MUSTAFA TEMEL
(HUBYAR SULTAN OCAĞI- HUBUYAR TEKKE KÖYÜ / ALMUS / TOKAT)
Sanırım Hubyar Ocağı’nın olduğu köydensiniz?
Ben Tokat merkezde oturuyorum. Eskiden Sivas’ın Hafik İlçesi’ne bağlı, şimdilerde ise Tokat Almus İlçesi’ne bağlanmış olan Hubuyar Tekkesi Köyü’ndenim.
Şu anda o tekkemiz çalışan bir tekkedir. Türkiye de en faal olan tekkelerden biridir. Her gün misafir olunan, kurbanları kesilen, Türkiye’nin her yerinden Alevi/Sünni akın edip gelinen bir tekkedir.
Kaç yaşındasınız?
Altmış.
Törenler var mı o tekkede?
Şimdi her gün tören olduğu için, bu tören lafını kabullenemiyorum. Çünkü bizim Alevi ismi altında bazı törenlerimiz ideolojik ve politik düşüncelere kaçıyor. Ben inanç yönünden hiçbir yere kaçmayarak tekkenin varlığını düşündüğüm için yapmıyorum.
Kaç hane köyünüz?
Köy kırsal kesimde olduğu için hane kalmadı, çok az kaldı. Yazın çoğalır, kışın azalır, on iki mezradan ibarettir. Fakat köy kırsal kesimde oturduğu için en çoğunluğu İstanbul da göç olayı vardır.
Hubuyar, Hubyar, Hubyar Sultan, Hubyar Ocağı, Hubyar Tekkesi, Hubyar Dedesi, talibi... çok duyduğumuz kelimeler aslında.
Halkın dilinde Hubuyar Sultan, Hubuyar Baba gibi söylentiler varsa da esas bildiğimiz vesikalara dayanan ismiyle Hubyar’dır.
Hub biliyorsunuz tek, sevgili, yar anlamına gelen kelimedir.
Hatta köyün ismi bir ara Uzunbelen diye değiştirilmişti altmışlı yıllarda. Değişen bu ismi doksanlı yıllarda tekrardan geri aldık. Tekkenin orda olduğunu, hubyarın öz Türkçe olduğunu, etrafın burayı Hubyar olarak tanıdığını, bakanlığa da izah ettik ve ismimiz tekrar mühürlü olarak ta Hubyar Köyü olarak geldi.
Aynı isimli köyde Hubyar Sultan yatıyor. Ocak hakkında bilgi verebilir misiniz, kendi ocağınız hakkında, Hubyar Ocağı veya bir başka ismiyle Hubyar Sultan Ocağı hakkında.
Hubyar Sultan malum olduğu gibi, 1071 Malazgirt Savaşı’ndan sonra Rum diyarına Hoca Ahmedi Yesevi tarafından gönderilen Horasan pirlerinden birisidir.
Hacı Bektaş Veli Sultan’la aynı devirde gelen ve bu Rum diyarını Türkleştirmek için öz veriyle çalışan Horasan pirleridir.
Merkez Tokat olarak biliniyor, ama talipler çok yere dağılmış durumda?
Talip köyleri olarak, Türkiye’nin, Alevilerin yoğun olduğu yerden Edirne’den Kars’a kadar da çok dağılmış coğrafyasında.
Bizim taliplerimiz arasında Türkmen boyları mevcuttur. Yörükler vardır, Beydilli aşiretinden de vardır.
Sizlerdeki inanç yapısı nasıldır?
Bizde, Alevilikte pir, rehber, halife, mürşit vardır. Üç sünnet, dört kapı, kırk makam vardır.
Pir, rehber, halife, mürşit olmazsa Alevilik yürümez.
Bizde pir kapısı olarak İmam Hüseyin, mürşit olarak Hacı Bektaşi Veli Sultan, rehber olarak işte bugünkü yol gösteren manasına gelen dedelerdir.
Halife olarak da benim gibi yani şeyhlik yapanlar da bir ocağın dedelerinin ve taliplerinin bağlı olduğu ocaktır.
Alevilikte el ele el Hakk’adır.
Alevilik zincirin halkası gibi birbirine bağlıdır. Ama bugün maalesef görüyoruz ki ne kadar ocak var Türkiye’de, o kadar ayrım da oluyor.
Şimdi ocaklarda birbirine bağlıdır bizde. El ele el Hakk’adır.
İnsanlar ben dedeyim, ben şeyhim, veyahut ben mürşidim, demeklen olmaz bizim bildiğimiz bu ancak işlekle olur.
İşlek; belden gelen evlat değil de, yoluna giden anlamındadır, izini işleyendir.
Bizim gerçi Alevi inançlarına göre bir dedenin nesli Evladı Resul dediğimiz bir soptan, sülplerden gelmesi önemlidir.
Mutlaka o sülpten gelecek ama bunun yanında o sülpten geldiği gibi bu işi, görevi yapabilecek kapasitede, o dürüstlükte olması gerekir. O posta layık olması şartıyla bu işi yürütebilir. Yoksa bir mezar taşıyla kimse iftihar edemez.
Bunların kıstasları nedir?
Bunların kıstasları dede olan, posta oturan;
Birincisi o sülaleden gelecek,
İki, bir ilim sahibi olup, tarikatın ilkelerini bilecek, halka bir şeyler verebilip icra edecek, on iki hizmeti yürütecek, o kapasiteye sahip olacak,
Üç, cemaati de bizim bildiğimiz kadar bugün ki gibi herkesi toplayabilen kişi dedelik yapabilir.
Herkes gelsin, toplansın deyip; eline, beline, diline inandığımız, kimsenin malında, canında, ırzında, namusunda gözü olmayan kişi gerçek Alevi’dir.
Bu cemevlerine geldiği zaman insanlar birbirine benzemediği gibi fikirleri de birbirlerine benzemez, dünyevî işlerle siyaset ve politikayı bilhassa bırakıp yalnız Alevi işlerini yapıp, Alevi ibadetlerini yerine getiren Alevi’dir gerçek Alevi ve dede.
Görgüden mana nedir, görgü cemleri var yani on iki hizmetin yürüdüğü, görülmekten gelen cemler var.
Dede yada şeyh talibini her zaman mı görür, her cemde mi görür, yoksa senede bir mi görür?
Şimdi efendim dedeler keramet ehli değildir, duvarın arkasını gören kişi de değildir, sizler, bizler gibi dokuz aylıktır.
Yalnız Alevi inançlarına göre Alevi dedeleri büyük nufüsa sahiptir, tarikat inançlarına göre.
Eskiden beri geleneğini, göreneğini ve yaşantıyı da devam ettireceksin. Toplum yaşantısında dirlik, birlik, beraberliği sağlamak açısından kurulmuş kurallardır, görgü.
Çünkü bizim inançlarımıza göre o ceme yalnız görgü değil, görgü cemi de demiyorum, cem ayinlerine toplandığımız zaman hiç kimse küsülü olmayacak, yetim hakkı, kul hakkı olmayacak.
Bizim genel kurallarımızı, anayasa kurallarımızı çiğnemiş olmayacak. O şekilde ki olanlar o cemde niyaz alıp, niyaz vermeye kurban, lokma yemeye layık değildir ve oturamaz.
Yıl görgüsünü diyorum.
Yıl görgüsü dediğimiz her sene yapılan cemdir. Köy hazır olunca, bizi davet ederler gidersin bütün köyü görgüden geçirirsin.
Aynen eski gelenek ve göreneklerimize uyarak, seccade serilir bir evde kaç nüfus varsa dikkat edin. Öyle bir kadın bir erkek gelsin bir evden bir kişi gelsin hayır.
Bir ev topyekün gelir bir defa kendi ev nüfusuyla, dört ata hakkı, ana hakkı, baba hakkı kaynana hakkı, kaynata hakkı, birbirine kardeşlik hakkı, insanlık hakkı denip, evin razılığı alınır, sonra komşunun razılığı alınır, yıl sorgusundan geçer bu şarttır.
Her sene birlik kurbanları kesmeleri ve yıl sorgusu dediğimiz işte bu görgü olayından razılıktan geçmeleri şarttır.
Ama buna rağmen bu yıl ve cemlerimiz devam ederken herhangi bir şey olursa, yine sorulur.
Çünkü bizde ceme girebilmesi için toplum huzurunu bozmayacak, kimsenin hakkına taarruz etmeyecek, kurallara uyacak kişiler lazımdır. Bu da sorulur ve orada halledilir, barıştırılır, görüştürülür.
Peki işte nevruz cemi deniliyor bilmenin senenin şu günü şu cem deniliyor.
Şimdi nevruz cemi Hz. Ali’nin doğum günü olarak almışız, eskiden gelenek olarak. Bunları köylerde cem ve cemaat ederek kutlamışız. Ama öteki cemlerimizden ayrı bir özelliği yok.
O günün şartlarına ibadet edilir. Yani öteki hizmet de ne yapıyorsak biz cem dediğimiz zaman aynısını, her cemde yaparız.
Nasıl ki beş vakit namaza gidiyor, adam nasıl namazlarını kılıyorsa, biz de ceme toplandığımız zaman aynı düsturları, on iki hizmetimizi yürütürüz.
Peki musahiplik hakkında neler söylersiniz?
Musahiplik bizde İmam Cafer Hazretleri Buyruğu’na göre yapılır.
Yerle göğün, Ali’yle Muhammed’in musahipliği var, bunlar büyük olaylar.
Şu anda musahiplik kavlini görgülerimizde sormuyoruz. Çünkü bu zaman ve cemiyete kadar bizim günümüze gelene kadar biraz düsturlar bozulmuş.
Musahip kardeşliği eşit, kardeşlik demektir. Bir evde onun nesi varsa öbürünün de olacak, birbirine emsal olacak, birbirine yakın olacak, senlik/benlik ortadan kalkacak.
Bizim duyduğumuza göre de Hacı Bektaş İlçesi’nde Cemal Efendi zamanında dedeler bir araya gelmişler, bir çok musahipler hakkında şikayetler toplanmış, o zaman bunu bir müddet askıya almışlar.
Bunu böyle olarak biliyorum ama yine ocaklarımızda da her tarafta da musahip olan vardır. Aynı işleri yürütenler vardır. Ama biz bazı bu sakıncalarından dolayı sormuyoruz.
Oruçlar var?
Oruçlarımız vardır. Gerçi bazı oruçlarımızı şu zamana kadar tutanlar tutmayanlar olabiliyor çünkü bizde zorlama diye bir şey yok.
Yedi gün hıdır ellez orucuyla beraber üç gün medet/mürvet tutulur, on iki gün muharrem tutulur.
Bazılarımız muharremi on beş olarak ilk Kerbela şehitleri Müslim Akil’in çocukları için de üç gün tutulur. On beş gün olarak tutulur ve kırk sekiz Perşembe, her Perşembe günü oruç tutanlarımızda mevcuttur.
Peki muharremi ne zaman tutuyorsunuz?
Muharrem bir, der oruca başlarız. Onunda bazıları çorba pişirir. Biz onunda çorbayı pişirmeyiz, on ikisi tamam olduğu zaman kurbanımızı keser, çorbamızı da pişiririz.
Ne vakit pişirirsiniz on ikisinde, hangi vakit.
Biz vakit olarak böyle saatimiz, dakikamız yoktur.
On ikinci günün içersinde kurbanımızı keser, çorbamızı pişiririz.
Kurban mutlak kesilir mi sizde?
Biz de kurban şöyle; hali vakti yerinde olan mutlaka keser. Ama zorunlu değildir. On iki gün orucunu tam tutup gönlünden gelen, içinden gelen, yedi kapı komşusuna bir lokma ettirmek isteyen kurbanını keser.
Peki ramazana nasıl bakıyorsunuz?
Bizim bütün dinlere, inançlara saygımız var.
Kiliseye hiç gitmesem dahi saygı ve hürmetim var. İnsanlar oraya toplanıyor. Camiye saygılıyım. İnsanlar birbirine benzemediği gibi düşünce ve fikirleri de birbirine benzemez.
Biz yaratılmışı yaratandan ötürü, Allah’tan ötürü Yunus felsefesini inanmış olarak seviyoruz.
Biz bütün ibadetlere, herkesin dini görüşlerine, felsefi kanatlarına saygılıyız.
İstiyoruz ki bizim de şu küçük cemevlerimize onlar saygılı olsun.
İkinci bir vatanımız yok. Bu milli misaki hudutları içersinde vatan bir bütündür, parçalanamaz, bölünemez.
Herkes; İnanç, din, ırk, mezhep ne olursa olsun bir yerde birleşip Allah’la kulunun arasına kimse girmesin, ibadetlerini isteyen istediği şekilde etsin.
Herkes ibadet şekillerinde birbirlerine saygılı olsun. Benim istediğim budur.
15 MAYIS 2000, İstanbul