RIZA ŞAHİN 2

(SEYYİD GARİP MUSA OCAĞI - SİVAS)

AYHAN AYDIN

Sevgili Dedemiz siz Alevilikle dedelerle ilgili bilgilerinizi kimden/kimlerden nasıl öğrendiniz? Dedeliği özel olarak öğrenim kurumlarından öğrenmedim. 1965 yılı öncelerinde Görgü Ceminde bulundum. 1964 yılında bir Görgü Cemide ben düzenledim. Bu cemde sadece bir yılı rehberlik yaptım. 1965 yılı öncesi ve sonrası 20-30 defa Abdal Musa ve kısa cemlerde bulundum. Fakat görev yapmadım. Ancak Alevilik ağırlıklı dine dayalı ve kültürel tarihlerden biraz kitap okudum. Bu tür çalışmalarıma halen devam etmekteyim. Binaenaleyh ben dedeliğe kabul edilsem icra dedeliği yani Mürşitlik, Pirlik dedeliği yapamam. Rehberlik dedeliği yapabilirim. Zira rehberin görevi genelde organizasyon, Cem düzeni, disiplini, nizamı, intizamı bir de kültürel konularıyla ilgilidir.

 

Çocukluğunuz nasıl bir ortamda geçti ayrıntılarıyla anlatabilir misiniz? 1.5 yaşımda annem, 5 yaşında babam öldü, yetim büyüdüm. 29 yaşına kadar hayatım köyde geçti. 12 yaşıma kadar analığımdan ve üvey amcamdan dayak yedim. 1946-1947 yıllarında kıtlık geçirdik. Sırımlı çarık ve yırtık, yamalıklı don gömlek giydim. Okumayı kendiliğimden öğrendim, ilkokul diplomasını dışarından aldım. 1 yıl köyümde hem eğitmenlik hem de muhtarlık yaptım. 1957-1964 yılları arasında köyüme ve civar köy halkına eğitim ağırlıklı yardımlarda bulundum. 1964 yılının 5. ayında Ankara’ya ailece göç ettik. 1970-1984 yılları arasında Almanya 2000-Hamburg’da işçi olarak kaldım. Manevi ve dini konularda karşıt inançlarla çok tartışma ve mücadelelerim geçmiştir.

 

Sizce dedeler kimlerdir? Kendinizi bir dede olarak nasıl tanımlıyorsunuz? Dedeler iki koldan oluşur. Birinci kol 7. İmam Musa-i Kazım soyundan türeyen Evlad-ı Ali yani Seyyidiler koludur. Bu kol Hüseyni’dir. (Hüseyni’deki kasıt soyağacı ve yol süreği anlamındadır.) Örneğin Cem Ayini töreninde “Sitem-i Çelik (Tarik)” kullanılır. Dara Durma hizmeti Fatma Ana – Mansur Darı türüdür. Aslına uygunluğu aynı olsa da bazı hizmetlerde diğer uygulamalara kıyasla yer değiştirme gibi ayrımlar vardır.

Dedelerin ikinci kolu ise dergahlarda uzun yıllar çalışıp, hizmet edip çile doldururlar. Bu hizmetlerine karşılık Hz. Hünkar Hacı Bekaş-ı Veli’den nasip alanların koludur. Bunlar Abdallık unvanını alanlardır. Binaenaleyh bu insanlar hak ile birleşmiş sonuç olarak her biri bir ocak sahibi olmuşlardır. Her iki kolda insanlığın sevgi ve saygılarına mazhar olmuşlardır.

Kendime gelince, ben yukarıda da bahsettiğim gibi para karşılığı dedelik yapmadım, bundan sonra da yapabileceğimi zannetmiyorum. Ama benim yapabileceğim bir hizmete ihtiyaç duyulurda görevlik verilirse rehberlik hizmetinde görev yapmaya çalışırım. Tekrar ediyorum benim dedeliğim yazıyla rehberlik hizmetlerindedir.

 

Sizce dedelik ne zaman ve nasıl doğmuştur? Bir dedenin hizmet yürütebilmesi için herhangi bir belgesinin olması şart mıdır? Bir kere dede kavramı ve anlamı hoca söylemi ile eşdeğerdir. Yüce bir makamdır. Yüce olduğu kadar ağır bir yüktür. Buysa bildiğimiz Adem’in doğuşundan beri vardır. Ama devir aşamalarında zaman icaplarına göre isim ve unvan değiştirmiştir. Hz. Muhammed’in, Hz. Ali’nin ve de 5 kişi olan Ehl-i Beyt’in tamamlanması ile Miladi 600 yıllarından sonra yeniden bir patlama olmuş, kılıf değiştirmiş, cazip bir halde güncelleşmeye başlamıştır. Başta Kur’an, sonra Miladi 700-765 yıllarında İmam Cafer Buyruğu dedelik müessesine kaynak oluşturmuştur. Anadolu’da ise dedelik müessesine bir başka değişik biçimde yön verilmesi gerekmiştir. Sebep ise şöyledir:

Anadolu’da Türk alimlerinin çoğunluğu gerçek Türk ve Türk Alevilerdir.bu nedenle Hacı Bektaş-ı Veli’ler, Yunus Emre’ler, Taptuk Emre’ler bir taraftan da bunlardan feyiz alan ozanlar, aşıklar her iki koldan gelen dedeler Türk lehçesiyle, Türk örf ve adetleriyle ve de micazi kabiliyetlerine göre yönlendirilmiştir. Bu gelişmeye bir doğuş diyebiliriz. Hoca Ahmed Yesevi, Mevlana, Sarı Saltuk ve Ahi Evranlar, Seyyid Battal Gazi bunların hepsi Türk dedeleri, hepsi kendi alanında devrimci birer dede idi. Zira ben dedeliği saza söze cem icraatlarına bağlamıyorum. Ben dedeliğin esasların daha çok ilme, bilime, kültürel eğitime, sosyal ve toplumsal örgütselliklere bağlamıyorum.

Dede, mürşit, pir, rehber, seyyid sözcüklerinin toplamı genel anlamı yol göstericidir, öğreticidir. Ayrıntıları ise makam farklılıklarıdır. Örneğin bu Cem Ayinlerinde 3 kişilik dede grubu bir yargıç heyetidir. En büyük makam mürşitlik makamıdır. İkinci makam pirlik, üçüncü makam rehber makamıdır. Bu heyet üç kişidir. Seyyid ile dede eşdeğerdir. Binaenaleyh dördüncü sırada zakirlik makamı gelir ancak cürih heyetine dahil değildir. Üç tane dede bir cürih heyetidir. Sözlük anlamları aynıdır.

Ocak sahibi olmuş bir zatın yazıyla tanzim edilmiş, kendisini tanıtma mealinde zamane padişahlarınca yenilenmiş bir şeceresi veya beraatı yoksa dedelik yapması, onun soyundan gelenlerin de dedelik yapması söz konusu olamaz. Bu belgeyi ispatlayamayan dedeler mutlak ve mutlak sahtedir. Cevap Seyyid Garip Musa’nın şeceresi bu broşürün ilişiğindedir.

Dedelerin soy kütüğünü tanıtan şecere dede kökenini ispatlayacağı gibi özellikle dedelik yapanların yanında taşımalarının mutlak önemi vardır.

Önemi şunun için vardır:

a ) Kendini kanıtlaması, b ) Emniyet kontrolleri açısından, c ) Aynı zamanda dede üçüncü şahıslar tarafından bu işin kullanabileceğinden dolayı korsanları da takip edip yakalatma hakkı ve görevi olduğundan yanında bulundurmalıdır ve olmalıdır.

Dedeleri toplumsal olarak yapacakları işlere ve görev taksimlerine göre değerlendirmek gerekir. Dedenin ve dedelerin hizmet verecekleri toplum kimdir önce onu tanımak lazım.:

Bir kere Alevilerin sahiplendiği Cem, Cemaat, Cem Ayini türü Kırklar Cemaatinin kurmuş olduğu cemaat pratik uygulamalarla kaynak teşkil eder.

Bu cemaatin kuruluş kaynağı Kur’an’ı Kerim’in Ali İmran Suresi 104. ve devam eden ayetleri tarif eder. Bu ayette şunları buyurmaktadır (Ali İmran- 104): “İçinizden hayıra çağıran iyiliği buyurup kötülükten men eden bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Ayetin açıklaması şöyledir: “Bu ayet bir İslam irşad teşkilatının kurulmasını gerekli kılmaktadır. Çünkü Hakk’a davet için bir grubun görevlendirilmesini ve yetiştirilmesini emretmektedir.” İşte bu irşat teşkilatındaki kasıt Kırklar Cemaatıdır. İrşat kavramı kötülüklerin giderilmesi, küskünlüklerin kaldırılması  yerine sevginin ve barışın getirilmesidir. Bu uygulama ve irşad ancak ve ancak birbirini tanıyan toplulukların oluşturulması ile gerçekleştirilebilir. Bu kavramda barış için sorumluluk gereklidir. Sorumluluk ise maddiyatta senet imzalamakla maneviyatta ise birbirini iyi tanıyan toplulukların oluşturulması ile gerçekleştirilebilir. Bu kavramda barış için sorumluluk gereklidir. Sorumluluk ise maddiyatta senet imzalamakla maneviyatta ise birbirini iyi tanıyan en geç haftada bir gün bir araya gelebilecek alanlarda ve mekanlarda olur. Bu çok sağlam ve öze dayalı ikrar vermekle olur. Binaenaleyh cami ibadetlerinde böyle bir icraat mümkün değildir. Bu ayet doğrudan doğruya işte kırk kişinin Ali’nin önderliğinde böyle bir irşat cemaatinin kurulması emretmiştir.

c) Bu cemaatin mürşidi Hz. Muhammed, Piri Hz. Ali, Rehberi Hz. Cebrail idi. Bilahare bu görevler aynı nesilden gelen başkalarına devir olundu. Bu nedenle de Muhammed Ali Tarikatı denmiştir. Şimdi bunlar kaynaktır. Gelelim zamanımıza: Rehber üçüncü sıraya gelen görev sahibi olmasına karşılık Cemin tüm organlarını ve hizmet sahiplerini rehber organize eder ve tertipler.

 

Bir cem nasıl başlar ve sürer? rehber ön hazırlığı yapmıştır. Dede grubu olan mürşit pir rehber ve zakir Cem evine gelirler makamlarına otururlar, sonra diğer hizmet sahipleri de hazırdır. Cem Abdal Musa Cemi ise 11. Hizmet sahibi, Cem kısa Cem ise 8. Hizmet sahipleri oradadırlar.

Mürşid ön konuşma yapar. Mürşidin konuşması şöyledir: Gerçek İslam’ın özü olan Muhammed Ali öncülüğünde kurulmuş olan İslami tarikatın Kur’an’daki yerini kaynak olarak gösterir. Cemin yararını ve toplumsal huzurun, barışın faydalarını anlatır. Bu konuşmayı yapmadan önce mürşidin kendisi önce oturacağı posta bir dua okur, sonra kendisinin durumunu anlatır ve cemaatin iznini talep eder:

            Ol haktan hidayet oldu,

            Mürşidime ayan olsun,

            Şahtan bize name geldi,

            Pirim sana haber olsun.

Bu deyiş 12 hanedir, 12 hizmetliyi, sazıyla, bu sözleriyle göreve davet eder. Deyişin mahlası Şah Hatayi’dir. 12 hizmet sahiplerinden Mürşit, Pir, Rehber duasını alır, kendilerine takdim eder yerlerine otururlar. Diğer 9 hizmet sahibi ayakta dizilirler. Bu hizmet sahiplerine vazifelerini izah eder, ayrıca vazifelerini, Cem Ayininin kuruluşunda kimlerin bu görevde hizmet yaptığını ve onların kurucu heyet olmasından dolayı her biri kendi hizmetlerinin piri, üstadı, sayıldığından şimdiki hizmet sahipleri o isimleri bilmeleri gerektiğini ve Pir huzurunda hizmet sahipleri görev dualarını yaparken hizmet pirlerinin isimlerini dualarında zikretmeleri gerektiğini izah eder. Bu fasıldan sonra pir bir tane cem başlangıcı mealinde toplum gülbengi okur, hizmet sahipleri oldukları yere otururlar. Rehber; zakire yön verir, zakir bir iki deyiş okur, ardından bir adet Duaz-ı İmam okur. Sonunda cemaat hep birlikte secdeye eğilir (Bu arada bacılar ayakta olarak sofular Edep Erkandadır.) Pir duasını yapar ve cemin birinci faslı burada tamamlanmış olur. (Hizmet sahipleri görevlerini öğrendi ve aldı, herkes görevine başladı.)

FASIL 2 VE 12 HİZMETLİ:

 

Mürşid       

Pir

Rehber

Zakir

Gözcü

Faraşçı

Kurbancı

Sakacı (Saki)

Kapıcı (Bekçi)

Peyik (Haberci)      

İznikçi (Ayakkabıcı)

Türbedar (Postu Seren)

Delilci

Tayin edilir. Şimdi burada 12 hizmet sahibinin isimleri geçti. Buradaki kasıt pir ve rehberin bir sayılmasıdır. Ben yukarıda ayrı ayrı yazdım. (CEM DEVAM EDER)

Birinci fasıldan sonra bir mola verilir. Dedelerden biri (genelde rehber) Cem içerikli kültürel bir konuşma yapar. Bu konuşma bitene kadar Delilci delili yakmış, tamamlamıştır. Delilci gözcüye haber verir, cemaate Edep Erkan emri verilir. Cemaat Edep Erkan olur. Delilci Gözcüye haber verir. Gözcü Pire haber verir, cemaate Edep Erkan emri verilir. Cemaat Edep Erkan olur. Delilci delili salavatlayarak yakar. Sonra delili eline alır, ayakta sağ yanında Gözcü olmak üzere Delilci duasını okur, sonra da pir delilciye bir dua okur. Böylece hizmete ara verilmeden delile üç tane Duaz-ı İmam okur. Bu duadan sonra faraşçı devreye girer, tekrar cemaate ikinci teneffüs verilir. Her teneffüsün 10-15 dakika süren aralarında dedeler kültürel konuşmalar yaparlar. Gözcü her hizmetçiye cevap verir, cemaatin disiplinini sağlar. Her hizmetçi meydana geldiğinde Gözcü yanında olur, dualarını aldırır. Faraşçı ise Edep Erkandan, Duaz-ı İmam’dan sonra faraşını çalar duasını okur, duasını alır.

2. Fasıl başlar. 3. Fasılda Cem Görgü Cemi ise, tarif ettiğimiz bu Cem türünden önce bir toplum kurbanı kesilmiştir. Bu toplum kurbanında yeni musahip çiftçinin kurbanının üstünde devam edilip yapılan cemdir. Her musahip birlikte kurban keser, her musahip çiftine aynı Cem uygulanır. Devam eden Cemde birinci gün kurban Cemi 12 hizmet yapılır. 2. Gün aynı kurbanın kelle paçası lokma yapılır. Musahipler erkandan yani “Sitem-i Çelik-Tarıktan” geçirilir. Bir gün ara verilir. Bir musahip çiftin Cem töreni üç gün sürer.

Bir dedenin cem yürütebilmesi için;

a ) Askerliğini bitirmiş ve evli olmalıdır.

b ) Musahip bağlanmış, görgü, sorgu cemine girmiş olmalıdır.

c ) Dede hizmet yapacağı toplumla birbirlerini iyi tanımış olmalıdır.

d ) Şecereli bir ocağa bağlı olduğunu ispatlamalıdır.

e ) Şahıs dedelik bilgilerine sahipse yaşının küçük olması mazeret değildir.

f ) Dedenin piri, rehberi ve mürşidi olmalıdır.

Bu koşullara sahipse dedelik yapabilir.

İkinci yöntem dedeliğe aday genç nesildir. Genç nesil sıfırdan başlamalıdır. Okulda ve dedelik kurumlarınca yetiştirilmelidir. Görülüyor ki, dedelik tek tip olmuyor. Dedelerin de üniversite bitirmiş, yüksek ihtisas yapmış, doktora yapmışlara ihtiyaç vardır ve olacaktır.

DEDELİK HOCALIK GİBİ DEĞİLDİR:

Hocalar sadece namaz kıldırmayı, ezan okumayı, bir de ölü yıkamayı bilirler. Dede ise, Dört Kapı’da bilinçlenmesi gerekir. Dört Kapı dört ilkenin ilmiyle, bilinçlerle donatılması gerekir. Alevi dedeleri siyasetten, din bilgisinden, medeniyetten, tabiattan, genel kültürden, vs. bütün bu alanlarda insanlara bilgi verecektir. Dede insanların anında müşkülünü halledecek ve icabında cezalandıracaktır. Velhasıl dededir. Öğretmendir, hakimdir, cürih hakimdir, edebiyatçıdır, hukukçudur, kamil mürşittir. Dede, dede... Bu olgularla donanmış olmalıdır.

 

Rızalık kavramı var. “Kul Hakkı meselesi Aleviliğin temel ahlak sembollerinden birisini ifade ediyor. Rızalık alınmadan hiçbir işe başlanamaz, Alevilik’te. Dedeler rızalığa nasıl bakıyorlar. Rızalığın önemi nedir? 3. Fasılda Cem Birleme hazırlıkları yapıldı. Cem Birleme hazırlığındaki kasıt ise;

Delil yandı,

Saka suyu hazırlandı,

Abdestler alındı,

Kapıcıya haber verildi,

İznikçiyle birlikte iki bacı ön saftaki oturanlar aynı zamanda Tevhide girecek olan musahipli canlara tarikat abdesti aldırıldı, ayaklar çıkarıldı, yalınayak olundu,

Ceme çeki düzen verildi, nizamlı intizamlı disiplinli bir biçimde cemaat Cem Birlemeye hazır oldu.

Fasıl – 4: Dördüncü fasılda sıra Sorgu-suale geldi. Pir cemaate sorar: “Ey Canlar bu yol Muhammed Ali’nin rıza yoludur. Bu yol asla ve asla hile kabul etmez. Burada gönüller birdir. (14. Soruya cevap: önemi gönüllerin bir olmasındadır.) Rıza lokması yenecektir. Birbirleriyle küskün olanlar, alıp vermediği alış verişi olanlar, A’dan Z’ye herhangi bir sorunu olan varsa Dar-ı Mansur olsun, dile gelsin söylesin; burada her türlü sorun çözülecektir. Eğer içinizde böyle bir sorunu olan var da onu söyleyemiyorsa, bu sorunu içinizde bilenler varsa haber vermeleri gerekmektedir.” Pir bu sorgulamayı 3 kez tekrar eder. Dördüncüde: “Ey canlar içinizde sorunu varsa nabalı günahı boynunuza olsun. Söylemiyorsa kendisine rica ediyorum ilgililere haber versin cemaati terk etsin.” der ve son çağrısını yapmış olur. Bu çağrının üzerine pir dua eder. Cem birleme duası başlar. Cem birlemede herkes secdeye iner. Cem birleme duası okunur. Sonra kalkarlar Duaz-ı İmam başlar. üç Duaz-ı İmam okunur. Bir daha secdeye inilir. Üç Duaz-ı İmam daha söylenir. Dede bir mola daha verir. Cemaat secdeden doğrulur. Faraş çalınır mola verilir. İki tane bacı sofuların terini alır. Sonra saka suyu dağıtılır. İcaben konuşmalar yapılır. Cemaata takva edep erken yaptırılır. Dördüncü fasıl biter, 5. Fasıl başlar.

 

FASIL 5 (TEVHİD FASLI):

Tevhit faslında üç defa tevhit çekilir. Her tevhidde bir beyit söylenir ve her beytin sonunda secdeye inilir. Pir ise her tevhidin sonunda dua verir. Tevhitte beyitler söylenirken soldan sağa diz üstü kalkılır, dalga vurulur, fazla gürültü ve aşırı olmamak kaydıyla yine soldan sağa el ele sürterek dalga vurulur. Şimdi buraya her üç beytin başlangıcından 3 hane örnek yazıyorum:

Tevhit 1:                                         Tevhit 2:                                                Tevhit 3:

Biz Ali’yi severiz,                            Medet hey Allah’ım medet,                    Ağlar gözlerim cihanda

Ali evladı Ali’yi                                Gel dertlere derman eyle.                      Ali diye Ali diye.

Ellerin Kıblegahı var,                      Yetiş ya Ali Muhammed,                        Yalvarırım Muhammed’e,

Benim Kıblem Ali’dir.                      Ali diye Ali diye.                                     Gel dertlere derman eyle.

(Şah Hatayi)                                   (Dedem Oğlu)                                       (Kul Himmet)

tevhit biter ve tevhitten sonra Mürşit şu Gülbengi okur (Virani’den sonuncu hanesini yazıyorum):

            Caferinindir hey Virani ilmi kudret cavidan,

            Fazlı Haktır ki, Rumizi ondan olmuştur beyan,

            Biz Güruhu Naciyiz, söyler zibanımız her zaman,

            Caferiyem Caferiyem Caferi Virani

Tekrar şu gülbenk okunur: “Vakitler hayrola, hayırlar feth ola, şerler defola,...” şeklinde devam eder. Gülbengin sonunda Beşinci fasıl bitmiş olur. Görgü Ceminin altıncı faslına başlanır.

FASIL 6:

Geldi Cebrail çağırdı,                     Kudretten bir el geldi,                Ey Hatayım vakıf oldum,

Hak Muhammed Mustafa,               Ezdi engür eyledi,                      Ben bu sırrı söyledim,

Hak seni Miraca okudu,                  Hatemi elde gördü,                    Hak sözü inandıramadım

Davete kadir Hüda.                         Uğradı müşkül hale                    Özü çürük evraha.

                                                                                                                                 HATAYİ

 

Altıncı Fasılda semaha devam edilir. Miraçlamanın 19. hanesinde tevhide giren canların hepsi birden birinci Kırklar Semahına kalktılar. Şah Hatayi’nin mahlasıyla tevhid sona ermiştir. Şimdi 7. fasıla başlanır:

Güvenç Abdal’dan bir deyiş ile semaha devam eder. Semah 3’te Turnalar Semahı, Esiri Baba Semahı ile ikinci tur semah tamamlanır.

Semih 3: Üçüncü tur semaha başlanır. Bu semahta Taçlama söylenir. Taçlamada 3 tane Duaz-ı imam söylenir:

TAÇLAMA 1:

Erenler sükuta vardı,

Amma ne Cem imiş bu Cem

İznikçisi Kamber oldu,

İllallah Şah illallah,

Hak la ilahe illallah,

Ali Mürşit güzel Şah,

Eyvallah Şah eyvallah

KANBERİ

            İkinci Taçlama Teslim Abdal’ın, üçüncüsü Şah Hatayi’nin Duaz-ı imamı ile tamamlanır. Semah ayinin sonunda cemaat hep bir tempoda dizlerine vurarak zakire katılır, söylerler. Üçüncü taçlamanın sonunda şu beyit söylenir (Aslında 10 hanedir, aşağıdaki son hanesidir):

                                   Kuluyuz Hacı Hünkarın,

                                   Cemali baki gülzarın,

                                   Bu Noksani günahkarın

                                   Ağın bilmez kara söyler.

                                                           NOKSANİ

Bu beyitten sonra uzunca bir gülbenk okunur. Böylece 6. Fasıl bitmiş olur. Bundan sonra 7. Fasıla başlanır.

7. FASIL : hüseyni makamında iki tane Kerbela için Marsiye söylenir. Ya imamı muttakin nuru Aliyül Murtaza’nın ruhuna verelim selavat Allahümme salli ala seyyidina Muhammed’in ve ala Ali seyyidina Muhammed.” Her imam bu tarzda sıralayarak 12’ye kadar okunur. Sonra cem ayininin birlenmesine devam edilir.

Selamullahü ala nuru İmam Hüseyin

Selamullah Ali evladı İmam Hüseyin

Selamullah kutbu evliya İmam Hüseyin

Selamullah şehid etti Ali ve evladı İmam Hüseyin.

Selamullah lütfuna muhtacız her dem eyle ihsan ya İmam Hüseyin

Derdimizin dermanını senden eyle derman ya İmam Hüseyin

Bu mersiye okunduktan sonra “set hezaren lanet olsun Yezide” diye başlayan duayı Sakacı okur. Devamında şunu okur: “Çün baştan geçmiş biz Hz. Hüseyin aşkına, Kerbela’da destigamda can verenler aşkına, ol yezitler elinde teşni lebler aşkına, Kerbela’da su su diye ser verenler aşkına, gözüm yaşım sebil ettim On İki İmam aşkına. Ber cemali Muhammed, Pir Kemali İmam Hüseyin Ali Rabülende selavat” (cemaat hep birlikte selavat getirir) sonra mürşit tekrar “saf hezaren...” diye başlayan lanetli duayı okur. Lafeta mersiyesi 10 hanedir. Bundan sonra cemin tamam olduğunu şu beyitle başlar besmele çeker “Failatün fallat failatın failün cemimiz oldu tamam” beyiti söylenir. Bundan sonra lokma yeme ve 9. Fasıl başlar. lokma, Tercüman yani musahipli çiftlerin kurbanı kesildi, pişti, hazırlandı. Şimdi çiftlerin birinci gün cem ayini tamamlandı. Lokmaları yemek üzere sofralar kurulacak.

8. Fasıl: Aşçı mürşidi davet eder, mürşide kurban kazanının ağzını açar. Kurbancı bir tasa kurbanın döşünü koyar ve mürşide getirir. Önce aşçı şu duayı verir.

 

TERCÜMAN LOKMASI:

Bismişah Allah Allah. Nimeti Celil, bereketi Halil, Habibi Hüda, Resulü kibirya, serveri evliya, Muhammed Mustafa, nuru enbiya ve evliya, Allah ulu sofra dolunuzu nebi keremi Ali Pirimiz kutbül arifin Hz. Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli hüüü mürşidim.

 

MÜRŞİDİN DUASI

Geldiğin yol, durduğun dar, gördüğün hizmet Hz. İbrahim ve Hz. Hünkar destigarın ve yardımcın ola, hizmetinden şefaat bulasın. Gerçeğe hüüü.

Bu duanın ardından sofralar kurulur, lokmalar sofraya dizilir. Kapıdan içeri bütün cemaat lokma yemeye hazır durumdadır.

 

LOKMACI SELMAN-I FARISİ ŞU DUAYI OKUR:

Bismişah Allah Allah.

Evvel Allah diyelim Kadim Allah diyelim

Geldi Ali sofrası desturu Şah diyelim

Şahın gönderdiğini biz yiyelim demine hüü diyelim.

            Böylece musahip çiftlerin kurban lokması yenmeye başlanır. Lokmalar yenir ve pir sofra duasını okur. Sofralar kalkar, cem sonunda pir cemin sona ermesi hakkında bir gülbenk okur. En son meydan postu toplanır. Meydancı postuna dua alır. Post duası verildikten sonra cemaate oturan duran izni verilir. Canlar kalkar dedelerine niyaz eder evlerine giderler.

 

GÖRGÜ KURBANININ TERCÜMAN LOKMASI:

Görgü cemleri genellikle akşamları uzun süreceği için kurbanın tercümanlanması (tığlanması da denilir) Kurban Ceminin yapılacağı günün sabah saat öğleden önce kurbanın tekbirlenmesi için Peyik yani Haberci cemevlerini ve musahipli canları davet eder. Kurbanın tekbirlenmesi şöyle olur: kurban daha önceden alınmış yada belirlenmiştir. Bu kurbanın ayakları ve yüz kısımları yıkanır. Her tarafı kirden arındırılır. Kurban olduğu kendisine söylenir ve bu hayvana iyi muamele yapılır. Böylece kurban dualamaya, tekbirlemeye hazırdır. Cemaate ise hakeza, abdestler alınır, gönüller temizlenir, kurban tekbirine katılmak için niyetlenirler. Kurban tekbiri için niyet edilen odada tam “U” şeklinde halka olup otururlar. Dedeler, zakirler yerlerini alır. Burada ve halkada hiç kimse ayakta değildir. Önce mürşid bir niyet duası okur. Sonra cemaatin rızasını alır. Birbirleri ile tam gönül gönüle niyazlaşırlar. Daha sonra zakire izin verilir. Zakir kurban Duaz-ı İmamlarını okumaya başlar.

Kurbana okunan Duazlar sayılı değildir. Ortada dolaşan kurban nişan verene kadar Duazlar okunmaya devam eder. Nişandaki maksat ise meleme, tığlama ağlama gibi işaretlerdir. Bu işaretlerden birini verdi mi Duazı İmam durdurulur, sonra kurban duası okunur ve kurbancıya teslim edilir.

Not : Bazı yörelerde Cemin yürüdüğü akşam cemevinde tebirlerler. Görülüyor ki, kurban tekbirlenmesi en az üç-dört saat sürüyor. Bu nedenle o gecenin yarısı kadar zaman alır.

HİCR SÜRESİ:

Ayet 28: Meleklere allahu Tealaya hitaben kupkuru çamurdan değişken balçıktan bir insan yaratacağım.

Ayet 29: Onu düzenleyip insan şekline soktuğum ve onu ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın.

Ayet 30: Meleklerin hepsi topluca secde ettiler.

Ayet 31: Yalnız iblis secde edenlerle beraber olmayı kabul etmedi.

Ayet 32: Allah “Ey iblis! Nen var ki, sen secde edenlerle beraber olmadın.” dedi.

Ayet 33: İblis “Ben salseden (pişmemiş çamurdan) değişken bir balçıktan yarattığın insana secde etmem.” dedi.

Ayet 34: Allah”Öyleyse çık oradan meleklerin arasından çık. Çünkü sen kovuldun.”

Ayet 35: ta ceza gününe kadar üzerine lanet (edilecektir).

HİCR SÜRESİ-ALLAH’IN HALİS KULLARI (AYET 41,42,51): “Onlara İbrahim’in konuklarından haber ver.”

 

Alevi ahlakın kökleşip yayılmasında Alevi Dedelerinin görevi ne şekilde olmuştur? Kimseyi incitme felsefesinin Dedeler tarafından uygulanması etkilemiştir Alevîliği.

Ahlak denilen kavramın temelinde sorumluluk vardır. Söz konusu sorumluluk insanın doğasında vardır. Ancak sorumluluk duygusunu uygulamaya koyabilmek önemlidir. İşte dedeler insanda var olan sorumluluğun ilkelerini öğretmiştir. Sorumluluğun birinci ilkesi “tarikat abdesti”dir. Tarikat abdesti ise şöyledir: Özellikle birinci 24 saatin bitimiyle ikinci 24 saatin başlaması gece 12’den sonradır. 12’den sonra yaklaşık dört-beş saat sonra yani kesin şu 24 saatin denilemez ama ışırken yada vazifeye gitmek üzere evinden çıkmadan önce şu duayı okur.:

Önce ellerini yıkarken: “Ya Rabbim, bana bahşettiğin şu vasıtalarımla (ellerimle) koymadığım ve hakkım olmayan bir şeyi alıp zimmetime geçirmeyeceğim.”

Yüzünü yıkarken: “Yüzlerim ayadır yüzümdeki nurun hakkı için yüz kızartıcı bir iş yapmayacağım, bir söz söyleyemeyeceğim. Büyüğüme hürmet, küçüğüme hizmet edeceğim.”

Ağız yıkarken: “Ya Rabbim, ağzımdan çıkan kelimeyi şahadetin nuru hakkın için ağzımla küfür ve terki edep sözler sarfetmeyeceğim. Gözlerim göher, kaşlarım kalem, alnım Zühre yıldızı nurları hakkı için gözümle görmediğimi gördüm gibi ifade etmeyeceğim. Gördüklerimi de doğru söyleyeceğime, (kulakları yıkarken) kulaklarım Esma’ül Hüsna nurları için kulaklarımla koğu gaybet dinlemeyeceğim. Kulaklarımla işitmediğimi işittim gibi ifade edip söylemeyeceğim. İşittiklerimi de doğru ifade edeceğim.

Başımdaki Muhammed Mustafa nuru hakkı için kollarım secde-i ibadet, dizlerim haki turab şu bana verdiğin ayaklarımla asla naha (haksız) yollara gitmeyeceğime daima Hak yolunda olacağım. Evimden bekare kız gibi çıkıyorum tekrar evime bekare kız gibi döneceğime, ibadetimde, işimde kusur etmeyeceğime sana söz veriyorum.

Eğer şimdiye kadar saymış olduğum azalarımdan herhangi bir hata kusur yapmış isem bundan sonra sen şahidim ol bir daha yapmayacağım. Diyerek kişi kendisini yönlendirir.

İyi ahlakın ve sorumluluğun ikinci kısmı “musahip kardeşliği” diğer bir deyimle “Ahiret kardeşliği”dir. Dede musahip olan dört kişiyi birbirlerine sıkı sıkıya ağır yeminlerle ikrarlarla bağlar. Bu dört kişiyi her yönleri ile birbirlerine karşı sorumlu kılar.

Sorumluluğun üçüncü bir ilkesi ise, kişinin kendi yaşadığı dünyasında yol gösterici olarak 4. ilke ya da 4. kapı gösterdi. Musahibini saydık, musahiplikten başka 3 kapı, 3 ilke daha vardır. Pir, rehber, mürşittir. Bunlardan başka üç ilke daha vardır. Onlar da “Üçler”dir: 1. Allah, 2. Peygamberi Hak, 3. Ali’yi mürşit bileceksin. Velhasıl bu olgulardan başka devam eden 7 sünneti, 12 farzı yani On İki İmamı bileceksin. Daha sonra kurallar vardır. Oturup kalkmasını, bir meclise uyum sağlamasını, yolda yürümesini, tabiatları medeniyetlerin hepsini dede kendisine talip istekli olanlara söyler ve öğretmeye azmetmiş bir görevlidir. Bu saydıklarımızın hepsi güzel ahlakın temelleridir. Bir kere eli beli dili temelde en mümkün ilke olarak dede öğütler.

“Alevi ahlakının yayılıp kökleşmesinde Alevi dedelerinin görevi ne olmuştur? Kimseyi incitmeme felsefesinin dedeler tarafından uygulanması Aleviliği nasıl etkilemiştir?”

      bu soruyu yanılamadan önce ünlü ozanımız Genç Abdal’ın bir şiirinden örnek vermek gerekti. (Şiir dört kıta olup aşağıdaki bir kıtasıdır):

                             Remzi Hakkı fehmedenler dide-i bina imiş,

                             Ehl-i diller maneviyatı mazhar-ı Mevla imiş,

                             Müminin kalbinde mir’at Kabe-i Ülya imiş,

                             Rehber-i irfan-ı aşk-ı mürşidi Mevla imiş.

                                                     Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş,

                                                     Bir veliye bend olmak cümleden evla imiş.

Dedelik öyle bir hazinedir ki, ucu bucağı dibi köşesi görünmez bir deryadır. Yeter ki, o deryaya dalmasını bilesin, o denize dalsan da boğulmazsın; o denize boş girer dolu çıkarsın. Eğer dil bilmiyorsan bir talip kuş dilinden dil öğretir bülbül eyler seni. Dört Kapıda kendini yetiştirmiş bir dede dörde dört katar sekize katlar. Yazıda olmayan bilgiler dedede olur. Ondaki hazinenin, bilgilerin çoğu kendisinden kaynaklanan bilgilerdir. Dede olan gerçek dede küfür, yalan, hırsızlık, zina, kin, kibir, dolandırıcılık, mirai palavra vesairelerin hiç birinde eli, dili, ayağı, gözü, kulağı olmaz. Küfür deryasında imanı olur. Dede tahammüllü, iradeli, sabırlı olur. Dede bütün kötülüklerden arınmıştır., kanaat ehlidir. Ehli kamil, mürşittir dede. yalnız okumakla dede olunamaz. İşte bu vasıflara, bu olgulara sahip olmalıdır. Dedenin Evlad-ı Ali soyundan olmasının önemi de budur. Talip dedeye, dede talibe tam bağlanırsa birbirinin iyisin, kötüsünü tamamlar. Aslı ile Kerem gibidir dede ile talip.

 

Ehlibeyt sevgisinin Alevilik’teki ve dedeler üzerindeki etkisi nedir? Ehl-i Beyt hakkındaki sorunun cevapları o kadar çoktur ki, söylemekle, izah etmekle bitmez tükenmez bir kainattır. Dünyadaki canlıların, cansızların, yaratılmış tüm yaratıkların hepsinin atası ve anasıdır. Ehl-i Beyt’in etkileyemediği hiçbir nesne olamaz. Yalnız iki yönden etkilenirler. Hayır yönünden ve şer yönünden. Bu da isteklilerin isteklerine bağlıdır.

Ehl-i Beyt’i önce tanımlamak gerekir. Ehl-i Beyt ölümsüz bir unsurdur. Allahu Tealanın insanda varolduğunun ispatıdır. Ehl-i Beyt nefsi ambareyi muhafaza ve idrak etmenin bir işaretidir. Ehl-i Beyt binaenaleyh Devr-i Adem’den Haşimiler’e kadar aynı esmaların benzerleri aşama aşama nefsi ambareye, beşeriyete rüsva olmuşlardır. Sonra da kendilerini kurban vermeleri insanoğullarına en gerçek ibret örneklerinden birisidir. Onlara düşman olanlar da dosttur aynı zamanda.

 

ALEVİLERİN VE DEDELERİN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ:

Bu konuyu iki yöntemli olarak değerlendirmek gerekir. Bu iki yöntemden birincisi milliyet, ikincisi ise inançtır. Milliyet denen bir kavram vardır ancak bazı aklı bol olanlar milliyete karşıdırlar. Tek bir milliyet olmalıydı iddiasını güderler. Böyle düşünenlerin iki gayesi vardır: ya toplum içinde kendilerine pay çıkarmak isterler ya da bilmezler. Binaenaleyh bize göre milliyet olmazsa olmaz şeklinde vardır. Milliyet doğuşta olabilir,sonradan ayrılıklar olabilir ama insanoğullarında olması nefsi ambarenin gereken bir olgudur. Zira, milliyet olunca da her nefsi ambarenin tercih ettiği bir milliyeti olmak zorundadır. Zira iyinin, kötünün yerini bir noktada bulması gerekir. İşte o adreste insandır. İnsanlığında en çok eğlendiği, sevdiği bir mekandır.

Ehl-i Beyt özde beş kişiden ibaret olan bir tablodur, heyettir, aynı zamanda bir cürüh heyetidir. Cürüh heyeti olmanın gerçeği de 5 kişi olmalarıdır. 6,8,10,12... olabilirlerdi. Neden tek olmuştur? Bu fevkalade bir sorudur. Görülüyor ki, dünya alemde ve her kurumda cürüh heyetleri tektir, 3,5,7,11,...dir. İşte Ehl-i Beyt  hayra giden her şeyin temeli ve esasıdır. Şimdi Ehl-i Beyt’in tanımını yaptıktan sonra konuya gelelim. Dünya 5-6 milyar nüfusa sahiptir. Neden dünyada yalnız bir avuç Türk Aleviler Ehl-i Beyt’e sahip çıkmış, neden Ehl-i Beyt’in etkisi bir avuç Türk Alevi’nin üzerindedir? Bu soruyu acaba Alevi Türkler hiç kendilerine sordular mı? Peki Ehl-i Beyt’in bir milliyeti var mı, yok mu? Yavaş yavaş konuyu çözmeye yaklaşıyoruz. Eğer Ehl-i Beyt’in bir milliyeti yoktur dersek o zaman nefsi ambareye muhatap olmamışlardır. Nefsi ambareye muhatap olduklarına inanıyorsak, mutlaka ve mutlaka bir anadan ve babadan doğdular. O takdirde bir milliyetleri vardır. Örneğin annesi, babası, amcası veya yakınları onları korudu ise o zaman milliyet hali ile var olmuş oluyor. Seçenek diye bir kavram vardı ve seçenekler de serbesttir. Tabii ki, insanlar kimi çok beğenir, kimi çok severse onu seçecektir. Şu durumda beyin altındaki noktalara gelmiş bulunuyoruz. Bakın Kur’an ne diyor: “Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim’i ailesini seçip alemlere üstün kıldı. (Ali İmran suresi-Ayet-33). Ayet 34: “Bunlar birbirinden türeyen bir nesildir. Allah işiten bilendir.” Bu ayetler 35,36,37 şeklinde devam ediyor. İmren ailesine dayanıyor. Ali İmran Süresi, Ayet 95: “De ki, Allah doğru söyleyendir. Öyleyse dosdoğru Allah’ı belirleyici olarak İbrahim’in dinine uyun. O puta tapanlardan değildir.” 96: “Doğrusu insanlara (mabet olarak) ilk kurulan ev Mekke’de olanıdır. Alemlere uğur, bereket ve hidayet kaynağı olarak kurulmuştur.”

Görülüyor ki, Allahu Teala Adem’i, İbrahim’i ve Nuh’u, Meryem oğlunu seçkin peygamberler olarak ilan ediyor. O halde İbrahim’in hangi milletten olduğunu bir bulalım. Hz. İbrahim Mezopotamya’nın Ur şehrinde doğmuştur. Babası Türk Azer’dir. Hz. Muhammed ise Hz. İbrahim soyundandır. Yani İbrahim Türk ailesindendir. Hz. Muhammed ise dedesi İbrahim Aleyhisselamın ne yasalarında ne de ırkında hiçbir değişiklik yapmamıştır. Binaenaleyh, Hz. Muhammed Allahu Teala’nın bu emrine göre İbrahim’in yasasına, icraatına, milliyetine uymak zorundadır ve uymuştur. Yakupoğulları zira Türk Müslümanlar (özellikle Aleviler) kendilerini şöyle tanımlarlar: “Allah’ın kuluyum, Adem’in zürriyetindenim, İbrahim’in milliyetiyim, Hz. Muhammed peygamberin ümmetiyim.” Hz. Muhammed İbrahim’in  milliyetinden çıkıp milliyetini değiştirmemiştir. Kuran’ı Kerim’de Hz. İbrahim’e geniş yer vermiştir. Hz. Muhammed Arapça öğrenmekle Arap sayılmıştır. Halbuki kendisi Arap milliyetinden değildir. Doğrudan doğruya dedesinden gelen Türklüğünü korumuştur. Ayrıca Miraç seferinde kendisine bir soru soruluyor: “Ya Muhammed, at üzerinde seyahat yapan ata binmeyi çok seven şu beyaz toplum kimlerdir.” Hz. Muhammed cevaben: “Onlar allahu Tealanın beyaz Türk askerleridir.” Ünlü yazar Cemal Kutay, “Tarihte Türkler ve Araplar” adlı kitabında yer alan bu bahisle ilgili kitabını bir başka yerinde:” Onlar benim beyaz meleklerim, Türkler’dir.” Diyor ve övüyor ve Araplara nasihatta bulunuyor: “Sakın Türkler’e bir kötülük etmeyin, onların sevin ve iyi geçinin” demiştir.

2. Ehl-i Beyt’in, Türklerin ve dedelerin üzerindeki ikinci etkisinin ikinci bir sebebi de şudur.: Birincisi Ehl-i Beyt’in kendisinin de Türk milliyetinden olması, ikincisi İslam olan Türkler doğrudan doğruya dört dörtlük Muhammed’in İslamlığına ve onun icraatlarına inanmıştır. İnanmakla kalmamış hem İslamlığın hem de Muhammed ailesinin gerçeklerinin ve ilkelerinin milliyetlerinden bile söz edemezlerdi. Cemal Kutay: “Binaenaleyh, Muhammed ve ailesi tarih boyu Türklüğünden asla ödün vermemişlerdir.” diyor.

Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş-ı Veli Türk’türler ve Anadolu’ya Türk olarak gelmiş, Türkçe neşretmiştir ve Hacı Bektaş en büyük Türk düşünürdür. Hacı Bektaş, Yunus emre, Mevlana, Taptuk Emre, Ahi Evran, Sarı Saltuk ve bütün diğer Anadolu’da erenleri Türk’tür. Ayrıca Türk olan Muhammed Ali soyundan türeyen 7. İmam Musa-i Kazım’dan türemişlerdir. İşte bizim de Ehl-i Beyt’in etkisinde kalmamızın temel kaynağı böyledir.

Tarihlere ve Kuran’a bakıldığında gerçek şu ki, Ehl-i Beyt’e gönül bağlamayan a) İnsanlık, b) İslamlık c) Sosyal adalet için hiçbir fedai ve kahraman yok. Yine hiçbir gönlü Hak ile birleşmiş gerçek ozan yoktur. Hele hele İslamlığı bizlere bırakmayan Arap ırkından Kuran’ı Kerim’de methedilen, örnek olarak gösterilen Arap ırkı yoktur. Hiçbir tane İslam uğruna şehit olmuştur diye bahsi olunan Arap ırkı yoktur. Çünkü İslam’a yüzeysel bakmışlardır. Gerçekten İslam olmamışlardır. Eğer Araplardan bu şekilde isim bırakan birisi olmuşsa o da Ehl-i Beyt’e inanmıştır.

 

H.z. Ali kimdir, Alevilik için önemi nedir? Siz bir dede olarak Hz. Ali’den nasıl etkilendiniz? Ali’yi Hz. Ali yapan özellikleri sizce nelerdir? Niçin o kutsal bir kişiliğin de ötesinde bir rehberdir? Önce soru haricinde bir görüş belirtmek gerekiyor. Bu kadar soruyu sorarken sanki Türkiye’de ve Anadolu’nun her yöresinde tam tempoda Aleviler, dedeler cem yürütüyormuş gibi düşünerek sorulmuş. Oysaki Yavuz’un türemesinden sonra günümüze kadar dedesi, talibi darmadağın edilmiştir.

Hz. Ali Haşim’in oğlu Abdulmuttalip, Abdulmuttalip’den doğan Ebu Talip’in oğludur. Hz. Ali miladi 598’de doğmuş, doğumunun üçüncü gününden itibaren Hz. Muhammed’in eğitimine ve himayesine alınmıştır. Doğumunda alamet vardır. Alametlerdeki kasıt şudur. Üç gün anne sütü emmemesi, Hz. Muhammed’in dilini emmesi ve üç günlük çocukken şahadet parmağını kaldırıp İslamlığı kabul etmesidir. Ayrıca Kabe’nin içinde kimsenin göremeyeceği gizli bir bölmede doğmuş, annesi Fatıma anamıza tokat vurması, Hz. Muhammed’in kendisine kavuşana kadar kendisini yıkatmaması, Hz. Muhammed gelip kendisine yaklaştığı zaman annesinin ikaz etmesi karşılık Hz. Muhammed’in süratle kendisine yaklaşması. Hz. Ali’nin ise kendisini doğuran annesinin hizmetini reddetmesine rağmen Hz. Muhammed’i tanıyormuş gibi kamil bir üslupla kucağına yerleşmesi. Daha sonra Hz. Muhammed kendisini yıkayıp temizleme hizmetine başladığı sırada Hz. Ali Hz. Muhammed’e eziyet olmasın anlayışı ile sağdan sola, soldan sağa kendiliğinden dönüvermesi. İşte bu temizleme işlevleri bittikten sonra Tevrat’tan, İncil’den, Kuran’dan işaretler vermesi ve parmağını kaldırıp salavat getirmesi. Velhasıl Ali daha doğarken bu gibi mahretleriyle “Hazret” ünvanını ve kendisine layık olan Ali kimliğini ortaya koymuştur. Binaenaleyh, Ali’nin kimliğini tanıtırken beraberinde Muhammed’i yazmamak mümkün değildir. Zira bu iki esma birbirinin tamamlayıcısıdır.

Sünni Kaynaklar:

Sünni kaynaklardan birkaç tane örnek vermek istiyorum. Bu kaynakları toparlayan Nazmi Nizami Sakallıoğlu (Profesör 1400) “Ehl-i Beyt Davası” adlı İslam tarihi kitabının ve imam Ali divanı adlı kitabından.

Hz. Ali ile Hz. Muhammed hakkında Sünni kesimin çok muteber kabul ettiği 1. Tarih 1976 tarihinde basılmış “Ramuzül Ehadıs” kitabının 561. sayfasındaki 4863 numaralı Hadis şöyledir: “Gökler ve yerler yaratılmadan 2000 yıl önce cennetin kapısında bu haber belki de bu dünyaya açılan kapısıydı. Yoksa bu dünyanın ötesinde başka bir cennet olduğunu hz. Ali kendisi de kabul etmemiştir. Cennetin kapısında: “La ilahe illallah Muhammeden Resulullah onu Ali ile tevhid ettim ibaresi yazılmıştır” buyuruyor.

İkinci bir kaynak İstanbul Bedir yayınlarınca 1974’te basılmış aynı kitabın 272. sayfası cennet kapısının üzerinde “La ilahe illallah Muhammed Resulullah Aliyyün Nasrı Resulullah” yazılıdır. Bu haberi hadis buyruğudur.

Üçüncüsü keza, Dört Büyük Halife adlı kitabın 282. sayfasında şöyle yazar: “Miraç gecesinde aşırı kenara yazılı gördüm ki, ben birim benden başka ilah yoktur. And cennetini ben yarattım yarattıklarımdan Resulüm Muhammed’i seçtim ve onu Ali ile kuvvetlendirdim, yardım ettim.” Bu beyan hadis olarak yazılmıştır. Binaenaleyh yazar bunu hadis olarak yayınlamış. Oysaki Allah buyruğudur ve farzdır.

İşte Hz. Ali’nin Ali ve Hz. olmasını, Hz. Ali’den dedelerin nasıl etkilendiğini şu beş gerçekte toplayabiliriz.  1. Zebur’da, 2. Tevrat’ta, 3. İncil’de, 4. Kur’an’da Hz. Ali’nin kendisini bulması 5. ve sonuncusu Ana rahmine tecelli edip beşeriyete zahir olmuş Mürşid-i Kamil mertebesine ermiş olması ile bütün insanoğullarında olması gereken olguları üzerinde toplanmıştır.

 

NİŞAN VE EVLİLİK:

Dedelik yapan bir dede yeni evlenmeye aday olan çifte nişan takıp dua ederken söz konusu adaylar görevi dedeye getirirlerse bu hizmet ilk düğürlükte olur ki, adayları her iki tarafı bir arada olmak koşulu ile ön bir sohbet yapılıp nabız yokladıktan sonra, “Allah yazdıysa” teklifi ile kız babasından istemde bulunur. Kız babası son bir kez daha kızının gönlünü öğrenir olumlu cevap aldıktan sonra “Allah yazdıysa olur” şeklindeki cevabını verir. Dede dini inancı doğrultusunda neler bilmeleri gerektiğini ve ibadet ayinlerinin bazı içeriklerini eğer Alevi inancında iseler pirin, rehberin, mürşidin, musahibinin olmasını ve bunların hak olduğunu velhasıl iyi sözlü, iyi huylu olup bütün kötülüklerden arınmaları doğrultusundaki durumları izah eder. Sonrada Muhammed Ali, İmam Caferi, Fatımatı Zehra’nın isimleri sünneti saniyesini içtihatını okur. Bu okunan Allah’ın emri olur. Sonrada nikah duasını okur. Dede bir tas suyu ve çeyizi dualar. Böylece dedeye düşen görev bitmiş olur.

 

Dedeler de genellikle hangi kitaplar bulunur. Mesala sizin kütüphanenizde hangi kitaplar var? Bir kere Türkiye’de ve Mustafa Kemal Hazretlerinin önderliğinde 1924-1930 arasında gerçekleşen yazı devrimi yapılmış. Yazı devrimi yapılması ile Arapça ve eski Türkçe dediğimiz türdeki yazıları okumanın yerine Latince harflerine geçilmiştir. Gayet tabii ki, bu yazının gelmesine kadar Anadolu’da eski Türkçe ve Arapça hakimdi, ama gerçek Türk ve Alevi kesimleri başta dedeler olmak üzere Eski Türkçe yazıyı kullanırlardı. Bunların arasında Arapça kullananlar da vardı. Kitapları ise, Kur’an ve İmam Cafer Buyruğu doğrultusundaki tarihi kitaplar bulunurdu.

1930’ların sonrasından günümüze kadar halen uzantıları bulunan dedelerin canları pahasına sürdürüp getirmiş oldukları gerçekten takdir edilir bir vakadır. Ayrıca dedeler herkesten önce Latince harfine kendilerini adapte etmiş,  mütevellit zamanlarda Arapça’ya karşı savaş açma durumunda olmuşlardır.

Bana gelince, bu broşürdeki soruları cevaplayan ben ise, dedelik yapmama rağmen benim evimde beş ayrı hocanın çevirdiği Kur’an mealleri var. Ben Arapça ve eski Türkçe bilmem. Ayrıca üç ayrı yazarın buyrukları ve iki tane Hacı Bektaş-ı Veli hakkında yazılmış Velayetname vardır. Yine iki ayrı yazardan İslam tarihleri, iki ciltli 3300 sayfa İmam Ali Divanı, daha başka Alevilik doğrultusunda kitaplar vardır. Ayrıca siyaset ve Genel Kültür doğrultularında kitaplarım mevcuttur. Örneğin Mesnevi, Yunus Emre Şiirleri, Uğur Mumcu’nun kitapları, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Cemal Kutay gibi yazarlara ait kitaplarla birlikte 200 dolayında kitabım vardır. Bunları özel yaptırdığım bir kütüphanemde muhafaza etmekteyim. Benim öz dedem ve onun babası eski Türkçe ve Arapça okuyup dedelik ve hocalık yapmışlar. Babama gelince, babam 7 yaşındayken dedem ölmüş. Bu nedenle babam hiç okumamış ve dedelik yapmamış. Babam kırk yaşında, ben beş yaşında iken ölmüş. Dedelerimizin kitaplarını okuttukları bazı hocalar olmuş. Dolayısıyla ne babamda ne de bende dedelerimin kitapları kalmamıştır.

 

Sizce düşkünlük nedir? Dedeler taliplerine hangi durumlarda düşkünlük cezası verirler? Soruya cevap düşkünlüğe gerekçe olarak suç unsurları: a) Adam öldürmek, b)Zina, c) Hırsızlık ve yalan, d) Nikahlı kadın kaçırmak, e) Gasp soygun ya da bunları yapmaya azmettirmek, haksız ve keyfi karısını boşamak, f) Musahibine karşı benzeri suçları yapması. Toplum malına zarar vermek. Bunlar ağır suçlardandır. Özellikle bir de cem ayini sırasında aykırı hareketler vardır. Bunlarda hafif suçlardır. Darda durak cüzi olmak üzere lokma dualatarak cezalandırılır.

 

Dedelik kurumun geleceğine ilişkin fikirleriniz nelerdir? Dedelik kanunu insanların yaptığı yada oluşturduğu bir kanun değildir. Dedeliğin aslı ve kaynağı Dört Kutsal Kitaptır. Dedelik kanunu insanlığın var oluşu ile başlamıştır. Yine insanoğlunun yok oluşu ile yok olur. Tekrar dirilir ve varolur. Binaenaleyh dedelik kurumu insan boş bir kovan iken onun içini doldurup insan yapan bir kurumdur. Dedelik Hakkı kendi bünyesinde bulup onunla birlikte yaşayan bir unsurdur. Yalnız ben burada dedeyi değil dedeliği kas ediyorum. Dedeliğin içinde dede yoğrulup her türlü kirden arınıp Hak ile birleşen bir şahsiyettir. Bu nedenle onun manevi şahsiyeti olağanüstü, insan üstüdür. Hiçbir suretle değiştirilemez. Şu veya bu yapmacık yasalarla düzenlenemez. Ancak dedenin yönetimi yine kendi yönettiği taliplerinin elindedir. Mevcut düzenciler dedeliği kendiliğinden uzaklaştırabilirler. Bir müddet dedeliği işlemez hale getirebilirler. Ancak yok etmeye hiçbir yönetimin gücü yetmez. O mevsum insanlıkla doğar, insanlıkla var olur ve tekrar dirilir.

 

Cem yapılmasının engellenmesinin nedeni nedir? Bu sorunun muhatabı ise devlettir. Devlet dini resmileştirmiştir ve dolaylı olarak Ebu Suud’un icraatlarını uygulamaktadır. Bu baskı önceleri ölümle, çeşitli ağır cezalarla başlamıştır. Sonraları kanunlaşmış, kanunla, dolaylı yöntemlerle Alevi halkının üzerinde uygulanmalardan da tiksinmişlerdir. Başsız kalan toplumun içinde de kendilerini sömüren menfaatperestler türemiştir. Ama şurası da bir gerçektir ki; ezilen, sömürülen, ağır baskılara, kötülemelere hem Sünni odaklarının hem de Alevi odaklarının maddi manevi baskılarına başta dedeler maruz kalmışlardır. Dikkat edilirse ocak sahiplerinin türbeleri dağda, taşta, oyuklarda, verimsiz yerlerde kalmıştır.

 

Cemdeki rehber kavramından söz edebilir misiniz? Cemde hizmet bakımından en fazla ve en ağır görev rehberin sırtındadır. Zira cem organizasyonu, cem hizmet görevlilerinin örgütlenmesi, hizmetlilerin taksimi, cemin nizam-intizamı, musahibi düzenleyip cemaatin ve dedenin huzuruna getirilip götürülmesi, bunların hepsini rehber düzenler.

 

Cem içinde Kur’an’ın yeri nedir? Kur’an’sız cem olabilir mi?Kur’an sizin için ne anlam ifade ediyor. Cemlerde Kur’an’ın yeri nedir? Kuran’ı Kerim’i yüzde yüz olarak tamamen anladığımı söyleyemem. Biraz olsun anladığım ve bildiğim kadarıyla yanıtlamaya çalışacağım. Cemin temel kaynağı Kur’an’dır. Kur’an’sız Cem olmaz. Binaenaleyh elimizdeki Kur’an mealleri tam doğru olmamalarına rağmen yine yine aynı Kur’an’ın içinde olanların %70’i Ceme kaynaklık etmektedir. Ben sadece birkaç tane örnek ayetlerden yazacağım:

Kırklar Cemaatinin kuruluşu: Ali İmran Süresi Ayet 104 ve devamı

Lanet Etme: Aynı surenin 61-66. Ayetleri lanet hakkındadır. 55-56-57. Ayetlerde aynı doğrultudadır. Yine aynı surenin 166-167. Ayetleri hayrın ve şerrin kaynağı, devam eden 168-172-173-170. Ayetler de aynı doğrultudadırlar. Ahsap Suresi 32-33. Ayetleri Ehl-i Beyt hakkındadır. Tevbe suresinin 40-43-45., Maide Suresinin 60-61-62-63. , Maun Suresinin 4-5-6-7. Ayetleridir. Bakara suresinin 183. Ayeti hakiki oruç hakkındadır. Kur’an’ı Kerim’in Nisa Suresi ayet 69’u ise ahlak orucu hakkındadır. “Ehl-i Beyt Allah’ın iradesini tutanlardır” incili Şerif (Markos’a göre bkz.) 3-32-33-34-35. İsra Suresi 110. Ayeti: “Hak sizdedir.” Araf Suresi Ayet 182 bkz. Maide Suresi 65’e bkz. İsra Suresi Ayet 7 “camilerin yıkılması” hakkındadır. Kaf Suresi Ayet 16 “Allah’ın can damarından bize daha yakın olduğunu” yazar. “Allah’ın binasının kalp olduğunu” bu ayet ispatlar. Tevbe Suresi Ayet 108: “İlk yapılan mescit Adem’dir.” Ayni Surenin 73. Ayeti: “Bütün melekler Adem’e secde ettiler.” 74. Ayet: “Ancak şeytan büyüklenip secde etmedi.” Saf Suresi Ayet 78: “Allahu tTeala onu ebedi lanetledi.” ve yine aynı surenindir. Bakara Suresinin 34. Ayetinin yazılmasını kafi gördük: “Hak Teala buyuruyor ki, emrettiğim Adem’e secde edin dedim. Cümle melekler secde ettiler Şeytan Adem’e secde etmeye itiraz edip büyüklendiği için kafir oldu.” Hac Suresi Ayet 3: “ Halktan şol kimseler var ki, kitapların ilimlerine uymayıp, Şeytana tabi olup ona uydular.” Bakara Suresi Ayet 58 doğrudan Hz. Muhammed’e emredilmiştir. Yani: “Kapıdan girince secde ediniz.” 58. Ayete bakınız. Sözü edilen ayet çok açık yazmaktadır: “Onlar günahlardan korkan ve melek gibi Adem’e secde etmeyi bilen bir kavimdir.”

Ünlü ozanımız Seyyid Nesimi şöyle diyor: “Hak Hak’ka secit Hak Hak’ka mevcut imiş, secdeden baş çekenler merdud imiş.”

Enfal Suresi Ayet 24 yine çok açık Türkçe ile beyan eder. Sadece alttan bir cümlesini yazıyorum: “Kalbi huzurunda toplanıp mahşeri gördünüz.” diyor Allahu Teala Kur’an’ı Kerim’den ayetleri örnek vermekle bitmez. Ancak şurada birkaç cümle eklemek istiyorum. Bugünkü din icraatını yapan düzenciler yukarıdaki ayetlerin hükmüne göre Allah secde Adem’e buyururken düzencilerin Allah’ı camide arayarak yere secde etmeleri ile şeytana uymuş olmuyorlar mı?

Şimdi dönelim konumuza. Yukarıda görülüyor ki, Kur’an’ı Kerim cemin temel kaynağıdır. Kur’an’ı Kerim benim anlamına göre şimdiki zamanımızın ve de geleceğimizin dini ve manevi eğilimlerimizi ifade eden bir yasadır. Ancak cem ayini yürütmeye yeterli değildir. Bu yasa sadece bir başlık altındadır. İçinde yanlışları da vardır. Hata ise doğruları çıkarıp yerine yanlışları yazanlarındır. Aynı zamanda 432 ayet eksiktir.

 

Cemlerde gördüğümüz su dağıtma olayı var. Niçin Alevi cemlerinde su dağıtılır? Ehl-i Beyt’in başına gelecekler önceden Hz. Muhammed’e haber verilmiştir. Haber özünde şunlar vardı. Bir kere Ehl-i Beyt kurban olacaktı. Ama niçin kurban olacaktı? Sebep neydi? Çünkü hayır tarafı şer tarafı birini diğerinden ayıracaktı. Binaenaleyh hayır ile şer, iyiyi kötüyü tanıma kaynağıdır. Bu kavramı iyi insan, kötü insan olgusunun ortaya çıkması için ölüm korkusu olmayan Ehl-i Beyt gibi her türlü kirden arınmış bu nesil kurban olacaktı. Binaenaleyh amaç sadece iyiyle kötüyü sadece ortaya çıkarıp tanıtmaktır. Tercih insanlarındır. İşte böylesine su gibi berrak olan bir haberi Allah daha önceden peygambere duyurmuştu. Beş kişi olan Ehl-i Beyt’in dördü türlü sebeplerle şenit edileceklerdi. Bu haber renklerle işaret edilmişti. Siyah Hz. Ali’nin öldürülmesiydi. Zira bir aydınlığın yok olması, insanların üzerine kara bulutlar çökmesiydi. Yeşil renk Hz. imam Hasan’ın zehirlenip bedeninin yeşil renge dönüşmesiydi. Kırmızı renk Hz. İmam Hüseyin’in çölde suyunun kesilerek susuzluktan zayıf düşürülerek boğazının kesilerek al kanlara boyanmasıydı. Hz. Muhammed’in aile efradı ona kavuşacak, dünya belasından kurtulup aydınlığa kavuşacaklardı. Bu da beyaza delalettir. Nihayet Hz. Muhammed bir hadisinde: “Ehl-i Beyt’im benimle Kevser’de birleşip kurtuluşa erecektir.” buyurmuştur.

Şimdi gelelim cemde suyun dağıtılmasına. Zira Hz. Hüseyin’in ölümüne birinci zemini hazırlayan sebep susuzluktur. Hadise şudur: suyun yolunu kesip vermeyeni lanetlemek, susuzluğa tahammül edip haklı davasını ölümden ileri tutup savaşanı rahmetle anmaktır, orada suyu araç olarak kullanmaktır. Kırklar ceminde aynı hadise hizmet olarak işlenmiş, bizzat Hüseyin’in kendisi bu hizmetin sahibi olmuştur.          

 

Zakirler kimlerdir, delelerle mi beraber hizmet yürütürlerdi, zakirin cemlerdeki önemi nedir? Cemde aşık yok, zakir vardır. Zakirliğin kırklar cemindeki hizmet sahibi Abdal Semed’in hizmetini İmam Cafer üstlenmiştir. Gerçek şu ki avazla seslenmenin yanı sıra çalgı eşliğinde süslenir. Sesle çalgı karışımı insan ruhunu okşar. Aynı zamanda insanları galeyana getirir. Bu avaz yerine göre zevklendirir, yerine göre ağlatır, yerine göre coşturur. Binaenaleyh müzik insan ruhunu dinlendirir bir tarzda okşar. Cemde deyişin, Duaz-ı İmam’ın yanı sıra sazda uyum sağlar. Halkın yalvarış şeklindeki heyecanını artırır. Bu nedenle saz cemde önemlidir. Zakir, dede, vs. hizmetler hep cemde birbirini tamamlar. Kavuşulması gereken hedefe hazırlanmış cemaatin gönüllerin tam manasıyla birbiriyle birleşmesine bir araç olur. Sazla söz olmadan olmaz.

 

Sizin ocağın cemlerinden söz edebilir misiniz? Kaç tür cem vardır? Üç tür cem vardır. 1. Görgü-Sorgu Cemi: Oniki hizmetlidir. 2. Abdal Musa Cemi: Onbir hizmetli cemdir. 3. Kısa (Kısır) Cem: Bu Cemde sekiz hizmetli hizmet yapar.

 

Müsahibi olmayanlar ceme girebilir mi? İslami bir tarikat olan Muhammed Ali önderliğinde ihdas edilmiş Alevi cemi 6 yaşından başlar yüz yaşına kadar, hatta yaş sınır tahdidi gözetilmeksizin herkes ceme girebilir ve izleyebilir. Ancak Görgü Cemi adına tercümanlanmış, dualanmış kurban lokması musahipsizlere yedirilmez. Her tür cemin önemi ve yararları ceme gelen tüm canlara anlatılır. Ceme dahil olmayanlar ayrı ve münasip bir yerde oturtulur. Onlar isterlerse hiçbir şeye karışmadan devamlı otururlar. Kurban lokması yenilirken misafirlere ayrı bir lokma yapılır ve yedirilir.

Söz konusu ceme ilgi duyup girmek isteyen ilgililerin hepsi koşulları yerine getirebilen birbiri ile musahip olabilirler. Alevi inancına girebilmek, orada cesareti bulup koşulları yerine getirebilene yasak konulmaz, herkes girebilir ve musahip bağlanabilir. Ancak dede taliple, evli bekarla, Alevi olmadan Alevi inançlı olan başka bir inanca sahip birisi ile, hiç adli suçu olanla olmayan, farklı şehirlerde ikamet edenler birbirleri ile musahip bağlanamazlar. musahip olmak için bu koşulları sağlayan musahip olacak çiftlerin ikisinin de a) Evli olması, b) Pir, mürşit, rehber tutmuş olmaları, d) Dedenin ikrar duası verdiğinde söylediği kurallara bağlı kalmaları, bu konuda ailelerin yani hanımların olabileceği gibi anne ve babalarının da rızalıklarını almış olmaları gerekmektedir.

Cemlerde kaç tür semah vardır? Cemde üçtür semah vardır. 1) Tevhidin sonunda miraçlama arasında Tevhit halkasında olanların hepsi birden semaha kalkarlar. Usül bir tempoda ellerin yine usül bir tempoda aynı noktaya gelene kadar üç defa dönerler. 2) Sonra taçlama söylenir. Taçlamada “Sen Alimsin güzel Şahım Semahı” üç defadır. 3) Ardından Turnalar Semahı gelir. Ona da üç defa üç kafile kalkılır. Böylece üç tür semah tamamlanmış olur.

 

Cemlerde çok kullandığınız Tarık nedir, pençe nedir.  Tarık anlamı Sitem-i Çeliktir. Bu Sitem-i Çelik hizmetlerinin bitiminde cemin ikinci gününde düşürülür. Pençe-i Ali Aba Muhammet Ali ailelerine yani sadece Ehl-i Beyt’e aittir. Binaenaleyh Hz. Ali ile Hz. Muhammed ilk musahip oldukları zaman siteme düşmüşlerdir. Ali Muhammed çiftine Tarık-ı Sitem Çeliği Cebrail Aleyhisselam vurmuştur. Bu nedenle rehberliğin piri, üstadı Cebrail Aleyhisselamdır. Aynı zamanda bu ağacı getirende Cebrail Aleyhisselamdır.

Sitem-i Çeliğin hikayesi şöyledir. İmam Cafer Buyruğu’na göre söyleyiş şudur: Bir bahçe vardır. Adı Firdevs Hasbahçesi. Bu bahçenin içinde bir de çeşme vardır. Çeşmenin adı Ab-ı Kevser’dir. Bu çeşmenin içinde bir de ağaç vardır. Adı Gül-ü Halhar Tuba ağacıdır. Bu bahçenin bir de bekçisi vardır adı Rıdvan’dır. İşte Muhammed Ali çiftine vurulan Tarık-ı Sitem-i Çelik işte bu ağaçtandır. Ağaçtan çubuğun getirme hikayesi ise şöyledir: Hz. Muhammed Cebrail Aleyhisselema emreder. Cebrail be emri götürür, Firdevs Hasbahçesi’nin bekçisi Rıdvan’a kavuşturur, keyfiyeti Rıdvan’a nakleder. Rıdvan Gül-ü Halhar Tuba ağacından üç çatal üç zira uzunluğunda çubuk keser ve Cebrail’e sunar. Çubuğun iki dalında altışardan 12 tane Enam Sür yazılıdır. Diğer dalında yedi tane Tebareke duası yazılıdır. Hz. ali ile Hz. Muhammed için hazırlanan mekana çevre halkı başta bugünün söz konusu kendilerine göre ilk üç halife olmak üzere hepsi tertip edilen mekanda hazırdırlar. Muhammed Ali çifti bu töreni örnek olsun diye yapmaktadır. Hz. Muhammed olayın Allah tarafından buyrulduğunu anlatır.

 

TARIK’IN VURULMASI:

Hz. Muhammed ile Ali birisi yarım sağ biri sol olmakla alta gelen kol yanlarına uzatılır. Üstte kalan kolları birbiri üzerine sarılır. Böylece herkesin gözü önünde La Feta duası ve La ilahe sedaları ile Cebrail Aleyhisselam çiftlerin sırtına ileriye doğru çekerek üç defa sıvazlayarak vurur. Binaenaleyh Tarık’ın daha önceden de mazisi vardır. Örneğin dünya varolmadan Muhammet ile Ali’nin birlikteliği söz konusudur. Söz konusu birliktelikte Hz. Şah-ı Velayet Ali Keremullah’ın Cebrail’e sitem anlamında Tarık vurduğu söz konusudur. Bu arada Tarık meselesini bu şekilde uzun yazmamdaki gaye Alevi camiasının içinde ikilik yaratarak ve Hacı Bektaş ismini kullanarak siyasi Müslümanlığa uyum sağlamak amacı ile bir Bektaşilik yaratılmıştır. Oysa ki, Hz. Muhammed Ali birlikteliğinde kurulan İslam esaslarına dayalı bir Bektaşi tarikatı kurduğuna dair hiçbir tarihi kayıt yoktur. Binaenaleyh Hacı Bektaş kendisi böyle tarikat modeli yaratmış olsa idi, dedelerine ve aynı zamanda Kur’an’ı Kerim’e muhalefetlik yapmış olurdu. İşte bunu için “Tarık mı, Pençe-i Ali Aba mıdır?” sorusunun cevabını böyle uzattım.

Yine İmam Cafer buyruğuna göre Hz. Ali Keremullah kendi aile efradını her Perşembe akşamı Pençe-i Ali Aba’dan geçirdi. Binaenaleyh Ali Aba Ehl-i Beyt kavramında Pençe Ali’nin elidir, ikisi birleşince Pençe-i Ali Aba Ehl-i Beyt’e mahsus bir erkandır bu hizmet. Sitem-i Çelik’teki kasıt ise beşeriyet kavramıdır. Yani biz sıradan insanlar siteme müstahak bir hata yapmış olabilir. İnsanların üçüncü şahıslarla, birbirleri arasındaki konuşmalarda olsun başka yanlışlarda bulunmuş olabilirler. Böylesi hataların olabildiği varsayımı ile haftada bir gün iş saatleri dışında akşam bir araya toplanacaklar, herkes birer lokma getirecek, bu lokmalar dualanacak, birbiri ie karıştırılacak, güzel sözler konuşulacak, saz söz eşliğinde geçmişinde yararlı işler yapmış olanların isimleri Ehl-i Beyt’in ismi başta olmak kaydıyla deyiş, Duaz-ı İmam söylenecek, gönüller barışıp birleşecek, sonunda Sitem-i Çelik Tarık çalınacaktır. Daha sonra gelen lokmalar rıza lokması olarak yenilecektir.

 

Ocaklar ne demektir, ne zaman ve nasıl ortaya çıkmıştır? Ocak sözcüğünün temel kavramı ve anlamı o ocağın birinci sahibi zatın orada ikamet ettiği bir mekan anlamındadır. Söyleyiş şekline dinsel olarak ocak denilmektedir. Zatın ikamet ettiği mekan inançsal bir mekan haline gelmiştir. Zatın devam eden yaşantısında kendisinden doğan çocuklarına ocak evladı denilmiştir. O mekana zatın ismi verilmiş, örneğin Seyyid Garip Musa Ocağı (Garip Musa’nın evi) denilmiştir. O seyyidin ikamet ettiği bir mekandır.

Ocak, dergah, tekke, zaviye hemen hemen aynı kavramlardır. Yalnızca unvan seviyeleri farklıdır. Örneğin dergah ocak kurası genel dağılım yeri misali Hacı Bektaş-ı Veli, Abdal Musa Sultan, Sarı Saltuk gibi zatların bulunduğu mekanlar dergah bugün kültür sitesi veya evi anlamında, diğer tekke, zaviye gibi isimler de bugünün Cemevleri sayılan mekanlardır.

Ocaklardır manevi anlamlarını şu şekilde değerlendirmek yerinde olur. Bu zatlar Musa-ı Kazım’dan türeyen zatlar olmalarına karşılık dergahlarda medrese ve buna denk eğitimleri görmüşlerdir. Bu eğitim süreleri içinde Erbain bir anlamda çile çıkarmış, imtihanlardan geçmiş, imtihanlar neticesinde kendilerine şecere adı verilen yeterlilik belgeleri verilmiş, Anadolu yörelerine tayin edilmiştir. Yöre halklarının itimatlarını sağlamak amacı ile şecerelere bir takım övücü izahatnameler yazılmıştır. Söz konusu yöre halkının bulunduğu yöre yani talip edindiği halkın sevgisine, saygısına mazhar olmuş, böylece manevi değeri artmış, dileklere ve isteklere cevap verir seviyelere çıkmışlardır.

Ocakların ne zaman kurulmaya başladığı ise daha önceleri de söz konusu ise de 1240-1300 yılları arasında Anadolu’da yoğunlaşmıştır. Ocak unvanları o zatların sağlığında verilmiş olmasıyla ölümlerinden sonra da onların manevi itibarı ölmemiş gibi yaşatılmıştır. O ocaklardan türeyip o zatların vasıflarına sahip evlatlar da kendi asıllarının koruyucularına ve bekçileri olmuşlardır. Bu ocakların kurucuları da yöre halklarının yardımları ile kendileri olmuşlardır. Bu ocakların kurucuları ile yöre halklarının yardımları ile kendileri olmuşlardır. Hiçbir ocak ya da dergah devlet kurumu yada yapısı değildir. Devlet müdahale etmediği müddetçe dede ocakları halkla uyum sağlamış, halkın sosyal hukuk düzenini sarsmadan huzur ve düzen içinde manevi icraatlarını yürütmüşlerdir.

 

Mensup olduğunuz ocak hakkında neler söylersiniz. Bilgileriniz nelerdir? Benim mensup olduğum ocak Seyyid Garip Musa Sultan’dır. Garip Musa Sultan’ın varlığını ispatlayan sadece kendisine verilmiş bir şeceresi vardır. Şecerenin tanzim ve tasdik tarihi yazılmış. 24 Muharrem 1279 (22 Temmuz 1862 Salı) tarihi yazılıdır ve yine şu tarihler vardır: 1221 (Miladi 1806) ve 23, 29 tarihinde verilen emirlerinin gereğince 1255 (Miladi senesi Ramazan’ın ilk günlerinde biraderim rahmetli Gazi Sultan Abdulmecit Han zamanında dahi yazılı bir şerefli emir (ferman) verilmiş olduğuna ve şahane uğurlu yüce emirlerin şerefli vukuunda buna benzer yüce emirlerimin şerefli saltanatımın geçerli kaidelerinin bulunduğuna binaen o konuda vaki olan istida üzerine gerekli işlemimin yapılmasıyla yazılı olarak işbu yüce değerli emrim çıkarılma ve verilme üzerine sizinki mutasarrıf (vali) paşa ve muhasebeci vs. yukarıda adı geçenlerimizsiniz. Yüce şanlı emrimin içeriği mazlumunuz olduğunda yukarıda adı geçen yazının şartları uyarınca davranış ve harekette adı geçenin Aziz evladının rencide ve haksızlıktan korunmaları mealinde ikinci Mahmut oğlu Abdulaziz tarafından Sivas mutasarrıfına gönderilmiş bir emirnamedir. Yazı daha uzundur, ben birkaç cümlesini yazdım, sanırım Garip Musa adına daha bilgi gönderenler olacaktır.

Seyyid Garip Musa Sultan yedinci İmam olan Musa-i Kazım’ın on dördüncü göbek torunlarından Seyyid Resul’ün oğlu olduğu rivayet edilir. Bu bilgimi 25-30 yıl önce bilinçli bir dededen almıştım. Garip Musa hakkında bu türden başka bir bilgim de yoktur.

 

Sizce Alevilik nedir? Aleviliğin başlık adı bir inanç türüdür. Aleviliğin bağlı olduğu dinse İslam dinidir.

Anadolu’daki İslamiyet’in bütünlüğü içinde değil Anadolu’da İslamiyet’in bütünlüğü ve Türk kültürü kaynağı boyutu kaynağı Aleviliktir yani Türk Alevileridir. Türk Alevileri İslam’ın oluşundan bugüne değin İslam’ın kurucuları İslam ve milliyet kimliğine dört dörtlük inanmış ve sarılmış canlarının pahasına söz  konusu iki olguyu savunmuş ve avukatlığını yapmışlardır. !) İslami tarikatın dışında şu veya bu mezhep kuruluşuna, tarikatlara sıcak bakmamış, 2) Bu tür kuruluşları bölücü ve parçalayıcı olarak nitelendirmişlerdir. Binaenaleyh Kur’an’ı Kerim’in bir çok ayetlerinde de açıklanmaktadır. Kur’an ayetlerinin ifadeleri şöyledir: “İslam dinin bölük pörçük parçalayıp bölenlere lanet” etmektedir. Sormak lazım mezhep kurucularına mezhep kurmak dini anlam değil midir? Bana göre değildir ama kendilerine göre dini inançlarını mezhep inançlarına ve esaslarına göre yürütmüyorlar mı? Bu mezhep kurucuları halen Türk’üm demelerine karşı Araplığı savunuyorlar. Burada sayılı çoğunluk esas değildir. Türklüğün ve İslamlığın özüne inanmak ve onun dışındaki Müslümanlık diyen kesim hem Türk milliyetçiliğini hem de İslam’ın esaslarını parçalayan ve yiyip içip eti, kemiğini kemirenlerdir. Yukarıdaki bölümlerde isimlerini zikretmiştim, Anadolu’da Türklüğe ve İslamlığa kimliğini kazandıran Türk olarak gelip Türkçe neşriyat yapan Türk Alevilerin bağlı olduğu Hacı Bektaş-ı Veli değil midir? Burada tekrar isimlerini yazmaya gerek duymuyorum tüm Anadolu Erenleri, Anadolu Evliyaları ve Velileri, yatır ve türbeleri, gerçek ozan ve şairlerin tümü Türk ve Alevi değiller mi? Velhasıl Alevilik Türkiye’de Türklüğün ve İslamlığın ana rahmidir, atasıdır, temeli ve esasıdır.

“Siz Aleviliği nasıl tanımlıyorsunuz?” sorusuna cevap: Aleviliği çeşitli platformlarda tanımlayan o kadar çok ki, saymakla bitmez. Ama hepsi de doğrudur, güzeldir. Binaenaleyh Aleviliğin özü Ali’ye ve Ehl-e Beyt’e dayanmaktadır. Onlar ise bütün dünyanın ilimlerini şahsiyetlerinde toplamış dipsiz bir bucaksız denizdir. Alırsınız alabildiğiniz kadar. Bu kaynağı karşıt görüşlerin hepsi anlıyor ve biliyor. Ama anlamak ve uygulamak istemiyorlar. Binaenaleyh Ali ile Muaviye hiçbir zaman bir arada olamamışlardır. Tarih boyu bu iki kutup birbirine tam anlamıyla ters ve zıttır. Alevilik dünyada yaratılan bütün yararlı yenilikleri içine sindirmeye hazır bir Nuh gemisidir.

 

Aleviliğin inançsal, ibadetsel anlayışı nasıldır? A) Alevilikte ibadet anlayışı iki türdür. Birincisi kişisel ibadet, ikincisi toplumsal ibadettir. Kişisel yalvarış, akşam ve sabah zikretmek ve kitap okumak, eğer mümkünse gece uyandığın zaman da yine Kur'’n okumaktır. Bu eğilim kişiseldir. Allah’la senin arandadır. Toplumsal ibadet ise, toplumun birbirine karşı olan sorumluluğudur. İşte bu toplu halde kapalı bir mekanda yalvarmanın adı da cemdir, cemaattir. Burada sorunları paylaşmak, barışmak, dayanışma, gönül gönüle olmak vardır. Bu anlattığım dışında Alevîliğin bir ibadet anlayışı yoktur ve bir ihtiyaç da değildir. Alevilikte Allahu Teala’nın yeri neresidir? diye sorulsaydı doğru olurdu. Binaenaleyh ben bu soruyu bu şekilde kabul ediyorum. Bu sorunun cevabı ise “cami yoktur” olacaktır. Allah’ın evi, yeri, mekanı, eğleneceği yeri “müminin kalbidir”. Şimdi ben buraya cami hakkında bir ayet yazacağım, bakalım caminin yeri neresiymiş. Kaf Suresi Ayet 16: “Ben sizin can damarınızın içindeyim ve daha yakınım”. Tevbe Suresi Ayet 109: “Benim binamın temelini rıza üzerine kalbinize yapmak hayırlıdır yoksa benim sel suyu, zamanla yıkılacak şeylerden yapmak cehennem ateşine düşmektir. Allah bu zalimlere hidayet etmez.” Buraya bir de Mevlana’dan Türk olan Hacı Bektaş-ı Veli hakkında ne demiş ona bakalım (Türkçesi): “Onun vilayet nuru cemali celil olan her iki dünya padişahı Hacı Bektaş-ı Veli hakikat için yüzü ilmin alimi ve o esrarı görücü ve gaipleri bilici nübüvvet ehli bir velidir.” Hacı Bektaş-ı Veli’nin doğumu hicri 645 yılıdır ve 680’de Sulaca Karahöyük’e gelmiştir. Hacı Bektaş-ı Veli’yi buraya yazmamdaki gaye şudur: Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya bir tesadüf eseri gelmemiştir. Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya gelmeden önce Horasan Nişabur’da hem zahiri hem de ahiri bilgilerle donatılmıştır. Bütün doksan bin Horasan pirlerinin önünde sınav vermiş, Horasan pirlerinin en büyük piri olan Hoca Ahmet Yesevi’den Peygamberin eserlerini ayrıca, Tüm dünyadaki İslam büyüklüğünü yani hocalığını devraldıktan sonra Anadolu’ya gelmiştir. Binaenaleyh Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya hem Hz. Muhammed hem de Hz. Ali olarak gelmiştir. Zira Anadolu’da sayıları seksen bin olan Rum Erlerine kuluncundaki peygamber mührü ile Hz. Muhammed sağ elindeki yeşil beniyle Hz. Ali olduğunu ispatlamıştır. Kaynak, hakkında yazılmış olan Velayetnamedir. (1947-50, Murat Sertoğlu) İşte camicilikle İslamlığı paramparça eden bu Ebu Süfyan’lar Hacı Bektaş-ı Veli’yi dahi inkar edip nankör olmadılar mı? Nitekim Kur’an’ı Kerim’in Tevbe Suresi şöyle yazar: “Ey Muhammed, sana bir grup gelecek ki, ahım şahım bir (mescit) yaptırdık, gel burada bize namaz kıldır diyeceklerdir. Onlar daha önce sana düşman olanlardı.” Tevbe Suresi Ayet 107: “Müminlere zarar vermek ve kalplerinde saklı duran düşmanlığı kuvvetlendirmek için namaz kıldırmaya mescit meydana getirdiler. Bunlar Müslüman olmadan önce Hz. Muhammed’le har eden münafıklardır. Müminlerin arasını açmayı, onları birbirine düşürmeyi akıllarına koymuşlardı. Ya Muhammed Müslümanlar seninle birlikte namaz kılsın  ve zikretsin diye böyle geniş bir mescit ve (cami) yaptırdık.” derler. Allahu Teala der ki: “Onlar yeminlerinde yalandır.” Tevbe Suresi 108. Ayetinde buyurur. Hz. Muhammed o mescitleri Müslümanlara yasak eden Ayetin altında yazılı “Ahır Zaman Peygamberi efendimiz ashaptan birkaç kişiye emredip ol İslamız diyenlerin yaptırdıkları mescidi yani camiyi yıkıp orayı süprüntülerle doldurtmuştur. (Kenarlı Kur’an’ı Kerim tefsiri sayfa 203 bkz.) Ayrıca Kıssası Enbiya tarihinde bu vaka hakkında aynı konu işlenmiştir. Genel Tarihi Taberi iki cilt kenarında Altıparmak kitabının 306. Sayfasında da aynı olaydan bahsetmektedir. Şirket-i Zahafiye Osmaniye El Haccı Ahmed Hulusi Fi 11 Şevval sene 306 tarihinde matbaayı amirde İstanbul’da basılan Dibucai Tercüme-i Tıbyan’da yazar. Derleyen Halil Öztoprak “Kur’an’da Hikmet İncil’de Hakikat ve Kur’an’da Hikmet Tarihte Hakikat” adlı ikisi bir arada 22.10.1951 tarih ve 82-14922 emri cevabı ile kanuni hükümler dairesinde dördüncü defa basılmıştır.

Bir de evlerde ibadet edilmesini met eden ayete bakalım. Kur’an’ı Kerim, Nur Süresi, Ayet 36: “Ya Muhammed kendi evlerinde ibadet edenler Tanrı Teala tarafından tanzim olup sevap sevap derecelerinin yükselmelerine izin verip emretti. Onlar şol güruhtur ki, evlerinde Allahu Tealaya ibadetle zikri tesbih edenlerdir.” Hz. Muhammed bir hadisinde şöyle buyurur: “Tanrıya yalvarın. O halde camiler ve kiliseler olsun ya da olmasın Allah insanlarla beraberdir.” Camilerin ve camicilerin aleyhinde olan Kur’an’ı Kerim’deki ayetleri yazmakla ve söylemekle bitiremeyiz. Çok hadis ve ayetler vardır. Esas mesele bana göre değildir. Esas mesele bana göre Alevilik esasları üzerinde birlik olup gasp edilmiş olan haklarımızı yeniden gündeme getirmektir. Dönelim soruları cevaplamaya.

Ramazan Orucu otuz gün olarak İslam’da yoktur. Bakar Suresi Ayet 184-185’te şöyle diyor: “Ramazan’da sayılı günlerde oruç tutun.” Otuz gündür, şu sayıdır diye bir kayıt yoktur. Ne için ve neye karşılık olarak Ramazan’da oruç tutulacakmış. Binaenaleyh, İslam dini bilinç dinidir. Allah tarafından tevdi edilen, peygamber tarafından neşredilen bilgilerin gün ışığı gibi inandırıcı ve berrak olmalıdır. Orada diyor ki, Ramazan’da oruç Kur’an Ayetleri inmeye başlamışta onun için Ramazan Orucu insanlara bağış edilmiş. Bir kere insanların beyinlerine sormaları lazım, Ramazan’da Kur’an’ı Kerim inmeye başlamışsa o takdirde o gün bir kurtuluş günüdür. Bayram olması gerekir. Sufyanilerin yazdığı orucun anlamı üzüntüyle Allah’a yalvarmaktır ve de en büyük ibadet olarak kabul edilir. O günü bayram kabul etsek dahi neden otuz gün bayram olsun? O bayram olsa olsa bir gün olur. Ramazan’da oruç tutturup ibadet ettirmek doğrudan doğruya Süfyanilerin kelime ve düzen oyucudur.

Ramazan’da olan gerçek hadise şudur: Ramazanın on dokuzuncu günü Ebu Sufyan’ın oğlu Muaviye Hz. Ali’yi hunharca öldürttü. Ramazanın on dokuzuncu günü bıçaklandı ve yirminci günü şehit oldu. Bugün bir matem günüdür. İslam olanlar o ayda üç gün oruçla matem etmelidir. Hz. Muhammed’e daha önceden bu vaka tebliğ edilmişti. Bu nedenle Hz. Muhammed’in de üç gün oruç tuttuğu söz konusudur. İşte Süfyaniler bu hunhar cinayetin üstünü kapatabilmek için ellerinden gelen her türlü hileye başvurdular ve bunlara devam ediyorlar. Maalesef Aleviyim hatta dedeyim diyenler bile beş vakte, Ramazan’a özenenlerde vardır ki, böyleleri iki yüzlüdür. Bir soruda ben soruyorum: Kur’an’ı Kerim’in Nisa Suresi Ayet 92-93: “Bir mümin bir mümini öldüremez. Ancak yanlışlıkla olursa başka. Yanlışlıkla bir mümin öldüren kimsenin mümin bir köle azat etmesi gerekir. Eğer ölenin ailesi bağışlar (diyetten vazgeçerse) başka (öldürülen) müminin düşmanı olan bir topluluktan ise mümin bir köle azat etmesi gerekir ve eğer sizinle kendileri arasında anlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine verilecek diyet ve mümin bir köle azat etmesi gerekir. Bunları bulamayan bir kimsenin Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay ardı ardına oruç tutması gerekir.” Nerede kalmış ki, dikkat edilirse neşriyatta kelime oyunları vardır. Örneğin mümin bir kölenin azat edilmesinin anlamı. Mümin bir insan Allah’a göre seçkin bir insandır. Bu kulun azat edilmesi ile hunhar bir katilin günahı af edilir mi?

Ayet 93: “Her kim ki, bir mümini kasten öldürürse onun cezası için de ebedi kalmak üzere (gideceği) cehennemdir. Allah ona gazap etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” Şimdi soruyorum: 93. Ayetin kastettiği katil ve de o katilin yolundan gidenler kimdir ve kimlerdir? 92. Ayetin emrettiği iki aylık orucu kimler tutuyor? Kur’an’ı Kerim iki gerçek unsurdan oluşmuştur. Birisi yaşayanlar, verilen öğütlerdir, diğeri ise, Ehl-i Beyt’in övgüsü ve onlara kötülük edenleri, onların izinden gitmeyenleri lanetlemesidir. Ayrıca geçmişteki iyi işler yapmış olanları da yaşayanlara gelecek nesle örnek olarak göstermektedir. Yukarıdan aşağı yazdığım gerçeklerden de anlaşılacağı gibi otuz gün Ramazanlar, gündüz iş saatlerinde camilere doluşmalar hepsi hurafedir, kalkınmamızı engelleyen, kavgayı çoğaltan eğilimlerdir. Bunlar insanoğlunun kabulleneceği eğilimler olamaz.

 

Siz Muharrem orucunu ne zaman tutarsınız? Hala hazırdaki zaman içinde kökleşmiş bir gelenek her yıl on gün ilerlemekle değişik tarihlerde ve sözde Kerbela matemi için oruç tutarlar. Bu devam eden takvimin düzeni Muaviye düzenidir. Allahu Teala açıkça buyurmuştur: “Benim merhametli günlerimin, aylarımın yerlerini değiştirenler kafirdir.” Rahmetli Şinasi Koç Dede doğrusunu yazmıştır. Muharrem ayı Mart ayıdır. Matem Orucu 27 Martta başlar, 8 Nisanda sona erer. Bunun gerekçesi ise şudur: Muharrem katliamı 27 Martta başlamış 8 Nisanda sona ermiştir. Konuya isabet eden Ayeti buraya yazıyorum. Fatiha Suresi Ayet 23: “Allah’ın önceden beri gelip geçmişlere tatbik ettiği kanunu böyledir. Allah’ın kanununda hiçbir değişme bulamazsınız.” buyurmuştur. Ayrıca İsra Suresi 77, Ahsab Suresi 63. Ayetlerinde aynı konuyu teyit eder. Aylar dönmez. Tevbe Suresi, Ayet 37: “Haram ayı içinde savaşmak yasaklanmıştı. Bu ayda savaşmak için haram ayını başka aya ertelemek küfürden daha ileri gitmekti. İnkar edenler onunla birlikte saptırılır. O (haram ayını) bir yıl helal sayarlar ki, Allah’ın haram kıldığını helal yapsınlar. Yaptıkları işin kötülüğü kendilerine süslü gösterildi. Allah kafirler topluluğuna yol göstermez.” Bu hususta daha bir çok ayet vardır.

Ne çare ki, yine bizden oluyor, ne diyelim. Sözde Hacı Bektaş-ı Veli’nin torunuyuz diyen benciller Şinasi Dedenin bu gerçek mealine karşı çıkıyor. Bilmem ne milimetrik takvim hesaplarını kendilerine kılavuz gösteriyorlar. Bahsini ettiğim gerçeği yalanlamaya kalkıyorlar. Oysa ki, hiçbir tarihi gerçek çoğunluğa göre değil gerçek kaynaklara göre savunulmalıdır. Efendiye sormak lazım Mart ayı değişiyor mu? Dönse de yine Mart ayının geldiği nokta hangi noktada ise yine Mart ayıdır. Siz şimdi Ağustos ayını Mart ayı yapabilir misiniz? O zaman Cumhuriyetin ilanı, Atatürk’ün doğum günü ve benzeri kutlamaların tarihi değişiyor mu? Bazı zihniyetler, aklı çoklar ona bağlantı yapmaksızın diyebilirler ve diyorlar. Binaenaleyh gerçek değişmez. O günkü olay hadise neyse bugünkü de aynıdır. İsim değişir, zamana göre yasalar ve de rejimler değişir. Kurtuluş kurtuluştur, harp de harptir. Soruyorum aklı çoklara bir Uğur Mumcu’nun, Muammer Aksoy’un ve benzerinin ölümüyle bir İmam Hüseyin’in ölümü arasında ne fark görüyorlar? Bu şahıslar harıl harıl kitaplar yazıp gerçekleri ortaya çıkarmadılar mı? Binaenaleyh görülüyor ki, her Türk Alevi’nin evinde Uğur Mumcu vardır. Demek ki Uğur Mumcu sağlığında birdi şimdi milyonlara ulaştı. Son olarak bu konuda şunu söylemek istiyorum. İşte eski tarih, yeniden tekerrür eder. Mesela bir Nesimi, bir Hallac-ı Mansur Hüseyin değil miydi? Bütün bunlar aynı çeşmenin damlalarıdır. Hiç kimse yenilik yaratacağım diye kendisine göre bir kılıf bulmaya çalışmamalıdır. Velhasıl İslamiyet’te ruhbanlık yoktur deniliyor ki şimdiki düzen de vardır. İşte Hz. Hüseyin’in de Yas-ı Matem geleneğinde ruhbanlık vari anmalar katılmamalıdır. Yapılacak iş Mart ayında Kerbela şehitlerini gönülden hatırlamak, yas mealinde o günü gündemden düşürmemektir.

 

Son yıllarda her yerde Alevi cemevlerinin açılmasını nasıl karşılıyorsunuz. Üç dört yıldan beri bazı dernekler kuruldu. Bu dernekler bazen de vakıflar Aleviler adına Cem ayinleri düzenlemektedirler. Maalesef olumlu bir cevabım yoktur. Olumsuz cevabım ise çoktur. Ben şunu savunuyor, şu yanıtları veriyorum. Bir olayda bilinçsiz olan halkın hafızasında boşluk vardır. O halk anadan doğmuş hafızası boş bir çocuktur. Ama her şeye rağmen ilkokul, ortaokul, liseye ve üniversiteye seviyelerine kadar okumuş nesiller bu halkın hafızalarında yüzyılların yarattığı boşluğu iki deyiş beş Duaz-ı İmam ile nizamsız, intizamsız, organizesiz bir Cem ayini ile dolduramazsınız. Böylesine kültürüne susamış bir topluma başta ne öğretirsen bilgisayarına o girer. Yani önce yanlışı öğretirsen  hafızası onla dolar, onu doğru sanır ve bir zaman gelir ki, o insan boş bir kovan gibi ortaya çıkar. Oysa ki, Cem olayı, Cemevi başlı başına bir kültür yuvasıdır. Binaenaleyh Cemde Dört Kapı vardır. Dört Kapı, dört tane ilke, dört tane şehir anlamına gelmektedir. Cemevi giren insanlar Dört Kapı’dan dört tane şehirden nasibini almalıdır. Cemevinden çıkan piri, rehber olan kamil bir insan olarak ortaya çıkmalıdır. Artık heybeyi boynuna atıp gezginci toplayıcı dede devri kalmadı. Bu nedenle mevcut dernek ve derneklerde kendi kafalarına göre bir Cem düzeni yürütüyorlar ki, böyle Cem uygulamasının faydasının çok zararı vardır.

 

 

DUALAR

 

Çırak yakarken okunan dua

Desduri pir

Bismillahirrahmanirahim

 

Allahü Nurüs mesevatı vel arz meselü nurinim memişkatün

Fiha misbahin el misbahün rizü cacetün ezzucaçetün

Kahennaha kevkabün durüyün yukadumin seceretin

Mubareketün zeytünetin la şergıyetün vela garbiyetin

Yekadu zeytuha yudüü velevlemtemseshu Narın nurun

Ala nuri yehdillahi linurihi menyeşaü ve yedribullahül

Emsale linnası vallahü ol küllü şeyin alima sadaguılahül azim

 

Duazimam

Allah Allah çün cıragı fahri uyandırdık olsnüdanın aşkına

Seyyıdel kevny Muhammet Mustafanın aşkına

Sakıyel kevser Aliyel Mürtezanın aşkına

Hem Haticeyi Fatıma hayrun nisanın aşkına

Şan hasan hulku rıza Şah Hüseyni gerbela

Ol imam etgıya zeynel abanın aşkına

Hem Muhammed Bakır al kimki nesli paki murtaza

Caferi Sadık İmamı rahrmumanın aşkına

Musayı Kazım rıza İmamı serfirazı ehli hak

Hem Ali Musa rıza esııyanın aşkına

Şah tagı be naki hem haman ol askeri

Ol muhammed Mehdi sahip lıvanın aşkına

Haşrnedek yanıp yakılaln aşıkanın aşkına

Pirimiz ustazımız Hacı Bektaşı Velinin aşkına.

 

Çırak yakarken

Selamullahi ala nuri Muhammedel Mustafa

Selamullahi ala nuri Aliyül Mürteza

Selamullahi ala nuri mehmedi feyzullah gutbül evliya.

 

Çırak yandıktan sonra

Rüşan oldu çırak kanunu evliya

Ehli farh oldu ödelıli bürhan rehnüma

Hem verelim selavat enderuni birya

Ali ahmet mursel muhammed verelim candan selavat.

Evvel ahir zahir batın aynı cem erenlerinin

Gül cemallarınaaşık ola.

 

GÖRGÜ

 

Desturi pir Bismillahirrahmanırahim

 

Gala Rabbena zalemna enfüsüna irlem takfirlana

Ve tarrhamna nanakümna nimel Hasırın

 

Canı dilden el bağlayıp geldik Evliya erkanına

Hamdülillah yine durduk pirimiz divanına

Çok kusurum var aman elaman zikrederek geldik

Erenler lutfu ihsanına

Bu yolda canım kurban ve tenim tercuman Allah Allah

Pirimin fermanına

Bercemali Muhammed pir kemali Hasan ve Hüseyin Aliyi

Bilendara selevat

 

Mustafa ve Murtaza evladını candan sevenin tarıgına

İhna olan ehli mühmine eşgula

 

Salındığın mansur darı geçtiğin hakkın didarı

Ne gördün ne işittin hak gördüm hak işittim

Hak gören gözlerin görmesin yamanlık aşık kanmaya

Kevser tükenmeye dar gel doğru söyle baş kaldır

 

Evvele sizi sizden evinizden ocağınızdan nice belısiniz(eyvallah)

3 gün hızır orucu 7 gün yassuben 12 muharrem 48 Perşembe hakınıdır 

Eline beline diline sahip ol

3 sünnet 7 farz 4 kapı 40 makam hak mıdır ey canlar

1ci sünnet Allahın kelamını dilinden düşürme

2ci sünnet kalbinden kimseye kara bağlameken kıbır buguz karez gütme

3ci sünnet talip olan yola teslim olmaktır(farzı) zait dinini nice

şeytandan sakınırsa ehli tarigata öyle sakına

 

2ci farz sırdan ola gördüğünü örte

3cü farz her  daim özür ile niyaz eyler ola her fesat hakkı unutmakla olur

4cü farz ugrun dirlik etmektir sakına murebeh ve hakkına gayil ola

5ci farz musaiplik hakkını ceme getire

6ci farz halifeden tövbe ala el tuta

7ci farz üstada özünü yetürüp kendini bilesin tac vurunup yol

ehline peymal olmaktır

 

kardaşlıklı olanları önce tasbacaklarıda daha sonra 2şer 2şer dizine alı

 

3 kere Ali aba pençesinden Allah Muhammed Ali dersin

İnnellezine yubayıuneke innema yubayunnallah fevke eydihim femen

Nekese fe innema yekusu ala nefsih vemen evfa bima ahede

Aleyhullahee se yu tihi ecren azima 289 7

 

Tecallaya dolan canlara dua okunur, tekrar dara çekilir o zaman

 

Gelburü bu demden oma gafilun ekserinnas fehüm la yü minum

Ol sebepten size söylerim kitabı vasi gum la allagum talıgun

Her kimki evladı resule ihanet eyledi ala ike hümüs zaliman

Ey VİRAN zatı hakkı kim göroro inna lillahı ve innema aleyhi (Racuun)

Sacdaya ve Dedeye niyaz edip yerine geçerler.

 

Sakka suyu için okunan dua

Bismillahirrahmanirrahim

 

Vecel alna minel mayi küllü şeyim hayyum alahü

Mecele sifa ün min küllü daim sadagullahül azim

Selamullahu ala nuri imam Hüseyin

Ve ala Ali İmma Hüseyin

Ve evladı Ali İmam Hüseyin

Ve Ali katli imam Hüseyin

Ve evladı Katli İmam Hüseyin

Ve ehli katli İmam Hüseyin

Lutfuna muhtacız herdem eyle asan ya Hüseyin

Derdimizin dermanı senden sen eyle derman ya Hüseyin

Gayrıya muhtaç kılma aşıkanın elaman

Sen medetkıl bizlere her vakit her an ya Hüseyin

Sathazaren lanet olsun ol guruhi zellekin

Sen şahı şehit kıldı şeytanlar ataşan ya Hüseyin

İsmi pakı aşkile zikredeni kıl kamiyet

Ber muradet diyenleri giryan ve nalaln ya Hüseyin

Aşkına vermek için bir katre su aldım ele

Aşkın ile içenlere kıl abuhayat ya Hüseyin.

 

Destüripir

Bismillahirrahmanırahim

 

Ver muradımız ilahi Mustafanın aşkına

Saki i Kevser Aliyyül Murtazanın aşkına

Geç hatamızdan medet afet kusuru cümrümüz

Haticeyi fatıma harun nisanın aşkına

 

          Defteri isyanımız yırt desdi affinla elaman

          Şah Hasan Şah Hüseyin gerbelanın aşkına

          Bizlere gösterme azap tuzagı alametin

          Ol İmam Zeynel eba Bakır baganın aşkına

 

Haşri kıl mahşerde Ali ahmetle bizlere

Caferi sadık imam Msuayı Kazım rızanın aşkına

Çaresiz koyma bizi darından lüfuna mazhar et

Kazım taki be naki pür sefanın aşkına

 

          Nefsimzi maglup kıl zümreyi nacidanet

          Askeri ve mehdi sahip livanın aşkına

          Ya ilahi ya ilahi kılma mahrum eyle şati

          Gönlümüzü bir eden Ali ebanın aşkına

 

Pirimz ustazımız Hacı Bektaşi Velinin aşkına

Bercemalı muhammed pir kemali Hasan Hüseyin Alira

Binlere selavat.

 

Lafeta illa Ali la seyfe illa zülfikar

Sabah namazında okunan duazimam

 

Sabahın seherinden kalktım uyandım

Mürüvvet günahlarım bağışla sultanım

On iki imamlara durdum dayandım

Mürüvvet günahlarım bağışla sultanım

 

          Yerde gökte arşta kürste uludur

          Pirim Hünkar Hacı Bektaş Velidir

          Kusura kalamayan cömert kanidir

          Mürüvvet günahlarım bağışla sultanım

 

Mücizat gösterip duvara bindi

Doksan bin evliyaya ser çeşme oldu

Urumun bekçisi ol pirin kendi

 

          Aşık oldum imam Hasanı sevdim

          Mazlum Hüseyinin Nurunu gördüm.

          İmam Zeynel ili zindana girdim

          Mürüvvet günahlarım bağışla sultanım

 

Muhammed Bakırı seven yorulmaz

Rabbim ganidir kusura kalmaz

İmam Cafer okur yazar görülmez

Mürüvvet günahlarım bağışla sultanım

         

          Mansuru Bağdatta astılar ölmedi

          Musayı kazımın kanı dinmedi

          İmam Rızaya çağırdılar kimse inanmadı

          Mürüvvet günahlarım bağışla sultanım

 

Muhammed tagıdan nagıya vardım

Hasan Ali Askeri dilimde verdim

İmamlar serveri Aliden yardım

Mürüvvet günahlarımı bağışla sultanım

 

            Ademin cennette yüzünü gördüm

            Rızadan hallolup meydana geldim

            Cümle melekle sejdaya indim

            Mürüvvet günahlarım bağışla sultanım

 

Nesiminin yürektedir yaresi

Deminde yanar çırası

Şah Merdan cümlemizin hocası

Mürüvvet günahlarım bağışla sultanım.

 

Görgüde okunan ayet

 

Rabbena zalemna enfisuna irlam takfirlena veterhamna

Nanakünnaminal hasireyn.

 

Canı dilden el bağlayıp evliya erkânına

Hamdelillah yine durduk pirimiz divanına

Çok kusurum var aman zikrederek sığınıp

Geldim erenler lütfuna ihsanına

 

            Canım kurban ve tenim tercüman

            Allah eyvallah pirimiz fermanına

            Bercemali Muhammed pir kemali Hasan Hüseyin

            Ali bilen dara selavat.

 

Kurban tekbirleme ayeti

Bismillahirrahmanirrahim

 

Elhamdülillahi illezi aleytaci velmihraci ve minberi vel burak; Lehü mafiş semavatı ve araz eti-i ül resul. Ulül üla emre mümkün es eliküm müvette tefil kurba.

 

Kurbanı Halil firmanı celil tüyü cebrail insiyeti kurban Allahü ekber, Allahü ekber, Allahü ekber vallahü ekber velilla il hamt.

Esselatü vesselamün aleyke ya allah

Esselatü vesselamün aleyke ya habibullah

Esselatü vesselamün aleyke seydelevidine vel ahırın

Sadakallahül azim. Lâfeta illa Ali alâ seyle illa zülfikar

 

Desturi pir

Bismillahirrahmanirrahim

 

Nadali duası

 

Nadaliyel masharul acayip tejduhu avnenneke finel vaip ilallahi haceten küllü hammim ve gammim seencelübi azemetike, ya Allah, ya Allah, ya Allah ve bi nuri nübüvvetike ya muhammed ya Muhammed, Ya Muhammed ve bi sırrı velayetike, ya Ali, ya Ali, ya Ali ve Aleyha muhavvili edirikni, edirikn, edirikni, egisni, egisni, egisni ya gıyasal mustagim. Tevekkeltü yarap, fe fevzi ya Hasan, ya Hüseyin, eşhedü en şehidi desti kerbela,Haticeül kübra, Fatumatül Zühra, Hayrunnisa, arşı Kürşi gudureti, kuvveti nuru ziya... lâ feta illâAli lâ seyf illâ Zülfigâr...

 

Sakka suyu duazimamı Cuma gecesi okunacak

 

Meded ey bahrı affın padişaıh

Günahım çok hep sen bilirsin kemahı

Ki yevmül bahis olsun penahı

Sevindirsen alır bu bir günahı

 

Rahimsin ya ilahi ya ilahi

Utandırma yarab bu rüsiyahi   (Nakarat) 

 

Bağışla resülün Mustafaya

Didarı erenler Murtazaya

Hatice fauma Hayrinannisaya

İmam Hasan Hulgu Rızaya

 

(nakarat kısmı tekrarlanacak)

 

Bağışla Hüseyini liga aşkına

Zeynel eba bakır Baga aşkına

Ki mezhebi Cafer-i numa aşkına

Kazım aol Ali Rıza lefa aşkına

 

Bağışla Tagı Bagı sefaya

Nagı Askeri mehtiyi sahip livaya

Niyazi (Hürremin) ol kibriyaya

Bağışla zülfül ol Ali ebaya

Rahimsin ya ilahi ya ilahi

Utandırma yarab bunu siyahı

 

Sakka suyuna okunan ayet

Veli nesli hu şifanın rahmetne ve sireden vehü âlâ küllü şeyin vesiir

 

Lâ feta illa Ali la leyfe illâ Zülfikâr

 

Ey şahı mülkünün velayet kudreti eli

Asıtanın kabesinde yüz sürüp dedik beli

Remzemeydir eşiğinde babı rızvaınn gülü

Canı dilden methin okur her seher can bülbülü..

 

Esselamı hadırahi ey huda nesli Ali

Esselamı gudbülalem Hacı Bektaşı Veli(nakarat)

 

İktida kılsın bu alemde sana rahber isteyen

Hizmet etsin eşiğinde Hacûl ekber isteyen

Yekteval kılsın kapında abu kevser isteyen

Rahmetin bahrine dalsın türlü gevher isteyen

 

Çünpayı nalinle alelarşı oldu meğer

Emrni ile esmütacım tekrevan oldu hacer

Kudretinle çünşidaden meyev yetridi secer

Hasılı hükmündedir bu cümle alem serteser

 

Asıtanın izzteinden evliyalar mutekif

Anlarnı asılıdrı refai sırrı levkeşif

Mucizatınla dine döndü nice cinsi muhtelif

 

Nurun haktır mutlaka eba ecdadın senin

Ruhin haktır daima her dem irşadın senin

Çün nida geldi hüdüdün yekkıl abadın senin

On sekiz bin alem içre zikrin durur yadın senin

 

Mustafanın sırrısın şahı merdan oğlusun

Şebbiri şubber abideyin nuriyezdan oğlusun

Hem muhammed bakırı Cafer Ali İmran oğlusun

Musai Kazın Rıza şahı Horasan oğlulsun

 

Şahtagi banagi Nuri hudanın hakkı için

Askeri ve Mehdi sahip livanın hakkı için

Suriye yaha ve yasin heletanın hakkı için

Rahmet eyle (Fuzuli ye) hanedanın hakkı için

 

Bayı Bismillahı bilmeyen fahi

Fatiha okura İmam olamaz

Elhamdü Muhammed Lillahtır Murtaza

İkisinde bir bilmeyene hakkı bilemez

 

          Rabbil Alemini Hatice tül Kübra

          Makbulü Selevat Fatıma tı Zöhre

          Errahmanı Bagidu Hasan hulgu Rıza

          Bahrine girmeyen dürrü bulamaz

 

Nır rahrimi İmam Hüseyine varamaz

İsmini zikredip hosnüne girmeyen

Biat edip ikrarında durmayan

Nakşi hayet geçer amel kılamaz

 

          Maliki Yeymiddin Zeynel abadır

          Muhmmed Bakırı hak rahnımadır

          Batını  bilmeyen alim amadır

          Yüz bin sene okura alim olamaz

 

İyyakenabüdü Caferi Sadık

Erenler yoluna serimiz koduk

Marifet abıyla cesedi yuduk

Mundar olan kalp aynasını silemez

 

          Varlık hakkın biz bir etna kuluyuz

          Ve İyyake Kazımın biz bendesiyiz

          Mertain Rıza yolunda ölüyüz

          Şükür cenazemizi teccal kılamaz

 

İhtina sıratel mustagım tagi bilmeyen

Nevgiinin nutkundan haber almayan

Seirdip ademe sejda kılmayan

Namazı fasıhtır mihrap bulamaz

 

            Sıratellezine oldu askeri beyan

          Anamte aleyhim mehdidir inan

          Gayrul magdubi aleyhim sejdaya inan

          Münkür olan bu harfleri bilemez

 

Veladdalin azgını eyledi dur

Meded mürüvet yetiş ya Hazreti pir

Muhammed ümmetinden Hamdullahımı bir bil

Azmi gayrilerden derman bulamaz

 

Duazimam

 

Sorarsanız yıldız derler eli ERASLAN oğlunun

Çevre yanda gerçek erler dolu ERASLAN oğlunun

Hasan Hüseyin dir hecem Zeyneli severim nicem

Cüle Ernelerden yüce yol ERASLAN oğlunun

 

          Bakır Mervana pay vermez Caferi Sadığa ey vermez

          Asla derindir boy vermez gölü ERASLAN oğlunun

          Musayı Kazımı seven ölmez münafık rıza bilmez

          Kokar  burcu burcu solmaz gülü ERASLAN oğlunun

           

İmam Kazımın ismi okuna nag cihana bakına

Her daim Yezide dokuna yeli ERASLAN oğlunun

Askeri gelir dolanır Mehdiden kılıç kuşanır

Durmaz akar bulanır seli ERASLAN oğlunun

 

          Derviş şeyh NAVERİ’m ummanın isteğini verir

            Uzatsa Yemene varar eli ERASLAN oğlunun.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile