HASAN SEVİN DEDEYLE SÖYLEŞİ 2.
HASAN SEVİN
BABA MANSUR, KURHÜSEYİN (KOL Tekkesi)
Seyyit Kasım (Soyu Kiği / Adaklı / Karer bölgesi, Sütlüce ve Doluçay köyleri)
Hasan Sevin Dede’yle Söyleşiler (II.)
(Cem Radyo’da Söyleşiler)
Ayhan Aydın
Sevgili Dostlar merhaba…
Ben Ayhan Aydın bir Dedeler Babalar Meclisi programında daha sizlerle birlikte olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Her zaman olduğu gibi bugün de teknik masada Birol Tuğrul kardeşim de bir saat boyunca bizlere yardımcı olacak. Şimdiden kendisine teşekkür ediyorum.
Evet dedelerle, babalarla ilgili bugüne kadar yoğun hizmetleri olan gerçekten bu kurumun yüz akı olan insanları programımıza konuk ediyoruz.
Zaman zaman Cem Vakfı öncülüğünde gerçekleştirilmek istenen Dedeler Babalar Meclisiyle ilgili çalışmaları sizlere aktarıyoruz.
Ve sadece bununla sınırlı kalmıyor programımız elbette Alevi Bektaşi inanç ve kültürüyle ilgili hizmeti geçenleri anıyoruz, bu konuda ki uğraşları sizlere aktarıyoruz. Programımızın başında dünde biraz genişçe yer vermeye çalıştığımız gibi tam bir sene önce bu çalışmalara yoğun emek veren ve aramızdan ayrılan değerli hocamız Baki Öz’ü ve önceki gün kaybettiğimiz ve size aktardığımız Şevki Kocamızı bir kez daha yad ediyoruz ruhları şad olsun diyoruz.
Gerçekten sadece dedelerle, babalarla bu yol yürümemiş bu konuya gönül veren, emek veren dede ve baba kimliğinin dışında da onlarca, yüzlerce insan olmuş. Analarımız olmuş, bacılarımız olmuş dervişlerimiz olmuş bu yola hizmet eden aydınlarımız olmuş, öncülerimiz olmuş hepsinin el ele yürek yüreğe verdikleri mücadelelerle bu güzel inanç bu günlere kadar ulaşabilmiş.
Nedir bu inanç Ehlibeyt sevgisinden temelini alan ve yüzyıllar içerisinde daha da olgunlaşıp inanç öncüleriyle bugüne gelen Alevi, Bektaşi, Mevlevi inanç ve kültürü?
Evet dün değerli bir konuğumuz vardı, kendisiyle bugüne kadar yayınlamış olduğu eserler ve eserlerin içerikleri hakkında sohbet etmiştik, iki değerli canımızı almıştık.
Bugün ta uzaklardan Bingöl diyarından buraya kadar gelen ve sadece bir öğretmen olarak, sadece şiirleriyle, yazmış olduğu eserlerle değil, yürütmüş olduğu cemlerle de, ocakzade kimliğiyle de çok sevilen, sayılan, geçen sene görüp bilgisini takdir ettiğimiz, sevgili Hasan Sevin dedemizle, bir saat boyunca dedeler babalar meclisi ekseninde söyleşimiz sürecek.
Hoş geldiniz programımıza efendim tekrar.
Hoş bulduk efendim çok sağ teşekkür ederim.
Şimdi bugün dedelik kurumu, cem kurumu, Alevilik ve oluşturulmaya çalışılan Dedeler Babalar Meclisi hakkında, günümüzde yaşadığımız Aleviliğin çıkmazları, açmazları, şehirlerdeki problemleri üzerinde duralım.
Çünkü siz bunları cevaplandırabilecek bir pozisyona sahipsiniz, yazarsınız, bir öğretmensiniz, eğitimcisiniz fakat inancını bırakmamış, inancını devam ettiren bir insan olmanın ötesinde yani ocakzadeliğin yanında dedeliği de yürüten, sazıyla, sözüyle, cemiyle bu inancı sürdüren insanlardan birisiniz.
Evet sevgili Hasan Sevin şimdi biz sizlere aktardık, Cem Vakfı bir çalışmanın içinde diyor ki, Türkiye’de, Balkanlar’da, ülkemizin dört bucağında yüz yıllardır bu hizmeti yerine getiren dedeler babalar çok yoruldular, çok çile çektiler ama hiç bırakmadılar bu kutsal hizmeti, emanetleri hiç bırakmadılar gelecek kuşaklara aktarmak için mücadele verdiler.
Fakat maalesef Cumhuriyet döneminde ağır darbeler yediler, büyük yaralar aldılar, çok büyük haksızlıklara uğradıkları gibi, içinde oldukları toplum da savruldu, toplumun değerleri de savruldu, hep birlikte büyük sıkıntılar yaşadık.
Şimdi diyoruz ki; bunların görüşleri toparlansa, derlense, toplantılar olsa, bir meclis oluşsa, bunun içerisinden çalışabilecek, çalışma kabiliyeti olan dedeler, babalar el ele verseler, Aleviliğin sorunlarını inanç boyutunda çözmek için çaba harcasalar, nasıl olur, ne dersiniz bu çalışmalara nasıl bakarsınız?
Sayın Ayhan Bey ben dün de belirttiğim gibi aynı dileklerimle radyoları ve televizyonları başında bizi dinleyen tüm dinleyicilerimize saygı ve sevgilerimi sunarım.
Tabi sizlerin de bu konuyu buraya kadar taşımanızdan dolayı teşekkür ederim. Gerçekten çok ciddi bir konudur.
Bugün Aleviliğin geçmişini araştırdığımız zaman tüm güzellikleriyle bugünlere taşınmasının tek nedeni, etkeni dedelik kurumu, makamı olmuştur. Fakat cumhuriyet döneminde dedelik makamının ve bilhassa son yıllarda bilgi çağında biraz da olsa kendi eski güzelliğini kaybetmesi, Aleviliğe büyük darbe getirmiştir, veriyor. Şimdi ben şöyle düşünüyorum; inancımızın ve edep erkanımızın özünde güzellikler yatar ve barış ondan sonra benliksiz bir inanç türümüz vardır. Ve yolumuz temeli El Ele El Hakk anlayışıdır. Azap suresinin 33. ayetinde diyor ki, ben Ehlibeyti tüm kirlerden temizledim ve temiz halde kalması gerekir, pak kalması gerekir.
Şimdi durum buysa dedelerin önce benlikten kendilerini arındırmaları gerekir. Çünkü benlik bir kanser kötüdür, onun kadar etkisi vardır ve tedavisi de sadece ölümdür.
Benlikli bir dede kendini sürekli bir ayna da izlemelidir yahutta kendini sürekli yargılamalıdır.
Bu yolun bir piri vardır pir Hz. Ali’den Hz. Muhammed’den, Hz. Hüseyin’den, Hz. Hasan’dan On İki İmamlar…
Bunlar bu makamı nasıl temsil ediyorlardı ve o insanlara nasıl bir tavır veyahutta nasıl bir yüzle gözle bakıyorlardı, bunlar çok önemlidir.
Ama sadece bilgi çağında benim adım dededir, ben dedelik unvanı alıyorum, gibisinden hareketle veyahutta hiç dünyadaki gelişmelerden kendi yol erkanından habersiz bu işi yürütmeye çalışırsak bunun sonu hüsran olacaktır.
Ve Aleviliğe fayda değil büyük zararlar verecektir.
Ve netice olarak şöyle diyorum birlik ve beraberliğin sağlanması kadar doğal hiçbir şey olamaz.
Cem Vakfı’nın bu çalışmalarına canı gönülden katılıyorum ve aynı zamanda şunu da belirtmek istiyorum, dede dediğimiz zaman bana göre bir yanlış anlaşılma vardır. Yanlış anlaşılma şudur; her seyit çocuğu dede olamaz. Bugün cemaate namaz kıldıran bir insana hoca deniyor fakat belli şeyleri icra ediyor.
Dedelik unvanını alabilmesi için kişi en azından bilgili ve bir edep erkanda bir cem erkanında yapılması gerekenleri yerine getirmesi gerekir.
Bunun ötesinde de özü ve sözü pak olması gerekir.
Evet peki sıralamaya çalıştınız biraz daha açalım. Yani dedelik kurumu, babalık kurumu var. Türkiye’de Aleviler Bektaşiler Mevleviler bu topraklarda yaşayan Sünni inanç grubu dışında ki İslam inancına sahip insanlarımız var. Biz kimsenin kendi hakkında yapmış olduğu yoruma bir şey diyemeyiz. Fakat öyle görüyoruz ki bu inanç ekolleri birbirine çok yakınlar, nihayetinde bu inancın öncüleri de kendilerini öyle ifade ediyorlar. Yani Alevi Bektaşi Mevlevi inançları birbirine en yakın inanç grupları. Şimdi bunların öncüleri olan dedeler, babalar belli bir ocağa bağlı olan dedeler, belli bir dergahta hizmet yürüten ki dergahlarımız kapalı olduğu için şimdi sistem tamamen değişti, o Bektaşilik sistemlerine farklı programlarımızla, farklı dostlarımızla gideceğiz. Ruhu şad olsun bu konunun en büyük uzmanlarının başında yer alan insanı kaybetmek bizi yaralamanın ötesinde bizi yalnız bırakmıştır (Şevki Koca). Şimdi dervişlik nedir, babalık nedir dergahlar kapandıktan sonra bu işler nasıl yürüyordu bunlar da anlatılacak.
Şimdi sevgili dede zaman değişti, çağ değişti, dağınıklıklar var fakat biz biraz daha genel olarak bakarsak şöyle yukardan değişik ocak sahipleri var; Baba Mansur, Ağuiçen, Kureyşan gibi yüzlerce değişik ocağımız var. Zamanla bir hiyerarşi kurulmuştu; pir Hünkar Hacı Bektaşi Veli Ocağı (Dergahı) vardı diğer ocaklar var.
Benlik dediniz benlik kalesini yıkmak dediniz, demek ki; ben derken sadece kişinin benliğini öne çıkarması değil ocağını, sınıfını, bölgesini, yöresini, onları da kesinlikle geride bırakmasını kastediyorsunuz, sanırım değil mi? Yani nası ki er erden seçilmez, dede deden seçilmez; ocaklar ocaklardan seçilmez değil mi?
Şimdi bugün Hacı Bektaşi Veli’nin soy seçeresini bilen insanlarımız Musayı Kazım ile birleştiğini ve İmam Musayı Kazım’ın torunu olduğu bir gerçektir. Baba Mansur’un soy seçeresini araştırdığımız zaman yine Musa-i Kazım, İmam Rıza’dan birleştiği yine bir gerçektir. Kureyşan ocağı da diğer ocaklar da, ocak olan kurumlarımız da aynı. Tümü eren ve evliyalar. Hepsi On İki İmamlar’a çıkıyor. Burada birlik var. Ayrılık nerede?
Şimdi bu ayrılıklar aslında bu bilgisizliğin eseridir bu bilgisizliğin vermiş olduğu yanlışlıktır.
Bir ocağın diğer ocaktan üstünlüğü söz konusu değildir ama bir tek şey söz konusudur; yeterlilik söz konusudur, turablık söz konusudur.
Şimdi turablık teslim-i rızadır yani Hakk’ın rızasına teslim olmaktır.
Diğer makamları, diğer mevkileri de siz yükseldikçe makam alırsın, derece alırsın ama Alevilik dedelik makamında eğer toprağa oturmuşsanız, kendinizi insanı kamil olarak toplumun karşısında bir ayna, bir ışık, bir güneş gibi sergileyebiliyorsanız ve geçmişinizde, geleceğinizde herhangi bir yanlış söz konusu değilse, bana göre yeterlilik kimdeyse bu yolun piri, rehberi, mürşidi odur.
Yani hiçbir ocağın diğer bir ocaktan üstünlüğü söz konusu değildir.
Sadece burada bana göre yapılan benlik davasıdır. Bu ise Aleviliğin özünü yok etmektir. Ocakların üstünlüğünü ileri süren insanlar tabi ki; kendi yol, erkanları karşında suçlu konumdadırlar.
Buradaik gayret sadece kendilerine rant sağlamak gayesidir, kendilerine gelir sağlamak gayesidir, işte başkaları tanınmasın, ben tanınayım, davasadır.
Oysa Yunus Emre’nin çok güzel bir sözü var. “72 milleti bir görmeyen göz halka müderris olsa bile Hakikate asidir.” Bu tarihi bir gerçektir Yunus Emre ermiş bir insan olarak bunu ileri sürüyorsa bunu çok iyi dünümemiz bu sözü rehber almamız gerekir.
Yine Hacı Bektaş’ın “bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” demesi boşuna söylenmiş sözler değildir.
O zaman ilk önce kendimizi tanıyalım. Kendimizi tanıdıktan sonra çevremizi rahatlıkla tanımış oluruz, yolumuzu tanımış oluruz, erkanımızı tanımış oluruz ve neyi, niçin yaptığımızı o zaman çok iyi bilmiş oluruz.
Şimdi hepsine sevgimiz, saygımız sınırsız olmakla birlikte bunları görebiliyoruz. Yani her ocaktan geliyorum diyen, her Ehlibeyt soyundan geliyorum, diyen her posta oturduğunu iddia eden, ona layık olduğunu iddia edeni bizler “dede, pir, rehber, mürşit” olarak görmemeliyiz asılnad. O sadece kendi iddiasıdır. Şimdi acaba toplum onları nasıl görüyor, önemli olan toplum içinde ki pozisyonları ve kişilikleri, kimlikleri. Bütün babalara, dedelere bu yola hizmet edenlere saygımız olmakla birlikte artık bazı şeyler eleştiriliyor, sorgulanıyor.
Şimdi dediğiniz gibi yüzü asık bir dede veya baba gerçekten bir dede veya baba olabilir mi?
Efendim olamaz, mümkün değildir. Yani bugün Ehlibeytin cemalinde nur vardır insanlarla karşıya geldiklerinde o cemalde kendilerini görmelerini gerekir ve cemal cemale bakarak ibadetimizi biz icra ediyoruz. Yani karşıda ki dedenin eğer yüzü asıksa ben o zaman duvara bakarım dedeye bakmam. Çünkü ben kendimi dedenin yüzünde görmeliyim; onun bütün kişiliği, bütün marifeti yüzünde görülmelidir. Hangi nasıl bir sorun olursa olsun yani bütün insanlar karşıda bir dedeye küfretseler bile onun asık yüzle bakma hakkı yoktur, gücü yetmiyorsa başka yerde başka bir uğraş peşinde mücadelesini verebilir.
Yani bakın yavaş yavaş çıkıyor konunu özü. Yani eğer bir insan yüzü asıksa bir kere dedeliği bıraksın?
Tabi bıraksın, kesinlikle katılmıyorum buna.
Şimdi benim ocağım üstün, ben şu ocaktanım, bu bölgedenim, şu aşirettenim, şuradanım, buradanım, ben üniversite okudum, veyahutta benim elimde on metre seçere var, diyorsa o da bir kere bıraksın değil mi?
Kişinin seçeresi kendi marifetidir. Kişi marifetiyle ölçülür.
Bugün secereyle günümüzde insanların o kadar büyük dayanakları vardır ama kişiliği yoktur, insanlar tarafından takdir edilmezler. Onun için biz bütün icraatımızı, bütün güzelliklerimizi kul hakkı için sergiliyoruz.
Kul hakkı bütün hakların üstündedir, Bana kul hakkıyla gelmeyin, demiştir Yüce Yaratan.
Benim için secere pek önemli değildir, fakat bu şartlar bunu dediğim zaman Alevi beklentisinde olmayan bir insan kalkıp da dedelik yapamaz, yani bu açıklığı getirelim.
Ehlibeyt neslinde olup eğer marifetiyle, arifliğiyle, insanı kamilliğiyle bir şeyler sergileyebiliyorsa benim için o her şeye değerdir ve onun o marifeti de kendi seceresidir. Seçeresi varsa kendisine, marifeti yoksa kimseye aldırış etmez ona yani bugün günümüz bilgi çağı değil iletişim çağıdır.
Şimdi kul hakkından bahsettiniz. Evet Tanrı da buyruğunda kutsal kitabında söylüyor, kul hakkıyla gelmeyin bana, diyor. Zaten Aleviliğin Bektaşiliğin temel düsturu da bu, edep erkan üzerine bu yol sürülmüş. Edep ya hu, diyorlar.
Şimdi kul hakkı gerçekten biraz daha üzerinde durulması gereken bir konu. Şimdi rızalık, razılık kavramları var. Yani kul kuldan razı olmadıktan sonra ne o postun karşısına gelebilir, yanına yaklaşabilir, bilakis posta zaten oturamaz postun önüne de gelemez herhalde.
Kul kuldan razı değilse, kulun bir kusuru varsa, yahut kul kulu incitmişse Aleviliğin, cemin birinci özelliği o olsa gerektir.
Şimdi şunu şu şekilde izah etmeye çalışacağım. Ben bir dedede 3 özellik arıyorum, biri bilgisi ve öğretmenlik; ikincisi hak savunuculuğu ve avukat, üçüncüsü adil yargılarla hakimlik, yargıçlık. Şimdi dedemiz eğer bu üç unsuru yerine getirebiliyorsa özü de sözü de paksa tabi bugün Kuran-ı Kerim’de bu konuda ayet vardır, Tevbe suresi 119’u “Ey iman edenler Allah’tan korkun özü sözü bir olun ve özü sözü bir olmayanların yeri yoktur” diyor. Şimdi bu ayeti kerimedir bu biraz dedeler için ve toplumda bir şeyler yapmak için olanlar içindir, yani toplumda bir şeyler yapmaya gayreti gösterenler içindir.
Şimdi dedelik makamına oturan bir kişi eğer karşıda oturan canlardan birileri onun yüzüne baktığında yaptığı yanlışlıklar varsa ve o toplum tarafından da bu yanlışlıklar kısmen de bilinse o kişinin oraya oturması bana göre büyük bir yanlışlıktır ve hiçbir zamanda yeri yoktur. Çünkü orası pak erenlerin yeridir o makam pak erenlerin yeridir.
Şimdi bizim edep erkanımız bunu gerektirir. Mesela el, bel, dil ilkesinden bahsediyoruz zaten bizim temel yasamız budur. El, bel, dil ilkesi insanlara zarar vermemek, kulların tüm hakkını gözetmek. Kulun kıyası nefisle siz kendinize hoş gelmeyeni başkasına uygulama hakkına sahip değilsiniz. El, bel, dil ilkesiyle edep oluşur.
Bugün bizim cemlerimizde edep temel bir kuraldır. Yani küçüğüyle, büyüğüyle dedesiyle zaten dedelik on iki hizmetin başıdır.
Süpürgecilik de bir hizmettir, dedelik postu da, on iki hizmetin başıdır. Yani pir, mürşid o oturmuştur. Ama cemin sevk ve yönetimi o dedenin elindedir. Çünkü orada Ehlibeyt neslinden olduğu için o baş bilinir, herkes ona hürmet eder.
Önce toplumu bilgilendirip, aydınlatacaktır dedeler.
Bugün Alevi cemlerinin kışın yapılmasında ki neden çalışmaya çok önem verilmesindendir. Çalışmayı bir ibadet saydıkları için boş zamanı öldürmemek gayesiyle bütün çalışmaları bitirdikten sonra kışın yapılan cemlerde üç beş ay içerisinde yapılan cemlerle on ay içerisinde kullar arasında bölgede yaşanan eksikler hatalar varsa, o dede tarafında gittiğinde tabi bunu bazı bölgelerde ruhen temizlenme denir. Cemler kışın yapılır.
Önce dede tarafından öğretilirler. Hayatta da öğretmenler bir şeyler öğretilir. Sonra haksızlığa uğrayan insanlara, mümine nişan, dendiği zaman kişiler edep erkandan uzak ve sorgulamaya geçilir. Birilerinin hakkı birilerinde varsa, zarar ziyanı, yargıç olarak adil kararlar alarak, hakimlik kararıyla ona karar verilir ve bu şekilde o insanların hepsini barıştırır ve birlik beraberliğini sağlar.
Zaten eğer Alevi ceminde dedesiyle beraber olmak üzere barış ortamı sağlanmazsa o cem de kesinlikle ibadet yapma hakkı yoktur ve yapılsa bile geçerli olmaz.
Aynı zamanda yine Kuran-ı Kerim’de Hucurat suresinin 10.ayeti “şu bir gerçek ki müminler sadece kardeştirler o halde kardeşleriniz arasında barış sağlayınız.” Ayeti mevcuttur. Burada dedelerimiz eğer bu konuda zahmet buyururlarsa Kuran-ı Kerim’e bakarlarsa bazı doğrular orada zaten açıktır. Çünkü Kuran-ı Kerim İslamiyet’in kitabıdır, bizim kitabımızdır, orada bütün gerçekleri yazılıdır. İşte Ehlibeyt neslinden olan bir insan bunlar talipler içinde geçerlidir yani talip de kendini bir dede kadar yetiştirmelidir.
Ben hep söylerim bilgili bir talibin piri olmak isterim. Çünkü istediği şekilde yargılayabilir, istediği şekilde beni sorguya çekebilir, soruşturabilir. Çünkü bizim bir diğerimizden üstünlüğümüz söz konusu değil.
Bir şey daha çıktı o zaman, ben dedelere meşhur 170 tane soru hazırlamıştım, orada vardı, tabi önemli bir kısmı da dedelerimizin, babalarımızın gerçekten de onaylamışlardı, hiç bugüne kadar dile getirmeyen bir hususu dile getirmiştik. Acaba dedeler talipleri tarafından sorgulanabilir mi? Yani evet, dediler çoğu demek ki, sizin gibi düşünüyor çoğunluk.
Evet ama bir şartla; şimdi bizim hakikat ceminde erenler cemidir, o cem de niyazıyla gelip duasını alan insanlar piri dahi unutmazlar, o cemin bir ilerisidir, anayasanın değişmez maddeleridir. Orada dedenin her hangi bir yanlışlığı varsa cemaat dedeye davacı olabilir ama davacı olduğu zaman dede de kendi yolu erkanı gereği, kendini tanıyan bir kişiyse yapılması gerekeni yapmak zorundadır. Bak şart şudur; dedeler bir kademe ilerisi yaşlı, başka bir ocaktan yahutta onun piri ve mürşidi konumunda olan bir insan onun yanında bulunuyorsa veyahutta dede kalkıp bizim dar-ı mansur dediğimiz yargılama sistemi tabi Alevilikte esastır, dede eğer öyle bir konuma geldiyse talip dedeyi indirme hakkına sahip değildir, yani dardan indirme hakkına sahip değildir, yapamaz bunu. Kim yapar? Bunu sıradan bir onun kardeşi ve ya akrabası da yapamaz bunu ancak onun piri veya mürşidi konumunda olan insan gelir yapar. Tabi dede talip eğer buna hazırlıklıysa bu alt yapıyı oluşturuyorsa.
Ne kadar dede talibi soruşturuyorsa, onun hakkında bir şeyler sorabilir, yol, erkan bakımından sorgulayabilirse, bir talibin de dedesini sorgulama hakkı vardır. Hiç bundan kimsenin endişesi olmasın. Öyle bir korkusu olanlar öyle bir ortama girmesinler, diyorum.
Evet yani Alevi, Bektaşi dediğimiz bu insan topluluğu yüz yıllar boyunca her halde şu erdeme ulaşabilmişler. Yani dünya değerleriyle ibadet anlayışlarını bütünleştirebilmişler. Dünyadan, yaşamdan, hayatın gerçeklerinden uzak sadece statik, belli bir kalıp içerisinde bulunan bir ibadet anlayışı yerine kesinlikle değişken, koşullara uyan, sorgulayan, eleştiren yeniliklere de açık bir anlayış var. Yani tabi ki on iki hizmet var, tabi ki on iki imam var, tabi ki yolun kuralları var, cemin kuralları var bunlar için hep ayrı ayrı programlar yapmak lazım. Çünkü cem nedir, gerçek bir cemin manasını nedir, bir cem nasıl başlar, nasıl nihayetlenir, orada ki her hizmetin bir manası var, her hizmetin bir piri var. Bunların konuşulması ise çok önemli.
Saatler alır.
O yüzden ona giremiyoruz ama özetle diyebiliyoruz ki; sizin de anlattıklarınızdan sonra gerçekten ne güzel ki kadını -erkeği, sazı ve sözüyle, Tanrı karşısında bütün ruh güzelliğiyle bir ibadet, Alevi ibadeti böyle bir ibadet.
Peki Alevilerin bu güzel ilhamları aldığı tabi ki büyük kaynaklar var: Ehlibeyt, Kuran-ı Kerim, On İki İmamlar, tarihi değerlerimiz tabi büyük Horasan piri Ahmet Yeseviler, Hünkar Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bektaşi Veli’den sonra Mevlana, Yunus dahi niceleri. Bunlar bu yolun öncüleri, feyiz alınan kaynaklar.
Nedir bunların ortak yönü? Sizce ana kaynağı, ana damarı nedir? Siz nasıl yorumluyorsunuz?
Şimdi tabi bugün günümüzde Alevilik hakkında yapılan yersiz yorumlar sadece insanın midesini bulandırıyor başka bir şey yapmaz, rahatsızlık duyulur.
Şimdi saydığınız bu hak erenlerinin, demin ocaklar konusunda belirttiğim gibi, nasıl ki bir ocağın diğer bir ocaktan üstünlüğü söz konusu değilse, bunlar kendini Hakk’a vermiş evliyalardır, ermişlerdir onlar arasında da bir fark yoktur.
Bizim bugün buralarda bu sohbeti yapmamız, bugün buralarda bu güzellikleri sergilememiz bunların sayesinde olmuştur.
Bugün herkes tarafından bilinmektedir İslam tarihinde bir imamlar dönemi vardır; bu Hz. Ali ile başlıyor ve Muhammed Mehdi ile halen devam etmektedir.
Bunun tabi çoğu çevreler halen farkında değillerdir; muharrem orucu geldi bunun üzerinde de fikir belirteceğiz.
Hoca Ahmet Yesevilerin, Hacı Bektaşi Velilerin saydığınız diğer büyük erenlerin bugün Anadolu’daki Aleviliğin evrensel boyutlarının tek kurucuları ve tek yapımcılarıdırlar.
Her birimizin şu anda onların gölgesinde yaşıyoruz, onların fikirleriyle, onların düşünceleriyle doluyuz. Günümüze kadar da, bundan sonrasın da, bu yolu yürütmek için sadece onlardan ilham alıyoruz.
Bunlar için hiçbir insanın bir şey demeye hakkı yoktur onlar bu yolun, bu erkanın, bu güneşidirler.
Onlar Ehlibeyt’ten aldıkları emanetleri bize kadar getirdiler, bizim görevimiz de, bizden sonra ki insanlara da bunu aktarabilmek. Eğer o mertebeyi yakalayabilirsek ne mutlu o cana.
Dilerim ki buna layık insanlar vardır, yenileri de çıkacaktır.
Tüm eren ve evliyaları saygıyla ve rahmetle anıyorum.
Eyvallah şimdi zaten ne de güzel ifade etmişsiniz Yaşam Yolunda Gönül Sesi isimli eserinizde gerçekten de tam da bu konuya ilişkin şiiriniz var.
Ben kitabınızı da okuduğum için işaretledim tabi biliyorsunuz programlara hazırlıksız gelinmez ne yapıp edip zaman bulacaksın program yapan programın hakkını vermek zorunda.
Çok şükürler olsun yüce Tanrıya
Bizi Ehlibeyt’e talip eyledi
Ben de ettim Muhammed Murtezaya
Bizi Ehlibeyt’e talip eyledi
Başımıza verdi muhabbet tacı
Bizleri ettiler güruhu naci
Cümle ümmetlerin olduk sevdacı
Bizi Ehlibeyt’e talip eyledi
On İki İmamlar bizim gülümüz
Güle feryad eder aşk bülbülümüz
Muhammed Ali’dir mürşid pirimiz
Bizi Ehlibeyt’e talip eyledi
Hakikat bağında nasip verildi
Doğru yolda olan o gün seçildi
Kırklar Meclisinde gülbenk çekildi
Bizi Ehlibeyt’e talip eyledi
Hasan Hakk’ı bilen bir kenter kuldur
Velayet sahibi şahım Ali’dir
Bugün erkan piri Hünkar Veli’dir
Bizi Ehlibeyt’e talip eyledi
Çok da güzel yazmışsınız kaleminize sağlık, tam da konuya denk geldi.
Şimdi kitabın kapağında, Yaşam Yolunda Gönül Sesi isimli kitabının kapağında, sazı elinde birisi gidiyor yüce dağlar başından, bir güneş var uzaklarda, çok uzaklarda bir ağaç var, şimdi arkası dönük bize yürüyor. Sazıyla, sözüyle, kafasında ki düşüncelerle kim bilir nerelere gidiyor, neler yapmaya gidiyor?
Tarihler boyunca ozanlar, dedeler, babalar gerçekten de önemli bir kısmı bir karşılık beklemeksizin o yüce dağları aştılar. Şimdi Anadolu gerçeğini bilmeden biz Alevi Bektaşi gerçeğini de bilemeyiz.
Araştırmacılarımızın biraz kalkıp o güzel koltuklarından, rahat koltuklarından bazıları da dergahlara büyük cem evlerine bağladılar kendilerini tabi ne de olsa imkanlar geniş bazı olanakları da var, koltukta rahat efendim olanaklarda bol bir de bir kimlik edinmişler kart vizit değil mi dedeciğim yani araştırmacı yazarlar çoğaldı, çok.
Efendim bunlar ne yapıyorlar, kitap yazıyorlar. Nasıl kitaplar bunlar? Sağ olsunlar hepsine uzun ömürler verilsin, her kitap güzeldir, iyidir hep bakıyoruz birbirinin türevi, aynısı bir farklılık yok. Burada bir anormallik var. Bakıyoruz bir vatandaşımız bir kitap yazmış kapağını değiştirmiş başka bir yayın evinden aynı kitabı basmış ismini değiştirmiş.
Şimdi kimse kimseye bir şey diyemiyor, demiyor, farkında değiller ya da umursamıyorlar, böyle şey olur mu?
Bingöl dağlarına, Tunceli dağlarına, Erzincan’a, Erzurum’a Anadolu’ya inilmeden burada masa başında oturarak Alevilik, Bektaşilik anlatılabilir mi?
Aleviliği yaşamadan, Alevi cemine girmeden Alevilik anlatılabilir mi?
Evet şimdi gerçekten yine ağır bir yaraya parmak bastınız. Ben zaman zaman dostlara, canlara şunu izah etmeye çalışıyorum; sizi sizin kadar bilmeyen, sizin kadar Aleviliği bilmeyen insanlar kitap yazıp, sizin elinize veriyorlar, siz kendinizi orada aramaya çalışıyorsunuz.
Şimdi ben acizane bir kul olarak, bir kardeşiniz olarak, biz kendi ailemizde gördüklerimizle o vadi içerisinde Karer bölgesi dediğimiz yerde, kimileri okuma yazmasız, kimileri kendini yetiştirmiş, cem erkanlarında ve bize verdikleri temel kavramlarla hareketen araştırmalarda bulundum.
Güruhu Nacilikten bahsediliyor, edep erkandan bahsediliyor, Ali Aba’dan bahsediliyor, Ehlibeyt’ten bahsediliyor, doğruluktan bahsediliyor, güzellikten bahsediliyor.
Şimdi bunları araştırınca hiçbirisinde bir eksiklik görmedim. Yani o sadece temel kavram olarak kendi dedelerine, babalarına kazanır tabi biz zamanımız olmadığı için pek ayrıntılara giremiyoruz. Yani eğer tarihin sayfalarına, derinliklerine girersek kimin nerede, nasıl yaptığını, Aleviliğin ne şartlarda bugünlere geldiğini rahatlıkla anlatmış oluruz. Ama böyle bir zamanımız yoktur.
Tabi böyle bedavadan sadece belli belirsiz kitap kapağı değiştirmek, sadece üç beş çalıntı sözle, bir şeyler izah edip para kazanmak, bugün ki metropollerde çok kolaydır. Ama ne yazık ki biz dağlarda belki zaman zaman araba bulmadan, yürüyerek, belki işte bu yazdığım çalışmaları hepsi bir daktiloyla ucdan geliyor. Yani 300-400 sayfalık bir kitabı saatlerce otur daktilonun başına, işte yanlış olduğu zaman bir daha sil, şu, bu… Binbir zahmetler yani. Ama bununla gurur duyuyorum. Çünkü bizim ceddimiz hiçbir şeye rahatlıkla ulaşmamıştır; hep eziyet, cefa içerisinde ulaşmıştır. Ama dilerim ki bugün bilgi çağıdır, insanlarımız kimin, neyi, niçin yaptığını ayırt edebilsinler. Elindekilere sahip çıksınlar.
Çünkü kime gitsek doğruluktan yana dem vuruyor, kime gitsek güzellikten yana dem vuruyor. Ama oysa ki bir gösteriş halayın içerisindeyiz. Bıkmayacağız; Özümüze, sözümüze bağlı kalarak yaşayacağız ve güzelliklerimizi, Alevilik düşüncesini de yaşatacağız. Çünkü Alevilik düşüncesi küçümsenecek bir düşünce değildir.
Dünya oraya kayıyor ona layık olmak için sadece işte benim gibi bir acayip bir kulun gayesi sizin gibi canlara yakışır bir insan olmaktır.
Ben eğer bunu başarabildimse açta olsam, susuz da olsam, dünyanın en mutlu insanı benim ve bunu da gururla devam etmeye çalışacağım.
Eyvallah yani Alevi Bektaşi dediğimiz insan eliyle, diliyle, yolda yürüyüşle kimseye zarar vermeyen ve dünya varlığına tapmayan, alçak gönüllü, senlik benlik davası gütmeyen bir insan ve ibadetini de her türlü şekilden arınmış bir şekilde dilediği yerde evinde, cem evinde, dergahta yapabilen bir insan… Yani bunlar tabi günümüzün getirdiği kavramalardır.
Geldiniz, şimdi Bingöl dağlarını aştınız, geldiniz buraya. İstanbul’u, İzmir’i geziyorsunuz. İzmir’de de bir çok cem evleri var.
Şimdi günümüzde büyük şehirlerde de, kırsalda da, sorunlar ve sıkıntılar da büyüyor, tabi Dedeler Babalar Meclisi programı çerçevesinde sorun ve sıkıntıların daha çok inançsal boyutlarını ele almak durumunda olduğumuz için bakıyoruz yani bir dağınıklık var, bir cem evine bir dede gelip hizmet yürütecek ama bu dede hangi dede olacak hangi vasıflarda olacak, o cem evinin yönetim anlayışı nasıl olacak, orayı yöneten insanlar nasıl bir kimliğe sahip olmak zorundadır.
Çünkü artık sen Bingöl’de değilsin, sen Erzincan’da değilsin, Erzurum’da değilsin, sen Muğla’da değilsin, sen İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’desin.
Büyük şehirlerin getirdiği büyük sıkıntılar var gençler var, yeni kuşak var işte yaşanan bu sıkıntılara dedeler nasıl bir çözüm önerecekler, önermeliler size göre, şehirleşme sürecinde ki Aleviliğin?
Şimdi bir kişinin toplum içerisinde bir şeyler yapabilmesi için önce o topluma kendisini sevdirmesi gerekir. Yani o toplumun ona güveni olması gerekir, yoksa bir dedelik unvanı buna yeterli gelmez. Bugün dedelerin tabi biz demin de belirttiğimiz gibi üreticiliğiyle, hak savunuculuğuyla, adil davranışlarıyla eğer böyle bir tavır içerisinde olursak mutlaka bugünkü gençlik bize daha çok rağbet edecektir ben o inançtayım. Zaman zaman gençlere ben gençlerin piriyim diye hitap ediyorum. Çünkü gençliğimiz fazla bir şey yaşamadı hem çok şanslı hem çok şansız. Şanlı yönü bugünkü teknolojiyle yararlanmalıdır şansız yönleri de bizim geçmişteki güzellikleri yaşatılmadığı için bugün bu sıkıntılara düşmelidir. Şimdi önce dedelik makamında ki insanları daha fazla bu konuyu ilgilendirdiği için ben dedeler hakkında şöyle bir özellikler konusunda şöyle bir tespitim vardır.
Dedeler de özellikle aranan şart; Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın soyundan olmaları gerekir bunun altını çizerek belirtiyorum.
Özellikleri adil olmak, ikinci özelliği bilgili olmak yani öğretmenlik, avukatlık, yargıçlık görevlerini yerine getirebilecek nitelikte olmak, üç kamil olmak, insanı kamil mertebesi Alevilikte olgunluk takdir edilen bir mevkidir.
Doğru olmak demin okuduğum ayette olduğu gibi özü ve sözü bir olmak.
Faziletli olmak gözü gönlü tok olmak birde kapısı ve sofrası açık olmak. Bir dede de bunların bulunması gerekir yoksa toplayıp yenmek çok kolaydır bana öyle bir fırsat tanısalar bende inan ki yapmayacağım yani.
Hayır.
Yapamam ki.
Yapamazsınız zaten mizacınız uygun değil. Yazdığınız kitabınızdan ben onu anlıyorum sizin öyle bir şeyiniz yok. Ama bazıları da yapmasın.
Tabi yapmasın.
Demek ki kulağınıza bir şeyler geliyor Anadolu’da ki böyle bir serzenişte de bulunuyorsunuz İstanbul’a, Ankara’ya, İzmir’e doğru hafif bir serzeniş hissediyorum. Şimdi zamanımız daralıyor dediğim gibi burası serbest kürsü bu kürsüyü alırım ben çok değişik yerlere götürürüm ama önemli olan halka yararlı bir şeyler vermek, kafayı dağıtmadan özellikle doğruları beyinlere aşılamak. Zaten tartışma bile olsa sonuçta bir yarar çıkıyor tartışmadan yarar çıkar ama.
Biz söylediklerimizden yanayız.
Evet altına imza atıyoruz. Şimdi bir meselede şu Alevi Sünni meselesi. Şimdi yüz yıllardır bu iki toplum birbirinden uzaklaştırılmış, soğutulmuş yanlış tanıtılmış, Alevilere büyük baskılar olmuş. Günümüzde bu soğukluğun giderilmesi için gerçekten neler yapılmalıdır? Dedelere mesela ne gibi görevler düşüyor, halka ne gibi görevler düşüyor son olarak onu alalım.
Şimdi bugün Alevi Sünni meselesine gelince tabi Sünni kardeşlerimiz de bu meselenin bugün kırk yıl bilincindedirler. Gerçekten tarihte yaşananlar tasvip edilmeyecek derecededir fakat şunu samimiyetimle belirteyim o yaşananların suçlusu bugünkü Sünni değildir.
Yani 1400-1500 yıl öne yaşanan bir olay varsa tabi o gün onu yapanlardır.
Ben Sünni kardeşlerime şimdiye kadar Alevilik hakkında açılan üç yara vardır; biri hançer yarası, biri kalem yarası, biri dil yarasıdır.
Şimdi hançer yarası, biz kıssasçı değiliz biz kul hakkına riayet ederiz. Bize yanlış yapanlar yüce Tanrı’dan bulsunlar, demişizdir ve bırakmışızdır.
Dil yarası en derin yaralardan biridir. Biz onu da Alevi kardeşler olarak pek fazla dinlemeyiz. Kaldı ki kalem yarasına gelince gerçekleri bilen isterse dede olsun, isterse diğer canlarımıza veyahutta Sünni kardeşlerimiz veyahutta gayri müslim kardeşlerimiz olsun gerçekleri yazmaktan çekinmeyeceğiz.
Bu kalem yarasını bu şekilde düzeltmeye çalışacağız. Bizler Alevi olarak kuran dışı bir düşüncemiz yoktur, Alevilik İslamiyet’in özüdür, Kuran-ı Kerim de bugün İslamiyet’in kitabıdır ve aynı zamanda burada bazı ayetlere bakıldığı zaman Nan suresi 43.ayet ve Enbiya suresi 7.ayet diyor ki, “Eğer bilmiyorsanız zikir Kuran ehlinden sorun” Şimdi Kuran ehli Ehlibeyt’tir.
Evet Ehlibeyt’e gelmek lazım, gerçeklere gelmek lazım, güzelliklere gelmek lazım diyorsunuz. Şimdi süremizin sonuna geldik sevgili dedeciğim çok teşekkür ediyoruz, ağzınıza, yüreğinize, dilinize sağlık bir saat yetmiyor iki gün yetmiyor. Yani donanımlı, bilgili insanlar için gerçekten bu saatler çok sınırlı kalıyor.
Yine de, Bingöl’den geldiniz, iki gün boyunca bizi aydınlattınız, çok sağ olun, var olun. İnşallah yine başka programlarda buluşacağız. Yine İstanbul’a gelip bizlere uğrarsınız kalan yerlerimiz var onları tamamlarız. Çok teşekkür ediyorum.
İki küçük duyurum var ama zamanımız varsa sevgili Birol dostum ya Ali Ekber Çiçek’ten ya Mahsuni’den bir şey olsunda bir Şevki Koca erenlerimizin ruhuna gönderelim.
Evet Sevgili dostlar iki gün boyunca Hasan Sevin hocamız, dedemiz, yazarımız, şairimiz bize duygularını, düşüncelerini aktardı, sağ olsun var olsun.
Teşekkür ederim.
Yalnız büyük emekler verilerek hazırlanan bu eserleri de okumak zorundayız, ben inşallah radyo yönetimi kabul ederse bir saatte sizinle birlikte kitap saati yapmak istiyorum bakalım onu da görüşeceğiz. Kitaplar çok önemli okumadan biz bir yere gidemeyiz, güzelliklere ulaşamayız.
Evet size çok çok teşekkür ediyoruz, ağzınıza, dilinize sağlık, ayağınıza sağlık, sağ olun, var olun.
Ben de radyoları ve televizyonları başında bizi dinleyen tüm dostlara teşekkür eder saygılarımı sunarım. Sizlere de çok teşekkür ederim.
Bir de büyük sevilen dedelerimizden biliyorsunuz Doğu Anadolu’da, Malatya denince akla
Hüseyin Doğan geliyor büyük sevgisi saygısı var bende gidip gördüm. Büyük dedenin sevilen insanın ölüm yıldönümüne denk gelen 18 Mayıs Pazar günü anma etkinliği yapılacaktır. Sevgili dedemizi anacağız, Malatya Kırlangıç köyünde. Anadolumuzun çok sevilen sayılan bende gidip gördüm etkisi halen devam ediyor sevgili Hüseyin Doğan dedemizin anma etkinliği 18 mayıs Pazar günü Malatya Merkeze bağlı Kırlangıç köyünde yapılacaktır.
Sizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum bir başka programda buluşmak dileğiyle hoşça kalın, dostça kalın, Cem Radyo’dan ayrılmayın.
Söyleşi: Cem Radyo, 7- 8 Mayıs 2003 DEDELER BABALAR MECLİSİ
Gönderen Hasan Sevin
KÂRER’İN TARİHÇESİ
Hasan Sevin
KÂRER, Kârer’de bulunan ve Kârer’in sekiz köyü olan Sütlüce (Darabi), Sarıdibek (Körikân),
Kabaçalı (Pirican), Dolutekne (Yekmal), Altınevler (Şirnan), Çamlıca (Hırçik), Doluçay (Sağyan), Elma-ağaç (Maskân) ve aynı zamanda tüm komşu köylerden de görülen KÂRER BABA ziyaretinden adını almaktadır.
KÂRER’İN sözlük anlamı: Meşrur, sevinmiş, beşaret ve müjde sebebi ile parlayan göz anlamına gelir. Coğrafi yapısı engebeli, bir çanağı andıran bu bölgenin çevresi, rakımı üç bine yakın olan dağlarla çevrilidir. Hemen hemen her dağın zirvesinde bir ziyaret (Yatır) bulunmaktadır. Kârer Baba Ziyareti Sütlüce ve Sarıdibek köyleri arasında sınırdır. Rakımı üç bin civarındadır.
KÂRER, çevresini çevrileyen yüksek dağların zirvesinde yatan bu ziyaretlerin konumu ile bu bölge bir evliya yatağını andırır. Onlara layık olmak için gönül ehli olmak gerekir. Bu ziyaretlerin halk arasında bilinen adları şöyledir: Kârer’de ki ziyaretler: Sütlüce Köyü’nde: Şiğelesı Deşte, Şehıde Sınce, Şeker Baba, Şehido Fukara, Şiğhamok, Şehide Kurı, Muriya Diyarı, Kemera Hızırı, Şehide Guhera Dızdan, Diyarı Çıla, Şehide Goze, Çıfta Palkan, Horiya Çağılı, Topık, Horiya Gabanı, Kalo Sıpe, Karer Baba, Kur Hüseyin Tekkesi ve Kur Hüseyin türbesi.
Kabaçalı Köyü’nde: Şehide Topıke, Ziyara Dikan, Sabı Kurı, Şehide Merğıke,
Altınevler Köyü’nde: Esahabe, Şehide Tuzike, Delili Berğicanın Türbesi.
Çamlıca Köyü’nde: Şehide Kurğune.
Doluçay Köyü’nde Şehide Keloşke, Seyyid Ali Kal Tekkesi, Seyyid Ali Kal ve Sakke SeyNuri Türbesi.
Sarıdibek Köyünde: Şehide Kawağı, Ziyara Dikan, Dara Mazi, Guluşa Ana, Kaniye Sünneti, Bandır Baba, Karer Baba, Doktor İsmail, Hesar Çeşmesi.
Dolutekne Köyü’nde: Geyik Baba.
Elmaağaç Köyü’nde: Hazır Baba.
Bu ziyaretlerde Baba unvanı ile anılanlar, Hoca Ahmet Yesevi Tekkesinde yetişip Hacı Bektaşi Veli döneminde Anadolu’ya gönderilen, seven dostlarınıza yakın yerde Tekkenizi kurun talimatı verilen ve Hakka yürüyünce, istekleri üzere bulundukları yere defin edilen Horasan erenleridir.
Kendi adları ile anılan diğer ziyaretlerde, ordularımızın başında uç noktalarda tahta kılıçla savaşıp ve kan dökülmesinden yana olmayan savaşçı dervişler ve alp erenlerdir. Barışçıl ilişkiler kurup Anadolu’nun İslamlaşmasına öncülük etmişlerdir. Derdi olanlar bu ziyaretlere gider ve kurban keser. Ayrıca bölgede bulunan Tekkelerimiz de gerek zahiri ve gerek batını olarak halkın derdine ortak olup, gidenler dertlerine şifa bulmuşlardır.
Kârer’in yaylaları, bu yüksek dağların gerisinde olup, eskide bu yaylalarda iki üç ay kalınırdı. Şu anda sadece Altınevler Köyü ve Dolutekne Köyü halen yaylaya gitmektedir. Aşırı göç nedeniyle köyler boşanınca yayla sefhasıda bitti. Haraba olan yaylalarda baykuşlar ötmektedir.
Kârer bölgesinin sınırı, Bingöl Ilıcalar istikametinde 33. kilometreden başlar. Adaklı İlçesi’ne yolu 30 km. dır. Kârer’in harita üzerindeki yeri, Bingöl merkez ilçe, Karlıova ilçesi ve Adaklı İlçesi’nin üçgenindedir. İli Bingöl ilçesi Adaklı’dır.
Kârer’e yerleşmek pek kolay olmamıştır. Toplulukların Anadolu’ya yerleşmelerinde, yurt edinmelerinde, yerleşik yaşama geçmelerinde, diğer topluluklarla kaynaşmalarında ve birlikte barış içerisinde yaşamalarında, üretim yaparak ekonomik değer yaratmalarında, siyasal, toplumsal, inançsal olarak yönetilmelerinde, bu başlarındaki BABALAR önderlik ederek, onlara yol göstermişlerdir
I4. Yüzyıla tekabül eden bu dönemden günümüze kadar, Hak-Muhammet-Ali diyenlerin hiç
bir gün rahatlık görmedikleri, tarihi vesikalardan anlaşılmaktadır. Bilhasa Yavuz Selim’in yap-
tıkları insanlık şuuruna sığmayacak derecededir. Bu baskı ve zulümlerden kendini kurtarmakiçin
Yesevi dervislerinin ve gaip erenlerinin bulunduğu Kârer Bölgesi’ne insanlar sığınmışlardır.
Kârer Bölgesi’ne ilk gelen aşiretin, LOLAN AŞİRETİ olduğu söylenmektedir. Kadri Kemal
Kop’un, Doğu Araştırmalarım adlı eserinde verdiği bilgiye göre, LOLAN AŞİRETİ, Asya da husule gelen bir kuraklık yüzünden miladın dördüncü yüzyılında anayurtları olan Türkistan’daki Lolan Şehrinden batıya göçmüş bir Türk Kabile’sidir. Lolan Şehrinin harabesi, halen Türkistan’da
mevcuttur, diyor. Erzincan, Dersim ve Varto’ya yerleşen Lolan Aşireti’nden bir kısmı gelip Karer e yerleşmişlerdir.
Hormek Aşireti’nin Horasan’dan Erzincan’a ve oradan da, Nazmiye İlçesi’ne ve Hormek Köyüne ve daha sonra da Varto ve Kiğı İlçesi’ne dağıldıkları, bugün bu il ve ilçelerdeki bölgeler
de toplu olarak olarak yaşayan bu halkın varlığından anlaşılmaktadır.
Bugün Kiğı ve Nazmiye İlçeleri arasında geçen Peri suyunun kıyısındaki eski Bağın Kasaba’
sına yakın Hormek adlı büyük bir köy harabesi vardır.
Nazmiye İlçesi’nde, Sülbüs Dağı eteklerinde kurulmuş bulunan Civarık, Hormek Aşireti’nin
en eski köyüdür. Hormek’ lerin başında bulunan Güllabi Ağa ölünce yerine Ferasat Ağa (Fero) geçmiş. Fero’nın, Yusuf, Mustafa, Şanezer, Şehin, Hasan, Ğel, Bertal adında yedi oğlu varmış. Mustafa öldürülmüş. Fero ölünce yerine oğlu Yusuf geçmiş. Yusuf Ağada ölünce yerine Zeynel Ağa geçmiş. Zeynel Ağa zamanında başka bir aşiretle çıkan kız alıp verme kavgasından dolayı köyü terk etme zorunda kalırlar. Böylece 1786 yılında 30–40 aileyle Civarık Köyü’nü terk ederek Kiğı’ya göç ederler. Adaklı Nahiyesi’ne yakın Zeynel Mezrası’nı kurarlar. Bu olaydan sonra Civarık Köyü’ ndeki Hormek’ ler dağılır. Zeynel Ağa buraya yerleşince, kızın aşireti Kiğı’nın Mirleri Yazıcı oğulları’ nı tehdit eder ve Zeynel Ağa’nın kendi bölgelerinde barındırılmamalarını ister. Çıkan çatışmalar neticesinde orayı da terk edip 1787 yılında Kârer’in Darabi Köyü’ne göç ederler. Bu kezde mezhep çatışmaları başlar. Farklı inanç gruplarıyla bitmeyen çatışmalar devam eder. Karer’e gelen Hormek’ ler, Kârer köylerine, Varto’ya ve Muş merkezine dağılır. Büyük Zeynel Ağanın vefatından sonrada bu mücadele devam eder. Toplumun liderliği oğlu Mustafa Zeynel’e ve yeğeni küçük Zeynel Ağa’ya geçer. Kârer’e gelen bu Hormek grubunda Ğelanlar, Bertalanlar, Şirnanlar, Karamanlar, Pircananlar ve Feranlar Fero’da birleşirler. Bu kabileler kardeştir. Bolucukların büyük dedeside Büyük Zeynel Ağa ile birlikte Kârer’e gelmiştir. Balucuklar bu kabilelerle Hormekte birleşirler. Seyyid oğulları ve Mollaoğlu Kabileside Küçük Zeynel Ağa döneminde gelmiştir. Sağyan’daki Keraşanlar, Karabaşın Keraşan Köyünden, Sormemedanlar da, Varto’dan gelmişler. Piricanan’daki Kırıkoğulları, Şadili Aşiretinin bir kolu olan Cunan Kabilesi’nden gelmişler. Karer’deki Alkanlar’da Ali’yi Güllabi gilden gelmişler. Ferogillerle Gülabi Ağa’da birleşirler.Sütlüce'deki Sermaliyanlar (Demircioğlu'ları),Maraşta yaşanan bir olaydan dolayı Elazağ'a (Harput) gelmişler.Sanatkâr oldukları için,oradanda Kârer'in Darabi Köyü'ne (Sütlüce) getirilmişler.
Mustafa Zeynel ve küçük Zeynel Ağa döneminde, Mirekanlar, Muş beylerbeyi Emin Paşa,
Palu ve Sancak mıntıka beyleri, padişahtan çıkan ferman üzerine dört bin kişilik bir kuvvetle Kârer’e saldırırlar (1824). Otuz bir gün mücadele devam eder. Darabi alınamıyor. Yapılan bir anlaşma neticesinde köy boşaltılır. Emin Paşa kuvvetleri anlaşmayı ihlal ederek köyü talan edip yakarlar. O yıl köy boş kalır.1825 yılında ferman kaldırılır, yeni bir anlaşma yapılır, Mustafa Zeynel Varto’ya gider, Küçük Zeynel Ağa’da Kârer’de kalır.
Bunca mücadeleden sonra ikinci Zeynel Ağa, değişen dünya koşulları karşısında kalıcı hizmetler vermiş. Tanzimat devri, doğu illerinde kudretli bir ıslahat ve büyük bir yenilik yapmıştır. Bu çağda devlet asayişe hâkim olarak aşiret kavgalarını durdurmuştur. Doğunun bütün bucaklarında nahiye müdürlükleri, ilçelerinde kaymakamlar, sancaklarında mutasarrıflar varmış.
Kârer’ deki Hormek Kabilesi’ nin başı olan ikinci Zeynel Ağa, Tanzimat Devri’ nde kendi köylerine birkaç dershane açmış, halkın silahlarını ellerinden alarak, onları okumaya ve çiftçiliğe sevk etmiştir. İkinci Zeynel Ağa yenilik getirmiştir.
Farklı yerlerden gelen bu insanlar, kısa sürede Kârer’ de birlik beraberliği sağlayarak uyumlu bir toplum haline gelmişler. Var olan eksikliklerini kısa sürede tamamlayıp günün koşulları içinde verilen imkânlardan yararlanmasını bilmişler.
1839 tarihinde oluşan güçlü Karer nahiye olmuş ve Erzurum ilinin Kiğı ilçesine bağlı imiş.Kârer’ e bağlı olan on üç köy şunlarmış; Darabi, Körikân, Sağyan, Maskân, Çerme, Kürdan, Kozlu, Çorsan, Şirnan, Yekmal, Hırçik ve Pirican köyleridir. 1898 tarihinde Hösnek nahiye olmuş, Kârer’ köyleri Hösnek’e bağlanmış. Kârer’in o zamanki nüfusu; Darabi 710 kişi, Körikân 332 kişi, Pirican 163 kişi, Yekmal 90 kişi, Şirnan 242 kişi, Sağyan 363 kişi, Hırçik 34 kişi, Maskan 173 kişi olmak üzere 2107 kişiymiş.
Birinci Dünya Savaşı öncesinde Hasta Adam konumuna düşen Osmanlı İmparatorluğu, aleyhine hızla gelişen olaylar neticesinde fiilen savaşa katıldı. Kendini Birinci Dünya Savaşı içinde bulan Osmanlı İmparatorluğu, her yönden saldırıya maruz kalınca, Ruslar da Doğu illerimize saldırıyordu. Ermeniler de cephelerin gerilerinde iç savaşa başlamış ve isyanlar çıkararak halkımızı öldürmeye yeltenmişlerdi.
Ruslar Erzurum’ a girince, Kiğılılar toplanıp bir karar vermeye fırsat bulamadan hükümetin emriyle, Harput(Elazığ), Malatya ve diğer illere doğru hicrete(muhacir) başladılar. Kârer dağları ile Sığı Boğazı ve Eşek Meydanı’ nda Kârerli Küçük Ağa’ nın önderliğinde Milli Kuvvetler cephe almaya başlar. Hormek Milis alayının başında da Kârerli Mehmet Efendi varmış. Bu orduya Çapakçur’ un Gazik Köyü’nde karargâhını kurmuş olan Ahmet İzzet Paşa komuta ediyormuş. İkinci Kolorduya kumanda eden Faik Paşa Sancak nahiyesinin Simsor Köyü’ nde karargâhını kurmuş. Üçüncü Ordunun başında bulunan Vehip Paşa da Erzincan cephesinde bulunuyormuş. Bu savaş Keloşk Tepesi’nde ordunun başında bulunan Faik Paşa tarafından idare edilmiş. Faik Paşa şehit olunca yerine tayin edilen Birinci Fırka Komutanı Cafer Tayyar Paşa geçmiş. Heser Baba Tepesi’nde kalan Cafer Tayyar Paşa’ nın emriyle Ruslarla sıcak temas sağlanmış ve kısa sürede etkisiz hale getirilmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı’ nda Osmanlı Devleti’ nin yenik duruma düşmesi nedeniyle, harekete geçen Mustafa Kemal Atatürk’ e, Karer halkı, Osmanlı zulmünden kurtulmak, teokratik sistemden demokrasiye geçmek ve çağdaşlığı yakalamak için büyük bir destek vermiştir. Kuvayi Milliye’ nin başında bulunan Mehmet Hulusi Yurtsever, Ankara’ da toplanan Temsilciler Meclisi’ ne çağrılmıştır. Atatürk tarafından yapılan teklifler içinde, Mehmet Hulusi Yurtsever Maarif’ i almıştır. Böylece Kârer’ in Darabi Köyü’ nde 1926’ da ilkokul açılmıştır. Kârer’ in bütün köylerinden ve çevre köylerden bu okula öğrenciler gelmiştir.
Büyük Asker, Ulu Önder Mustafa Kemal halkıyla elele vererek Türk’ ü, Kürt’ü, Laz’ ı, Arap’ ı, Çerkez’ i,Alevi’si ve Sünni’siyle birlikte büyük zafer kazanılmıştır. Muhacir olan Karer halkı tekrar Kârer’ e dönmüştür.
1926’ da Kiğı Erzincan’a bağlandığı için ili Erzincan, 1936’da Çapakçur il olunca ili Bingöl olmuştur. 1987’e kadar ilçesi Kiğı iken, Adaklı’nın ilçe olmasıyla Kârer Adaklı’ ya bağlandı.
Cumhuriyet tarihinde çıkan isyanlara, Kârer halkı destek vermemiştir. Sürekli devletten yana olmuşlardır. Var olan imkânsızlıklar içinde gece gündüz çalışıp geçinmişlerdir. Kârer halkı için Kârer, bir Köy Enstitüsü görevini görmüştür. Kısa sürede vasıflı eleman yetişmiş. Çevre köylerin de olan ihtiyaç neticesinde oralara gidip usta olarak çalışmışlardır. Böylece kavgalı olan iki toplum da, kısa sürede dostluklar kurulmuştur. Birde bu dostlukların daha da pekişmesi için toplumun ileri gelenleri Karabaşan, Çapakçur, Karlıova ve Sancak bölgesinden kız almışlardır.
1945–1946 öğretim yılında Kiğı bölgesinde bulunan on okul içinde, Darabi (Sütlüce) İlkokulu 145 öğrenci ile üçüncü sıradaymış. Kültürel ve sosyal yönde çok farklı olan Kiğı ve Kârer, çağdaşlığın sembolü olan okullarla barışık ve okumaya istekli oluşlarından kaynaklanmaktadır. Bu okulda Karerli yerli eğitmen olarak Niyazı Kılıçgedik, Ali Haydar Yurtsever, Hasan Hulki Tandoğan, Eşref Yıldız, Yusuf Çelebi ve Ferhat Keskin görev yapmışlardır.1950 lerden sonra Karer’in diğer köylerinde de okul açılmış ve kısa sürede okulsuz köy kalmamıştır.
1950 yılında Deşt Yaylası’na kadar getirilen göstermelik yol,1965’de Kârer’in encümeni Hüseyin Gazi Yurtsever’in uğraşları neticesinde, o günkü Nafiye Müdürü Kârerli Kazım İldan’ın da yardımıyla, Darabi Muhtarı Rıza Dayanç’ın sorumluluğunda kazma kürekle yol yapma çalışması başlatıldı ve Karer’e yol getirildi. Çünkü Bingöl’de bir tek dozer vardı ve Karer’e sıra gelmiyordu. Çalışanlara, hangi ülkeden geldiği belli olmayan kavurma ve buğday verilirdi. Ayrıca Bingöl’de devlet dairesinde çalışan çok Kârerli vardı. Her evde iki üç öğrenci okurdu. Hüseyin Gazi Yurtsever uzun süre İl Genel meclis üyesi seçildi. Kârer de birlik ve beraberlik vardı.
Birlik beraberliği olan Karer’den, Ekrem Yıldız iki dönem, Arif Hikmet Yurtsever (senatör) iki dönem, Hasan Celal Ezman iki dönem ve İlhami Binici bir dönem millet vekili seçilmişlerdi.
Çiftçiliğe ve hayvancılığa önem veren Kârer’de 17 tane değirmen varmış. Sütlüce’de yedi değirmen, Kabaçalı’da üç değirmen, Sarıdibek’te üç değirmen, Dolutekne’de üç değirmen, Altınevler de bir değirmen ve Doluçay’da bir değirmen hep çalışırmış.
Şal dokumacıları, Süleyman Bektaş, Seyyid Veli, Keki İnak, Haşim İnak, Hasan Karabağ, Bertal Belge ve Mümin Dayanç imiş.
Sünnetçileri, Mehmet Çalgıcı ve Hüseyin Dayanç imış. Cerrah, dişçi ve kırıkçıları, Hıdır Satıcı, Keki İnak, Hacı Güreş ve Mümin Tandoğan imiş. Terzileri, İbrahim Kızılkan ve Baba Karasungur muş. Kalaycıları, Resul Karasungur ve Hüseyin Videci imiş. Demircileri, Yunus Demircioğlu, Mehmet Yurtsever, Hüseyin Yurtsever ve Haydar Cici i miş. Çok sayıda duvar ustası ve marangoz varmış. Kârer’in her köyü’nde karakovan arıcılık yapanlar varmış. Ayrıca kilim ve halı dokuyan bayanlar çoğunlukta imiş. Karer’in sağlık memurları Niyazı Tandoğan, Zeynel yurtsever imiş.
1955’de radyo,l984’de telefon,l987’de elektrik ve doksanlı yıllarda da televizyon geldi. Telefon ve televizyon vericisi kısa sürede yok oldu. Yirmi birinci asırda halen Karer’in telefonu yoktur. Şu anda telefonu olmayan bölge halkı büyük sıkıntılar yaşamaktadır.
Yirminci asrın sonlarında on üç İlkokulu, bir ortaokulu,34 öğretmeni, bir sağlık ocağı, doktoru, sağlık memuru, hemşiresi, bir sağlık evi ve ebesi vardı. Okullarımız yok olunca, üç masum çocuk, okul yolunda kurban verdik. Ilıcalarda okuyan bu çocuklar gelip Deşt Yaylası’nda donarak şehit oldular. Yerleşik düzeni dağınık olduğu için, sıkıntılar her gün artmakta ve bölge halkı hayvanını satıp çocuklarını okutmak için Bingöl’e göç etmektedir. İşsiz olan bu insanlar perişan durumdadırlar.
Bölgenin kendine has gelenek ve görenekleri vardı. Gelenek ve göreneklerin yaşayış, düşünce ve sanat varlıkların tümü kültürün bir parçası veya tümüdür. Bundan böyle, o gün yaşatılan gelenek ve göreneklere sahip çıkılmadığı için bir eser kalmadı. Dilerim bundan sonra sahip çıkılır.
Yılbaşı gecesi, ocağa büyük bir kütük konurdu. Kale Gağendi dolanırdı. Nevruzda (Heftemal)
tatlı sir veya zerfet hazırlanırdı. Bayramlarda bir araya gelinirdi ve bayramlaşmadan sonra hazırlanan yemekler yenirdi. Kurbanlar kesilirdi. Yaylaya gidildiğinde yağlı kömbe veya kete pişirilirdi. Her Cuma akşamı ölü hayrına pişirilen yemekten verilirdi. Koç katımında kınalar yapılırdı, boynuza delikli kete takılırdı, erkek çocuk koça bindirilirdi. Yeni doğan çocuklara nene veya dede isim koyardı. Yeni diş çıkaran çocuklar için hedik yapılırdı. Öksürük (Kurik-Qurik) için yedi evden yağ toplanırdı ve hayız yapılırdı. Muharrem orucunda oruç tutulurdu, Aşure pişirilirdi, kurban kesilirdi. Hızır İlyas gününden bir hafta önce Cuma akşamı musahiplere ve kirvelere gidilirdi. Çünkü Alevilikte musahipliğin ve kirveliğin büyük önemi vardır. Hemen hemen her evde cem yapılırdı.
Yöresel yemeklerimiz, Sir, Zerfet, Tutmaç Çorbası, Ayran Çorbası, Tirit, Gıldık, Lopuk, Şolık, Katlı Kömbe, Hayiz, Helva, Devcın, İrişte, İçli köfte, Beşi, Bıcıka Hakıne, Siro Tenık, Siro Kol, Pancar, Keldoş, Herir, Keşke, Helise, Çavşir dir. Etli yemekler ise,kebap,sac kavurması ve şorba dır.
Yöresel oyunlarımız, Küs, Çır, Sıkür, Dama, Gok, Çılope, Vilviç, Kemera zorı, Kabık Oyunu, Uzun Atlama, Üç Adım Atlama, Resenı Lınge, Birdirbir, Güvercin Taklası, Beş Taş, Dokuz Taş, Çizgi Oyunu, İp Atlama, Mışe, Köşe Kapmaca, Daire Oyunu, Şube, Mendil Kaçırma, Çelik Çubuk Oyunu, Kuski idi.
1955’lerden başlayıp, çeşitli nedenlerden dolayı son yıllarda dahada hızlanan göç olayı, Kârer dışında çok Kârerli yaşamaktadır. Oynanan oyunlar neticesinde harabe hale getirildi.
Gün geçtikçe gücünü siyası olarak kaybeden bir toplum olarak, halen bazı gerçeklerin
farkında olmamak düşündürücüdür. Tek çözüm birlik ve beraberliktedir.
Sevgiler ve saygılarımla… 27.07.2007
HASAN SEVİN-KÂRER-BİNGÖL
(Kaynak: hasansevinkarer.blogspot.com/2010/01/karerin-tarihcesi.html)