MUHARREM ARSLAN
MUHARREM ARSLAN
(SEYYİT MAHMUT HAYRANİ – ALANKÖY / ALMUS / TOKAT (1934))
AYHAN AYDIN
Muharrem Dede’mi yıllardır tanıyorum, onun kadar alçakgönüllü insan bulmak çok zor. Sürekli bizleri ziyaret eder, hayır dualarını bizden esirgemez. Aslında o geleneği yaşatanların son temcilerinden birisi. “Görgüsüz Alevilik Olmaz!” diyen dedemizin İstanbul’da da bu sıkı kurallara bağlı ibadet anlayışının devam ettirdiğini biliyorum.
Sevgili dedem bize kendisini biraz tanıtsın, nerede, ne zaman doğmuştur? Küçüklüğü nasıl geçmiştir?
1934 doğumluyum. Tokat Almus Alanköy’de doğmuşum. Dedem Memet, Babam Hasan, Anam Sultan. Babam otuz sene köyün görgüsünü yapmıştır. Taliplere gidişi daha da eskidir. Bizler elli sekiz senedir köyün görgüsünü yaparız. Seyyid Mahmut Hayrani dedeleriyiz. Türbesi biliyorsunuz Akşehir’dedir. Bir türbesi Sivas’a Yıldızeli Bidoktun (Akgüney ismiyle belediyelik oldu şimdi)’dur. Sivas’ta bunu araştırıyorlar. Onu vakıflara geçirip onarmak istiyorlar. Ben de o türbeye gittim. Her sene oraya yirmi otuz kurban götürür bizim köyümüz. Bizler orayı çok önemseriz, yemek yeme yerleri var. Bir seferinde götürülen otuz altı kurbanı saydım. Ben on iki hizmeti o köyde yürütüyorum. Bize iki saat çeker, o yüzden oraya gideriz. Aslında bizler oradan göçmüşüz, dedelerimiz oradan gelmeymiş. Oranın post paralarıyla kab kaçak alıyoruz, orayla çok ilgileniyoruz. Biz göçünce orası Sünnileşmiş. Ama bir mahalle Kızılbaş ismiyle anılır. Orada Çeliktaş var. Onu kucaklıyoruz, kutsaldır. Yeşil Direk var. İki tane türbe var, üstü horasandan (bir tür taş veya yapı tarzı) yapılmadır. Biz oraya sahip çıktık. Sünniler bize iyi bakarlar. Tarikata otururlar, aynı bacı gardaş gibi olduk. Orada açılış yaptık, ama eskiden Alevinin kestiği yenmez, derlerdi bunu da yaşadık. Bizlere kötü bakarlardı, şimdi her şey değişti. Orada yatana Eraslan deniyor. O da aslında Mahmut Hayrani’nin evladıymış. Bu sene vakıf olacakmış. İbrahim Sani’den Hünkar (Hacı Bektaş) gelmiş, İbrahim Mücab’tan da Seyyid Mahmut Hayrani gelmiştir.
Biraz da dedenizi, babanızı anlatınız? Dedemin babası Cıbır Hasan, o da dedelik yapıyormuş. Dedemi dokuz yaşındayken hatırlıyorum. 1934 dedem öldü. Babam 1987’de vefat etti. 91’de anam vefat etti. Sakallı bir insandı, iyi bir insandı, kamil bir insandı, bizim sülalemize Kemter derlerdi, dedelik onlardan çıkıyor, derlerdi. Benim babamın hatırını şimdi bile herkes sayar, o çok iyi bir insandı. Köyde dedeliği biz yapardık.
Babanız sizi nasıl yetiştirdi? Ben küçük yaşta bu dedeliğe hevesliydim. Babamın yanında, ya da yetişkin dedelerin yanında diz çöktüm, emek verdim. Bizim günümüzde ben aşıklığı, zakirliği yaptım, on iki hizmeti yaptım, binlerce deyiş, düvaz imam söylerdim. Zakir, aşık bulamadığım zamanlar ben hepsini söyledim. Ama ben saz çalamam, kendim söylerim. Tüm hizmetlerin deyişlerini söyleyebilirim. Yalnız, bizim miraçlamamız şöyle değildir; “Geldi Cebrail…” diye söylemeyiz, “ Kün dedi karar eyledi, yeri göğü arşullahı çeranı sırdan yarattı Adem Seyiyullah…” deriz. Virani’nin ayetiyle (nefesi, deyişi (?)) biz bunu devam ediyoruz. Akşam oldun mu namaz kılardık, üç düvaz söylerdik. (I)Rızalık alırdık. Zaten önemli olan ırızalıktır. Cemlerde bu önemlidir. Cemler ırızalıksız olmaz.
Babanız başka yerlere dedeliğe gidermiş, bu nasıl oluyordu? Babam on beş yirmi gün başka köylerdeki taliplerimizi görmeye gider. Bizler Mahmut Hayrani Ocağı’ndanız ama Eraslan taliplerini de biz görebiliriz. Hepsini değil elbette. Bu zamanında oluşmuş, biz bunu böyle almışız. Yazın kuzu kurban çok kesilir. Ama güzün görgü kurbanı kesilir. İkisi bir değildir. Yazın daha çok türbelerde, adak kurbanları vs. kesilir, yenilir. Kurban kurbandır. Kurban kendisi çok önemlidir. O yüzden adak olmuş, görgüde olmuş fark etmez. Kurban kurbandır, kutsaldır, önemlidir. Biz bunları birbirinden ayırmayız.
Bu kurbanlarla cem oluyor? Bizim yörede kurban çok önemlidir, tekbirsiz kurban yenmez. Bazısı kurbanı sıradan bir şey olarak görüyor. Bu olmaz. Burada çok manalar var. Mesela kurbanın bir ayağı havadadır. Üç ayağı yerdedir. Bunun manası, üç ayak yerde ama benim de ayağım bu kurbanla olsun, manasındadır. (Yani kişiyi kurtuluşa erdirmesi için bu kurban kesildiği için ona bir dayanak oluyor.) O da bizim gibi bir candır. O da Allah yolunda can vermiştir. Hatayi’nin bir nefesi; “Şah Hatayim bilir misini her can, kurbanın üstünde yürüdü irfan…. On İki İmamlara indi bu kurban…” o yüzden yazın bile kurban kesilse de bizler dua veririz. Cem de yaparız. Görgü cemi olmayabilir ama burada bir cem yapılır.
Babanız ne kadar kalıyordu, talip yörelerde? Babam da gerçek dedeler de bence çok fazla talip üstüne gitmez. Çünkü zaten sayısı bellidir. Boşuna oralarda çok kalmanın manası yoktur. Babam da çok uzun süre kalmazdı.
Talip yöreleriniz nerelerdir? Sivas Hafik Beykonak Köyü’nde taliplerimiz var, Almus Çehet Kasabası’nda taliplerimiz (elli ev) var, Almus Akarçay’da taliplerimiz var, Reşadiye Sazak’ta taliplerimiz var. Dede dededir, talip taliptir, benim çok sevicim var. Beni her ocaktan insan sever. Bunun bir önemi yok, çok iş vardır talipte.
İstanbul’da? Pendik Aydost’ta, Alibeyköy’de, İkitelli’de, Keçmece’de Şahintepe’de de taliplerimiz var.
Köyünüzdeki ocakların durumu nedir? Bizim köyümüzde tek bir mahallemiz var farklı olarak, Pir Sultan talipleri. Onların dedesi Amasya’dan gelir. Diğeri ise tümden dede ocağıdır. Ama herkes dedelik yapmaz. Dedeliği şimdi bizim sülalemiz yapar. Altmış yıldır bu işi bizim sülale yapar. (Pir Sultan talipleri ise bizimle birlikte görgü görülürler. Onların dedeleri pek görgüye karışmazlar.)
İstanbul’da görgüleri nasıl yapıyorsunuz? Köyde neyse burada da aynısıdır. Benim Bolu’da da talibim var, hepsini nasıl görebilirim? Ama genelde bizi bulurlar, bu doğal, ben hepsine nasıl ulaşabilirim? İstanbul’da 70/80 hane talibimiz vardır?
İtikatları nasıldır? Elbette herkes aynı değil. Yolu herkes sürmüyor.
Siz çelebilerden icazet alıyorsunuz? Hacı Bektaş Dergahı’ndaki postnişinlerden icazet alırım. Dedenin icazeti onun ehliyeti gibidir. Ehliyetsiz araba olmaz. Ben beş kere icazet aldım. Yusuf Efendi’den, Feyzullah Ulusoy, Haydar Ulusoy’dan şimdi de Veliyettin Ulusoy’dan icazet aldım. Bizler Çelebilere bağlıyoruz. Talipleri dede görür, dedeleri kim görecek? O da mürşitlerdir. Bizim mürşitler çelebilerdir. Ben icazet alıyorum ama köyde de soruluyorum.
Nasıl oluyor? Niyaz ediyorum seccadeye. Görgüye başlıyorum, benden incinen var mı, benden (ı)razı mısınız? Diye halka sorarım. Sonra posta otururum. Herhalde de kimsenin gönlünü kırmamışımdır. Benim çelebilerden icazet aldığımı herkes bilir.
Âşıklar nasıldır, nasıl bakarsınız onlara? Yedi âşıklar vardır. Her âşık İmam Zeynel postuna oturamaz. Ehli olanlar oturmalıdır. Çünkü bu konuda büyük önderler vardır. Zakirsiz cem olmaz. Cem yürümez.
Gerçek bir dede nasıl bir insandır? Ehli kâmil, olgun kişi, alçak gönüllü olacak, turab olacak, bilirse oturduğu postun kıymetini bilmesi lazım. Allah vekil ettiyse, herkes vekilliğini bilsin. Bu yol cümleden uludur. Erden, evliyadan, dededen uludur yol. Yol her şeyden üstündür. Kimsenin bir üstünlüğü yoktur. Dede kendini bilirse dede olur, yoksa boş kovan olur. Allah bizi yolumuzdan ayırmasın.
Bazısı “kısır cem” diye bir şey söylüyor? Bu bence yanlıştır. Cem cemdir. Allah’ın ibadetinin kısırı filan olmaz. Bu bence yanlış bir kelimedir. Ali’nin, Muhammed’in, On İki İmamların isimlerinin geçtiği yer ibadettir.
Nasıl oluyor mu rızalık? (I)ralızık cemden önce başlayınca herkesi “eşikten içeri mümin müslüm, bacı gardaş gözde gönülde birbirimizden ıraza mısınız? Bizim yolumuz Muhammed Ali yoludur. Dargın küskün giremez. Varısa gelsin, meydana çıksın, yoksa eyvallah, desin. Birbirinizden ırazamısınız, Iraza olduğunuza arife mana, gerçeğe nişan, (birbirleriyle görüşecekler. Yani ıraza olduğunuza dair öpüşecekler,) kul kuldan ıraza olursa, Allah da kuldan ıraza olur, Allah cümlenizden ıraza olsun, deyip başlarız. Yani rızasız lokma yenmez, ceme girilmez, görgü olmaz, sorgu olmaz, on iki hizmet olmayınca kurban yenilmez. Tekbir verdiğimiz kurban ile biz yol yürütürüz.
Mahmut Hayrani Ocağından bir dede olarak cemlerinizi bize tam anlatın, On İki Hizmetini de sıralayın? Bizim köylerde cemimiz saat 5, 6’da başlar akşamleyin, on iki kadar sürer. On iki hizmetlerin tümü olur, kurban lokması yenir, bizler de cemden dağılırız. Kırklar Semahını iki bacı, iki gardeş dört kişi olarak döneriz. Müsahipliler çıkar, cahiller (gençler, müsahibi olmayanlar) Kırklar Semahı dönemezler.
Akşam namazı (şeriat namazı olmaz, tarikat namazı) aslında bizler eşikten girdiğimiz zaman eşiğe bir kere niyaz eder, Hü! der içeri girer, duaya durur (talipler) dede duasını verir, posta da, elimize de üçer kere niyaz eder yerlerine otururlar. Bu zaten şeriat namazıdır. Biz gelenlere hü! deriz, destur veririz. Onlar da sıradan (başta yaşlılar, ehli olanlar oturur) bizde marifete gelmek demek, diz çökmek demektir. Marifete geldik, Hakikati gördüm, derler. Sonra el suyu gelir. Gerçeğe Hü erenler, zikre niyet, verelekim Muhammed Mustafa’ya selafat ila feta illa Ali illa Zülfikar. Gerçeğe hü, erenler zikre niyet, verelim Muhammed selavat, Ya Hü enlezine vela havle vela kuvvete Aliyül Azim…Ya Rabbi elimizinen, dilimizinen, nefsimizinen, feylimizinin sayılı bir azalarımızınan, bilip bilmeyerek işlediğimiz günahlara töbe te yarabbi estağfuurullah! … deriz. Sonra hizmetlere başlarız.
Hizmetlere başlayınca üç düvazımam söyleriz. Sonra Nadı Ali duasını okuruz. Ondan sonra hizmetlere başlarız. Bacılar dara kalkar, yola başlarız. Zakirler üç deyiş söylerken, kurban meydana gelir, kurbana tekbir veririz. Zakir kurban deyişi çalar: “Hakk içün meydana gelen kurbanlar Hasan ile Hüseyin aşkına, yarası da olan sızılar, Hasan ile Hüseyin aşkına…” bu böyle devam eder. Kurban tekbirlendikten sonra, içeri alınır. Kurbanı müsahipli kişi kesebilir. Müsahipsiz kişiye kurban teslim edilemez, gözcümüz, bekçimiz de müsahiplidir. Gözcü bekçi dualarını veririz. Yollar başlar. Sakka suyu dağılır, çerağlar uyarılır, miraçlama çalınır, kırklar semahı başlar. Cemlerimiz böyle devam eder.
Görgü nedir? Görgü; seccadeyi sereriz, başlarız, Seyidi Kainat... Çok kusurumuz var el aman, el aman sığındım geldim, erenler meydanına, canım kurban malım tercüman Hakk’ın yolunda. Salındığım Mansur Darı, durduğum Hakk didarı, Mustafa’nın, Mürteza’nın evladını seven gardaş eşk ola … dedikten sonra Allah seni beni adem diye yarattı, Allah cesedine can verdi, göğsünü iman verdi, tutmaya el verdi, yürümeye yol verdi, söylemeye dil verdi, Muhammed Ali’nin yolunda, canımız cellatta, malınız yağmada, çeneniz talip, diliniz mürşit; ne gördünüz, ne işittiniz? Onlar Hakk gördüm, Hakk işittim, erenler meydanına geldim, Hakk eyvallah, dede, derler. Eyvallah kapısı ikrar iman kapısıdır, ikrarınıza imanınıza yoldaş ola, baş kaldırın doğru söyleyin dede söyler. Ondan sonra otururlar, seccadeye, cecim (bir tür özel dokunmuş kilim)’de otururlar.
Dede; müminin kalayı kalp görgüsüdür, temizce abdestinizi alacağınız, yıllık günahınızı söyleyeceğiz, dört meleykenin ortasındasınız, bu meydanda gelme, gelme, gelen maldan, dönen candan olur. Burada sorulan o ulu divan da sorulmazsa gerek. O divan bu divan.
Başlar: yavrum siz sizinen, günümüzünen, külfetinizinen, yedi kapı komşunuzunan, dargın küskün var mısınız, siz sizden (ı)rıza mısınız? Onlar birbirleriyle niyazlaşır. (Müsahip çiftler) Siz sizden (ı)razılık gösterdiniz, bir de cemaatten sorgunuza (sorgulanmanıza, sorulmanıza) ne dersiniz? Der, dede. Eyvallah, derler. Ben cemaate sorarım, siz bu canlardan (ı)razı mısınız? (I)rızalığı tasdik ederler, (ı)razıysalar, bizler o adamlardan (ı)razlığız, derler. Yoksa (ı)razı değilseler, istekli olurlar, varsa, alacaklı verecekliler barıştırılırlar. Sonra yavrum; döktüğünüz varsa doldurun, ağlattığınız varsa güldürün, Hakk’ı hak bilin, negahı negah bilin, doğru gelin, dost gönlünü incitmen, elinizinen g(k)oymadığınızı alman, gözünüzle görmediğinizi söylemen, yalan yere kimseye bühtan etmen, elinize, dilinize, belinize sahip olun. Haramdan elinizi, zinadan belinizi sakının. Kimsenin malında, mülkünde, ırzında, gözünüz olmasın, kem gözle kimseye bakman, kul hakkıyla divana gitmen, kimsenin hakkını yemen, imanınızı şeytana talatman, (şeytan kandırıcıdır). Eyvallah!, denir. Yavrum. Piri, rehberi, halife mürşit hak mı? Hak, der. Dört kapı kırk makam, üç sünnet, yedi farz hak mı? Hak, derler. Kelle keserler (yani boyun bükerler, bunu kabul etmiş olurlar).
Üç sünnet Allah sünneti, Peygamber sünneti alemi bir gözle gözler, Ali sünneti kötülük edene iyilik eder. Taş atana gül attı, gül atın; o dövdü ben de dövem, o sövdü ben de sövem, demen. Bu hoş görülük Ali’den kaldı.
Yedi farz; sır saklamak (Allah’ın sırrını söylememek), pirini, rehberini, mürşidini, halifeni bilecen on iki hizmette elin olacak.
Şeriat, Tarikat, Marifet, Sırrı Hakikat dört kapıdır. Pir, (İ)Rehber, Halife, Mürşit dört kapıdır.
Bundan sonra ben dede olarak şunları söylerim: Eşikten beri bulunan mümin müslüm, (bacı, gardaş) sizden razı oldu, mağrup maşrık arasında sene üç yüz altmış beş günde, hak talep ederse ona ne diyorsunuz? Talip kelle kesiyor (boyun büküyor) Hakkım varsa alacığım, hakları varsa, haklı olana hakkını vereceğim, diyor. Ondan sonra hak vereceğim, dediği zaman bizler onu çağırıyoruz: on iki yası matem, kırk sekiz Perşembe, üç gün Hızır orucu, bunlar hak mı? Diyorum, kelle kesiyorlar (kabul ediyorlar). O zaman yere (seccadeye) bir niyaz ediyorlar. Ben diyorum ki, müminin (Alevi’nin) bir bozulmadık abdesti var. Sudan abdest üç beş saat sürer, ama bu bozulmadık abdestte ise niyaz, niyet bozulmuyor. Gelecek sene bu zamana kadar, kimseyi incitmeden, pir yamacına geçersen, buraya kadar gelirsen, abdestini, niyetini, saydığımız doğruları yaparsan, abdestli sayılırsın. Allah görgünüzü kabul etsin. Ondan sonra dördü gelir ben de pençe vururum.
Pençe nedir? Pençe Ali Aba pençesidir. Ali aba pençesi, Peygamber pençesidir. Sol elimi omzuna koyarım; o Peygamberin eli, sağ eliminen yediullah ayetini okuyarak üç kez pençe vururum. Üstündeki el de benim, der Allah. Allah şefaatinden ayırmasın. Biz onların vekiliyiz. Yani Muhammed Mustafa’nın eli, Hz. Ali’nin eli, ve üsteki de Allah eli diye, pençesini vururuz. Niyazlarız. Onlar da kalkarlar.
Beş esmadır. Hz. Peygamber Efendimiz abasının altına aldı Ehlibeyt’i, Ali Aba pençesinden geçeceğiz, diyoruz. İşte budur. Pençe eldir.
Yürek lokması gelir, yenir. Yürek lokmasını sadece müsahipliler yer. Lokmalar yenir, sofraya dua verilir, oturan duran duaları verilir. Böylece dağılırız. Çırağa ve diğer hizmetlilere duaları verilir, dağılırız.
Oturan duran duası? Allah Allah! oturan durana, govsuz gaybetsiz hanesine varana, boş gelen dolu gide, bu sırrı burada koyana, Ali yoldaş, Kamber kılavuz ola, Allah hepimizin ibadetini kabul ede!, der dağılır.
Bazı yerlerde Erkan vardır? Evet bazı yerlerde de kılıç varmış. Ben de duydum. Ama biz böyle görmüşüz, böyle yapıyoruz. Diğerlerinizi bilemiyoruz.
Bu işler nere gidiyor? Reşadiye’nin birçok köyü Sünnileşmiş, artık zenginlikten mi, dedelerin gitmemesinden mi, nedendir bilemem, yozlaşmalar olabiliyor. Bazıları ise gül gibi açabiliyor. Allah iyiye çevirsin, ama yozlaşmalar çoğaldı. Eski itikatları ben pek göremiyorum. Aleviler dağınık, yozlaşıyor, eski gelenekler kalmıyor.
Buna üzülüyor musunuz? Elbette, üzülüyorum. Biz çocukluğumuzda Çehet’liler gelip babamı davet ederlerdi, yollar sürülürdü, ama ben bunları göremiyorum, eski ibadetleri göremiyorum. “Bir talip pirin yüzünü görse ayla güneşi görmüşe benzer, pirin eşine yüzünü sürse yetmiş kere hacca varmış gibi olur.” İnsanların artık bağlandığı yer kalmayınca halimiz nice olacak? Ben çok üzülüyorum. Başımız boş oldu şimdi. Dedeliği tanıyan artık azaldı.
Gençlerden umut yok mu? Onları eğitmek lazım. Ana, baba ceme girmezse, yola gelmezse gençler ne öğrenecek?
Cemevlerini nasıl görüyorsunuz? Buralar ibadet mekânıdır. Ama şimdi cemevlerinde tek tip cem oluyor. Bunlar aslında iyi değil. Çünkü mesela diz dövme bana göre yanlıştır. Anadolu’da yapılan cemler unutuldu. Onlar hiç anılmıyor, bizlerin yaptığı ibadetler, cemler görülmezlikten geldi. Bunu yanlış buluyorum. Cemevleri halka iyi hizmet vermelidir. Ben bu durumlardan memnunum, iyi ki cemevleri var. Mesala (Yenibosna Cemevi) ben kuruluşundan beri buradayım. Burada Kuran da okunuyordu. Şimdi okunmuyor. Kuran nasıl okunmaz? Kuran okunmadan bu olmaz.
48 Cuma Namazı? Ben her Perşembe ailemi, komşumu toplar (tarikat) namazımı mutlaka ama mutlaka kılarım. Bu bir gelenek ve inancımızdır, bunu asla kaçırmam.
Şimdi hayat nasıl gidiyor? Yaş 75. Ben şimdi iş görmem. Yazın köylerde, kışın İstanbul’dayım. Yazın ibadet, kurban yerlerine oğullarım beni götürür. Eş dostla hoş sohbetten başka ne yapayım ki, en güzeli bu. Elbette hastalıklar oluyor. Hayat böyle devam ediyor.
En son ne dersiniz? Her şeyin Allah hayırlısını versin!