HAYRİ CİHAN DEDE
HAYRİ CİHAN DEDE
(AĞUİÇEN OCAĞI –-BARGİNİ / HOZAT / TUNCELİ)
AYHAN AYDIN
Bizler sizi tanıyalım öncelikle, geçmişe bir yolculuk yapalım?
1930 doğumluyum. Bargini Köyü’nde doğmuşum. Bir iki sene sonra, Piro Tarlası diye güzel bir yerimiz vardır, oraya yine yayla yapmışlar. Biz orada tabii bir yorgan içinde yatıyoruz. Orada yatarken sabahleyin, bakmışlarki, benim yorganımın içinde bir siyah yılan kafasını koymuş göhsümün üzerine o da yatıyor. Anam bağırıyor, yılan Hayri’yi ısırdı diye, yılan gideceği zaman bakıyorlar ki, bana zararı dokunmamış. Yılanı öldürmek istiyolar, babam izin vermiyor. O oğluma dokunmamış, biz de ona dokunmayacağız, diyor.
Bizim soyumuz Ağuiçin Kalenderoğlu’ndan geliyor. O yüzden bizim tayfaya Kalenderoğulları, diyorlar. Babam Kamil, kendisine Seyyid Kamil, derlerdi. 23 sene muhtarlık yaptı. Ben on üç yaşında saz çalmayı öğrendim. Babam da çok sevdi. Deyişleri; Bektaşiliğin İçyüzü’nden, Seyyid Nesimi’den, Pir Sultan’dan, Fuzili’den öğrendim. Kendi vilayetimizde, Hozat, Pertek, Ovacık, Çemişgezek’te dedelik yaptık, cem aldık. Ben o zamanlar 22-23 yaşlarındaydım, devamlı cem yaptım, istiyorlardı da. Dışarı vilayetlerde ilk Malatya’yanın Akçadağ Kazası’na gittik. O kazada Kürecekliler var. Onların arasında cem yaptık. Akçadağ’dan Elbistan’a geldik. Aynı şekilde oralarda da cemler yaptık. Kantarma köyü Sinemilliler, dedeler köyüydü. Orda da cemler yaptık, İbo Dede (İbrahim) ile birlikte Server Ana (bacı) Tacim Dede onlarla birlikte cem yaptık. Amcamın oğlu Mustafa Cihan (Deli B (P)oyraz) diyorlar) birlikte cem yaptık, saz çalıp semah döndük. Maraş’ın merkezinde cemler yaptık. Kayseri Sarız’a gidip cem yaptık. Kayseri’nin içinde cem yaptık. Ankara’da yaptık. Erzincan’da cem yaptık. Erzurum Pasinler’de cem yaptım. Öyle çok yaptık.
Adana’da hem cem yaptık, hem Aşık Veysel’le konser yaptık. (1963’de)
Halk bizim hizmetimizi de, itikatimizi de iyi beğeniyordu.
Sizi halk çağırıyordu?
Yok biz gidiyorduk. O zaman iletişim yok. Ne telefon var, ne bir şey. İçimizden geliyor, biz gidiyorduk. Ama sanki çağırmışlar gibi, biz gidiyorduk. Ama halk memnundu.
Halkı anlatın biraz, nasıldı halkımız?
Ben halkı hep iyi görüyordum.
Cek benliğin sat pazarda Yusufu Kenan gibi
Satıl dostun kulluğuna Canı canan ol yürü
Sürmeler gibi çekilem dersen dost gözlere,
Tepelenip ayaklarda toz duman ol yürü
Adame hor bakıp şeytan gibi kafir olma
Satıl dostun kulluğuna canı canan ol yürü
Yani insanlar bize karşı böyle iyiydiler. Hiç bir sorunla karşılaşmadık. Hep insanlık gördük.
Zaten bizim cemlerimiz insanlıkla doludur. Adam öldüreni almayız, yalancıyı almayız, Eline-beline-dilene sadık olanlar ceme alanıyordu.
Babanızdan bahsedin biraz? Sizi Nasıl yetiştirdi?
Babam hakikatçi bir insan, mazlumdan yana, yanlışa karşı çıkan, ezilenden bir olup ezene karşı koyan bir insan, Hakk’la bir olup, Hakikat’e ulaşmaya çalışan gerçekçi bir insandı. Herkese çok iyiydi. O duaları okurdu, o saz çalmazdı, öğüt verirdi. Beni özel bir öğretmenle yetiştirdi. Bizim köyde okul yoktu.
Köyünüz nasıldı?
Köyün arazisi pek geniş değildi. Keçi, koyun, sığır beslerlerdi, onunla geçinirlerdi.
Ziyaret edenler çok muydu?
Türbeye gelenler çoktu. Kurban getirirlerdi. Özellikle Perşembe günleri gelirlerdi. Eskiden beri cemler yürürdü. Pirler vardı, rehberler vardı. Bizim akrabalarımız vardı. Bizim akrabalarımız da cem yaparlardı. Bizimkiler, bizim köy ve çevresinde cem yaparlardı. Ben çok vilayetlerde cem yapıyordum.
Cemler nasıl yapılıyor?
Cemler on iki hizmetli de oluyor, kısa da oluyor. Ama özellikle on iki hizmete göre cemler olur. Bizde özellikle her Perşembe günleri cemler oluyordu. Çünkü Hz. Muhammed’in doğum günü olarak Kandil günü gecesi olarak biz bunu biliriz ve perşembeyi cumaya bağlayan gece bizler cemlerimizi yaparız. Biz her zaman yaparız ama ekseri güz ve kışın yaparız, bahar ve yaz az olur.
Kurbanlar nasıl olur?
Kurbanlar görgü cemleri için olur. Bir de kendileri için olur. Yani sağlıkları için, dua için olur. Lokmalar için kurbanlar kesilir.
Şeriat, tarikat, marifet, hakikat kavramları var?
Şeriat: Kanun
Tarikat: İnanç
Marifet: Bilim
Hakikat: Ölmeden evvel ölüp Allah’a ermektir.
Şu anda köyün nasıl?
Bizim köyde göç oldu. Bir kısmı Avrupa’ya gitti, bir kısmı Türkiye’deki şehirlere dağıldılar. Bizim köyde şu anda yaklaşık 40 hane vardır.
Sizin Avrupa’ya gidişiniz nasıl oldu?
Elazığ’dan İş ve İşçi Bulma Kurumu’yla anlaştım, köye geldim. Geldim eve h(a)vluda, teyzeler, yengeler, rahmetli babam oturuyorlar. Annemin elini öptüm, bana müsade edeceksin, ben Almanya’ya gideceğim. (Annem) Otoriter bir hanımdı. Sen, dedi. Sen, sen gidip orada ne yapacaksın, dedi. Ne yapacaksın orada, diye söyledi. Ben o güne kadar çalışmamıştım. Ben orada çalışacağım, dedim. Elini öpmek istiyorum bırakmadı, şalvarını öpmek istiyorum bırakmadı, ayağını öpmek istiyorum bırakmadı. Oradaki teyzeler hanım, bizim çocuklar olsa yazılırlar giderler biz sonra duyarız, senin çocuk şimdi söylüyor sen niye müsade etmiyorsun, dediler. Sen nasıl çalışacaksın, sen nasıl çalışacaksın, dedi. Sen himmet et, Allah ya güç kuvvet verir, ya kolay bir iş verir, dedim. Elini öptüm, o da beni öptü. Tamam bundan sonra işin uğur olsun, rast gelsin, gidebilirsin, dedi.
Ben daha önce dedelik yaparken, bir dua etmiştim, beni bu dedelikten kes rızkımı başka bir şeyden ver, diye dua etmiştim. Uğur açıldı Almanya’ya gittim, 1965’de. Oradaki dostlarla görüştüm, niye Almanya’ya geldiğimi soruyolardı. Mutluyum, dedim. Fuzuli demişki; Bıktım usandım zümreyi ehli İslam’dan – Çekip gitsem Fırank diyarına – Papazlar gibi zünnar giysem Ali’nin aşkına... dostlara dedim ki Hz. Fuzuli gelemedi ama ben geldim, dedim. Her işte çalışamıyordum. Mayıs ayında gittim yıl başına kadar dört firma değiştim, çalışamıyorum, diye. 1966’da demiryollarına girdim. Yük boşaltma, doldurma işine girdim. Ağır bir işti ama dualarım kabul oldu, işçi başıydım, ama ben onlardan daha çok çalışıyordum, gücüm iyiydi. Böyle devam ederken 1970’den sonra partimiz Birlik Partisi’ydi, 1976’dan sonra Avrupa Amele Birliği’ni (İşçi Birliği)’ni kurduk. Bunu Birlik Partisi için kurduk.
Bizim kırk dernek bir federasyonumuz vardı. Süleyman Cem isimli kişi bizim federasyonu başkanımızdı. Bizim parti liderimiz Mustafa Timisi idi.
Okul Aile Birliği Derneği’nin başkanıydım. Okul Aile Birliği Federasyonu’nun ikinci başkanıydım. 1980’de darbe olduktan sonra, Türkiye’de partiler lağvedildi. 1988’e kadar 13 dernek kaldık Birlik Partisi çizgisinde. 1988’de Frankfurt’ta toplandık Avrupa Alevi Birliği’ni kurmak için. Karar aldık, 1989’da Avrupa Alevi Birliği’ni kurduk. Kurucular; İsmail Elçioğlu, Derviş Tur, Ahmet Aydemir, Zabit Yıldız, Hayri Cihan Dede gibi isimlerle bu birliği kurduk. Köln’de Alevi Birliği Federasyonu’nu kurduk. Çalışmalarımız fevkalede devam etti, bizler usanmadık. Fuzuli rinti şeydadır – Hemişe halka rüsvadır – Sorsalar ki bu ne sevdadır – Yar bu sevdadan usanmaz mı? Usanmam, diyor. Ben de bu sevdadan usanmadım, devam ettim. Almanya’nın genelindeki derneklerinde, büyüklü küçüklü bütün şehirlerinde konuşmalar yaptık, cemler yaptık... 5 sefer Avusturya, 2 sefer İsviçre, 3 Belçika, 5 sefer Fransa, 2 sefer Hollanda’da Hz. Ali aşkına çalışmalarım oldu.
Peki buralarda neler gördünüz, halkımız sizi nasıl karşıladı, neler yaşadınız?
Hiç bir şikayetim yok. Her şey çok iyi geçti. Büyük salonlor tutuluyordu, cemler yapılıyordu. Cemevleri oldu ama geç oldu.
Konserler oldu?
Türkiye’den herkes geliyordu. Mahsuni geliyordu, İhsani geliyordu, Şahturna geliyordu, Muhlis Akarsu, Arif Sağ, Gülabi, Musa Eroğlu, Yavuz Top, Beyhani geldi, geliyordu.
Ocağınız hakkında bizi aydınlatır mısınız?
Sülalemiz, Zeynel Abidin’in oğlu Zeyd’den devam ediyor. İran’dan Rumeli’ye (Türkiye’ye-Anadolu’ya) geliyor. Şimdiki Tunculi’nin o zamanki Ulukale merkezine yerleşiyorlar. Dört kardeş olarak geliyorlar. Mir Seyid, Koca Seyid, Köse Seyid, Seyid Mencek Urfanı’dir. 966 tarihinde geliyorlar. Mir Seyid Ulukale’de vefat ediyor. Seykel denilen (Üçkale) isimli yerde defnediliyor. Koca Seyid, Mir Seyid’in oğlu ve Köse Seyid’i alıp Elazığ’ın Sün Köyü’ne gidiyor. Seyid Mencek Urfani de bizim aslımız, ceddimiz de, Hozat’ın Bargini Köyü’ne geliyor. O zamanki ismi Söğütlü Tepe’dir. 998’de Diyabakır’da Mervani hükamdarlığı kuruluyor. Kuran Mervan’ın oğlu Hüseyin isminde birisidir. Orayı 1008 Selçuklular gelip işgal ettiler, Diyarbakır’ı. 300 er Alaaddin Keykubat’a giderek buradan çekileceksin, bu adamları serbest bırakacaksınız, bunlar İslam’dır, gerçek insanlardır diyorlar. Kılık kıyafetleriniz er gibi, içinizden birisi zehiri içsin ölmesin ben burayı terkedip gideceğim, diyor Alaaddin Keykubat, size üç gün müsaade diyor. Üç gün sonra çağırıyor, hiçbirisi zehiri içmiyor. Bunların hepsini zindana atıyor. Haber gönderiyorlar, Erzincan dağları, Dersim dağlarında Seyid Mencek Urfani isminde bir er var, getirirsen o bu zehri içer. Bir bölük asker ve klavuzlar gönderiyorlar, Dersim’e doğru gidecekler, o köye doğru. Elazığ’ın Harput’a bağlı Könk Köyü’ne geliyorla, güzel bir suyun üzerinde mola veriyorlar.
Seyid Mencek Urfani kırk erle geliyor o Könk Köyü’ne. O yüzden kendisine Kırkların Başı diyorlar, Ağuiçenliler. Oradaki kumandan siz kimsiniz, siz kime gidiyorsunuz, diye soruyor. O da siz kime gidiyorsunuz, diyor. O da biz Seyid Mencek Urfani’ye gidiyoruz, diyor. O da ben geldim, diyor. Seni götürsek zehiri içeçek misin, diyorlar? O da ceddimin himmetiyle içeceğim, diyor. O halde gidelim, diyorlar. Yola çıkıyorlar, Diyarbakır’a gidiyorlar, Diyarbakır’a nasıl gittiklerinin farkında değiller...
Alaaddin Keykubat’a götürüyorlar. Onunla görüşüyor. Sen zehiri içecek misin erenler, diyor? O da ceddimin himmetiyle içeceğim, diyor. Ertesi gün bir siyaset meydanı dışarıda kuruluyor. Bütün halk toplanıyor, ordu var. Altın tepsi, altın bardak içinde zehir geliyor. İsmi Azam Duası’nı okuyor. Ve milletten de himmet istiyor, milletten de seda geliyor, himmet geliyor. Himmed bizden, emir Allah’tan, diyorlar. Ve zehiri içiyor. Küçük parmağından bardağı dolduruyor, balla. Tabii onlar bilmiyorlar. Bardağı Alaaddin Keykubat’a uzatıyor, buyrun Sultanım, diyor. Alaaddin Keykubat, şuna bak doğrumu, bu bal mı diyor, vizirine. Evet,diyor, sultanım, bal, diyor. Alaaddin Keykubat onu içiyor, duanı da beklerim, diyor. Oradan, Diyarbakır’dan çekiliyor, Konya’ya gidiyor. Onlar da ondan sonra çekilip bizim köye geliyorlar. O tarihten sonra bizim köye geliyorlar ve Seyid Mencek Urfani’nin ismi bu tarihten sonra Ağuiçin olarak kalıyor. Urfa’da ezilenler de kendisinden yardım istemişler, gel bizi de kurtar demişlerdir.
Urfa’dan da Gülhani’ler kendisinden keramet istemişlerdir. O gitmiş üç teklif yapmışlardır kendisine. Hz. Ali’ye üç kılıç vurmuşlardır. Hz. Ali’nin aşkına Biz de sana üç kılıç vuracağız; seni bir de fırına atacağız, bir de zehir içireceğiz. Yine bir kez daha zehiri içiyor. Hz. Ali’ye üç kılıç vurdukları gibi üç kılıç da ona vuruyorlar. Fırından da üç saat sonra çıkıyor. Elinde de üç deste nergis var. Kabul ettik diyorlar, sana inandık, diyorlar. Oradaki hükümdarlar, sana inandık, halka zulüm etmiyeceğiz, diyorlar.
Kara Donlu Can Baba
Kara Donlu Can Baba; Ağucan’ın Seyyid Kalender’in oğlu Ağuiçen’in torunudur. Hacı Bektaş Dönemini yaşamış. Gavuzhanlar Cipce (Erzincan tarafında) Türkiye’ye gelmiş işgal edeceklermiş. Hacı Bektaş Veli sen bunları irşat edeceksin, oraya gideceksin, diyor. Gidiyor, Gavuzhan’la görüşüyor. Sen bu millete hakaret etmeyeceksin, diyor. Sen kimsin diyince, ben Seyyid-i Saadet, Evlad-ı Resul’um, diyor. Peki, diyor Gavuz Han, benim sana üç teklifim var; Bir: seni kazanda üç saat kaynatacağız. İki: sana yedi senelik bir zehir var onu içireceğiz. Üç: seni Hz. İbrahim gibi ateşe atacağız. Kabul ediyor musun, diyor. O da ceddimin himmetiyle kabul ediyorum, diyor. Kazana atıyorlar. Hacı Bektaş Veli, kendi çeşmesinden su atıyormuş, ya Pir ne yapıyorsun deyince, Kara Donlu Can Baba kazanda kaynıyor, ben onu serinletiyorum, demiş. Üç saat sonra kazandan çıkıyor ki hiç terlememiş, elinde çiçele çıkıyor. Ondan sonra zehiri içiriyorlar. O da zehiri parmağından akıtıyor, buyurun diyor. Odun yığılmış, Hz. İbrahim gibi (nara atmışlardı) yakacaklar, buraya çıkacaksın, eğer burada da yanmazsan, tamam diyorlar. Diyor ki, ben çıkıyorum ama sizin din adamınız keşiş de benimle gelsin. Keşiş elini uzatıyor onu da odunların üzerine çıkarıyor. Ateşi veriyorlar. Ertesi gün Kara Donlu Can Baba sağlam gelirken, keşişin eli Karadonlu Can Baba’nın elinde kalıyor. Diyorlar ki, keşişi niye sağlam getirmedin ya er, diyorlar. O da diyor ki, o elini verdi, kalbini vermedi ki, ben de onun elini size getirdim, diyor.
Seyyid Kalender’in türbesi de bizim köydedir. Üzeri yapılı değildir. Kendi vasiyetidir. Sadece mezar şeklindedir, türbe şeklinde değildir.
Karadonlu Can Baba Türbesi, İki yerde söylenir. Birincisi bizim köyde de söylenir. Küçük Ağuiçen, derler. Köyün aşağı kenarında, bir suyun yanındadır. Ama Erzincan’da da vardır.