AŞIK ALİ METİN

 (HÜSEYİN ABDAL OCAĞI – ŞAHİN KÖYÜ / DİVRİĞİ / SİVAS)

(1930 / 4 Kasım 2005)

AYHAN AYDIN

 

Gurbet elde bir hal geldi başıma

Ağlama gözlerim Mevlam kerimdir

Derman arar iken derde duş oldum

Ağlama gözlerim Mevlam kerimdir

 

Hey erenler yolunun gonca gülü merhaba!

Gönlümün yıldızı, ayı sefalar ola!

Yüce dağların karları eridi, mor menekşeler açtı, Çamşıhı’nın dereleri çağlar m’ola?

Fani dünyada şu yaralı gönlüme bir derman bulunur m’ola?

Misafirim üç günlük dünyada bir mezar taşı bulunur m’ola?

Diyar diyar gezdim sordum ellere, bülbül oldum sordum güllere gelmedi gelmedi, dediler.

Cemlerin nazlı bülbülü, emektar ozanım, baba sultan, canım dedem sazların yetim mi kaldı?

Merhametsiz Fırat Suyu çağlar akar; Şah Hüseyin’in destanını yaza yaza.

Keremini arar Aslısı kenger gibi çölden çöle savrula savrula.

İmam Ali’nin ululuğunu anlatır diller, dağ dağ, ova ova.

Sazlar durmaz çağlar dört bucak geze geze.

Sen bizi öksüz mü bıraktın, çektin böyle çarçabuk gittin, hey Korkut Ata’nın, Yunus Emre’nin, Kaygusuz’un torunu, büyük yürek!

Dediler ki, Aşık Ali Metin göçtü, dediler de inanamadım, inanamadım da, dolaylı dolaylı sordum, bin bir ışık saçan gözlerinden kanlı yaşlar akan Anasultan’a.

He’mi gittin mi, cancağızım! Yahu nasıl bir iştir bu yıllar yılı sazın bize ilham olmuştu, vefasız da olsalar hani görmeseler de sesini görür gibi hissettiğimiz televizyonlarımız yeni yeni açılmıştı. Hani elinde sazınla Anadolu’ya, Sivas’a cemlere gidecektik birlikte, karlar altında kömbeler pişecekti, talipler yollara düşecekti seni karşılamak için.

Işıklar, aşklar, nurlar içinde yatan dedem, sevgili ozanım bir ulu kervanın bulunmaz sesi, nefesi, Kerbelaların solmaz gülü, sümbülü, yaralı gönüllerin merhemi  şimdi kasetlerdeki seslerinle mi avunacağız?

 

Aşık Ali Metin

On beş yıldır beni kendine bağlayan bir büyük parçamı daha kaybettim. Şu kahpe feleğe söyleyecek çok kötü sözlerim var. Beni can evimden vurarak iyice harap etmeyi aklına koymuş bir kere. Ne oluyor kardeşim sana? En sevdiğim değerlerimi alıp gittiğin yetmezmiş gibi sırdaşlarımı da alıp gidiyorsun arka arkaya? Ne yani teker teker alıp tümüyle beni yetim bırakmayı aklına koydun diye mi seviniyorsun? Ben öldüğüm güne kadar bilesin ki, dertleşeceğim dostlarım olacak! Seni nankör, seni üç kuruşluk çiğeri olan nadan felek!?

Hiç ara vermeden görüştüğüm bir büyük değerimdi Aşık Ali Metin. Sürekli görüşüp konuşuyorduk. Mesafeler aramızda sorun olmazdı. Beni imrendirecek şekilde üç dört araba değiştirip nasıl da, karda, kışta, ayazda kendisiyle bir bütün olan sazını alır gelirdi.

Nasıl olur da o yaşta, o aşkla, koşup gelirdi cemlere, etkinliklere, cenazelere, toplantılara… o ne bitmez tükenmez aşktı, enerjiydi yarabbi! Alevilik/Bektaşilik’le ilgili bir panel mi var, toplantı mı var, konferans mı var, cemler mi yürüyor haber alır almaz hasta da olsa koşar gelir, yetişirdi Aşık Ali Metin Dede.

Ozanlar diyarından Sivas’tan, Çamşıhı’dandı ama tüm Türkiye’ye mal olan bir Alevi/Bektaşi değeriydi. Sazı ve sesi benzersizdi. Ya şiirleri, ya şiirleri her birisi ilham veren bir demet güldü.

Çok küçük yaşta ozanların, dedelerin dizlerinin dibinde büyümüş, yetişmişti. Saza çok meraklıydı, elinden ölene kadar bırakmadığı sazı onun en sevdiği nazlı yariydi. Gönlü yaralı bir bülbül gibi hep öttü durdu. O sazıyla kendi türküsünü söylüyordu aslında, Anadolu insanının, Alevi/Bektaşi toplumunun acılarını dile getiriyordu. Doğa aşığı olmasının yanında, hemen hemen her alanda şiirler yazarak, hayatı nasıl içinden, özünden kavradığını, kucakladığını da göstermiş oluyordu.

Sazın ve sözün ustası Ali Metin önde gelen inanç önderlerinden olarak, bir dede olarak Alevi toplumuna büyük hizmetler vermişti. Çok uzun yıllardan beri cemlerin yasak olduğu, yasak dendiği, baskı yapılan dönemlerden başlayarak tüm ömrünü seve seve bu topluma hizmet aşkıyla cemlerde geçirmiştir. Cemlerin unutulmaması için verdiği mücadele bile başlı başına büyük bir olaydır.

Çağrıldığı yerden bir dakika geri durmayan büyük dedemiz/ozanımız Aleviliği sadece yazan, yaşayan, onu gelecek kuşaklara aktarma yönünde bir önder olmakla kalmayan aydın bir isimdi de. Belki zaman zaman eleştirilen yönleri de olmuştur; her çağrılan yere gitmek demek ilkelerden, değerlerden ödün vermek anlamına gelmez, gelmemelidir de. O Alevilik için düşünen beyinlerden birisiydi de. Sürekli okuyan, Türkiye’yle, dünyayla ilgili gelişmeleri izleyen, takip eden bir insandı. Günlük gazetesini okuduğu gibi televizyondaki haberleri yakınen izleyen Aşık Ali Metin bunlarla ilgili benimle hayli sohbet ederdi.

Alevi/Bektaşi kurum ve kuruluşları arasındaki zıtlaşmaları, birleşememeleri hazmedemeyen Metin Dede, bu konuda da şiirler yazmış, kurum ve kuruluşları ziyaret ederek bizzat ileri gelen yetkililerine bu durumu anlatmıştı.

Yaptığı konuşmalarda sürekli birlik ve beraberlik konuları üzerinde duran Ali Metin Dede gerçekten de çok hoş sohbet birisiydi.

Oldukça alçakgönüllü olan dede, dedelik kurumunun bir değerler sistematiği olduğunu, soydan gelmekle bir marifet elde edilemeyeceğini devamlı söyler, önemli olanın davranışların olduğunu belirtirdi.

Aşık Ali Metin Dede’yle ilgili konuşurken onun hem dedelik hem de ozanlık yönlerini belki bir bütün olarak ele alırken her iki kurumun da onda bir bütünlük oluşturduğunu, bu iki büyük damarın birbirlerini besleyerek onun gerçek yaşam öyküsünü ördüğünü belirtmek gerekir.

Onlarca kez yaptığım söyleşilerde ve gerek baş başa, gerekse bir takım dedeler ve ozanlarla birlikte gerçekleştirdiğimiz sohbetlerimizde Aşık Ali Metin Dede’nin hiçbir zaman büyük iddialar sahibi, görüşlerini zorla kabul ettirir bir tarzda davrandığını hiç görmedim. Tüm dede ve babalara, ozanlara, tüm ocaklara, dergahlara büyük bir saygı ve sevgi besleyen Aşık Ali Metin Dede gerçekten de çok alçak gönüllü birisiydi.

Beslendiği toprakların, Sivas’ın ozanlık birikimleri çok güzel sergileyen Dede aynı zamanla yaşı gereği ve yoğun olarak bu yapının içinde bulunması dolayısıyla zaman içinde oluşturduğu bir büyük birikime sahip birisi olarak bunları çok güzel sergilerdi. O yüzlerce cem yürütmüş bir dede olmakla birlikte hemen hemen çağının tüm dede ve ozanlarıyla birlikte olmuş nadir isimlerden de birisiydi.

Beslendiği kaynakları inkar etmeden, bu kaynaklardan ustaca yararlanmasını bilerek ve bunu kendi kimliğinde örtüştürerek bir kaynaşmacı kimlik olarak kamil insan tipinde örnek gösterilen Ali Metin Dede, bizzat cemler dışında dedelik hizmetlerini de yerine getiren birisiydi. Yeri gelir nikah kıyar, yeri gelir gençlere nasihatler verir, yeri gelir toplumu Alevilik, dedelik konularında aydınlatır, onlara yol gösterici olurdu.

Kendisiyle en az on kez radyo programı yapmıştım. Cem Radyo’daki programlarımızda edindiğim izlenime göre mikrofonu doldurabilen, başta barış, özgürlük, hak ve adalet konularında aydınlatıcı bilgiler verebilirken, Alevi-Sünni yakınlığı ve evliliği, gençlere önem verilmesi, onların önlerinin açılması, eğitime önem verilmesi konularını ön plana çeker; mutlaka ama mutlaka olumlu bir sonuçla birleştirici, hümanist bir çerçevede söyleyeceklerini söylerdi.

Aşık Ali Metin Dede’nin ozanlık, aşıklık yönü ise oldukça kuvvetliydi. O geçmişin avazlarını geleceğe aktarmayı bir görev bilmiş bilge bir şaman atasıydı. Kökleri Dedem Korkut’a çıkan büyük ozanlık geleneğinin üstün niteliklerine sahip olan Ali Metin Dede, çok usta bir bağlama sanatçısıydı. Sesi benzersizdi. Çok uzun yıllar öncesinden bizim dedelerimizin, babalarımızın, analarımızın Ehlibeyt’in, Kerbela’nın mersiyelerini dinledikleri ses olan Aşık Ali Metin Dede aynı zamanda söylediği türkülerle de büyük bir hayran kitlesi toplamayı başarmış isimlerdendi.

İnanç boyutu ağır basan şiirleri yanında, arı ve duru Türkçe’yle yazdığı farklı konulardaki yüzlerce şiiriyle olduğu kadar kendine özgü ve kendiyle özdeşleşmiş nefes ve mersiye söylemeleriyle de belleklere kazınan Aşık Ali Metin Dede’nin plakları, kasetleri Alevi/Bektaşi toplumunun ortak belleğine kazınmış, sonsuza kadar bir değer ifade edecek çalışmalardır.

Şahsen şanslı olduğum önemli noktalardan birisi de kendisiyle yaptığım söyleşilerin, katıldığı cemlerin görüntü, ses ve fotoğraf arşivini kişisel arşivimde muhafaza etmemle birlikte amatör kayıtta da olsa ses kayıtlarını yine elde edebilmemdir.

Yurt, vatan, doğa sevgisinin baskın ozanlık unsurlarından olduğu Aşık Ali Metin Dede halk tarafından da çok sevilen önder isimlerdendi. Bu vesileyle yeri gerçek anlamıyla doldurulamayacak olan büyük ozanımızı, bu değerli dedemizi büyük bir saygı, sevgi ve hürmet duygularımla bir kez daha anıyorum.

 

(Ozanla ilgili bilgiler için bakınız İsmail Metin; Serçeşme Dergisi, Ekim 2005, Sayı: 15, Alevi Almış Ateş Daha Söner mi?)

 

Aşağıda ise kendisiyle yaptığım onlarca söyleşiden üçünden yaptığım alıntılar var. Onu tekrar büyük bir saygı ve sevgiyle selamlıyor, önünde minnet duygularımla eğiliyorum.

 

Bizler Hüseyin Abdal Ocağı’na bağlıyız. Bizler kök olarak, inanç olarak Hacı Bektaş’a bağılıyız.  Divriği Şahin Köyü’ndenim. Eşim de dede kızıdır, Ağuçan ocağındandır. 1930 doğumluyum. Benim çocukluğum çiftçilikle geçti. Bizim elimizde seceremiz vardır, bu da Hacı Bektaş Dergahı’ndan tasdiklidir. Bilindiği gibi o olu zat evlenip, kendi belinden çocukları olmamışsa da; onun evlatları olarak bilinen Çelebiler bu ulu yolu sürmüşlerdir. Bizler Çelebilere bağlıyız, onların çok hizmeti olmuştur. Ama günümüzde onlar da yozlaşmıştır. Önemli olan kişinin soyu sopu değil, yaptıklarıdır. Bu nedenle Bektaşilik de babalar da yolu sürmüşlerdir. Bu yola onlarında çok hizmeti vardır. Ben bazı Çelebilerin de, dedelerin de çok yanlışlarını gördüm. Ama kötü örnek değildir. Dedeler, babalar, çelebiler, aşıklar bu yola  çok hizmet eden insanlardır.

 

Dedeler, Babalar kimlerdir?

 

Gerçek bir dedenin halim selim olması gerekir. Kültürü yerinde olmalıdır. Talipleri irşat edebilmelidir. Dört kapıdan, kırk makamdan haberdar olmayan bir dede olabilir mi? Dedeler de mürşitlerinin önünde arınmalıdır.

Benim en büyük dileklerimden birisi de tüm Alevilerin bir çatı altında toplanmasıdır. Gençlere baktığımızda gençlerin bizden kültür istediğini görüyorum. Bence soydan gelme dışında kimsenin dedelik yapmaması lazım. Belki de dedeler tarafından atanan babalar olabilir. Bir de mücerretlik vardır. Hacı Bektaş gibi yola hizmet etmişlerdir ama hiç evlenmemiştir. Onlara da çok saygı duyarım. Önemli olan bir mürşiti, hak bilmektir, doğru yoldan gitmektir. Evlenmek, evlenmemek çok da önemli değildir. Önemli olan işleyiştir, çalışmaktır, halka hizmettir.

Dedeler, babalar, dervişler insanlar arasındaki sorunları halletmelidirler. Yoksa gerçek bir önderlikten bahsedilemez.

Dedeler bugüne kadar ekonomik kaygı gütmeden hizmetlerini yapmışlardır. Onlara talipler tarafından verilen nezirler vardır. Hakkullah da denir. Kara kaza hakkı vardır.

Ben tekrar edeyim ki, dedeler evvela bir mürşitten, mürşidi kamilden ilim öğrenmelidirler. Dedeler pirleri ve rehberleri önünde görgüden sorgudan geçmelidirler. Bizde her can bir vücuttur, ayrı gayri olmaz. Hiç kimse kimliğinden dolayı üstün değildir. Herkes eşittir, birdir. Dedeler de insan olduğuna göre diğer insanlardan üstünlükleri yoktur. İnsanlar eğer insanlığa hizmet ediyorlarsa, yücelirler. Onlar diğer insanlardan ayrılırlar.

Bence dedeler geleneksel olarak atalarından aldıkları şekliyle cemlerini yürütmelidirler. Bir kuruma bağlı olarak, onlardan emir alarak bu işi yapamazlar. Bu yol çok çilelerle bugüne kadar geldi. Şimdi ise bunu yozlaştıramayız.

Dedelik, Alevilik kimsenin tekelinde değildir. Yol cümleden uludur. Bize düşen gençleri yetiştirmektir. En büyük varlık, sermaye gençleri yetiştirmektir. Ama ne yazık ki, birçok dedenin çocukları bu yola hizmet etmiyorlar. Bunu da iyi düşünmeliyiz. Ben buna çok çok üzülüyorum. Bu yola kim sahip çıkacak? Ben hep bunu düşünüyorum. Bence dedenin temel en önemli görevi talipleri birliğe davet edip, onları yetiştirmek, ayrılığı gayrılığı ortadan kaldırmaktır. Dedenin dedelik yapabilmesi için yaşının bir önemi yoktur, kamil bir insansa genç olarak da cem yapabilir.

 

Ocak Ne Demektir?

 

Muhammed Ali’nin neslinden gelen ve dedelerin ikamet ettiği evlere de ocak denilir. Ocaklar Muhammed Ali’nin kurduğu dört kapıdan sonra ortaya çıkmıştır. Ocakların manevi anlamı taliplerin orada irşat olmalarıdır. Talipler orada kendilerini yetiştirebilirler, kendilerini orada tanıyabilirler. Ocakların Muhammed Ali’dir. Ayrıca Hacı Bektaş Veli’de ocak kurucusudur. Ocağın temsilcisi, toplumun da, atalarında temsilcisi olacağı için çok dürüst, doğru, yola layık olmalıdır.

 

Cemler

 

Dede önce bir akşam namazı kıldırır. (Sünnilikteki gibi değildir) Cemi birler, On İki Hizmet yerine getirilir. Cem aynen Alevilik’te olduğu gibi hizmetin esas alındığı bir ibadettir. Hizmet ise İslamiyet’in temeline uymak, Hak yolunu icra etmek, demektir. Hizmet sahibi kendini tanımalıdır. Bu post, hizmetin yürüdüğü makam Muhammed Ali’den kalmıştır. O posta pirden başkası oturamaz, bu Hacı Bektaş’tan kalmıştır. Düşkünler ceme giremez. İnsanların kendi yörelerindeki cemleri şu anda yürütmeleri zordur ama görgü olduğu zaman kendi dedesine görülmesi gerekir.

Cemlerde rehberler talibi hizmete hazırlar, aynı zamanda dua da yapabilirler. Kuran Hz. Muhammed’in iki emanetinden birisidir, Kuran okunmadan cem yapılmaz. Cemlerde dağıtılan su on iki hizmetten birisidir. Hz. Hüseyin’in vereceği Kevser suyu olarak verilir. Buna Saka İmam Hüseyin, denir. Mümine rahmet, Yezit’e lanet okunur. Cemlerde en büyük görev zakirlere düşer, zakirsiz cem olmaz. Müsabiplik Alevilik’te çok önemlidir. Müsahiplilerin yirmi yaşından fazla olması gerekir. Evli olmak gerekir. Dedelerin dedelerle, taliplerin taliplerle müsahip olması gerekir. Müsahip müsahibinin ahiret kardeşidir. Hangisinin bir noksanı varsa diğeri tamamlar. Müsahipler bir can, bir vucutturlar.

 

Çevremizdeki Köyler, Ocaklar

 

Çevremizde Çakırağa, Ağın, Çağma, Gölveren, Bolo Ağa, Dişbuduk, Başveran, Eşke, Kırkgöz, Bizevi, Höbek, Yellice, Yalnız Sögüt, Kürt Beyaz gibi birçok köyümüz vardır.

Dedelerin pirleri Hacı Bektaş evlatları Ulusoylardır, rehberler Zeynel Abidin Ocağı Mürşit Hacı Bektaş Ocağı’dır. Bizim yörede Hüseyin Abdal Türbesi vardır. Kökleri Ahmet Yesevi’ye dayanır. Çevremizde ayrıca Karip musa ve Seyid Baba türbeleri vardır.

Bizim çevremizde ayrıca Zeynel Abidin, Karip Musa, Seyid Baba Yalıncak ocakları da mevcuttur.

 
Yazılı Sorulara Yanıtlar, 2000

 

Kerbela

 

Döküldü masumun kanı Kerbelâ yazısına

Çekildi oklarla, kılıç Peygamber kuzusuna

Hangi Müslüman dayanır yürekler yarasına

Esiyor seher yelleri, bugün matem havası

Yürekleri sızlatıyor Hüseyin’imin yarası

 

Fatıma Ana uyanmış, Hüseyin diye ağlar

Alemdar Abbas  diyerek, melekler kara bağlar

Yapışmış Kasım’ın sinesine zalimler

Esiyor seher yelleri, bugün matem havası

Yürekleri sızlatıyor Hüseyin’im yarası

 

Güya oturmuş şehitlerin başına

Ali Ekber ermemişti henüz yirmi yaşına

Oklar değmiş  hilâli andıran kudret kaşına

Esiyor seher yelleri, bugün matem havası

Yürekleri sızlatıyor Hüseyin’im yarası

 

Ali Asker susuzdur, uyku girmez gözüne

Aldanmış asi insanlar bir Yezit’in sözüne

Nasıl bakacak zalimler Muhammet’in yüzüne?

Esiyor seher yelleri, bugün matem havası

Yürekleri sızlatıyor Hüseyin’im yarası

 

Metini bu sözün alan mertliğinden utanmaz

Yeter artık bu kederli, derin yara kapanmaz

Hüseyin’imize ağlayan nemli gözler usanmaz

Esiyor seher yelleri, bugün matem havası

Yürekleri sızlatıyor Hüseyin’im yarası

 

Aşık Ali Metin

 

Peygamber Efendimiz Muhammet, bir hadisinde buyurur ki; “Cenab-ı Allah, Ali ile beni bir nurdan halk etti. Beni nur-u nübüvvet, Ali’yi de nur-u velâyet olarak halk etmiştir.” İkisi aynı nurdan tecelli etmiştir. Birisi nebi, birisi velidir. Ali biraz yetiştikten sonra Peygamber efendimiz peygamberliğini ilân etmiştir. Ve Ali El Murtaza, koruyucu meleğidir Peygamber Efendimizin.

Peygamber Efendimiz, son hac vedasında artık Ali’yi vekil tâyin edecek, ama biraz çekindi.

Derler ki, “amcasının oğlu, damadı”. Maide suresinin 67. ayeti geldi: “Ya Muhammet, sana tebliğ ettiğim ayeti ümmetine tebliğ etmezsen, peygamberlik görevini yapmamış olursun. Her  zaman için Allah seni müşriklerden korur.” O zaman Ali’nin elinden tuttu. Son hac dönüşünde, Gadirhun’da, Ali’yi vâsi tayin etmek zorunda kaldı. 28 deve semerini birbirinin üzerine biriktirdi, bir minber yaptı.

Ali’nin elinden tuttu: “Ey ümmetim, benim peygamber olduğuma inandınız mı?” dediğinde, “İnandık ya Resul Allah” dediler. “Ali’nin eti etimden, kanı kanımdan! Cismike cisme, rahmeke rahme, ruhmeke ruhme! Ali benim, ben Ali’yim, aynı zamanda Ali benim kardeşimdir. Cenab-ı Allah, ikimizi bir nurdan  yarattı. Benim devrim, nur-u nübüvvet devri, Ali”nin devri, velâyet devri. Benden  sonra, imamet devri başlayacaktır.”

Bazı  müşrikler dediler ki; “Hem kızını verdi, hem kardeş oldu. Muhammet murtâd oldu. Nasıl olur da kardeş olur?” Peygamber Efendimiz gömleğini kaldırdı; “Ya Ali, gir gömleğimin altına”. Girdi, baş iki, gövde bir oldu. “Yine ikilik oldu, bir can bir vücut olamadınız.” Bir daha “Ya Ali, gir gömleğime” deyince, bir can, bir vücut oldular. “Nasıl kardeşindir Ali? Hem kızını verdin, hem kardeşin oldu?” denince “Ali benim hâl kardeşimdir. Benim halımı Ali, Ali’nin halını da ben bilirim” dedi.

622 tarihinde Peygamber Efendimiz Mekke’den  Medine’ye hicret etti.

Medine  ufak bir köydü.  Köyün  etrafına bir hendek kazıttı ki, kâfirler hendeği geçmesinler. Su  bağlattı. Fakat müşrikler peşini bırakmadılar, başta pehlivanları. Ebu Bekir, Ömer, Osman toplandılar, geldiler Peygamber Efendimize.

Peygamber  Efendimiz düşünceye daldı: “Ya Resul Allah ne düşünürsün?” “Yarın sahabelerim, himmetlerim gelirlerse, nerede kalacaklar?” “Ya Resul Allah, düşündüğün şeye bak. Bir evimiz varsa, yarısını kardeşimize veririz, bir ekmeğimiz varsa, yine yarısını veririz.”

Peygamber  Efendimiz, bir Muhacir ile bir Medine’liyi musahip yapmak zorunda kalmıştır. Bu musahiplik hem Mekke’de kurulmuştur, hem Mescid-i Aksa’da kurulmuştur. Otuz dokuz kişi, Peygamber Efendimizin huzurunda, birbirleriyle musahip olmuştur. Musahiplik  buradan başladı.

Alevi felsefesinde musahiplerin canı da, kanı da birdir. Ayrı-gayrılığı olmaz. Kardeş  kardeşten ayrılır, fakat musahipler birbirinden ayrılamazlar. Muhammet ile Ali nasıl yaşamışsa, onlar da öyle yaşarlar. Birbirlerinden malı, serveti esirgemezler. Şimdi,  orada Peygamber Efendimiz Ali‘yi vâsi tayin etti. Ebu Bekir, Ömer ve Osman, Ali’yi tebrik ettiler; “Ya Ali, Resul Allah”tan sonra ümmetin imamı, vâsisi oldun” dediler.

Peygamber  Efendimizin hastalığı biraz şiddetlendi; “Bana bir kalem, kâğıt getirin, vasiyetname yazayım da, birbirinize düşmeyin” dedi. Zaten O, iki kutsal emanet bırakmıştı: “Birisi Kur’an, birisi Ehlibeytim” demişti. “Ehlibeytim Kur’an’dan, Kur’an Ehlibeytimden ayrılmazlar, her ikisi de huzur-u mahşerimde bana gelirler”. Ömer hemen; “Yazacağı vesikanın bir hükmü yoktur. Allah’ın kelâmı Kur’an bize kâfidir” dedi. Ve Peygamber Efendimiz bunları huzurundan kovdu. Çünkü daha önce, Hicret suresinin 14. ayetinde, Peygamber Efendimize nail olmuştu: “Ey Muhammet, Kureyşliler dediler ki, biz İslâm olduk, henüz onların kalbine iman yerleşmedi, onlar iman etmediler, İslâm da olmadılar, bari Müslüman olsunlar”. Müslümanlık, kerhen inanmaktır.

Hakiki Müslüman olsalardı, Kerbelâ vakası yaratılmazdı. Peygamber Efendimiz buyurdu ki; “Fatıma benim bir parçamdır, onu inciten beni incitir. Beni inciten de Allah’ı incitir”.

Peygamber Efendimiz dünyadan göçer göçmez, Hz. Fatıma’ya bir bağ bırakmıştı, 5 yıl önce vermişti. O bağı elinden aldılar. Ömer, kapısını itti. Hz. Fatıma korkudan kapıya bastı, kapı üstüne devrildi, kaburgasını kırdılar. Çocuğunu zâyi ettiler.

Bu darbe ile, Hz. Fatıma da 6 yıl sonra dünyadan göçtü.

Ehlibeyt‘e, Alevilere çok eziyetler yapılmıştır. Tüm tarihler boyunca Alevilere baskı olmuştur. Ama bizim aramızda din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet ayrımı yoktur.

Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz.

Kim bu ayda gözyaşı dökerse, cehennem nârını o söndürecektir.

Ab-ı zemzem,  diyorlar. Şişelere koyup, Mekke’den su getirirler.

Ab-ı zemzem, kişinin gözünün yaşıdır.

Kim Evlâd-ı Resul Ehlibeyt için bir damla yaş dökerse, cehennem nârını onlar söndürür, sayın dostlarım.

Allah cümlemizi onların katarından ayırmasın.

 

Söyleşi: 21 NİSAN 1999, Cem Radyo, Muharrem Sohbeti

 

Bayram ve Bayramlar

 

Düğünler tören olur atlar yarışır

Yurttaşlarım bayramınız kutlu olsun

Bayram olur kanlı kinli barışır

Yurttaşlarım bayramınız kutlu olsun

 

Düğün tören olur halkım yarışır

Yurttaşlarım bayramınız kutlu olsun

Huzur ile geçsin mevsimler yazlar

Giyinsin kuşansın gelinler kızlar

 

Vurulsun davullar çalınsın sazlar

Yurttaşlarım bayramınız kutlu olsun

Vurulsun davullar çalınsın sazlar

Yurttaşlarım bayramınız kutlu olsun

 

Fikirle tartışın görelim sizi

Sakın incitmeyin birbirinizi

Düşün yarını unutmayın bizi

Yurttaşlarım bayramınız kutlu olsun

 

İnsanlık yolunda bağlandım durdum

Atamdan armağan kaldı bu yurdum

Çalışın kimseden beklemeyin yardım

Yurttaşlarım bayramınız kutlu olsun

 

Metini bayramını kutlayıp söyler

Komşu birbirini ziyaret eyler

Biz birlik olursak el bize neyler

Yurttaşlarım bayramınız kutlu olsun

 

Ali Metin Dede

 

Mühim olan birlik ve beraberliktir, birlik olursak hiç kimse bize bir şey yapamaz. Her zaman için birleşmemiz lazımdır, kaynaşmamız lazımdır, kalbimizden kini, kibiri, adaveti atmamız lazımdır. İnsanlar turab olmalıdır, ne kadar turab olan insanlar varsa o kadar Hakk’a yakın olur. Kibirlik insana hiçbir şey getirmez kendi kendini şişirtir, kendi kendini düşürtür. İnsan olan turab olmalıdır, Hz. Ali’nin bir ismi var turabtır. Hz. Peygamber efendimiz  “Kalk ya Ebu Turab” buyurmuştur.

Eyvallah ben bütün cümle dostlarım bayramını kutlarım, herkese hayırlı günler temenni ederim.

Benim bayram hakkında söyleyeceğim, Hz. Resulullah bize iki kutsal emanet bırakmıştır; birisi Kur’an, birisi Ehlibeytimdir, demiştir. Ehlibeyte ve Kuran’ımıza sımsıkı sarılalım dostlar.

Bugün bizler Alevi olarak herkes pirini, rehberini tanısın, mihraçlamada da söylüyoruz: Evvel emanet budur ki piri rehber tutalım… Ben bir dede olarak bütün talipleri Muhammed Ali yoluna davet ediyorum. Herkes görülsün, sorulsun dört kapı kırk makam, üç sünnet, yedi farz on iki erkan vardır tarikatımızda bunlara gelsin.

Ayrıca tarikatında dört kapısı vardır, şeriat kapısı, pir kapısı, mürşid kapısı, rehber kapısı vardır, musahip kapısı vardır. Bunlara sımsıkı sarılalım. Senede bir kurban talibin borcudur, pire kurban. Talip der ki “elim erde, yüzüm yerde, özüm Darı Mansur’da, Hak Muhammed Ali yolunda, pir divanına mürşit huzurunda ,canım kurban tenim tercüman”, derse pirinin karşısına geçer Darı Mansur olursa, kurbanını keserse, görülür, sorulursa kurtulmuş olur, kurtuluşun yolu da budur. Çünkü bize emanet edilmiştir bu yol. Herkes yolunu sürsün bütün cümle Alevileri, bütün talipleri bu yola davet ediyorum.

Evet cem evlerimiz vardır, cem evlerimizin de büyük faydası vardır ama pirin karşında görülüp sorulmak başkadır, cem evine gitmek başkadır. Cem evlerimizin de tabi ki halkımız bir araya gelir, birbirlerini görürler, birbirini tanırlar cem evlerimizde cenazelerimiz kalkar dede orada vasiyeti yapar Muhammed Ali’nin yolundan ahkamlarını anlatır.

Benim diyeceğim bu kadar. Muhakkak ki her talip, pirini, rehberini tanımalıdır. Çünkü, El Ele El Hakk’a”dır.

Hacı Bektaşi de buyurur ki, “İlimle gidilmeyin yolun sonu karanlıktır”. Şimdi sizlere bir deyiş okuyorum. Sayın canlar ruhun gıdası ikidir, biri nefistir biri ruhun gıdasıdır. Nefsin gıdası bir dilim ekmek yersin doyarsın bir dilim daha yemezsin. Ama ruhun gıdası da muhabbettir. Muhabbetten ise hiç doyulmaz.

Dünyanın malı da dünyada kalacak hiç kimse güvenmesin ki benim malım bana kalacak, diye. 4 metre yer bize kalacak mı kalmayacak mı?, diye.

 

Şimdi okuyacağım şarkı;

 

Ahret uykusuna yatıp uyuyanlar

Sonu ne olacak haberin var mı?

Malına mülküne gurur duyanlar

Kimlere kalacak haberin var mı?

 

Kendini tanımaz binde bir kişi

Nefsetine bilmiş hile bir işi

Kalbi mühürlenmiş görmez güneşi

Nizam kurulacak haberin var mı?

 

Tutan var mı yetimlerin elinden?

Ne nimetler geçer senin dilinden

Yaratıcı razı mıdır halinden

Bir gün sorulacak haberin var mı?

 

Metini baharda yeşerir yaprak

Coşar derelerden sel ırmak

Nasip olacak mı bir avuç toprak?

Ceset kurtlanacak haberin var mı?

 

Aşık Ali Metin Dede

 

Ben her zaman toplumda söylüyorum; insanoğlu arı misaline benzer ki şöyle bir rivayet anlatırlar: arıya sordular “Siz acı tatlı demez yersiniz nasıl bal yaparsınız?” “Biz acı tatlı demez yeriz ama Cuma günleri toplaşırız beyimiz vardır dua eder; biz Allah, Allah deriz, Allah da bize bal yapar” diyor.

İşte bizim dedelerimizin, alimlerimizin bizlere verdiği hitap tarzı şu şekildedi:  talip mesela biri oturup, biri söyleyip bini dinler. Mutlaka her zaman gelmeliyiz, insanı sevip birbirimizi suçlamamalıyız. Kendi açımdan diyorum ki doğudan batıya, kuzeyden güneye toplum yöresel olarak bazen yanlışların peşindedirler, bunları bir tarafa bırakmak gerekir. Bütün ibadetler Hak içindir, Hak için olmalıdır.

Benim toplumdan istediğim birbirimizi suçlamadan toplanalım, iyiyi alalım, kötüyü alalım. Biz insanlar bu vatanı sayıp sevmekle bu vatana hizmet yapmakla varız, bu vatan hepimizin vatanıdır. Bizim sözlerimiz her zaman “Elifi okuduk ötürü Pazar eyledik götürü, yaratılmışı severiz yaratandan ötürü”, şeklinde hoşgörülüdür. Biz insanları devamlı barış yolunda çağırıp, işleri kolaylaştırmalıyız. Elli yıl önceki şeylere takılıp kalmamamılız. Her şeyin bir yeniliği vardır kim bilirdi ki bu anlarda mesela böyle bir toplum böyle gelecek ama o toplumu isterim ki o babalarımızın, dedelerimizin dağlar başında eziklikle yaşayıp bugüne kadar geldiyse bu an gelip birbirimizi sayıp sevip kötüleri atacağız, iyilerin yanında bulunacağız.

 

İnsanın gönlünde bir kıvılcım vardır; O kıvılcım ateşte aşktır. (Aşık Ali Metin Dede)

Tarikatın dört kapısı vardır: demin gene söylemiştik; rehber kapısı, pir kapısı, musahip kapısı, mürşit kapısı. Biz şeriatta bel oğluyuz, belden geldik; tarikatta yol oğluyuz, yola girdik; marifette kemal oğluyuz, kemale eriştik. Pirin eteğinden tuttuk teslim olduk. Pir bize bir şeyler öğretti, ikrar verdi kemale erdik. Marifette, hakikatte atamız topraktır, atamız cevherdir, anamız topraktır yine toprak olduk onun için dört kapı kırk makam Hakk’tır herkes pirini, rehberini tanısın.

Evet Hünkar Hacı Bektaşi Veli bize şöyle buyurmuştur; “Elinize, belinize, dilinize sahip olun” bizde başta gelen budur. Kendi nefsimizi islah etmemiz lazım ondan sonra bu yola girmemiz lazım.

Çünkü yine Hünkar Hacı Bektaşi Veli buyurur ki; “Sakın kimsenin gönlünü yıkma, gerçek erenlerin yolundan çıkma eğer insan isen korkma aşığı kurt yemez. Siz ölümden korkmayın yapmış olduğunuz kötülüklerden korkun” diye buyurur.

 

Söyleşi: 8 Ocak 2000, Cem Radyo, Bayram Sohbeti

 

Dedenin Yayınlanmış Kitapları:

 

  • Pençe-i Ali Aba, Muhammed Ali’nin Yolu 12 Hizmet, 2. Baskı, Çamşık Hüseyin Abdal Derneği Yayınları, Mart 2003, Ümit Ofset- Matbaacılık, Ankara

 

  • Gönülden Gönüle, Tüm Şiirleri, Can Yayınları: 282, Yayına Hazırlayan: Şemsettin Metin, Mayıs 2007, İstanbul.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile