HAYDAR DEMİRAYAK DEDE

HAYDAR DEMİRAYAK DEDE

(KARA YAĞMUR OCAĞI, YUVALI, FİNİKE, ANTALYA)

AYHAN AYDIN

Abdal Musa Anma Etkinlerinin ikinci günündeyiz. Bugün 5 Haziran,  birbirinden değerli dedeleri, yazarları, ozanları görüyoruz. Bir hafta önce de Kâfi Baba’daydık. İnanç birliği olunca insanlar buluşuyor, birleşiyor bir yerlerde. Yüzyıllardır bu etkinlikler yapılıyor, burada yüzyıllardır halkın kalbi atmış, bu anma etkinliklerine gelmişler, pîrlere yüz sürmek, niyaz etmek için. Bugün de bu canlılığı görmekten kıvanç duyuyoruz.

Sevgili dedem sizlere teşekkür ediyoruz, geçen hafta da Finike Yuvalı Köyünde Kâfi Baba Anma Etkinliklerini organize ettiniz. Son derece mutlu olduk, şad olduk. Onca insanı bir araya getirdiniz. İnşallah gelecek yıllarda daha güzel olacak.

Evet, sevgili Haydar Demirayak, hangi ocağa bağlısınız?

Kara Yağmurlu Ocağına.

 

Sanıyorum babanız uzun süre Yuvalı’da cem- cemaat yaptı. İnançsal bakımdan Yuvalılılar kendisini “Abdal” olarak nitelendiriyorlar. Abdalların yaptığı ibadetin ismi nedir? O da mı cem? Yoksa başka bir şey mi?

 

Cem tabii ki.

Fakat ikiye ayrılıyor dediniz. İçerlik, dışarlık, içeri yol, dışarı yol gibi ifadeler duydum. Bunların manası nedir?

Biz Abdallarda musahiplik vardır. Bizde, on iki hizmetle beraber cem yürür. On iki hizmetten biri eksik olursa, cem yürümez. Bu, Bektaşilikte de geçerlidir. Bektaşilikte de, Alevilikte de hepsinde birdir yani. 1930 senesine kadar cem filan yapılmıyordu köyümüzde. Rahmetli babam 1993 yılında vefat etti. Köyde dede olmayınca -zaten 30 seneyi geçmiş, köyde bir cem yapılmıyor- köyde kopmalar oldu. Biz bir tavır aldık. “Bu köyü nasıl toparlayabiliriz?” diye düşündük. Dedik ki, “Yukarıda Abdal Musa var. Herkes oralara gelip niyaz ediyor, ne bileyim çeşitli simalar orada tanışıyor, görüşüyor. Bizim de burada güzel bir türbemiz var: Kâfi Baba. Biz burayı, türbeyi halka tanıtalım, çeşitli simalar gelsin. Halkımız o simalarla tanışsın, görsün ki Alevîlik neymiş, nasıl bir şeymiş? İyi miymiş, kötü müymüş? O kopmalar da belki aradan kalkabilir.” Geldiniz, gördünüz. 1995 yılında, Sayın Muhtarım Ekrem Ayyıldız ile beraber Kafi Baba Etkinliklerinin ilkini düzenledik. Bu sene yine beraberiz ve dördüncüsünü yaptık. Her sene bir fark atıyoruz, ama şimdi fark atamadık. Geceyi okul bahçesinde yaptığımız için, bizimki yöresel olmuş oluyor. Yöresel olduğundan ve fazla uzak illere de ulaşamadığımızdan, Abdal Musa’nın seviyesine gelemedik. Çünkü bizim maddi ve manevi imkânlarımız kısıtlı. Afişleme konusunda fazla bir yerlere uzanamıyoruz. Bu işler iletişim araçlarıyla olur. İletişim aracı, organizasyon ne kadar iyi olursa, senin törenlerin de o kadar iyi geçer.

İletişim katılımı yükseltir, daha derli toplu olmasını sağlar. Fakat daha da önemlisi, herhalde orada büyük bir düzenleme eksikliği var. Gerek Belediyenin, gerek Kaymakamlığın ya da hükümetin büyük bir ilgisizliği var. Gelip gördük, öyle güzel bir yerde, tarih kokan bir yerde, eski bir yerleşim biriminde, antik tiyatroların, tarihi kalıntıların olduğu bir yerde, bir derenin kenarında naçar kalmış bir şekilde yatıyor Kâfi Baba. Çevre düzenlemesi diye bir şey yok. Siz kendi başınıza bir şeyler yapmaya çalışıyorsunuz, ancak o kadar oluyor. Daha fazlasını, başka kurumların yapması gerekiyor. Herhalde daha önemlisi de bu. Meselâ konaklama yerinin, park alanın olması gerekiyor.

 

 

Tabii, gayet tabii.

 

Peki siz nasıl başladınız bu çalışmalara? Bir istek mi oldu? Şu andaki durum, cemaatınız nedir?

 

Babam, 1993 yıllarında vefat etti. Köyde o boşluğu dolduracak bir dede olmayınca, ben kendime bir tepki duydum. Adam geliyor, kız istenecek, diyor ki, “Dedem bu işi yapar mısınız?” “Hay hay” diyorum. Bir lokma yapılacak, “Dedem, bizim bir lokmamız var, duamızı yapar mısınız?” “Hay hay” diyorum. Böyle başladık işte. Halka bakıyorum, yarısı ılımlı, yarısı ılımsız dedelik konusunda.

 

Ilımsız mı yarısı?

Tabii. Köyümüzde bazı Sünnileşmiş kişilerimiz de var.

 

Kendi içinizden mi, dışarından mı?

İçimizden. Bizim köyü Sünnileştirmek isteyen kişilerimiz de var. Köyümüze bir cami yapıldı. Biz camiye karşı değiliz, oraya da saygımız var, oraya da gitsin adam, saygı duysun. Ama oraya gidiyor, “Yanlışmış yol” diyor, kötülüyor Aleviliği. Köyün nüfusu 2000, belediyeyi kuracağız, Allah nasip ederse. “Köyümde cem evi yok, bu köyü ben nasıl toplayabilirim, nasıl toplayabilirim?” diye düşündüm. Size anlattığım gibi, Abdal Musa’da yapılan törenleri biz de burada düzenlersek Kâfi Baba adına, halk çeşitli simaları görür, çeşitli kişilerle tanışır, bir arada yaşarsa, biz bunu ancak böyle düzeltebiliriz, kanısına vardım ve buna öyle başladım.

 

Peki, çok güzel bir başlangıç yaptınız. Şu anda nerede cem yapıyorsunuz?

Şu anda cem yapamıyoruz.

 

Peki ne yapıyorsunuz? Evlenme, lokma, dua konularında ne yapıyorsunuz. Halkta cem isteği var mı?

Evet, şu anda çoğunluk var, ama cem evimiz olmadığından yapamıyoruz.

 

Babanız nerede yapıyordu?

O zaman kalabalık bir kitle yoktu. Üç- beş kişi bir araya toplanır, bir evde yaparlardı cemi.

 

550 hane olmasına rağmen, o zaman da herkes ilgi göstermiyormuş sonucu çıkıyor. Yani eskiden beri cem yapılıyor, ama bu kadar büyük bir köyde herkes katılmıyor bu işe, öyle mi?

Şu anda öyle.

 

Eskiden nasıldı?

O zaman katılım var, canım.

 

Cami ne zaman yapıldı?

3-4 sene filan oldu.

 

Peki, Abdalların sosyal yaşamı ne sizce? Siz de içinden geliyorsunuz ama, ne gözlemliyorsunuz? Diğer Alevîlerden farkı ne bunların?

 

Gelir yönünden mi?

 

Yaşam, davranışlar, geçim yönünden. Gitmişsinizdir belki, Akçaeniş (Tahtacı Köyü), Tekke (Abdal Musa- Bektaşi Köyü diye anılıyor), bir de Yuvalı Köyü (Abdallar köyü diye söyleniyor) var. Bunların birbirinden farkları nedir?

 

Bir farkımız yok aslında. Biz Bektaşi’siyle, Alevî’siyle, hepimiz burada cem yapıldığı anlarda, Tekke’nin babaları telefon açar gelirler ve burada onlarla beraber cemi yaparız.

 

Katılıyor musunuz?

Katılırım tabii. Onlarla beraber yürütürüz cemi.

 

Akçaeniş’teki cemlere de katıldınız mı?

Oraya gidemedim.

 

Orada farklı mı olur cemler?

Aynı, farklı değil. Ama oraya gidemedim, Tekke’ye katıldım.

 

Yani derin bir farklılık yok. Bunlar üç ayrı büyük köy, üç ayrı inanç gözesi. Siz burada görev yaptığınızı söylüyorsunuz, o da ilginç. Şimdi, cemaatınız, yani ceminiz olmadığı halde, halkta bir istek var, diyorsunuz. Peki, bu geleneği sürdüren yaşlılar var mı?

Biz varız.

 

Semah dönebilecek, cem yapacak kimse var mı?

Olmaz mı? Eskiden kalmış kişilerimiz var, bu işe tepki duyan.

 

Şu anda bu işi yapsanız, büyük bir mekânda olmaz mı bu iş?

Mekânımız olduktan sonra, olur. Niye olmasın ki?

 

Zaman geçirmeden yapmak gerekir, öyleyse.

Tabii, bizim amacımız da halkı oraya çekmek zaten.

 

Peki, Yuvalı’dan Abdal Musa’ya geliyorlar mı?

Köyün tamamı burada.

 

O da güzel. Peki, Yuvalı’ya buradan giden var mı?

Giderler.

 

Akçaeniş’ten geliyorlar mı?

Gelirler, orası da gelir.

 

Demin onu söylüyorduk. Yine başka bir değerimiz var burada. Başka köylerin ismini merak ediyorduk. Abdal olarak isimlendirdiğimiz, kendine Abdal diyen diğer köylerimiz ve illeri. Sizden de dinleyelim, bildiğiniz kadarıyla nerelerde, hangi köyleriniz var?

Finike’de Yuvalı köyü var.

 

Başka var mı?

Fethiye’de Günlükbaşı, Üzümlü mahalleleri, Isparta’da Göktaş, Karakavak, Gölbaşı, Seydişehir, Konya merkez...

 

Konya merkez, Köyceğiz diyor. Orada bir köy var, Köyceğiz’de.

Serik de dahil olmak üzere, çeşitli yöremizde Abdallarımız var.

 

Hatırlayabildiğiniz kadar, hepsini söyleyin.

 

Hasan Dede:

Şimdi sizinle de bir tanışalım.

Bildiğimin Ali’si, bilmediğimin Veli’siyim. Benlik derler, benlik yoktur özümüzde. Gariban davası bir gerçeğin eteğinden tuttu gezerler. Allah bir, Peygamber hak. Ya Allah! Ya Muhammet! Ya Ali!. Pîrimiz Hünkâr Hacı Bektaş Veli!

Sen bu işleri bizlere dede olarak, ocaktan olarak canlandırdığın için, bu değerli arkadaşımıza önce teşekkür ediyor, kendisine saygılar, sevgiler sunuyorum.

Ben Hasan Dede. Gazi Dede’nin oğluyum. Babam, 1981 yılında vefat etmiş. Etmiş, ama hiç talibini dağıtmamış. Daima cem devam ettirmiş, hiç arkasını kesmemiş. Her Perşembe, büyük bir evde toplantı yapmış. Gazi Dede diye ün salmış. Tekke köylülerin de bilmesi lâzım. Onların babalarının ulusudur. Haydar Dedenin babası dahi “amca” derdi. Topal Yağmur Dede de amca derdi. Biliyorsunuz, at binenin, kılıç kuşananın, yol sürenindir. Bizim On iki İmamlardan kalma bir söylentimizdir bu.

Babama küçük yaştan beri aşikardım, bakardım ve bir şeyler öğrendim. Talibini dağıtmamış. Gazi Dede olarak Antalya’nın Zeytin köyü, Yeşildere mahallesi, 3500-4000 haneye yakın -belki 5000 hanedir şu anda Ehlibeyt olarak, Abdal olarak, Kara Yağmur ocağına bağlı olanlar. 5000 hanenin üzerindedir.- Yuvalı’dan çok büyük babalar hususi ziyarete gelirlerdi. “Gazi amcamıza bir hürmet, ziyaret” diye gelirlerdi. Haftada bir lokma yapılır, talipler babamı çağırırdı. Kendisi 1. 2. Cihan Harbine girmiş, Topal Gazi Dede, derlerdi. Saygı sonsuzdu babamıza. Erkânı, 4 kapı 40 makam yürütmüş. Cemde, biliyorsunuz, musahipli canlardan başka cem açılmaz.

Haydar Dedenin buyurduğu gibi, bizim cemde sakkacı, çerağcı, kurbancı, aşçı, on iki erkâna mensup ehlibeytlerimiz var. Bunu dede tayin eder. Yanında gözcüsü olur. Önce bir düvazimam okunur. Cem yapmak için çerağcı gelir, dâra durur, çerağ alır. Pîrim, dedem de bir dededen dua, gerçeklik alır yani. Dede duayı verdikten sonra diğer görevliler gelir. On iki hizmetin sahibi orada hazır bulunur. Musahipli canlar semaha başlar. Dışarı yolunda onlara lokma verilmez. Lokma içeri yolunda olana verilir, er lokması verilir. Babam, talibini dağıtmadı, birleştirdi. Senelerdir buna devam ediyor. Ve dışarılara çok gitti peder. Gezerdi talibi. Biz ocağımıza, talibimize sahip kişiyiz. Dedenin önce küsleri barıştırması lâzım. Çünkü bir şeyler verebilirsen talip seni arayacak, öğretmezsen, talip bilmez. Bunu dede şey yapacak.

Babam 1981 yılında öldükten sonra, defalarca Hacı Bektaş’a gittim. Haydar Dede’yi de götürdüm, amca oğlu olarak. Cem Vakfı’na hiç gitmedim, nasip olmadı. Bu sefer gideceğim, Kasım ayında. Haydar Dede söz verdi. O günü görürsek, ölmezsek, çok sevinçli olarak gideceğim inşallah.

 

İnşallah.

Katılmayı arzu ediyorum. Bir ocak çocuğu, dede çocuğu olarak o kervana katılmayı arzu ediyorum. Alevîliğe çok yakın özümüzle, sözümüzle bağlılığımızı, Kara Yağmur Ocağı olarak ifade ediyorum. Bildiğimiz kadarıyla konuşacağız. Bu yoldan, bu erkândan, On iki İmam ayırmasın cümlemizi.

 

Amin. Şimdiden, bu yıl bilgilerinizi, ne duyduysanız yazın. Oraya getirin ki yayınlayalım.

Bunlara devam edeceğim, bilhassa şahsım adına. Haydar’ı zaten fakir çok eğitti bu yolda. Daha evvel, babasının sağlığında dedim ki, “Amca oğlu senden yaşça büyüğüm. Sofra büyüğün, su küçüğündür.”. Haydar Dede’yi çok eğittim, amcamın, Yağmur Baba’nın sağlığında. Dedim ki, “Yarın bunlar göçerse, biz dede çocuğu olarak, talibler bize bağlı olacak. Talibimizi dağıtmayalım. Müşkülümüzü kabilleştirelim, birleştirelim. Bunun içinde düşkün talip olur, veyahut da babası ölür, der ki babamı dârdan kaldırın. Hasan Dede, bize kabrinden biraz toprak getir, deriz, bunun babası dârdan kaldırılır. Sonra bizim dedeliğimiz en üstün şeydir, bu Ehlibeytlikte. Biz bu ocağa eğer gerçekten bağlıysak talibini bilecek dede.” Ve Haydar Dedeye bildiğim kadarıyla devamlı söylerim, o da bana söyler.

 

Peki, hemen oraya gireyim. Babanızın Hacı Bektaş’tan alınmış bir belgesi var: Daha önceden onun babaları da mı alırmış? Size ne anlatılırdı? Yani ocak olarak Hacı Bektaş Dergâhından icazet alıyor musunuz?

 

Ocak olarak, babamın da babası varmış. Hanife Bektaş Dede derlermiş. Hanife Bektaş Dede aslı, Horasan’dan gelme. O zaten almış, nesil yoluyla da babama intikal etmiş. Bizim Kara Yağmur postumuz, Hacı Bektaşi Veli’de mevcuttur. Her ocağın bir postu vardır, bunu herkes bilir. Hacı Bektaş’a gittiğinde, Yeşildere mahallesinde 100 kişi, “Gösterin postunuzu” diyorlar, postumuzu gösteriyoruz.

 

Oradan rivayetler anlatılır mı? Kara Yağmurlu  nedir, kimdir? Bu ocağın kurucusu, öncüsüyle ilgili efsaneler var mı?

Yağmurlu Baba varmış, bizim de bağlı olduğumuz o ocaktan gelen. Bu Yağmurlu Baba, yağmur duasına çıkmış. Köylü yağmur duasına çıktığında, hiç yağmur yağmamış, kurak gitmiş ortalık. Bir köye uğruyor, Yağmurlu Baba. Sakal burasında, mübarek, hürmetimiz sonsuz. Yağmurlu Baba, Sivas’tan gelme. Şarkışla mı diyelim size, nereden diyelim? Erzurum’da mı, Sivas’ta mı, duyduklarımıza göre, bizim de başımız yani. Tesbihini havaya atınca, Allah tarafından, karışık bir havada, bir bulut şekli olup da yağmuru yağdıran Yağmurlu Baba’dan neslen devam eden bir ocak, bu. Yani geldiğimiz yer, Kara Yağmur Ocağı.

 

Yağmur yağdırma özelliği olan pîr.

Esas kökünü anlatıyorum, haddim olmayarak.

 

Gayet güzel, onlar çok önemli bizim için.

1935 doğumluyum, 63 yaşındayım. Babam 64 yaşında, 1981’de öldü. Taliplerden buraya, daha çok Yeşildere’den gelenler var. En azından 200-300 kişi. Yeşildere Zeytin köyü tamamen boşalmıştır, Haydar Dede de gördü.

 

Haydar Dede:

Doğru. Fakire bugün yine söylediler, cem yapalım, diye. Çerağsız cem yapmamız hatalı olur. Bizim dedelik kimliğinden çıkmamız, talibi eğitmemiz daha güzel oluyor. Dedem diyorlar, Hasan Dede, Gazi Dede diyorlar, “Kâğıdını aldın mı Hacı Bektaş’tan?” diye soruyorlar. “Cem Vakfı’na gittin mi? Takdirname aldın mı?” diyorlar. Hata burada. Haydar Dede almış. Hata benim, şahsım adına. “Bir takdirnamen var mı, Hasan Dede?” Bu talibin de bir inancı oluyor, canım kardeşim. Yani biz ocak çocuğu, dede olarak, haddim olmayarak bunu söylüyorum. Talip de bir kanıt istiyor senin anlayacağın. “Belgeni görelim, dedelik yapmak için. Ocağına saygımız sonsuz. Biliyoruz, Gazi Dedenin oğlusun. İyi, ama belgen nerede?” diyorlar. Yani mahalle muhtarı ikâmetgah yaptığı için, biz de hakikaten bu gerçek yola bağlıysak, bizden bir belge istiyorlar.

 

Belge istiyorlar mı gerçekten?

Çok arzu ediyorum. Sizler de Cem Vakfı’nda bulunursanız, oraya geldiğimizde bu takdirnamemizi verin bize.

 

Tabii, zaten biz yapıyoruz.

Alırsam, buraya geldiğim zaman taliblerime kendi kurbanımı kesip, lokma dağıtacağım

 

Söyleşi; 06. 06. 1999, ANTALYA

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile