HAYDAR EREN
(KUREYŞAN (SEYYİD MAHMUT HAYRANİ) OCAĞI / BİNGÖL / TUZLA HAYDAR EREN VAKFI BAŞKANI)
AYHAN AYDIN
Özellikle Tuzla Aydınlıköy’de bir büyük cem kültür evinin yapılması konusunda öncü olan Haydar Eren geleneğin yaşatılması konusunda emek sarf eden dedelerimizden.
Her şeyden önce sizi tanıyalım; nerelisiniz, hangi ocağa bağlısınız sevgili dede? Benim ismim Haydar Eren, Kureyşhanlıyım, Seyit Mahmudi Hayrani evlatlarındanım. Tabii ben kendi kültürüme yaptığım bir hizmeti herhangi bir şeye alet etmek istemiyorum siyasi olarak veyahut yapmaca olarak değil ben kendi kültürüme hizmet etmişsem Hakk için etmişimdir. Bizden sonra kalanlar için bir iz kalsın, diye o erkana eğer bir hizmet etmişsem Hakk zayi götürmesin.
Mahmudi Hayrani hakkında neler söylersiniz? Mahmut Hayranı imamlar soyundandır. Ehlibeyt soyundadır. Mucizat sahibidir. Alaattin Keykubat döneminde fırına atılan zattır. Üç gün, üç gece fırında kalmıştır. Aynı zamanda da ermişliği ile tanınmıştır. Ayrıca ilmi ile de tanınmıştır. Nasrettin Hoca onun talebesidir. Mevlana Celalettin Rumi, Seyit Mahmudi Hayranı’nin görüştüğü, çok sevdiği, gönüldaşı, fikirdaşıdır.
Seyit Mahmudi Hayrani, Alaattin Keykubat döneminde fırına atıldıktan sonra beraberinde Çubukçu Mehmet götürmüştür Alaattin Paşa’nın yanında çuhadarmış. Kolundan tutup da fırına girdiği zaman beraberinde götürmüş, asılmışlar ama gücü yetmemiştir. Demişler varsın o da girsin, yansın Seyit Mahmudi’nin bunu götürmesindeki amaç gelsin ceddimin nişanesini anlasın, secerelerimizde ve büyüklerimizden duyduğumuza göre üç gün, üç gece kalmıştır fırında.
Alaattin Keykubat emir vermiş onların külünü rüzgâra savurun demiş. Fırının kapısını açtıkları zaman bıyıkları buz tutmuştur o zaman farkına varmıştır ki ermiş bir zattır.
Alaattin Keykubat bu arada Seyit Mahmudi Hayrani sormamış değil. Beraberinde götürdüğü Çubukçu Mehmet’e sormuş sen bu ermişle gittiğin zaman neler gördün, ne hissetin? Gördüm diyor ıslak yeşil bir çayırda çıktık rüzgâr esiyordu soğuk bir rüzgar, bu erin elinde bir dal vardı dikti. O dal büyüdü selvi kavağı oldu. Bu da üstüne beyaz bir doğan oldu üstüne kondu. Selvi kavağı beyaz bir köşk oldu oda üzerine beyaz bir doğandı.
Seyit Mahmudi Hayrani’nin üç tane ismi var; Seyit Mahmudi Hayrani, Nam-i Diğer-i Dervişi Gur bir ismi de Seyit Beyaz’dı.
Seyit Mahmudi Hayrani fırının kapısına gittiğinde fırının Alevi gürlemesi ile Derviş-i Gur ismini aldı, fırında çıkarken Çubukçu Mehmet’in anlattığı şey üzerine beyaz köşk, beyaz doğan onun için bir ismi de Seyit Beyaz’dır.
Ona duyulan sevgi sonsuzdur... Anadolu’da birden çok yerde Mahmudi Hayrani türbesi olduğu söyleniyor. Öyle bir şey duydunuz mu? Sizin fikriniz sanırım burada Akşehir’de yatan ulu zatın Mahmudi Hayrani’nin gerçek kişi olduğu yönünde? Bizim bütün inancımız burasıdır, Akşehir’dir. Onun haricinde varsa ben bilmiyorum, mantığın kabul etmeyeceği şeyi kabul etmeyiz.
Buraya nereden gelmiş sizce? Hünkar Hacı Bektaşi Veli’den önce buraya gelmiş; doksan bin Rum erenlerin piridir, bir rivayette Hünkar Hacı Bektaşi Veli’nin amcasıdır.
Doğrudan buraya mı gelmiş, başka yerlerden mi geçmiş de buraya gelmiş? Rivayetlere bakarsan Tunceli’ye gelmiş, orada Çelakas’ta kalmış. Seyit Mahmudi Hayrani’ye ait kitaplar vardır. Ayrıca elimizde seceremiz ve beraatlarımız da vardır.
Orijinal metin sizin elinizde mi? Noter tasdikli fotokopisi var elimde, yeminli tercüme bürosundan, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden yeminli bir tercüme alınmıştır o tercümenin marifeti ile eski yazıyı yeni yazıya çevirtmiş, Ankara İkinci Noter’de tasdik edilmiştir.
Orada özetle ne diyor? Hangi evladın eline geçmişse iki şahitle beraber o dönemin müftüsü şu adamın şahitliği ile bu adam filancanın oğludur, Ehlibeyt soyundadır, diye tasdiklenmiştir.
Hacı Kureyş yada Kureyş siz ona bağlısınız, Mahmudi Hayrani ile Hacı kureyş arasındaki ilişki nedir? Mahmudi Hayrani, Hacı Kureyş kendisidir. Aynı soydan geliyor mesela ismim Haydar’dır ama Kureyşhanlı diyorlar bize lakap olarak Kureyşhanlı derler.
Mahmudi Hayrani ile Hacı Kureyş özde aynı mı? Özde aynı ayrı kişiler değil, Düzgün Baba mesela Tunceli’de Düzgün Baba sır olmuş... kırk gün çile çekmiş... sır olmuş.
Düzgün Baba da Hacı Kureyş’in oğludur, bu devam edip geliyor, dağılmış.
Bunun dışında bu soydan gelen eren ve evliyalar kimlerdir, nerelerde var; aynı kökten gelen yada yakın coğrafyada bulunan? Tunceli’de buna benzer Kureyşhanlılar çoktur; ama ermişler tabi var. Ermişlerin içerisinde Erzincan’ın Çayırlı Başköy’da Hasan Efendi vardı. Başköylü Hasan Efendi vardı o da ermiş bir zattı. Hakk ile Hakk olmuştu. Başköylü Hasan Efendi Erzincan’ın Çayırlı Başköyü var o köyden ermiş bir zattır aşağı yukarı Türkiye’de tanımayan çok az insan var. Hakk’a yürüdü, rahmetli oldu.
Sizin sülale, soy daha çok nerelerde yerleşmiş, Dersim’den mi çıkma? Tunceli’nin ekseriye Nazimiye’nin köylerinde. Büyük şehirde İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara ama dağılmışlar Türkiye’nin her yerine.
Sizin dede olarak bunlarla bağınız var, talipleriniz çok? Taliplerimiz vardır. Ama benim ilk önce talip olmam gerekir ki ben ondan sonra pirlik yapayım ben talip olamadım ki pirlik yapma yeteneklerim yok.
Sizin Mahmudi Hayrani isim olarak alan kaç dedeniz var o ocaktan gelen? Dedelik yürüten çok, Aliler dolu ama herkes Hz. Ali olamaz. İnsanın beş parmağının beşi bir değildir. Dedelik mevkisi, kurumu büyük bir sorumluluk isteyen bir kurum. Dedenin özünü sözünü bilmesi gerekir.
Nedir bu sorumluluk? Kendisini yetiştirecek dört kapı kırk makamdan haberi olacak, insanı kamil olacak, mürşidi kamil olacak, mürşitten ders alacak ki dedelik yapsın. Dedelik makamı öyle sıradan bir mevki değildir.
Babadan oğula geçmesi yetmiyor mu? Yetmiyor. Çünkü Hz. Ali kendisi demiş ki; belimden düşen evladım değil, yolumu süren evladımdır. Evet ben seyit Mahmudi Hayrani’nin evladıyım ama Seyit Mahmudi Hayrani’ye layık mıyım, o yoldan gidiyor muyum? Önemli olan budur.
Belgeler yetmiyor mu? Yetmiyor. Belge sahibi olmak yetmez. Kişinin özü önemli, uyguladıkları, görüşleri, düşünceleri, insanlığı, kemaleti, oturduğu postu doldurabilmesi önemlidir. Dedelik çok zor bir kurumdur, her dedeyim diyen dedelik yapamaz. Bizden önce çekilen çileleri bilmeyen yoktur. O yola layık olmak gerekir.
Söyleşi; 5 TEMMUZ 1999, AKŞEHİR