CELAL AKYOL

AYHAN AYDIN

Telefonda uzun uzun görüşmüştük, şimdi de yan yana gelme şansına ulaştık, Celal Dede. Arkadaşların hepsi, “O, can ciğer, güzel bir arkadaş” diyorlardı. Hatta ben bu konuda sana bir telefon açtım. Bunu da banda al.

 

Haydar Beyle tanışıyorsunuz, değil mi? Dededir. Babası  dünyanın güzel dedesidir. Türkiye’de, Adana’da ilk Hacı Bektaşi Veli Kültür Derneğini kuran benim. 12 Eylül’de, ateistlerin  Karl Marks düşüncelerine verdiğimiz bir mücadele de var. O  düşüncelere karşı değilim, onlar ekonomide, kendi ülkelerinde olan  şeyleri göz önüne almışlar. Aslında temele dayanırsak, Kur’an’daki sabit ayetleri bir araya getirirsek, bizim bir İmamızın bir cümlesi bile yetiyor. Bu felsefeyi Ehlibeyt Kültür Vakfı yaptı, onlar da gitti şimdi. Geçenlerde mecliste gene kamuoyunda infial yaratan bir olay oldu. “Aleviler sapık” dediler. O sözden daha ağırını, Hacı Bektaşi Veli Kültür Derneğinden bir dede yapmış

 

Ne yapmış? Demiş ki, “Alevilerin dini, mezhebi yoktur.”

 

Allah Allah! Bende belgeleri var. Kendisini davet ettim. “Tekzip et” dedim, tekzip de edemiyor. Yazısı var bizde. Yani biz birbirimizi kesmeyelim. Kur’an’dan, Ehlibeytten ayrılırsak, çok yanlış yaparız.

 

Alevilik-Bektaşilik nedir sizce? Bence Alevilik bir makamdır. Kur’an’da diyor ki, “Allah birdir.” Yani ne yerde, ne göktedir. Muhammed Resulallah da onun elçisidir. Allah’ın sözlerini topluma intikal ettirmiştir. Ali El Murtaza da onun vasisidir. Hz. Peygamber demiş ki, “Benden sonra soyum, Ali ve Ehlibeytim sonsuza kadar devam edecektir.” Bektaşilik, Aleviliğin ta kendisidir. Ayrı bir düşünce, ayrı bir dil değildir. Hacı Bektaşi Veli Anadolu’ya geldiğinde, 12 İmamların düşüncesi üzerine,  İmam Cafer-i Sadık üzerine ve  Allah- Muhammet- Ali üçgeni içerisinde insanları irşat etmiştir. O da  Türkistan’dan geldiği için, Anadolu’ da onun talibi olup,  sonra da Alevi felsefesini öğrenenlere Bektaşi diyorlar.  Bektaşilerin  bizden ayrı bir ibadet şekli olamaz. İbadetleri bizimkiyle bir, musahip tutmaları, 12 İmamlardaki noktalar bir. Yani Anadolu’da bir daha Cumhuriyet döneminde de vasıl oldu, adam “Ben Aleviyim” demiyor. Hacı Bektaşi Veli’nin, Osmanlı’ya da büyük yardımları olmuştur ve o  bizim pîrimizdir.

 

Peki, dedeler kimlerdir? Şimdiye kadar neler getirmiş, insanlara ne vermişlerdir? Aleviliğe ne katmışlardır? Dedeler olmasaydı ne olurdu? Bakın, bir Kur’an İslâmlık var, bir de Kur’an Evlâtlık var. Kur’an Evlâtlık, insandadır. Bu  sende de olabilir, dedede de olabilir. Fakat Kur’an’ı mantıklı çözebilmek için, onu sevmek gerekiyor, İmam-ı Cafer Sadık diyor ki, “Allah’a itikatın ile, özün ile, sözün ile bağlı ol.” Onlar da bizde kalıyor.  Bunlar neden ayrılmamış? Kur’an’ın özünde ayrılmış. İmam Cafer Sadık diyor ki, “Ben bugünümü İmam Bakır’dan öğrendim. İmam Bakır İmamı Zeynel’den, İmam Zeynel de İmam Hüseyin’den, İmam Hüseyin İmam Hasan’dan, İmam Hasan İmam Ali’den, o da  yani Allah’tan öğrenmiş.”. Hz. Ali’nin  bir söz var; “Görmeyen Allah’a ben Allah demem’’. Dedeler de  bu yolda uğraş vermişler. Eline, diline, beline sahip  olmak zorundadır dedeler. Yani eline, beline, diline sahip olmayan insan, istese de dede olamaz, isterse dede çocuğu olsun. İmamı Hasan imam iken, kardeşinin birinin ismi Cafer’di. Cafer geldi, halifeye dedi ki, “Biz daha hayatta değilken, bizim ismimiz oldu. Sen dürüst hareket etmiyorsun.” O zamanın halifesi şefaat ediyor, . onu götürüp zindana atıyorlar. Sonra zehir veriyorlar. Hastalandığı sırada  gelip diyor ki, “Ağabey, sen ölüyorsun. Bu millete söyle de, ben İmam olayım.” O da diyor ki, “Çık git, lânet olsun sana! Haram yiyorsun, zina ediyorsun, yalan söylüyorsun.” Bunun karşılığında o da diyor ki, “Eline, beline, diline sahip ol.’ Bu söz, Hacı Bektaşi Veli’nin sözü değil, İmam Cafer’i Sadık Efendinindir. O da demiş ki, “Eline, ağzına, karnına, ayağına sağlık.” Bir babanın  5 oğlu varsa, 5’i de dedelik yapamaz. Kim bunun hakkından geliyorsa, dört kapı- kırk makama uyuyorsa, o dede olur. Ama dört kapı- kırk makam da Ahmet’in  Mehmet’in kulak duyusuyla olmaz. Bilimsel olarak onun kaynağı nedir? Kur’an’dır.  Bu kaynağı okullara dökmek lâzımdır. Şimdi sen muhabirsin, bense ilkokul mezunuyum. Ben sana gelip, seni ikna edeyim. Senin bana karşı aşkın, sevgin olur mu? Ben, çıkar için  çalışmıyorsam, taliplerim çoğalır. Her biri 10 milyon verirse, yanlış olur. Zaten ben insan olarak kendimi yetiştirirsem, o kurum da bana  yer verir, beni yaşatır.

 

Cem, semah ve musahiplik konularını kısaca açıklar mısınız? Cem, salonlarda olur, başka yerde olmaz.

 

Cem nereden kalma? Bu yolu kırklardan evvel Hz. Peygamber kurmuş. Hz. Hüseyin babasına demiş ki, “Yol mu uludur, sen mi ulusun?” Hz. Ali demiş ki, “Ben uluyum.”   Hz. Ali’yi dâra çekiyor. Sonra anası geliyor, ona da soruyor; “Yol mu ulu, sen mi?” “Ben uluyum.” Hz.  Peygamber de geliyor, bakıyor ki Hüseyin atasını dâra çekiyor. İmam Hasan’ın da kalıbı ayrı, diyor ki, “Yol uludur.” Bu ‘yol’, oradan kalmadır. Daha sonra Cebrail gelip diyor ki, “Yol uludur, yol. Atasını da dâra kaldırdı.” Semaha gelince, bir folklor ya da başka şey değildir semah, bir aşktır. Hz. Peygamber miraca giderken, 40 tane melek onun etrafında semah ettiler. Meleklerin, biliyorsun, nefsi yoktur, değil mi? Bunların 20’si erkek, 20’si dişi melekmiş. Meleklerde dişi olsun, erkek olsun nefis olmaz. İnsanlarda da ceme girdiği zaman, aynı onun gibi nefis olmaz. Hz. Ali Peygamber’e:  sormuş; “Neden insanoğlu melekten kutsaldır?” Hz. Peygamber de diyor ki, “Cenab-ı Hak melekleri ateşten  kaldırıp, akıl verdi fikir verdi, nefis vermedi. İnsanı topraktan kaldırıp, akıl, fikir, nefis verdi. Hayvanı da yarattı, akıl vermedi, nefis verdi. Eğer bir insan kendi nefsine, edebine  hâkim olursa, melekten de kutsaldır.  Eğer ona sahip çıkamazsa, hayvandan beterdir.” Biz Alevi olarak, o yola inanmışız. Ceme girdiğimiz zaman,  cemi 3 kategoride ele alacağız: Birincisi, ayeti kelimeler okunur, secdeye gelirler, sazla öğütler, doğaçlama söylenir. Son safhada da insanlar aşka, semaha gelir. Semaha gelenin yanındaki karısı da olsa bacısıdır. Ötekinin karısı da olsa, kendi karısı da olsa bacısıdır.

 

Peki, musahiplik nedir? Musahiplik çok önemli bir kurumdur. İslâmiyet’in kuruluşunda, Hz. Peygamber A.S. Mekke’den  Medine’ye  göç eden esnaf ve muhacir 52 kişiyi musahip ediyor. Kendisiyle de Ali’yi musahip ediyor. Bu, bir yardımlaşma, dayanışmadır. Savaşta birbirine sahip çıkmadır. Bir adam evlenmeden musahip olursa, evlendiği zaman  o bir  aile olur. Eğer musahibi  yoksa, aile sayılmıyor. Tabii onun Pîri de olmuyor. Çünkü pîr evine gitmiyor. Rehberi de, musahibi de olmuyor. Dört kapı- kırk makam var ya, onun birinci kapısı musahipliktir, yani tarikat kapısıdır. Musahiplik, işte oradan bize kaldı. Yani musahipliği, biz  kafamızdan dost olalım diye yaratmadık. Alevi kültüründe musahiplik, kirve, Pîr, rehber vardır. Bunların hepsinin adı ikrardır. Bir ikrarı kendi ikrarının hepsine hâkim etmeyi haram kılmıştır.

 

Yüzyıllardır var olan Alevi kültürü, inancı bugünlere gelmiş. Fakat bugün bir yozlaşma yaşanıyor. Örflerde, adetlerde zayıflama oluyor. Dede ile talibin arası bozuluyor. Nedendir bunlar? Demin dediğim gibi, aslında bu olay Gadir Hum olayında noktalanmıştır. Lâ ilâhe illallah,  Muhammeden Resulallah, Ali Veliyullah. Allah bir,  Muhammet haktır. Onun kulu, elçisidir. Ali de onun vekilidir. Bu nesilden gelen seyit, bir de kültür  olarak kendini yetiştirirse, bir kurum olursa,  inancının kaynağını bulur. Bir Sünni  Ali’nin vekâletini kabul ederse, Alevidir. Alevilik soyla olunmaz. İnanç, felsefe ve bilimledir. Alevilik bir inançtır. Dedelerimiz bu kurumu sürdürmüşler, ama gizli sürdürmüşler, yasal olarak sürdürememişler. Yasal olarak sürdürselerdi, bunlar olmazdı. Bunlar da neden oldu? Biraz gevşemeden oldu. Adam kalkıp taliplere bir zaman gidiyordu. Getirip, kendi geçimini sağlıyordu. Sonra  başka iş kategorileri oldu. Gitti çalıştı, talibini terk etti. Öteki de gitti, mühendis oldu. Şimdi diyor ki, “Dede cahildir.”. Yahu, sen de 9 aylıksın, ben de. Dedelerin  Aleviliğe dair bilgisi olsa, bu soğuma olmazdı. Bu son zamanlarda da, bizi birbirimizden uzaklaştıran bazı siyasi   olaylar olmuştur. O siyasal olayların haklı tarafı da var, haksız tarafı da. Kurnaz insanlar, akıllı insanın sırtından geçiniyor. Bazıları da bizim saflığımızdan faydalanıyorlar. Kullanılan biziz. Kullanılanlardan olmayalım.

 

Siyaset ve inanç? Onun branşı ayrı. Şimdi, İzzettin Doğan hukukçudur. Ben hukukçu değil, dedeyim. Sen de gazetecisin. Herkes kendi branşında o kuruma bağlı çalışırsa, o var olur, yoksa olmaz.

 

Dedeler kendi işini yapacak, diyorsunuz. Yüzyıllardır bu yolu getirmiş, sürdürmüşler, topluma birlik beraberlik içerisinde,  Alevilik inancını öğreterek, cemler yürüterek, musahipliği açıklayarak getirmişler. Şimdi dede- talip ilişkileri bozuldu diyoruz, zayıflama var. Halkta da bir ihtiyaç var, bu nasıl çözülecek?  Okul mu olacak? Kurumlaşmak lâzım.

 

Nasıl olacak? Diyelim ki 10 senelik bir dernek var. O derneği feshetme, bir üst düzeyde kurum kur. Bir yasa çıkar, federasyon mahiyetinde, hepsi orada birleşsin. Nasıl akşam namazı Edirne’de saat 5’te, Erzurum’da 5’e 10 kala okunuyorsa; Cemlere de bir yasa koyacaksın. Ne iş yaparsan yap, her perşembe falan yerde cem var, git orada cemini yap.

 

Ama bu Alevi geleneğinde yok. Alevilik, özgür adam mevsimine göre, Abdal Musa kurban kesmiş ve Perşembe günleri cem yapmış. Bazen sabaha kadar sürmüş, bazen geceye kadar sürmemiş. Bazen Cuma günleri yapmış. Yani  bunlar derlenip toparlanmasın mı diyorsunuz? Her yörenin kendine özgü karakteri, kişiliği, kimliği, rengi var. Hayır, toparlansın. Yani bir çatı altında toplansın. İbadet ibadettir. İbadetin şekli, şemali yoktur. Biri bir saat, biri üç saat yapar. Her şey Allah için, ama bu gelenek, bu düşünce yanlış savunulmasın

 

Savunulmasın, ama Sünnilikte olduğu gibi namazı, orucu belli kurallara koyarsak, Alevilikle ne kadar uyuşur? O kadar katı kurallar değil  de, belli oranda, yani geleneksel olarak bunun yaşatılması lâzım. Yaşatılmalı. Abdal Musa lokması diyorsun. Abdal Musa lokması nedir? Alevilik burada yozlaşıyor. Abdal Musa lokmasının anlamı; diyelim ki sizin köy 300 haneydi. Senede bir kere dede geliyor. İlk önce birinin evinde misafir kalıp, bir kurban kesiyor, o kurban beraber yeniyor. Herkes orada, o lokmanın üzerine yargılanıyor, süsler ortaya konuyor. Yani haksızla haklı birbirinden ayrılıyor. Abdal Musa lokmasının anlamı o.

 

Çok teşekkür ederim, aydınlattınız bizi.

 

Söyleşi: 16-19 EKİM 1998. CEM Vakfı  Birinci Anadolu İnanç Önderleri Toplantısı, İstanbul.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile