HASAN SEVİN DEDEYLE SÖYLEŞİ 1.
HASAN SEVİN
BABA MANSUR, KURHÜSEYİN (KOL Tekkesi)
Seyyit Kasım (Soyu Kiği / Adaklı / Karer bölgesi, Sütlüce ve Doluçay köyleri)
Hasan Sevin Dede’yle Söyleşiler (I.)
(Cem Radyo’da Söyleşiler)
Ayhan Aydın
Can dostlar merhaba.
Ben Ayhan Aydın. Bir Dedeler, Babalar Meclisi, söyleşisi programında daha sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Ama yaşadığımız biraz buruk bir mutluluk biraz önce haberlerde de dinlediğiniz gibi dün İzmir’de Alevi Bektaşi camiasının çok değerli bir insanını, Türkiye’mizin aydınlık yüzlü değerli bir yazarını kaybettik.
Aynı zamanda uzun yıllardan beri tüm Alevi Bektaşi dede ve babalarının birliği için, beraberliği için, dirliği için çaba harcayan ömrünün artık en güzel çağlarında, en verimli çağlarında bizi yalnız bırakıp, dostluk bahçesinin nazenin gülü olarak hiç solmamak üzere gönüllerde derin bir acı bırakarak sonsuzluğa giden, Şevki Koca dervişimizi uğurladık dün İzmir’de.
Ben de oradaydım, Bektaşi babalarıyla birlikte, onu sevenlerle birlikte, İzmir Buca’da sonsuz istirahatına doğru çekilen değerli yazarımızı maalesef arkamızda bırakarak geldik, sizlere kavuştuk.
Şevki Kocayla ilgili olmak üzere ilerleyen günlerde bir özel program yapacağız, söyleşeceğiz; çalışmalarını, yaşamını, kişiliğini, eserlerini Alevi Bektaşi camiası için nasıl bir değerli insan olduğunu, bugüne kadar üretmeye, yaratmaya çalıştığı her şeyi sizlere vermeye çalışacağız.
Ama öyle bir ilginç olay ki sevgili dinleyenler, çok büyük bir acıyı geçen sene yaşamıştık; yine Alevi Bektaşi araştırmacılığının öncü isimlerinden çok değerli yazar Cem Vakfı’nın beş yıl boyunca kültür danışmanlığını yapan, aynı zamanda radyomuzun çeşitli kademelerinde görev yürütmüş sayısız programlarıyla halkımızı aydınlatma uğraşısı içerisinde olan ve yine kendisini çok genç yaşta kaybettiğimiz, 53 yaşı gibi en verimli çağında kaybettiğimiz, Baki Öz hocamızın da birinci ölüm yıldönümü.
Evet geçtiğimiz sene 8 Mayısta kaybettik sevgili Baki Öz’ümüzü de ondan bir yıl sonra şimdi de, 50 yaşında yine değerli bir araştırmacımız olan Şevki Koca’mızı kaybettik.
Gerçekten sadece sevenlerinin, konuya ilgi duyanlarının dışında da tüm tanıyanların gönül bağlıyla bağlandıkları bu iki insanın bir sene arayla ölmesi çok acı bir tesadüf, çok büyük bir kayıp.
Her ikisi de özellikle Cem Vakfı’nın yapmış olduğu Dedeler Babalar toplantılarında Dedeler Babalar Meclisi’nin oluşturulma çalışmalarında çok özel ve önemli görüş ve fikirleriyle bizi aydınlattılar, oturum başkanlıkları yaptılar. Dedelere babalara ulaşmamız konusunda, yazarlara ulaşmamız konusunda bize yol gösterici oldular.
Her ikisi gerçekten bu topluma çok şeyler verdi, vermeye gayret ettiler, yazdıkları onlarca eserle ölümsüzlüğe kavuştular. Ama şu kadarını söylemekte bir mahsur görmüyorum maalesef işte ülkemizin acı gerçeği biri 53 yaşında, diğeri 50 yaşında; bırakın Aleviliği, Bektaşiliği bir yazar olarak, bir araştırmacı olarak Türk toplumu adına, insanlık adına, çok güzel uğraşlar verirken en verimli çağlarında bu insanlar göçüp gidiyor.
Fakat bu ölüp gitmeler sıradan ölüp gitmeler değil; biraz da ilgisizlikten ölüp gitmeler, biraz da yokluktan ölüp gitmeler. Bu canların, bu insanların eserlerinin okunamaması hayattayken değerlerinin tam anlamıyla bilinememesi de bizi üzüyor.
Ve onlar gibi insanımız çok fazla yok ama aynı çileleri çeken insanlarımız var ne devletimiz ne de toplumumuz kendileri için çalışan bu insanlara el uzatmıyorlar.
Devlet adamlığı zırhı içerisine bürünen ama her türlü onurdan yoksun kendi kişisel ihtirasları ve menfaatleri uğruna, toplum çıkarlarını hiçe sayan bu bayrağın, bu güzel Türk bayrağının, güzel yurdumuzun daha ileri gitmesi için mücadele edenlerin elinden tutmayarak bilakis milyarca dolarlık hak gasplarıyla insanımızı, ülkemizi ve devletimizi sömürenleri baş tacı eden zihniyetler değişmedikçe ve bu topluma sadece malıyla değil, canıyla da hizmet eden ömrünü bu topluma veren insanlara sahip çıkılmadığı müddetçe biz bu debelendiğimiz bataklıktan kurtulamayız.
Biz Avrupa birliğinin, Amerika’nın veya başka düşlerin bize dayatmış olduğu, bizim de hiç içimize sinmeyen bazı kararları imzalamak zorunda kalırız sonra.
Aydınına, yurt seven insanına sahip çıkmayan bir devletin bayrağının yücelmesi mümkün değildir.
İşte o bugün ülkeyi yöneten totoliter kafaların değişmesi gerekir ki toplumun önü açılsın.
Evet affınıza sığınarak söylüyorum o moloz yığınlarıyla bu ülke yönetilemez.
İşe yaramaz, ülkemizin, gençliğimizin, halkımızın önünü tıkayan zihniyetlerle bu ülke yönetilemez.
Yurt sever aydınlarına, Alevi’siyle, Sünni’siyle, Türküyle, Kürt’üyle hangi kökenden olursa olsun ben Türk’üm diyen ve bu ülkenin birliği için çalışanlara biz sahip çıktığımız ölçüde bu ülke yücelecektir, yükselecektir.
Derdimiz çok. Bunlar programımızın belki konusu değil, başka programların konusu ama bir Dedeler Babalar Meclisi programında daha sizlerle birlikteyiz. Bu iki değerli nurlar içerisinde insanın da öyle birer sene arayla Hakk’a yürümeleri bizi gerçekten de çok derinden üzdü, yaraladı.
Diliyoruz ki, hiçbir şey için geç değildir ama değerlerimiz yok oluyor, dedelerimiz, babalaramız, ozanlarımız, yazarlarımız Hakk’a yürüyor… Anadolu’nun bir çok köşesinde bulunan dergahlar yok oluyor, o tarihin en güzel mimari eserleri olan mezar taşlarımız tahrip ediliyor, yok oluyor. Yani bunları dile getirmek, bunların derlenmesi, toparlanması, topluma hizmet vermesi için çırpınmak herhalde ki vatanseverliktir.
Vatanseverliği herkes kendisine göre yorumlamasın, kimseyi de artık cahil yerine koymasın. Biz vatan hainlerini de, vatanseverleri de bu ülke toprağını vatan yapanlarını da çok iyi biliyoruz.
Evet sevgili dostlar; dediğim gibi bu iki büyük insanımızı ki daha sonra da büyük ozan Mahsuni Şerifin de ölüm yıldönümü yaklaşıyor. Maalesef maalesef böyle değerlerimiz teker teker gidiyor. Uzun, yorucu ve onurlu yaşamlarında bize vermiş oldukları eserler dolayısıyla önlerinde saygıyla, sevgiyle ve hürmetle eğiliyoruz.
Mekanları cennet olsun, büyük Türk atalar ruhuna kavuşan ruhları huzur bulsun, diyoruz ve onların açtıkları ışıklı yolda yürüyecek genç araştırmacılara ihtiyacımız olduğunu da belirtiyoruz.
Evet bugün Dedeler, Babalar Meclisi programımızın çok değerli bir konuğu var. Kendisiyle yarın da birlikte olacağız. Çünkü iki günde bizimle birlikte olsa iki gün de söyleyecekleri olan çok değerli bir insan bugünkü konuğumuz. Ta Bingöl’den, depremin sarstığı devletin maalesef nasıl kötü yönetildiğinin, nasıl hırsızların elinde talan edildiğinin en bariz göstergesi olarak, onlarca insanın canını bir hiç uğruna yok olduğu yaman bir coğrafyadan geliyor. Kader veya alın yazısı denen zırhın altına sığınarak kendilerine bir masumiyet payı çıkarmaya çalışanların laf oyunlarıyla değil, artık gerçeklerle konuşulması gerektiğinin zamanın geldiğinin de en güzel göstergesi olan Bingöl depreminin yaşandığı diyardan, evet yüce karlı dağların içersinden geldi. Bütün Anadolu insanları gibi yüreği sevgiyle, dostlukla, barışla dolu olan değerli bir insanımız, değerli bir hocamız, yazarımız, dedemizle birlikteyiz, Hasan Sevinle Bingöl’den Hasan Sevin’le birlikteyiz.
Hoş geldiniz programımıza efendim.
Hoş bulduk efendim.
Evet, sevgili hocam, sevgili yazarım biraz önce aynı şeyleri radyo programı öncesinde sizlerle paylaştık, dertleştik. Öyle sizin de tabi ki kitaplarınız üzerine bugün söyleşeceğiz, yarın dedelik kurumu üzerine söyleşeceğiz ama hepsi bir bütün bu konuların değil mi? İşte yazarlar, işte ozanlar, işte deprem, hayat bir bütün. Hayat gerçekliği karşısında da diller susarsa herhalde bu olmaz değil mi?
Tabi ki, susmamalı.
Susmamalı.
Sevgili dinleyenlerim geçen sene Anadolu araştırmaları için gerçekten o Bingöl’ün yalçın dağlarının altında, içinde gizlenmiş derin bir vadiden uzun bir yürüyüş yaptım. Sütlüce’ye doğru Karir denen bölge de sevgili hocamız daha iyi açıklayacaklar şimdi. Gide gide gittik güzel bir su akıyor, ağaçların içerisinde diller, kelimeler yetmez oranın güzelliğini anlatmaya, Sütlüce köyümüze gittik, Hasan Sevin Dedemizi bulduk.
Tabi kendisinin bir çok özelliği var. O bir yazar, ozan, dede. Her şeyden önce bir öğretmen, eğitmen bu kimliklerle birlikte. Evet sevgili hocam sizi biraz daha yakından tanıyalım. Bu Anadolu’nun sorularla yüklü coğrafyasında doğan, büyüyen, yetişen Hasan Sevin kimdir? Bugüne kadar neler yapmıştır, bize neler söyler?
Sayın Ayhan bey ben konumuza girmeden Hakk’a yürüyen can dostlarımız Baki Öz ve Şevki Koca, değerli, kişilikli insanlarımıza Hakk’tan rahmet, yakınlarına da sabır diler, onların eserlerinden, onların güzelliklerinden yararlanması için de tüm halkımıza açık bir kapı olmak üzere herkesin yararlanmasını dilerim.
İkinci konu, bize bu imkanı tanıdığınız için Cem Vakfı kurucularına, yönetimine ve ayrıca sizlere tüm görevlilere saygılarımı sunarım.
Bir de çok yakında 1 Mayısta Bingöl’de yaşanan büyük üzüntü yaratan olaydaki Bingöllü kardeşlerimize bir Bingöllü olarak ölenlere haktan rahmet, hastalara şifa kalanlara da sabır dilerim.
Şimdi ayrıten Sayın Hocamız İzzettin Doğan’ın ameliyat geçirdiğini burada öğrenmiş oldum ona da yine acil şifalar diler, saygılar sunarım.
Bu arada tabi bir de vesile olmuş oldu, sevgili hocamızın gerçekten de gayet iyi, Cem Radyosu’nu, Cem Dergisi’ni, Cem Vakfı’nı yurt içinden, yurt dışından arayan binlerce insana da bu vesileyle teşekkür ediyoruz. Onun da sağlık durumunun iyi olduğunu belirtelim.
Şimdi 1949’de doğmuşum. Bingöl Kiğı, tabi eski ilçemiz Kiğı olduğu için, Karir bölgesi Sütlüce köyünde doğmuşum, fakat asıl doğumum 1946’dır. İşte o zaman ki kör katiplerin azizliğine uğramışızdır. İlkokulu Sütlüce’de Dar Evi eski ismi, Darevi olan okulda bitirdik. Orta ve liseyi Bingöl Lisesi’nde tamamladık. Açık öğretim ön lisansı Eskişehir Fakültesinde 1988’de tamamladım. 4 çocuk babasıyım; 3 erkek, bir kızdır. 1996’da 26 yıllık öğretmenlik görevimi tamamlayıp emekli oldum.
Yazları; geldiğinizde gördünüz, köyümde lençperlikle mücadelemi sürdürüyorum. Çünkü başka tutunacak dalım olmadığı için çalışmalarımızı toprakla barışık bir şekilde meyvecilik daha değişik çalışmalarla köyümüzde komşularımızla birlikte bunu ifa etmeye çalışıyoruz. Ayrıyeten kışın da Bingöl’deyim. Fakat fazla Bingöl’de kalışım olmuyor. Çalışmalarımdan ötürü ekseriyet İstanbul’da, büyük metropollerde, sizlerle birlikte mücadelemizi sürdürmeye çalışıyoruz.
Efendim ne güzel uğraşlar; şimdi köy yaşamı var, Bingöl gibi gidip gördük çok da güzel bir kent, orayla bağlantınız var. İzmir, İstanbul’la bağlantılarınız var. Sizin gibi bu yola sevdalı, o yöreden, dinliyorsa Hazır Ali Beyazyıldırım’a da çok selam gönderelim, o da buralara gelecekmiş, onu da bekliyoruz.
Tüm Bingöllülere yine geçmiş olsun ve selamlarımızı göndeririz güzel kentimize.
Evet kent çok güzel sevgili dinleyenler Bingöl gerçekten de çok güzel bir ilimiz, şirin bir ilimiz, köyleri gibi merkezi de güzel yani yerleşim alana itibariyle, binaları itibariyle çok güzel, sorunları çok ama güzel bir ilimiz Bingöl. Hele de ilçeleri o dağları, köyleri çok güzel.
Şimdi tabi bir öğretmensiniz; binlerce öğrenci yetiştirdiniz, ocak zadesiniz, dedesiniz taliplerle yoğun bağınız var bir de tabi yoğun bir inanç gözesinden geliyorsunuz.
Ben Doğu Anadolu’da onu gördüm yani Erzincan, Erzurum, Tunceli, Bingöl, Muş Varto burada inançlar, ziyaretler yönünden çok büyük bir yoğunlaşma var, evliyalar var, ziyaretler var. Bunu o kadar derinde hissediyorsunuz ki işte ben sizin köye geldiğimde onu hep beraber yaşadık. İşte insanlar geliyor, her taraftan o ziyaretlere Anadolu’nun birçok yerinden.
Bu atmosferlerde büyümek tabi ki başka bir kimlik kazandırıyor insana normal kimliğinin ötesinde. Siz de bunlardan çok etkilendiniz sanırım?
Tabi şimdi bölge olarak Karir bölgesi olarak biliniyor. Karir bölgesinde Şeker Baba, Karir Baba, Bandır Baba ve Geyik Baba, baba unvanıyla bilinen ziyaretlerimizdir. Bunun dışında tabi diğer ziyaretlerimiz de vardır, çoğunluktadır. Diyebilirim ki, Karir bölgesi bir evliya yatağıdır. İnsanlar yalnız Bingöl’den değil, Türkiye’nin her tarafından Avrupa’dan, dertleri olanlar mutlaka yazın ziyarete geliyorlar tabi kışın bu imkanlar olmadığı için uzak kalırlar. Biz de kışın uzak kalıyoruz bu son yıllarda ama yine dolaşmaya çalışıyoruz.
Şimdi yöremiz geçmişi itibariyle 1926’dan itibaren eğitim ve öğretimle barışık bir yöredir. Şimdi yaptığım araştırmalarda cumhuriyet döneminde, öncesini bir tarafa bırakalım, Şıhı’da 1920’lerde okul açılıyor. 1926’da Darevi köyünde 8 köyün öğrencileri Sütlüce’ye gelmek üzere en az 10-15 km. yol yürüyerek okula koşuyorlar. 1945-46’larda Kığı tarihinde ki kayıtlara bakılınca Karir de öğrenci mevcudu 145 kişi. Ve Kığı’nın on okulu varmış üçüncü sırada gelen Karir bölgesidir.
Bunun dışında Kiğı’nın kültürel yapısı bugün herkes tarafından bilinir. Bu ben zaman zaman söyleşilerimde veya şiirlerimde Kiğı’yı doğal güzellikleriyle de ortaya koymaya çalışıyorum. Bingöl kültüründen bahsedildiği zaman Bingöl kültürü Kiğı’da görülmektedir. Yani Kiğı’yla ölçülür deniliyor. İşte o günden itibaren 1926’lardan 1942’lere kadar yöre halkı kendi köy odalarını eğitim öğretimi sürdürmüşlerdir.
1942’lerden imece usulüyle bir okul inşa ediliyor 1956’lara kadar. Biz de o okulun son dönemlerini gördük, çocuktuk gider gelirdik fakat öğrenci değildik. 1956 devletin yapmış olduğu o sizin gördüğünüz okul inşa edildi. Ne yazık ki terör belasından harabe edildi, dağıtıldı. Şu anda kısaca keselim işte Darevi’nde can dostlarımızın bir okul tamir edildi eğitim ve öğretime tekrar dönüştürüldü ve beş yıllık masrafları kendilerine ait olmak üzere burada gururla söylemek istiyorum çok değerli kurucular vardı. O kurucular bunu yaptılar, kitaplarımda zaten yer vermişimdir onlara.
Eskiden olduğu gibi Karir’in diğer öğrencileri diğer köylerinde ki öğrenciler bugün yine Sütlüceye gelmektedirler. 1930’lu 1940’lı yaşanan bugün yaşanmaktadır bu da bizim için tabi ki büyük üzüntü büyük elem, büyük bir sıkıntı yaşatır.
İnşallah dilerim ki, Türkiye’de bugün ilk öğretim Yibo olarak bilinen okulların bir gün Karir bölgesinde de aynı görevi, aynı şekilde vatandaşı kucaklamak şartıyla, orası da Türkiye’nin bir bölgesidir, orada ki insanlarda Türk vatandaşıdır, bunlara da bu imkanlar sağlanır.
Bizim de dileğimiz o tabi ama tabi şey olarak değil bizim inancımız da vardır Hıdırellez günlerindeyiz, Hızır olarak gelirler, tabi ki can alıcı Azrail olarak gelmez orada ki müteahhitler, toplumumuza halkımızın tek isteği bu. Tabi siz Bingöllü olduğunuz için o konuları en iyi siz biliyorsunuz.
Fakat bu Dedeler Babalar Meclisi programında dedelik kurumuyla ilgili, Bektaşi babalarıyla ilgili ve dedeler, babalar birliğiyle ilgili sohbet ediyoruz. Yarın bu konulara daha fazla ağırlık vereceğiz.
Fakat ben sizin yayınlanmış üç kitabınızı gördüğüm için bu inanç kökeninden gelen bir insan yani Hasan Sevin’i tanımak, tanıtmak istiyorum.
Demek ki bir ocakzade olarak bu kimliğini korumakla birlikte, bu kimliğini bir kenara bırakmamakla birlikte, cemini, sazını, sözünü bir kenara bırakmamakla, dedelik kurumunu ayakta tutmayı bir kenara bırakmamakla birlikte eserler de kaleme alınabiliyor. Bingöl dağlarının eteğinde okuduğu eserlerden yararlanarak, düşünerek duygularını kaleme dökebiliyor.
Yani bugün esas üzerinde durmak istediğim nokta bu ozanlık, yazarlık yönünüz.
Anadolu’muzda tabi çok değerli bilimsel araştırmalarıyla öncü olan yazarlar, tarihçiler var. Tabi sapla samanı da birbirine karıştırmamak lazım her kitap yazan yazar olamaz yani kitap yayınlanmış olabilir ama kişinin yazar olabilmesi kolay değildir. O yüzden bunu hatırlatmak gerekir, her kitabı olan yazar demek değildir, onun kitabı vardır ama yazar olma ayrıcalığına herkes kavuşamaz. Kimse kusura bakmasın.
Okuyucunun takdirine bağlıdır.
Çünkü tamam yazıyor yazar oluyor yok öyle şey. Haber yapıyor, yorum yapıyor, söyleşi yapıyor gazeteci oluyor. Nerede o bolluk efendim. Yani öyle gazeteci olmak, yazar olmak, ozan olmak, dede olmak kolay mı? Tamam Türkiye bir şov çağı yaşıyor çok güzel tartışma programları olduğu halde hemen kanalı kıvırıyorlar öbür şov programlarına radyolarda aynı şekilde bir tartışma, bir araştırma konusu var ilginç bir konu var dinleyenler bizim başımızın tacı Cem Radyo dinleyenleri için demiyorum. Zaten onlar bizim programımızı hiç kaçırmıyorlar, dinliyorlar, bunu biliyoruz.
Ama bakıyoruz ilgili, ilgisiz konularda kulak kabartırken ülkenin gerçekleri, insana ait gerçekler dile gelirken kaçış var.
O yüzden ben sizin Yaşam Yolunda Gönül Sesi isimli eseriniz, daha önce Yaşamın Verdikleri Şiirlerde ismiyle yayınlanmıştı, Can Yayınları’ndan çıkmıştı. Bu eserinizde de çok şiirleriniz var. Yeni çıkan iki eseriniz; Yaşam Yolunda Gönül Sesi ve 2000 Yılında Ehlibeyt Gerçeği ve Alevilik isimli iki yeni eseriniz var.
Şiirlerinizi okudum, kitabınıza baktım gerçekten emek vermişsiniz, gerçekten bir güzellik yaratmışsınız.
Sayın hocam, şiirden girdik, şiirden konuşalım. Nasıl başladı bu ilgi, hangi yaşlarda başladı bu sevda, ne zaman döküldü ilk kez şiirler kalemden deftere?
Evet şimdi zaman zaman şöyle diyorum, dünya bir okul yaşam bir sınavdır. Şimdi sınavı kazanabilmek için verilen ödevin veyahutta yapılması gerekenlerin zamanında yapılması gerekir. Şimdi öğretmenlik süreci içerisinde, çalıştığım süreç içerisinde bol bol okurdum, okumayı çok severdim.
Tabi insan kendi kültürünün büyüklüğünü pek fazla bilmez bu belli bir süre alır. İşte kültür olunca bu sefer taşmaya başlar, dışarıya bir şeyler vermen gerekir.
Tabi emekli olunca bir sıkıntı yaşadım uzun süre zevkle yapmış olduğum mesleği bıraktığım için. Okulun önünden geçemiyordum, televizyonda izleyemiyordum öğrencileri. Ne yapmam gerekir, bir şeyler yazmam gerekir, diye düşündüm.
Tabi o zamana kadar olan birikimimiz yavaş yavaş bizim de hiç fark etmediğimiz şekilde kendini göstermeye başladı. 18 Mart 1996’da Yaşamın Verdikleri Şiirler adlı kitabımda Kutsal Mesleğim Öğretmenlik şiirini yazmıştım. Daha önce de işte bazı sıkıntıları yaşayınca veyahutta özlemleri ifade etmek isteyince şiirleri yazıyordum ama beş on şiirim vardı.
Kutsal Mesleğim Öğretmenlik şiirini yazınca okuldaki arkadaşlarıma okudum baktım kimi arkadaşlar çok üzüldüler. İşte Sayın hocam siz şimdiye kadar bunu fark ettirmemiştiniz böyle bir durumunuz varsa neden söylemediniz? Ben de farkında değilim, dedim. Yani bugün bu gece fark ettim kendimi.
Bir de Alevilik konusunda yıllardır bizim çektiklerimizden dolayı sürekli araştırıyordum, not alıyordum. Tabi birinci kitabı eğer 356 şiirle yazmasaydım 5-6 kitap yazmam gerekirdi. Fakat bir kitap da söylemek istediklerimi bir şiiri yerleştirmeye çalıştım. Zaten şairlik veyahutta ozanlık halkın dilidir, halkın dert ortağıdır. Yaşadıklarını mutlaka kalemle, sözlerle ifade etmeye çalışır.
İşte 1996’dan sonra bu hareket başlayınca günde üç beş veyahutta bir şiirle şiirler birikmeye başladı. Bu seferde kitap yapma arzusu duydum.
Fakat yazmak kitap basıma girmeyene kadar çok kolaydır. İşte basım hareketi başladıktan sonra sıkıntılar başlıyor ve aynı zamanda da çok yoruluyoruz, çok eziyet cefa çekiyoruz.
Evet ozanın, yazarın, şairin büyük bir sıkıntısıdır ürettiklerini kamuoyuna sunabilmek, okuruyla buluşturabilmek. Onları yakınen biliyoruz, biz de yaşıyoruz. Kolay değil kitap hazırlamak kitap yazmak. Evet bir şiirinizle devam edeceğiz kısa bir reklam aramız var ama.
Rahmetli Hüdai’nin de buna benzer bir şiiri var.
NE ERKANA DOKUN NE HAKK’I İNCİT
Gönül süremezsin gerçek yolunu
Ne erkana dokun ne Hakk’ı incit
Eğer çekemezsen yolun yükünü
Ne zalime dokun ne talibi incit
Sadık bir dost isen gerçeği söyle
Gözü talip için güzellik söyle
Ehlibeyt yoluna girmesin hile
Ne gönül kır ne Ehlibeyt’i incit
Benden haber olsun o güzel şaha
Gerçek kullar için kalmadı saha
Himmet edip yardım etsin bir daha
Ne talibi kır ne erkanı incit
Hasan boynu bükük duruyor dara
Gerçeği sevenin bahtı hep kara
Hakikat sönünce alıyor yara
Ne tenaya dokun ne teli incit.
Evet yaşadığımız sıkıntıları ne de güzel özetlemişsiniz bu şiirde. Yaşam Yolunda Gönül Sesi isimli kitapta buna benzer daha onlarca, yüzlerce şiir var.
Sevgili dostlar; Dedeler Babalar Meclisi programımız devam ediyor. Sevgili hocamız, yazarımız Hasan Sevin’le birlikteliğimiz saat başına kadar sürecek.
Sayın hocam gerçekten de çok güzel şiirleriniz var yarın da bir kaçını daha okuyacağız programımız el verdiği sürece. Tabi farklı konularda şiirleriniz var, yaşamın her alanıyla ilgili şiirleriniz var, Ehlibeyt yoluyla ilgili nefes tarzında da şiirleriniz var.
Gerçekten nasıl bir duygudur, nasıl dile geliyor? Yani bir şiir yazmak ayrı bir sanat, ayrı bir meziyet, ayrı bir ustalık?
Şimdi şiire sevda dersek daha uygun olur. Tabi sevdanın oluşabilmesi için bir alt yapıya ihtiyaç vardır. Bugün yaşam boyunca insanların çektikleri tabi nedense hep bir ezen var, bir ezilen vardır. Gönlü pak, ruhu pak olan insanlar bu hareket karşısında bir hakemlik görevini yapmak için kaleme sarılırlar. Yani gönüllerde yatan güzelliklerin, isteklerin, arzuların bir ifadesi olur şiir, yaşamın bir parçası olur, halkın bir derdi, halkın çektikleri ve bunun içerisinde tabi mahiyette üzgün yazdıran şiirlerimiz de vardır. Yaşamda kazanılan harekette şairler için konular oluşur, konular oluştukça şair bir sıkıntı yaşamaz.
Şair için ilk mısra çok önemlidir, ilk mısra yazıldıktan sonra şiirin sonu çok kolay geliyor. Onun için biz geçmişte güzellikler içerisinde yani açlık, sefalet olmasına rağmen kendi köyümüzde, bölgemizde bugünkü halen de görülmemiş belki izi de kalmamış bir güzellikle yaşadık.
Bu güzellikler karşısında son dönemlerde her şey değişti biz de sermaye o gün insandı. Sonradan son yıllarda işte serbest pazarda sermaye mal, para, pula dönüşünce biz sermayemizi kaybettik. Sermayemizi kaybedince bunu ancak teselli olmak için şiirlerimizde ilaç bulduk, şiirlerimizde teselli olmak için yazmaya çalıştım. Arkadaşım bir gün sordu dedi ki, sayın hocam siz neden yazıyorsunuz, niçin yazıyorsunuz, dedi. Dedim, deli olmamak için yazıyorum, eğer bu şiirleri yazmasaydım mutlaka ben de şimdi bir akıl hastanesinde yatacaktım. Çünkü sabır diyoruz, sabır ve metanet belli bir yere kadardır ama çektiğim sıkıntıları kağıda döktükten sonra içim boşalıyor ve şair rahat etmiş oluyor. Çünkü bunu diğer can dostlarla aynı sıkıntıları yaşayan insanlarda paylaştığı için kendisi kendine düşen görevi ifa etmiş olur, yapmış olur.
Hem sorunları sıkıntıları dile getiriyorsunuz rahatlıyorsunuz, hem de yine de bir umut kapısı açıyorsunuz, yazdıklarınızla.
SUSAN HOROZ ÖTER BİR GÜN
Hava sisli baca tütmez
Komşu evden eve gitmez
Çöplük yerde horoz ötmez
Susan horoz öter bir gün
Mevsim karı ani yağar
Darda kalan günü sayar
Zaman gelse güneş doğar
Yağan karlar erir bir gün
Kaygan yolda buzlar vardı
Yüklü araç yolda kaldı
Geliş gidiş zaman aldı
Kaygan yollar kurur bir gün
Hasan darlık kötü haldır
Sağın solun buzlu kardır
Yine hava her gün yardır
Kötü günler geçer bir gün.
Şimdi tabi buradaki sesleneşi herkes anlıyor; sadece karlı dağlar, kar- buz değil anlatılan. İnsanın ruhunun içindeki sıkıntılarda var, darlık var, yokluk var, yoksulluk var. Horozun ötmesi de bir müjde, müjde bekliyorsunuz. Yani yazla birlikte bir genişliğe çıkma var ama sıkıntının arkasında bir de bolluk var, umut var, yani Hızır var.
Hızır’a siz doğu da daha çok önem veriyorsunuz değil mi biz?
Tabi Hızır dar gün dostudur. Biz şimdi şiirlerimizde keşke açık yazabilseydim. Ama açık yazsaydım ertesi gün mutlaka kelepçe vurulacaktı. Orada buzlu kar, kaygan yol, horoz ondan sonra darlık, bunlar bazı şeyleri ifade etmektedir. İşte biz güzelliklerimizi kaybettiğimiz için ancak bu şekilde kapalı okuyup da anlamaya çalışan dostlarımıza bir şey vermeye çalıştık. Dilerim ki anlayacaktır bir gün.
Diyarı gurbette perişan oldum
Simsiyah saçlarım aklarla doldu
Umut beklerken güllerim soldu
Hangi kalem yazsa zalimsin gurbet
Güzel dostluk orada yok olup gitti
Para olan yerde insanlık bitti
Namerdin pas tutan yüzün öptü
Hangi eller yazsa zalimsin gurbet
Sana varan insan arslan kesildi
Yiğit para buldu yolu şaşırdı
Helal haram derken halktan aşırdı
Hangi kitap yazsa zalimsin gurbet
Hasan zalim gurbet yaramaz oldu
İnsanı kamilin kalbini yordu
Gariban insanı kötü hal sordu
Hangi insan yazsa zalimsin gurbet
İşte gurbet ve zalimlik köyümüzü kaybettikten sonra bölgemizi kaybettikten sonra tabi toplu olarak dağıldık, o bizim için bir gurbettir. İşte bizde her geliş gidişimizde bir yarayı alıyoruz. O eski güzelliklerimizden şimdi iz kalmadı ve bunlarda büyük bir kayıptır. Bir toplum kendi kültürünü gelenek göreneklerini örf ve adetlerini kaybederse benden yani bana en büyük kayıp odur. Sermayeler bulunur fakat bu güzellikler bulunması çok zor olur onun için o sıkıntıyı yaşıyoruz.
Şimdi son olarak sizin bir şiiriniz var (beni de anlatan) tabi okuyacağız…
Sabah erken kalkar soba yakarım
Karyolamı düzer çayı yaparım
Kahvaltıdan sonra bardak yıkarım
Bekarlık sultanlık bilen kişiye
Daktilo elimde yazı yazarım
Kitap okur evde serbest gezerim
Bulaşık yıkarım kabı dizerim
Bekarlık sultanlık bilen kişiye
O kuru fasulye pirinç pilavı
Hafta boyu yedim boşalmaz kabı
Aynı çeşit yemek tembellik ayıbı
Bekarlık sultanlık bilen kişiye
Hasan kısa süre bekarlık gördü
Bütün gün içeride yalnızlık sürdü
Yaşam için eşli olmayı övdü
Bekarlık sultanlık bilen kişiye
Tabi burada bir ironi var. Yani bekârlık sultanlık ama her kişiye değil.
Tabi şimdi 2000 Ehlibeyt Gerçeği ve Alevilik eserimi yazınca hanım İzmir’e gitmişti, 45 gün dedim yalnız başına kalayım. Tabi hanım olmayınca da gerçi işte pek az olurdu tabi o benim bir günlük çalışmam ev içerisindeki hal ve hareketlerimi ifade ediyor. Tabi bu da herkese çok şiir yazdık bir şiiri de kendimize yazalım, dedik, oturduk onu övdük. İşte 45 gün içerisinde çalışmalarımı bitirdikten sonra neticesinde öyle demiştim, mahlas kısmında herkese evlilik tavsiye ederim yani bekarlık sultanlık demişizdir. İşte yalnız başımıza kaldığımız için kendi işimizi kendimiz yapmak zorunluluğu doğdu.
Ama yine de yapılabiliyor değil mi?
Tabi yapılabiliyor.
Alevilik deyince tabi herkes farklı farklı, çeşitli yorumlarda bulunuyor. Sizin kitabınızı incelediğim kadarıyla, işte İslam inancı içerisinde kurallarıyla, kaideleriyle, On İki İmam’ıyla, duasıyla, sünnetiyle, erkanıyla yani ta ilk kuruluş döneminden bugüne kadar İmam Ali’nin çektiklerinden getirmişsiniz almışsınız.
Peki; 2000 Yılında Ehlibeyt Gerçeği ve Alevilik, şimdi çok kısaca bundan bahsedelim ve gerçekten yüz yıllar boyunca cemlerde yaşanan o güzellikler o köylerde ki kadirşinaslıklar, terbiyelikler ne oldu? O çekilen çilelere rağmen verilen mücadeleler ne oldu? Ve 2000 yılında gerçekten Ehlibeyt gerçeği nedir, Alevilik gerçeği nedir size göre?
Şimdi 2000’de Ehlibeyt gerçeği dendiği zaman başlı başına bir anlam teşkil ediyor. Gerçekten biz İslam ülkesi olarak veyahutta İslam dünyası Ehlibeyt’in hala kimler olduğunu tartışmasını yaşıyoruz. Ne yazık ki tabi ben onun ayrıntılarına girmeyeceğim kitabı okuyan canlarımız farkında olacaklar. Hala Ehlibeyt’in Hasan Hüseyin Fatımatül zehra olmadığını başka isimler olduğunu söyleyenler vardır. Hayır bunu kendi kitaplarından almışımdır sayfası da vardır. 1990’lardan sonra yani zaman zaman diyorum ki Alevilik 1400 yıllık süreç küçülür ben diyorum ki 13 yaşındadır. Çünkü 13 yaş 13 yıldır biz Aleviliği tartışıyoruz Türkiye’de, keşke yüz yıl iki yüz öncesinde tartışmış olsaydık. Kimliği gizli tutulmuştu.
Son dönemlerde Ehlibeyt’in Hz. Muhammed’in ev halkı olduğunu ve Muhammed Mustafa, Aliyyel Murteza, Fatımatül Zehra, Hasan ve Hüseyin olduğu insanlar tarafından yeni yeni bilinmektedir. İşte kitabın ilk bölümü bir yüz sayfasına kadar bunu anlatmaya çalışmışımdır: Ehlibeyt kimdir? Şimdi ötesi de Alevilik asimile edilmektedir. Alevilik tarih boyunca bugüne kadar yaşadıklarıyla tarih sayfalarında tarih derinliklerine inersek başına gelenleri yine kitabımızda kaleme almışızdır. Sayfasıyla ondan sonra belgesiyle çeşitli oyunlar oynanmıştır.
Ne yazık ki son dönemlerde işte 1980’lerden sonra Alevi camiası da bu oyuna gelmiştir ve kurulan tuzağa düşmüştür.
Bizim mücadelemiz kendi güzelliklerimizi kaybetmeden bu yolu yaşamaktır. Bugün Alevilik yolu sevgi yoludur, Alevilik yolu hakça paylaşım yoludur, feragat yoludur, güzellik yoludur, hiçbir zaman insana bir yanlış yapmama, kul hakkı yenmeyen bir yoldur.
İşte Aleviliğin bizim demin sizin de değindiğiniz gibi Anadolu’daki Aleviliğin evrensel boyutları bugün dünyada bile tartışılır duruma gelmiştir, dünya da bile dikkat çekecek duruma gelmiştir.
Gayrimüslim insanlar bu konuda çok araştırmalar yapmaktadırlar. Biz yani kendi köyümüzde yaşadığımız o güzelliği, o içtenliği kaybolup giderken seyirci kaldığımız zaman vicdanen sıkıntı yaşıyoruz. Ve bunu kayda geçirmek, bunun için mücadele vermek, yahutta bunun bayraklığını yapmakta kendime bir görev bildiğim için yarın da inşallah konuşmamızda yer vereceğiz genişlemesine biz buna anlatmaya çalıştık.
Dilerim ki insanlar da bunlardan yararlansınlar ve bir şeyler öğrensinler.
Sizin amacınız işte Bingöl dağlarının eteğinde sevgili bir insan, yüreği sevgi dolu bir Hasan Sevin çıkıyor, elinde sazıyla, gönlünde sevda türküleriyle sevgili dinleyenlerim şiirler yazıyor, Ehlibeytin güzelliklerini kaleme alıyor, geçmiş değerlerimizi yaşatalım diyor. Kendisi bir dede, kendisi bir ocakzade ama okumuş, öğretmen olmuş fakat durmamış, çalışmış, halkı için insanlar için bir şeyler üretmiş.
Bugün kendisini konuk etmemiz boşuna değildi işte bu değerlerimizde var Anadolu coğrafyasında. İşte beğenmediniz mi sevgili dinleyerlerim. Yani hepiniz de beğendiniz biliyorum, sizin neyi beğenip beğenmediğinizi ölçebiliyorum, sizin ilginizden anlıyorum.
Ne güzel şiirler kaleme dökmüş, kaleme almış kitaplar yazmış sevgili Hasan Sevim.
Elinize sağlık sevgili hocam gerçekten güzel eserler, yaşamın verdikleri şiirlerde birinci kitabı, 2000 yılında Ehlibeyt Gerçeği ve Alevilik ve yine Yaşam Yolunda Gönül Sesi diye üç eseri var.
Bu güzel eserlerin devamını dileriz, halkımızın ulaşmasını halkımızın da bu kitapları, eserleri okumasını, yararlanmasını dileriz.
Ve programımızın sonuna doğru gelirken yarın yine sizle birlikte olacağım ama yarın artık Dedeler, Babalar Meclisi programının formatında işte Bingöl dağlarında da konuştuğumuz gibi dedelik kurumu, dedelerin birliği, toparlanması için siz ne düşünüyorsunuz onları sizden alacağız.
Fakat programımızı bitirmeden önce siz bir Bingöllü bir ozan, yazar olarak bakalım bu depremle ilgili ne yazmışsınız, sizden dinleyelim.
Teşekkür ederim. Ben yine Bingöllü hemşehrilerime geçmiş olsun, der saygılarımı sunarım.
BİNGÖL İÇİN KADER OLDU
Deprem oldu güncel haber
Türkiye’yi sardı keder
Ağlar ana kardeş peder
Bingöl yine viran oldu
Yetmiş birde deprem vurdu
Nice insanın gülü soldu
Aynı sonuç bugün kondu
Bingöl için kader oldu
Çalan adam tuzak kurar
Çürük bina olur mezar
Gözler ağlar yürek sızlar
Bingöl yine harap oldu
1 Mayıs 2003’e
Gece saat 3’ü geçe
Masum insan gitti hiçe
Bingöl yine viran oldu
Ahzap günü insan küser
Dünya bakırı canlı beşer
Kazıcılar mezar eşer
Bingöl için kader oldu
Çeltik suyu Yibo viran
Suçlu veli kimdir soran
Torpille işi alan
Bingöl yine harap oldu
Sağa sola kağıt uçar
Bunu gören isyan saçar
Suçlu olan oradan kaçar
Bingöl yine viran oldu
Sular çağlar kuşlar öter
Açan çiçek boynu büker
Gönül hazin hazin döker
Bingöl yine harap oldu
Afet gelse çadır kurar
Bakan gelir halkı soyar
Aynı hata yine yorar
Bingöl yine viran oldu
Yaşam için deprem kader
Önlem almaz sade söyler
Acı çeker insan inler
Bingöl yine harap oldu
Böyle halde Bingöl gülmez
Gözü açlar bunu bilmez
Acı varsa gönül silmez
Bingöl yine viran oldu
Hasan Hakk’tan sabır diler
Durum buysa kendi neyler
Utansınlar hırsız beyler
Bingöl için kader oldu