkla uğraşıyorlar. Bunların yaşantısı, hali, vakti ne şekilde? Şimdi yani iyi ki büyük şehirleri herkes doldurmadı da Anadolu’da da köylerimiz dolu, oralarda neler yapıyor halkımız? Şimdi Şarkışla dediğimiz zaman Aşık Veysel’le de özdeşleşmiş bir yer yani halkımız ceminde, cemaatinde inancında yaşam mücadelesinde herhalde? Şimdi sayın hocam elbette ki bu 1960’lardan bu yanı millet bütün şehirlere akın yaptı ve şehirlerde bir kısmı da çok vaziyeti zenginliği de iyice. Köyde az bir kimse kaldığından ötürü elbette ki köy sıkıntıları o kadar eskisi gibi değil. Şimdi köylerde az bir şeyler kaldı bunlar da tarımla, hayvancılıkla idare ediyor geçimini sağlıyor. Elbette ki evvel ki zamanlarda köylerde büyük insanlar çoktu, sözü geçerli olanlar çoktu, tarikat yürüyordu ve şimdi köylerde kimse kalmadı. Bugün 100-200 haneli bir köyde 20 hane kalmadı, hep göç etti Ankara, İstanbul, Adana, bütün dış ülkelerde, Avrupa’da buralardan olduğu için köylerde az kimseler var onlarda hakikaten tamamıyla eskisi gibi bu tarikat işlerini yürütemiyorlar.
Peki sevgili dedeciğim siz daha çok hoca kimliğinizle biliniyorsunuz ama soy dedelik. Hacı Bektaş’ ziyaretiniz, bağlılığınız var, o ulu dergahından icazet almışsınız. Ayrıca Ahmet Yesevi ocağına bağlı olduğunuza dair, orada bulunan postnişinler mühürlü imzalı olarak size tasdikli bir belge vermişler; hizmet yürütebilirsiniz, diye.
Peki Hacı Bektaş’la bağlantınız nedir, Hacı Bektaş’ı nasıl görüyorsunuz siz? Hacı Bektaş dergahını nasıl yorumluyorsunuz? Şimdi sayın hocam, orası yedi haneden ibaret bir köydü. Kendisi kendi emeğiyle ve kevsi kerameti, nücüzetiyle (mucizatıyla) bu Türklüğü yaymış, Bektaşiliği icat etmiş. Ondan önce bu Aleviliğin yolu birer baltaya uğramış, biraz gerilemiş ama Hacı Bektaşi Veli Sultan gelince tarikatı ilerletmiş ve bizlere kevsi kerametlerinin nücüzetiyle (mucizatıyla) bizim onlara her inançlarımız vardır. Özümüz oraya bağlıdır. Orası büyük bir tekkedir. Elbette ki senede de gidiyorum, görüyorum, ziyaretimizi yapıyoruz elimizden geldiği kadar. Onların evladına da bizim itikadımız vardır. Çünkü bütün Türkiye içerisinde ve Türkiye değil Avrupa memleketinde de kendisini sevdirmiş, saydırmış ve büyüklüğüyle kevsi kerameti mücüzatıyla her tarafı irşat etmiştir. Büyük bir zat olduğu için hepimiz de oraya bağlıyız. Ne kadar Türkiye’de ocakzade evladı varsa hepsinin başı buraya bağlıdır. Hacı Bektaşi Veli Sultan mürşidi Ali Aba’dır, bizim mürşidimizdir.
Yani pir makamı olarak, mürşit makamı olarak orayı mı kabul ediyorsunuz? Orayı kabul ediyoruz, mürşit olarak, pir olarak Hacı Bektaşi Veli’yi tanırız ve oraya niyazımız vardır. Orayı tanımayıp gitmeyenleri ben kendi şahsıma konuşuyorum ve bütün çevrem de buna şahittir, oraya iman etmeyen, orayı tanımayan bir kimse ne dedelik yapar, ne de dededir ve ona da gönüllü Alevi demem. Çünkü mürşit, pınarın, çeşmenin gözü orasıdır, o kadar kevsi kerameti mücüzatıyla her tarafı irşat etmiş Türklüğü yaymıştır.
Sayın hocam bu kadar olduğundan takdiriyle elbette ki bizim ona saygı hürmet göstermemiz lazım ve dede, ocakzade olaraktan da oraya zaten kendisi de demiştir, bu kapıyı tanımayan üç seneden, beş seneden, yedi seneden, on iki seneye, kadar müsaade vermiştir, on iki seneye kadar gelmeyenin tacı deliktir, kendi mürtatdır, yediği temiz olmaz, kestiği de mismil değildir, dedi.
Ve kendi bütün orada Rum erenlerinin kısmetini verip dağıtınca bunların hepsini güzelce izahat etmiş, söylemiştir. Ben kendi şahsıma ve bütün çevre de bunu Hacı Bektaşi Veli’yi tanımayan, oraya riayet etmeyen, onu bizim kardeşimiz diyen, yani biraz benlik getiren kimselere de ben Alevi, demem.
Eğer biz Aleviysek bugün Hz. Ali soyundan gelip bizim oraya itikadımız varsa, Ali Aba’ya Ehlibeytine biz inanıyorsak, Hacı Bektaş’a da inancımız var. Oraya gitmemiz, orayı tanımamız gerekir. Orayı bilmeyen, tanımayan, Ehlibeytini bilmeyen, Ehlibeytine inanmayan, Ehlibeytini inkar eden, hiçbir yörede ne Müslüman’dır, ne Alevidir, ne de dede olabilir.
Siz ne sıklıkla ziyaret ediyorsunuz dergahı? Şimdi biz dergaha ilkin varırız vardıktan sonra herkes tabi kendine göre düzenini alır temiz taharet olarak bütün o ziyaretleri gezeriz. Gezdikten sonra orada ki post nişanına herkes kudretinin yettiği kadar oraya da bir ziyaret olaraktan biraz bahşişte bulunur. Ve de onlar da oraya gelen erenlere şevklerini, hürmetlerini gösterirler.
En son kimi ziyaret ettiniz, şu anda kimi tanıyorsunuz? Ben en fazla Feyzullah Efendi’nin zamanında bütün onun emirlerini yerli yerine getirdim. Şimdi oğlu Veliyettin var en fazla benim güvencim Veliyettin Efendi’medir, ona giderim. Bütün saygım, sevgim sonsuz olarak da onadır. Veliyettin Ulusoy’ı ben çok severim, sayın hocam.
Çevrenizdeki başka ocaklar hangileridir? Gözükızıl evlatları vardır, Davulalan Köyü’nde.
Onların cemini, cemaatini gördünüz mü? Şimdi onların sayın hocam ben kendim görmedim yalnız onlar hiçbir kimseyi cemlerine koymazlar. Yalnız kendi kabilelerine ait onlar olursa içlerinde birbirlerine görgüsünü, sorgusunu yaparlar. Onlar bizim gibi bir kimseleri cemine, cemaatine koymazlar. Bilmiyorum sakıncaları ne olduğunu, yalnız şimdi bu Alevilik hakkında ve görgü hakkında birkaç tane değişiklikler var. Çünkü ben bilmiyorum bazı yörelerde erkancı, diye bir takımlar var. Bunlar erkan olaraktan kullanırlar ve erkancıyız, derler. Bizlere de pençeciyiz, diye onlar riayet etmezler.
Siz pençecisiniz? Biz pençeciyiz. Penç Ali Aba’dır. Zaten ki Cenabı Allah bile bu dünyayı beş nesne yapılmıştır o beş nesne de elbette ki Evladı Resul’ün soyundan gelen Ehlibeytidir.
Peki dedeciğim, nedir görgü, görgünün manası nedir? Erenler buyurur ki; ey talip gelme gelme, dönme dönme, büyük ikrar verme öl, ikrarını da verme (dönme). Görgünün içinde olmak üzere; ey talip; kimsenin hakkını yeme, kimsenin hakkına tecavüz etme, doğru ol, doğru helal kazan, helal et. Nefsine zor geleni kimseye yapma, gücün yetene kimseye zulümkarlık etme, benim gücüm yetiyor, diye ötekini ezme. Elinden geldiği kadar aç doyur, çıplak ört, Allah rızası için yedir… Bütün bunlar doğruluğunun ispatıdır, doğruluktan başka hiçbir şey yoktur. O de senede olaraktan bir talibin o seccadeye ayak basıp o görgüde o kendi nasihati almak onun hakkıdır. Bugün yediullah ayeti vardır, Kuran’da bu İnnafetahna suresindedir. O yediullah ayetini de bilmeyen bir dede gidip ne bir talibini görebilir ne de böyle cemaatlerde doğruluğunu tasdik edemez. Ocakzade olan dede olan muhakkak yediullah ayetini bilecek gittiği talibin yediği ekmeği de helal edecek. Bütün bu tarikatta, görgülerde doğruluktan başka hiçbir şey yoktur doğruluğuna tasdik eder. Nasıl bir tencerenin, tavanın sene de bir kalay hakkı varsa bizim de bu Alevi zümresinin, talip olanın Ali Muhammed yoluna gidenin, görgü, sene de bir kalb temizliğinin kalayıdır. Bu kalayıyla, bu aldı ebdesiyle, bu duasıyla senesi yılına kadar ona devam eder. Zaten bunlara da devam etmezse etmedikten sonra bu işi görülemez.
Peki görgünün dışında, musahiplik var, o da çok önemli? Şimdi musahiplik çok önemlidir. Bence her adam musahiplik yapamaz ve altından da kalkamaz. Çünkü musahip demek kardeşten çok üstündür. Musahip denilen bir kişi gayet doğru olmalı, saliha olmalı ve karşısındaki onun gibi doğru, temiz olmak gerekir. Nasıl ki bir evlat babasına hizmet ediyorsa bir gün o musahipte birbirine ve evladına, soyuna, sopuna o kadar bağlantı riayeti olmak lazım. Hiçbir zaman birbirlerine kötü huylarla bakmamalı. Bir gün insanlara her ne zaman olursa olsun bir tek bir nokta vardır eğer ki o bir noktaya da sahip olmazsa evliya da olsa o yolun hakkı değildir. Ancak ki o nefsi envaresini öldürüp o musahibinin evinde neyi yok, diyelim çayı şekeri yok, kendinde var onu bölüp onun yarısını verecek. Çünkü o nasıl durumda yaşıyorsa aynı musahip kardeşi de o şeyde olacak. Şimdi musahiplik ta ileridendir.
Nereden kalma? Ta Ali ile Muhammedin zamanından kalmıştır. Ali ile Muhammed de musahip olmuştur. Bir rivayete göre musahip demekte bir insanı doğru yola göstermek, doğru yola gösteren, doğru ikaza gösteren doğruluğunu tasdik eden bir kimsedir. Peki musahipliğin hakkı budur. Musahipliğin hakkında çok şeyler yazar Miratıl Makasıt’ta da yazar. Çünkü doğru ol, diyor göründüğün gibi ol nasıl ki kendinin açlığını, susuzluğunu, noksanını, tarımı, ticaretini, zararını biliyorsan seninle musahip olanındır, diyor. Musahipten ayrı lokma da yemeyeceksin. Zaten bugün bir musahibin ondan habersiz bir iş yaparsa o musahip ona doğru değildir.
Peki görgü var, görgü de görülebilmek için musahipli olmak mecbur mu? Şimdi mecbur değil o da ne zamana kadar bir insan evet biriyle sözleşir bunun birkaç sene müddeti vardır. Bir insan musahip tutmak için en az 35-40 yaşını ikmal etmeli çünkü yaşı kemalini bulmalı. Hayrını, şerrini bilmeli eğer ki bir insan zaten akil malik (balik) olmazsa ne musahipliğin değerini bilir, ne de kendi değerini bilir. Musahip olan bir kişi ehli kamil olup yaşı kemalini bulmak gerekir. Onunla (müsahip olacağıyla) da birkaç sene bir diyalog kurup, bir sevgi gösterip bakar ki eğer ikisi birbirinin sözüne layıksa, ikisi birbirinden memnunsa o zaman ikisi bir baş gösterip bir gün rehberinin huzurunda kurbanını keser. Helallik içinde onları bir yol kardeşi, can kardeşi olaraktan kendi nasihatini alır, ikisi bir şeye girer o zamanlar musahip olur, çıkarlar, kurbanlarını keser yedirirler.
Peki dede görgü var, musahiplik var, diğer günler var. Sizin yörede ne sıklıkla cem yapılırdı, hangi aylarda yapılırdı, ne kadar yapılırdı, şimdi de ne kadar yapılıyor? Bizim yörede bak hocam, güz geldi miydi birinci ayda başlar, üçüncü aya kadar devam ederdi.
Eylül, ekim ayı mı, hangi güzün birinci ayı? Aralık, ocak, şubat aylarında. O aylarda, çünkü kış aylarıdır herkes evindedir, her şeyini içeriye, evine koymuştur. Ondan sonra görgüsünü yapar, kurbanını keser, toplumunu birlik olur, yaparlar.
Şimdi diyeceğim ki ilk cemde görgü oluyor bütün insanlar toplanıyor mu o cemde? Tabi, tabi.
Sorgu sual oluyor? Şimdi evvela bütün komşuyu toplarsın topladıktan sonra bir birlik, kurbanı diye; Abdal Musa, diye bir birlik kurbanı vardır, bir birlik kurbanı kesersin, o kurbanda ne kadar dargın, küskün varsa birbirleriyle barıştırırsın.
O kurbanı kim alıyor? O kurbanı köylü alır.
Hepsi ortak alır? Hepsi ortak alır. Şimdi o köylü diyelim 15-20 kişi herkes kudreti neye yetiyorsa üç kuruş, beş kuruş bir de fakir fukara benim de içinde şunum bulursun, der verir onları alır kurbanını keser, herkes yiyip içtikten sonra orada ne kadar küskün, dargın varsa onları barıştırır.
Dede barıştırıyor? Dede barıştırır. İçinde büyük vardır o köylerin içinde de büyükleri vardır. Dede o köyden iki de büyük, ehli uygun seçer, doğru olaraktan. Onlara vebal atar; pir hiçbir kimseye yalan söyleyip hatır için söylemeyeceğine orada ikrar verir ve de ondan sonra bunun hangisi doğru, hangisi eğri ona göre muamele eder. Onun eğer ki o arkadaş ona karşı kabahatli ise tarikat onun cumrü neyse cümrünü cezasını verir, o arkadaşıyla barışır. Barıştıktan sonra; ey komşular, büyükler bizim görgümüz vardır, biz görüleceğiz, hakkı olan hakkını arasın ve hakkı olan da versin, denir. Hak nabıktır. Çünkü Cenabı Allah bile diyor ki, ey kulum ben kulun borcuna karışmam, ancak kulun verdiğini kul alır, benim verdiğim emanetimi alırım. O kul komşular mühibleri birbirine razı olur, hakkı varsa alır, hakkı varsa verir, verdikten sonra tekrar yoluna gider, görgüsünü yapar, görgü kurbanını keser.
Görgü kurbanına; görülmedik bir kimse ne gelir, ne o lokmadan yer, ne de o cemiyette durur.
Peki görgüye geçildi, görgü oldu, görgüde nasıl oluyor kurban? Şimdi görgüde herkes görüldü soruldu o görgüde görülen, sorulan şahıslar zaten davarını, kurbanını alır, kurbanını keser kurbanını pişirir herkese yedirir içirir.
Aynı anda mı oluyor, herkes mi kesecek görgüde kurbanını? Yok, yok, hayır. Toplumda şimdi mesela diyelim, 15-20 kişi görüldü, o 15-20 kişi benim köyüm 20 kişi diyelim, 20 kişi görüldü, yeniden görgü kurbanı diye bir koç alır, koyun alır, keserler hepsi ortak birlikte.
Ortak alırlar? Ortak alırlar ve de tek başına da kesenlerde çok olur.
Peki aynı gün mü oluyor, görgü günü mü, sonra mı? Görgü günü, sonra da olabilir. Mesela diyelim bugün görgüyü gördük, bitirdik, yarın kurbanı var, yarın kurbanını keser kurbanına komşusunu davet eder herkes yer, içer gider. Tekrar kıyı köylerde görülen bir kimse varsa gelir o kurbandan yer. Eğer ki, kıyı köylerde görülmedik bir şahıssa o lokmadan yemez.
Peki bir de musahip kurbanı var, onu musahipler alacak? Onu iki musahip alacak.
Ortak mı alıyorlar? Ortak alırlar onu. İki musahip, iki kardeş oluyor ya, onlar alır o musahip kurbanının çevresini komşusunu toplar, komşusu herkes onu yer, onları tekrar kutlarlar; hayırlı olsun, Cenabı Allah başarılar versin, derler. Sizin olduğunuz musahipliğinize tebrikler ederler, yer giderler.
Peki musahip olmayanlar da yiyebiliyor mu kurbandan? Yer. O doğruluk çünkü musahip olmayanlar o Abdal Musa’da barıştılar ya, barış ettiler, birbirleriyle dedikodu yok oldular olduğu için musahip olanlar da yer, olmayanlar da yer. Çünkü onlar görülmüş, sorulmuş, musahibi yokmuş, birbirlerinde hakkı yokmuş, hukuku kalmamış o kurbanı elbette ki yedirirler.
Peki dedeciğim şimdi diyelim ki Abdal Musa oldu, görgü oldu, musahiplik zaten olursa iyi ama olmazsa bir şey yok. Şimdi her gün cem yürüyor mu sizin yörede, ya da nasıl oluyordu eskiden, şimdi nasıl? Şimdi eskiden Abdal Musa kurbanını kestikten sonra ertesi gün de Kelle Kurbanı, derlerdi iki gün, üç gün otururlardı. Ondan sonra da Perşembe günleri toplanırlar bir yere, yine bir lokma ederler, herkes o lokmadan lokma ederdi. Ama şimdi bu gurbet açıldığından, köylerde kimse kalmadığından, bu eski şeyler şimdi o zamanki gibi kalmıyor, yürümüyor.
Yani her gün olmazdı yine eskiden de, Perşembe günü mü olurdu cemler? Perşembe günü olurdu.
Her gün olmazdı? Yok, yalnız Perşembe günü olurdu.
Musahiplikte tabi musahip duaları vardır belki? Tabi, tabi.
Görgüde görgü duaları vardır, onlar ayrı ayrı ama Perşembe akşamı nasıl olurdu cem? Şimdi tabi, o Perşembe günleri lokmalar gelir dede lokmaların duasını eder, yine komşular birbirleriyle muhabbet ederekten otururlar, lokmasını eder, yer giderler.
On iki hizmet yürür mü her Perşembe? Yani her Perşembe on iki hizmet o dediğin ufak şeylerde görürler. Yalnız on iki hizmet hakikaten görgü ceminde olur.
Abdal Musa’da? Abdal Musa’da görülür bir de noksanları vardır Abdal Musa’da görgü de musahiplikte ve bu aşurede dört gün on iki hizmetin on ikisi de görülür.
Öbüründen farkı var mı? Farklılığı şöyledir; yani her hizmet görülmez ama hakikaten görülmek şart. Çünkü eğer ki bir doğruluk hak hukuk varsa, on iki hizmetin hepsi de görülmek mevcudiyetinde, görülür.
Peki dedeler saz çalar mıydı sizin orada? Bazen çalar.
Aşıklar var, zakirler? Bizim o çevrelerde çok aşıklar vardı. Otluk’ta vardı, Rahmetlik Kara Şıh derlerdi, Ardıçalan’da vardı 3-4 tane aşık. Yakın güne bedel Hasan Bulut diye bir aşık vardı o yapardı.
Peki aşık önemli, değil mi cemde? En fazla zaten aşık önemlidir. Bütün bu on iki hizmetin yerlerine getiren, erkanlarını getiren aşıklarıdır.
On iki hizmetin ayrı ayrı duaları var mı? Vardır.
Peki on iki hizmeti yapacaklar biliniyor mu o köyde, yoksa dede herhangi birine hizmet verir mi? Şimdi evvelden o toplumda herkes ne hizmet görüyorsa onun tercümanını okur bellerdi. Ha şimdi olmadığı için yetkili aşık birkaç vazifeyi yapar. Bugün çerağ süpürgesini yapar, selmanını yapar, çırağını uyandırır, zikirliğini yapar. Yetkili aşık bunları yapar.
Peki o yörelerde kadınların konumu ne? Mesela deyiş okutuyorlar mı, yada kadınlar cem de nasıl bir görevdedirler? Şimdi kadınların görevleri, vazifesi cemin sonunda semahta onların vazifeleri. Semahta olan semahı bilen ekipleri vardır onların. Bir de elbette ki bu Selman suyunu dağıtırken bir bacının görevi onları ellerinde bir havlu olarak, onların ellerin siler temizler, niyaz eder, vazifesi budur.
Peki sevgili dedem cem nereden kaldı, cem nedir? Bu kadar anlattık cem diyoruz, neymiş bu cem? Sen hocam ağır yükleri yüklüyorsun. Cem doğruluktur, cem bugün Ali Muhammed’den kalmıştır ve onlar zamanından geçtikten sonra Hacı Bektaşi Veli emri buyruğu tutar. Cemi hakkı muhibbleri bir araya toplayıp birbirleriyle lalekar olmak, birbirlerinin arasında ki ufak tefek nefakerleri kaldırmak, birbirlerine yoldaş kardeş olmaktır. Çünkü bu olmazsa her birini bir araya getiremezsin. Cem olduğu için bizim oralarda bütün çevre komşuları da davet ederiz. Çevre komşuları da gelir, her kişinin de böyle aralarında olan sorunları hallederiz. Cemin anlamı, büyüklüğü de budur ki; halkı bir araya toplayıp birbirleriyle lalebal, bacı kardeş olmaktır.
Peki hocalık ta yapıyorsunuz. İnsanlar Hakk’a yürüyor, ölüm dediğimiz zaman herkes bunu tadacak, istese de istemese, nedir ölüm sizce? Ölüm dediğimiz zaman yani kara toprağa girmek mi, yoksa başka bir manası var mı? Şimdi ne manası olacak hocam, elbette ki öldükten sonra kara toprağa gireceğiz. Çünkü yaradılışı odur ki, insan topraktan halk olmuştur geri toprağa dönecektir. Yalnız tarihin birinde diyor ki, kırk yıl yerin altında yaşamadansa bir gün diyor ne çekerse bu dünyada çekse; iyilikte olsa, kötülük te olsa efendim ne yaparsan yap hepsi bu dünyada.
Çok çok teşekkür ediyoruz. Sağ olun, var olun, çok güzel bilgiler verdiniz.
Söyleşi; 05. 04. 2002, İstanbul