HÜSEYİN DEDEKARGINOĞLU’YLA SÖYLEŞİ

HÜSEYİN DEDEKARGINOĞLU’YLA SÖYLEŞİ

Temsil ettiği ocakla ve Alevilik ile ilgili araştırmaları bulunan, bu konuda kitap yayınlayan, aynı zamanda cem yürüten, ulusal ölçekte televizyon programlarında Alevilik, Aleviliğin Güncel Sorunları, Dedelik vd. konularda söyleşi programlarına katılan ayrıca birçok panel, söyleşi, sempozyumda da konuşmacı olan Hüseyin Dedekargınoğlu günümüzün yaşayan önemli dedelerinden birisidir. Kendisine yazılı olarak hazırlayıp gönderdiğim soruları yanıtlayan dedemize çok teşekkür ediyorum.

AYHAN AYDIN

 

 

HÜSEYİN DEDEKARGINOĞLU’YLA SÖYLEŞİ

(Dede Kargın Ocağı Çorum İli, Alaca İlçesi, Büyükcamili Köyü, 24.09.1951)

DEDELİKLE İLGİLİ SORULAR: 

Sevgili dedemiz, siz Alevilik ve dedelerle ilgili bilgilerinizi kimden / kimlerden, nasıl öğrendiniz?

Alevilikle ilgili ilk bilgileri çocukluğumda evde öğrendim. Evdeki aile büyükleri tarafından verilen bilgiler ve cemlerde anlatılanlardan ilk bilgileri aldım. 

Çocukluğunuz nasıl bir ortamda geçti?

İlkokulu köyümde bitirdim. Daha sonra ortaokul ve lise öğrenimi şehirde (Çorum ve Ankara) devam etti. Evlendikten sonra da şehirde kendi evim oldu. Köy ve köylülerim ile irtibatım hiç kesilmedi, çünkü annem babam ölünceye kadar hep köyde kaldılar. Dolaysıyla bir ayağım hep köydeydi ve hâlâ köyde.

Sizce dede kime denir? Dede olabilmenin koşulları nelerdir?

1- Ocakzade olmak. 2- Dedeliğe aykırı bir konumu olmamak yani düşkünlük gerektiren bir fiille karşı karşıya gelmemek. Örn. Kendisinin yolca bir kusuru yoktur, ama musahibi düşkün konumuna düştüğü için dede de otomatikman düşkün olur.  3- Dedelik yapmak için istekli olmak (Siyaset veya ticarette basamak olarak kullanma niyetinde olmamak) 4- Dedelik makamına layık olacak kişiliğe sahip olmak (iyi ahlaklı, dürüst, namuslu, saygın, vs) 5- Posta oturup cem yürütmek için gereken asgari bilgilere sahip olmak. 6- Talipler tarafından dedeliğin kabul görmesi gerekir. 7- Musahipli olması gerekir.

Kendi ocağınıza ait ve / veya soyunuzu gösteren bir şecere (soy kütüğü) veya beratınız, yani yetki belgeniz var mı?

Soyumu ve ocağımı gösteren belge vardır. Dedelik yetki belgesi ile olmaz çünkü yetki belgesini verecek kimdir? Dedeyi dede yapan taliptir. 

Sizce her dedenin şeceresi olmalı mı? Şecerelerin dedeler için önemi nedir?

Şecereden kasıt “dedeyim“ diyen birisinin gerçekten ocakzade olup olmadığını anlamak içindir. Cumhuriyet öncesi dönemde ocakzade/seyyid olanlar için bazı muafiyetler de uygulandığı için bu tip belgelerin bulundurulmasında fayda var idi. Dedelik, talibe yapılan bir görev olduğu için eğer talibin yoksa ya da talip dediğin kimseler seni tanımıyorsa, şeceren olsa da bir şeye yaramaz. Günümüzde Hacı Bektaş Çelebilerine müracaat ederek bir yetki belgesi alıp bunu da sanki şecere gibi kullananlar da var ama bu belgeler o kimselerin ocakzade/dede olduğunu ispata yetmiyr.

Sizlere yöneltilen veya duyduğunuz eleştiriler, istekler, beklentiler nelerdir?

Günümüz Alevileri fazlaca modernizmin etkisi altında kaldıkları için bunlardan bazıları dedelerin cahil olduğunu belirterek “Dedeler beni aydınlatacak bilgi düzeyine sahip olmalıdır. Üniversite mezunu olan oğluma/kızıma okuryazar veya ilkokul mezunu dede ne verebilir ki? ” gibi gerekçeler ileri sürmektedir. Sünnilerde ise devletin üst düzey yetkilileri kuran kursunda yetişmiş bir cami hocasının arkasında namaz kılarken bu şekilde düşünmez. Alevilerde böyle düşünülmesinin sebebi inanç boyutunun erozyona uğramış olmasındandır. Sen dedeye uzay matematiği ve Quantum Fiziğini soracak değilsin. Dedenin bunları bilmesi gerekmez. Dede yol’u bilsin yeter. 

Soydan gelme dışında diğer yollarla; atama veya seçimle dede olabilir mi? Bunlar hakkında neler söyleyeceksiniz?

Alevilik konularında söz söyleyen yazan, çizen, araştıran, dede, baba, gazeteci, siyaseti, akademisyen vs. gibi kişilerin çoğunun Alevilikle ilgili kavramları tam bilmediğini ve yerinde kullanmadıklarını görmekteyiz. Alevi, Bektaşi, Kızılbaş, Tahtacı; Dede, baba, pir, mürşit, rehber; cem, kurban, ayn-ı cem, tarikat; dergah, tekke, türbe, ziyaret, zaviye, vs… gibi terim ve tanımların birbiri yerine kullanıldığını görmekteyiz. Oysa bu kavramların yerli yerine oturması gerekir. 

Dedelerin inançsal ve ibadetsel görev ve sorumluluklarından başka toplumsal olarak üstlendikleri görevler sizce nelerdir?

Dedeler taliplerinin cemlerini yapar (Posta oturur cemi yönetir). Taliplerin birbirleriyle olan ilişkilerindeki kırgınlık, küskünlük gibi anlaşmazlıkların çözümüne yardımcı olur. Onların barışmalarını anlaşmalarını sağlar. Musahip olacakların musahiplik kavline girmelerini, musahip olmalarını sağlar. Düşkün olanların düşkünlüğünü karar bağlar. Düşkünlük süreleri dolanların cezalarının kalkması için gereken işlemleri yapar. Toplumu birleştirici, bütünleştirici tavır ve tutumlarıyla örnek bir insan olmaya çalışır. Evlenenlerin düğün ve nişanlarında davet edilince bulunmaya çalışır ve evlenenlerden hayır dualarını esirgemez. Ölüm olaylarında o toplumun bir parçası olarak herkes gibi cenazede bulunur. Cenaze için önemli günlerde verilen yemeklere katılıp dua okur. Fakat posta oturan bir dede cenaze kaldırmaz. 

Bir dede hangi şartlarda dedelik yapamaz duruma gelir? Buna nasıl karar verilir? Buna dedeler mi, köylüler mi, talipler mi, bir ocağın ve dergâhın temsilcileri mi karar verir?

Dedeyi talip seçer: Bir ocakta birden çok dede olabilir. Bu ocağın talipleri aynı ocağın dedeleri arasından olmak şartı ile istediği dedeyi davet eder. Yani talibin dedeyi seçme hakkı vardır, ama bağlı olduğu ocağı değiştiremez. 

Hakkullah nedir?

Hakkullah, adından da anlaşılacağı üzere dede hakkı değil, Allah hakkıdır. Dede talibin müşküllerini halleder, küskünleri barıştırır, görgü-sorgu işlerini tamamlarsa; talip de dedeye nefes hakkı diye bir şeyler verir. İşte talibin dedeye gönül rızalığı ile verdiği bu ayni ve nakdi değere “Hakkullah” denir. Gönülden ne koparsa o verilir. Verilen bu hakkullah zekât veya sadaka değildir çünkü dedeye zekât-sadaka verilmez. Bu anlayış sadece Alevilere has bir anlayış değildir. Peygamber zamanından beri gelen bir uygulamadır. “Kur’an’daki Ahzab suresinin otuz üçüncü ayeti; Ehlibeyt’e sadakanın haram olması ile ilgilidir, çünkü zekât, nezir ve kefaret insanların kiridir. Hz. Muhammet ve ehline sadaka helal olmaz.” Zekâtın insanların kiri olması, onlara haram kılınmasının nedenidir. Peygamberimizin hediyelerden yiyip sadakadan yemeyişi de Ehlibeyit’e sadakanın haram olduğunun bir göstergesi olduğuna işarettir. Aynı zamanda Ehlibeyt mevlalarına da sadaka haramdır çünkü bir kavmin azatlı (Mevlâ)sı o kavimdendir. Mesela Selman-ı Farisî’nin azad edilmesine Peygamberimiz sebep olduğu için Ehlibeyt’ten sayılırdı. Ehlibeytten olanlara zekât yerine ganimetlerden pay verilirdi.”

Sizce hakkullah alınmalı mıdır?

Eskiden olduğu gibi aynı şekilde devam edemez. Günün koşullarında göre özünü bozmadan yeniden güncellenmesi gerekir.

Bir dede olarak babalara ve babalığa nasıl bakıyorsunuz?

Alevilikte dedelik, Bektaşilikte babalık vardır. Elma ile armudu birbirine karıştırmamak gerekir.

Dikme baba sizce nedir? Kim ve nasıl görevlendirir?

Dedelerin uzakta bulunan taliplerini sık ziyaret edemediği durumlarda o bölgedeki talipler dede sıkıntısı çekmektedir. Dedeler ise yolun uzak, bu işlerle ilgilenen yani dedelik yapacak yakınlarının olmadığı gibi mazeretler belirtmesinden dolayı cemler gerekli sıklıkta yapılamaz. Dolaysıyla taliplerin görgü ve sorguları da gecikir. Böyle durumlarda o bölgedeki taliplerin cem erkânı konusundaki hizmetlerini görecek, cem erkânı uygulamaları konusunda bilgi ve birikimi olan, pirin geldiği zaman, pire taliplerin dilek ve isteklerini doğru bir şekilde aktaracak, olup biteni takip ederek pire bilgi verecek bir kişiyi yerine vekil olarak atar. Bu kişiye “Dikme” ya da “Dikme Dede” denir. Dikme dedeler, talipler tarafından kabul gören, saygınlığı yerinde olan, hal ve hatırı bilinen kişilerdir. Dikme dedelere de görev yaptığı süre içinde asıl dedeler gibi hakkullah verilir. Dikme dede hak terazisini doğru tutmuyor ise ve adaletli davranmıyorsa o zaman pir, taliplerin şikâyeti üzerine ya da herhangi bir sebepten dolayı dikme dedeyi görevden alabilir. Görevden alınan dikme dedeye hakkullah verilmez ve dedeliği de biter. Dikme dede vefat ettiği zaman, dikme dedenin görevi de biter. Ailesinden herhangi birinin bu görevi devam ettirmesi mümkün değildir. Çünkü bu hizmet sadece o kişiye verilmiştir. Dikme dedeler ocakzade (dedesoylu) değildir.

Dedeler evlenirken neleri gözetirler?

Sadece dedeler değil dedesoylu olanlar evlenirken evleneceğin kişinin ocakzade olmasına özen gösterirler. Dedesoylu (ocakzde) olan bir kimse taliblerden herhangi birisiyle ne evlik yapabilir ne de musahip olabilir. Eğer böyle bir şey olmuş ise bu düşkünlük sebebidir.

Dede musahibinin dede soyundan olması gerekli midir? Musahibiniz hangi ocaktandır?

Bir Alevi’nin musahibinin ocakzade olması şarttır. Ocakzade yani dedesoylu şartı aranırken pir ocağı, mürşid ocağı gibi farklılık aranmaz. Çünkü sonuçta her ikisi de ocakzadedir, seyyiddir.

Dedelerin kendileri de görülürler mi? Ne kadar süre içinde görülür? Kim görür? Sizin görgünüzü kim yapıyor?

Dedeler Taliplerinin görgü-sorgu gibi hizmetlerini yaparlar ama kendilerinin de aynen talipleri gibi görgüden geçmesi gerekir.

 

 OCAKLARLA İLGİLİ SORULAR:           

“Ocak” ne demektir?

Ocak bazılarının zannettiği gibi ateş yanan fiziksel bir mekân olmayıp,  Dedeler ve taliplerden oluşan sosyal bir yapıdır. Bunu tam ifade edebilmek için de “Dede Ocağı” diye telaffuz etmemiz daha doğru olur. Alevi topluluklar cemaat oluşumu bakımından dede ocaklarına bağlıdır. Son yıllarda Dede Garkın Ocağı ile ilgili yapılan yorumlarda ise Türkmen beyleri ya da çocukları; Emevi ve Abbasi zulmünden kaçan,  Ehlibeyt soyundan olan seyyid ve seyyideler ile evlendikleri görüşü dile getirilmektedir. Bu Türkmenlerle evlenen Ehlibeyt soyundan gelen ailelerin oluşturduğu çevresel inanç merkezine ve ekolüne “ocak” denir. Bu ocaklara mensup olan kimselere de “ocakzade” diyoruz. İşte bu ocakzade olan ve cem erkânının uygulanmasını sağlayan kişilere de “dede”, “baba” ya da “pir” denir.

Dedeler, Alevi toplumundaki sosyal hiyerarşinin en üst noktasında bulunan kişilerdir. İster mürşit olsun, ister pir olsun her ikisi de ocakzadedir. İkisi de erdir, erendir. Aralarındaki ilişkiyi ast-üst olarak görmemek gerekir. Aleviler bu görüşü en iyi “Eri erden seçen kördür” ifadesiyle anlatmaktadır. Aynı zamanda Ehlibeyt soyundan (seyyid olan) olarak da tanımlanan dedeler; posta oturarak cemleri yönetir. Taliplerin görgü-sorgu işlemlerini yapar, küskünleri barıştırır, musahip olacakların işlemlerini yol-erkân gereğince yerine getirir.

Ocaklar nasıl ve ne zaman ortaya çıkmıştır?

Köklü ocaklardan bahsediyorsak en az 700–750 yıllık bir geçmişi olduğunu düşünüyorum. Mensubu olduğum Dede Garkın Ocağı ve bu grupta yer alan pir ocaklarıyla ilgili anlatımlar böyle olduğunu gösteriyor, ama sonradan oluşan ocakları göz önüne alırsak bu tarihi 15. ve 16. yüzyıllara kadar çekebiliriz, hatta öyle ki son 30–40 yılda oluşan ocaklar olduğu gibi yakın gelecekte oluşabilecek potansiyel ocaklardan da söz edebiliriz.

Ocakların mutlaka bir kurucusu var mıdır?

Evet vardır.

Sizce, sizin ocağın en yetkili dedesi kimdir?

Bu soru göreceli bir sorudur. Benim dışımda olanların cevaplaması gerekir.

Sizin ocaktan olan diğer dedelerle bağlantınız var mı?

Bizim ocağa bağlı bütün dedeleri tanırım ve bağlantım vardır.

Sizin ocağınızdan bir temsilci seçilse, sizin adınıza karar vermesine izin verir misiniz?

Temsil edebilecek vasıfta bir dede ise izin veririm.

Sizin ocağınızdan bir temsilci seçilse, sizin adınıza konuşmasına izin verir misiniz?

Temsil edebilecek vasıfta bir dede  ise izin veririm.

Sizin ocağınızın temsilcisini hangi yöntemle seçebilirsiniz?

“Biz kırk kişiyiz kırkımız da birbirimizi biliriz” özdeyişinde olduğu gibi ortak bir kararla seçebiliriz.

Ocağınız hangi imama ve / veya evliyaya bağlıdır?

Ocaklar genelde 7’nci İmam Musa Kazım ile irtibatlandırılır. Burada Musa Kazım, “Yedi İmamcılar” ve “On iki imamcılar” arasında bir kavşak noktası gibidir.  Bütün ocakların kendilerini Musa Kazıma bağlamalarının nedeni On iki imamcı olduklarını ifade etmek içindir. Bazı ocakların isimleri 12 imam’dan bazılarının adı ile ifade edilir. Bu ocakların kurucuları 12 İmam’dan birisi değildir.

 

Bildiğiniz Alevi dede ocaklarının adlarını söyleyebilir misiniz?

Ağuçen Ocağı, Ali Seydi Ocağı, Arzuman Ocağı, Baba Mansur Ocağı, Cibali Ocağı, Dede Garkın Ocağı, Derviş Cemal Ocağı, Garip Musa Ocağı, Gözü Kızıl Ocağı, Güvenç Abdal Ocağı, Hacı Ali Turabi, Hacı Muradi Veli, Hacı Bektaş Ocağı, Hasan Dede Ocağı, Hıdır Abdal Ocağı, Hubyar Ocağı, İmam Rıza Ocağı, Kalender Veli, Keçeci Baba Ocağı, Kureyşan Ocağı, Mehemmed Abdal, Pir Sultan Ocağı, Sarı Saltuk Ocağı, Sinemilli Ocağı, Sultan Samut Ocağı, Sücaattin Veli Ocağı, Şah İbrahim Ocağı, Şıh Çoban Ocağı, Üryan Hızı Ocağı, Yalıncak Ocağı.

Ocakların sayılarındaki artış sizce nasıl gerçekleşmiştir?

Ocak sayısındaki artışın çok az kısmı yüzyıllar içerisinde oluşmuş ocaklardır. Esas artış son çeyrek yüzyılda Alevilik konularında araştırma yapanların ocaklar konusundaki verilen eksik veya yanlış bilgileri doğruymuş gibi kabul edilmesinden kaynaklanmıştır. Aşiret adları, aileler ait lakap şan ve şöhretler araştırmacılara ocak gibi sunulmuştur. Detaylı bir çalışma yapıldığı takdirde ocak sayısının 50–60 dahi olmadığı görülecektir.

Sizce bütün ocaklar eşit statüde midir?

Ocakzade yani Seyyid olma konusunda eşit statüdedir. Fakat görevleri konusunda farklılıklar vardır.

Değilse sizce bunların nedenleri nelerdir?

Pir ocağı konumunda olanların bağlı olduğu ocaklar, o pir ocağının talibine göre mürşid konumundadır, ama ister pir ocağı, ister mürşid ocağı olsun her ikisi de ocakzade olduğu için seyyiddir. Bu anlamda statüleri eşittir. Görgü sorgu ve düşkünlük konularıyla ilgili olarak pir ocağı mürşid ocağına bağlıdır.

Sizin ocağınızdan sizin dışınızda başka dedeler var mı?

Tabi ki vardır. Dedelik bir kişi ile sınırlı değildir.

 

 

 

 

 


 CEMLER / ERKÂNLARLA İLE İLGİLİ SORULAR:         

Dedelerin cemlerdeki işlevini anlatır mısınız?

Dedelik, Alevilik inancının biçimlenmesi ve sistemleşmesinde en etken öğedir. Aleviliğin toplumsal ve inançsal oluşumunda dedelik temel rol oynamıştır. Bütün olumsuzluklara karşın 1000 yılı aşkın bir süredir bu inancı ve kültürü bu güne kadar iki kurum üstlenerek getirmiştir. Bunların hakkını teslim etmek gerekir: Bu kurumların birincisi dedelik kurumu, diğeri ise âşıklık (zâkirlik) geleneği olmak üzere esas pay dedelik kurumuna aittir. O nedenle Alevilik inancında dedelik kurumunu göz ardı etmek, dedelerin sistem içindeki yerlerini görmezlikten gelmek tümüyle yanlış olur.

Alevilikte dinsel hiyerarşinin başında dede vardır. Dede dinsel yapının direğidir. Dedenin eşine (karısına) “Ana” denir. Analar da dedeler gibi saygın olmalı, eşine ve temsil ettiği konuma layık olmalıdır. Özellikle son 500 yılda yani 16. yüzyıldan sonra devletin bunca baskı, yıldırma ve yok etme hareketlerine karşı, yazılı kaynaklardan çok sözlü kültüre dayanan; dilden dile aktarılarak bugünlere kadar getirilen Alevi inancı ve bu inanç sistemi içerisindeki ritüeller; dilden dile, telden tele yüzyıllardan günümüze taşınmıştır. Ocaklar ve buradaki dedeler aynı zamanda her türlü baskıya karşı Aleviliği gizli saklı yollarla yaşatan, eğiten, birer üniversite olmuşlardır

Alevilikte dedelik soy takip eder. Dede olan birisinin oğlu da dede olacak diye bir zorunluluk yoktur. Aynı ocak/soydan olan herkes dede olabilir. Yani bir kişinin dedeyim diyebilmesi için ilk şart, ocakzade (seyyid) olması gerekir. Dede ocakları, geleneksel olarak soy ağaçlarını; İmam Musa-i Kâzım, İmam Cafer-i Sadık,  İmam Bâkır,  Zeynel Abidin ve İmam Hüseyin yolu ile Hz. Ali'ye yani Ehlibeyt’e ulaştırırlar. Sonuç olarak Seyyiddirler. Dede ocaklarındaki şecerelerin hemen hemen tümü Necef, Kerbelâ ve geç dönemde Hacıbektaş’tan alınmadır.

Aleviler ise soylarına başka grupların (seyyid olmayanların) soyunun karışmaması için bazı kurallar koymuşlardır. Örneğin: Bir talip piri ya da mürşidi konumunda olan aileden birisiyle evlilik yapamaz, musahip olamaz. Ancak kendisi gibi talip olanlarla evlilik yapabilir ve musahip olabilir. Ocakzade yani pir ya da mürşit ocağı mensubu olanlar ise birbirleriyle evlilik yapabilir ve musahiplik olabilirler. Ocakzade olanların aynı ocak mensubu olması şart değildir. Farklı ocaklara da mensup olabilirler. Çünkü bunların hepsi seyyiddir.

Alevi toplumunda dinsel önderliği, bağlı oldukları ocaklardaki dedeler yerine getirir. Halkı bilgilendiren, aydınlatan; "Hak Âdemdedir", “Benim Kabem insandır", “Çok keramet var insanda", “İnsan olmaya geldim” diyen, yeri gelince de Selçuklu’nun Sultanına, Osmanlı'nın Padişahına karşı halkı örgütleyip karşı koyan bu dede ocaklarıdır. Bunlara örnek olarak Baba Resul olayını (Baba Resul Olayı: Anadolu Selçuklu Devleti’nin tarihindeki en büyük ayaklanma. 1 Ağustos 1240’da Dede Garkın’ın halifesi olan Baba İlyas’ın öncülük ettiği ayaklanma, Malya Ovası’ndaki yenilgiyle sonuçlandı, ama Selçuklunun da sonunu hazırladı.) ve Kalender Çelebi’yi (Kalender Çelebi İsyanı: Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın beşinci postnişini Kalender Çelebi, 1526’da Alevilerden ve sipahilerden oluşan yaklaşık olarak 30 bin savaşçı ile Osmanlıya karşı ayaklandı.)verebiliriz.

Bu bağlamda Dede Garkın Ocağı’nın müstakil yapısını ortaya koyabilmek için sahip olduğu cem erkânının belirlenmesi önem taşımaktadır. Sosyolojik bir gerçek var ki; cem uygulamaları Alevi dede ocakları üzerine yapılan çalışmalarda önemli unsurlardır.

Bir ocakta dede birden fazla olabilir ama bunların içinde cem yürütme konusunda birikimi olan, o makamın gerektirdiği bilgi birikime sahip olan ocak oğulları dede olarak posta oturabilir. Alevilikte dede; hem toplumsal önder, hem dinsel önder, hem de bilgeliği kişiliğinde toplayan çok yönlü, yol gösterici, karizmatik bir kişiliktir.

Eğer bir yerleşim yerinde/bölgede yapılacak olan bir cemin bütün masraflarını bir talip karşılıyor ise ve bağlı oldukları ocaktan dede olarak da birden fazla dedelik yapabilecek kişi varsa, dedeler arasında istediği dedeyi posta oturması için davet etmek talibin hakkıdır. Bu anlamda dedeyi talip seçer de diyebiliriz;  Çünkü dede de o toplumun bir parçasıdır. Dede köyde, mezrada, obada ya da herhangi bir yerleşim yerinde diğer talipler gibi ya çiftçidir, ya çerçidir, ya demircidir, ya ustadır... vs. Yani normal zamanlarda halktan birisidir. Dedenin de talip gibi hataları ve eksikleri olabilir. Dede de yol düşkünü konumuna düşebilir.

Dedelerin cem yürütmelerinde yaşlarının bir önemi var mı? Her yaştan dede cem yürütebilir mi? Her dede oğlu dedelik yapabilir mi?

Dedelik tek bir kişiye has değildir. Dede seçiminde kuruma başkan seçer gibi bir kişi seçilmez. Bu göreve kişilik ve ahlaken uygun olan ayrıca istekli olan ocak mensuplarından herkes dedelik yapabilir.  Eğer dedelik yapan birden çok kişi var ise talip istediği dedeyi davet eder. Dedeler birden çok olması durumunda daha önce dedelik yapmış, sözü dinlenen, ocak içerisinde ağırlığı olan birisi dedelerin görevleriyle ilgili düzenleme yapar. 

On iki hizmet nedir? Ayrıntılarıyla anlatır mısınız?

Alevi cemlerinde hizmetler ve uygulanan erkânlar önemli yer tutar. Özellikle sofiyan süreğinin hâkim olduğu cemlerde 12 hizmet ve 17 erkân uygulamasına dikkat edilir. Bu hizmet ve erkânlar bütün cemlerde uygulanmaz. Bu erkân ve hizmetlerin tamamının uygulandığı cemler Görgü cemleridir.

On iki hizmet şunlardır: 1-Gözcü, 2-Delilci, 3-Ferraş, 4-Zakir, 5-Kurbancı, 6-Saka, 7-Tezekkâr, 8-Peyik, 9-Semahçı, 10-Lokmacı, 11-Kapıcı, 12-İznikçi.

On yedi erkân şunlardır: 1-İkrar verme secdesi, 2-On iki hizmetlinin çağırılması ve bele kemer bağlanması, 3-El suyu hizmeti, 4-Çerağın uyarılması, 5-Seccadenin serilmesi, 6-Sorgulanıp yargılanma 7-Kurban tekbirlenmesi, 8-Süpürge hizmeti, 9-Rızalık alınıp cem birlenmesi, 10-Tövbe edip af dileme, 11-Taçlamının okunması ve engür içilmesi, 12-Miraçlamanın okunması, 13-Semah dönülmesi, 14-Tevhit yapılması, 15-Sakka suyu dualanması ve içilmesi, 16-Cemin bağlanıp mühürlenmesi, 17-Lokmaların yenilip cemin sona ermesi.

Cem ibadetinin uygulanmasında görev alan on iki hizmetin sahipleri ayrı ayrıdır. Birisinin görevine bir diğeri müdahale edemez. Bu hizmet sahipleri ocak dedeleri tarafından seçilerek görevlendirilir. Görev sadece kişiye değil o aileye verilir. Daha sonra da soy sürerek devam eder. Görev almış bir ailede hizmeti devam ettirecek kimse yok ise ya da hizmetliler yetmiyorsa, ocak dedesi yeni kişileri görevlendirebilir. Bazı araştırmacılar mürşit ve piri on iki hizmete dahil etmektedirler. Bizce bu görev sahipleri on iki hizmetin dışındadır.

Dede tanımı konusunda da bazı kavram kargaşası olduğunu görmekteyiz. Dede olmakla, dedelik yapmak aynı şey değildir. Dedelik ocak takip eder. Yani dede olmanın ilk şartı ocak mensubu olmaktır. O ocak mensupları içerisinde posta oturmak, dedelik yapmak ve dedelik görevini üstlenmek için gerekli bilgi, birikim ve görgüye sahip kişi olmak gerekir: Yani eline, diline, beline; aşına, eşine, işine; özüne, sözüne, gözüne sahip olması gerekir. Ayrıca dede musahipli olmalı, kâmil insan olmalı, sorunlara çare bulan insan olmalıdır. Eğer bu vasıflara sahip değilse; topluma örnek bir insan olmanın koşullarını sağlayamıyorsa, o kişinin sadece “ben ocak mensubuyum” diyerek, posta oturması uygun olmaz. Posta oturacak dede ocak mensubu olup da cem yürütme konusunda yeterli bilgiye sahip değilse, rehber ona cem yürütme konusunda yardımcı olur. Yapılacak olan bir cemde, ocak temsilcileri içinde dedelik yapmak isteyen birden çok dede var ise; o cemi hazırlayan talip veya talipler; arzu ettikleri dedeyi davet ederek, kendi hazırlamış oldukları cemi yönetmesini isteyebilirler. Yani dedeyi talip seçer. Dede cemaatin dini lideridir, üstattır. Mürşittir, yani irşat edendir, “mürşidini hak bilmeyenin” imanı da yok gibidir. Dede Garkın süreğindeki cemlerde iki post bulunur. Birisi Dede (Pir) Postu, diğeri Halife (Mürşit) Postu’dur. Pir Postu Hz. Ali’yi, Mürşit Postu Hz. Muhammed’i temsil eder. Pir Postu’nda oturan dede cemin tek yetkilisidir.

 

On iki Post nedir, anlatır mısınız?

On iki post diye bir şey yoktur. Bu anlayış Hacı Bektaş Tekkesi içerisinde Hacı Bektaş Dergâhı’na bağlı olan dervişlerin görevlerini gösteren bir şemanın orada gösterilmesiyle gündeme gelmiştir. O listedeki post sahiplerine baktığımızda hepsi de Hacı Bektaş’a bağlı dervişlerdir. Bütün ocakların Hacı Bektaş Ocağı’na bağlı olduğunu sanan bazı ocak temsilcileri de kendi ocaklarına yer bulabilmek için çaba harcadığını görmekteyiz.

Kaç tip cem yapıyorsunuz, kısaca anlatır mısınız? Sizce kaç tip cem vardır?

Asıl cem türleri: Abdal Musa Cemi (Birlik cemi), Görgü cemi, Dardan İndirme cemi, Düşün kaldırma cemidir. Bunların dışında on iki hizmetin tamamının gerçekleşmediği Hızır cemi, Muharrem cemi, kısır cem denilen cemler de vardır

Görgü ne demektir?

Alevilerde kış mevsimi gelip, herkes bağının bahçesinin tarlasının işlerinden kurtulunca dedeler, taliplerinin bulunduğu köylere giderler. Cuma geceleri bir evde toplanırlar. Musahiplik kavline girmiş (yani ikrar verip, kardeş olmuş) olanlar bir yıl içinde yaptıkları suçları, cem ortamında dâra durarak söylerler. Dârda durandan incinmiş varsa, o da yanına gelerek şikâyetini söyler. Böylece herkes yaptığı suçun cezasını çeker, birbirleriyle helalleşir birbirlerinden rızalık alırlar. Buna “Görülmek” denir. Dede bunları görmüş olur. Bu törene ‘Görgü-sorgu’ adı verilir.’’

Pir Sultan’ın dâra ilişkin nefeslerinden birinde geçen şu dörtlüğe bir göz atarsak, görgü-sorgu işleminin, yani dârın toplumsal işlevini kavramak kolaylaşır:

Mansur Hakk’ım dedi buldu dârını

Talip burada çeker ahret zarını

Cümle kazanç ile külli varını

Bütün Hak yoluna dökmeli imiş

 

Görgüde daha önceleri yola girmiş ve musahip olmuş, yol düşkünü durumuna düşmemiş canlar görülür. Musahipli canlar görülmeden önce yıkanır, temizlenir ve temizce giyinerek cemevine gelirler. Cem akışı içerisinde on iki hizmet yerine getirilir. Görgü işlemi başlayacağı sırada görülecek olan canlar meydanda dara durmak için hazır beklerler.

Hallac-ı Mansur “Ben Hakk’ın kendisiyim’’ (Enel-Hak) derken toplumsal insan gerçeğini dile getirdiğinden kendini dârda bulmuştur. Talip kendine ilişkin gerçekleri saklamadan, dârda can pahasına her şeyi ortaya dökmelidir; benlikten uzaklaşıp tüm malvarlığını bu yolda verebilmelidir. Öte dünyada değil, yaptıkları varsa burada çekmelidir. Dâr meydanında işlenmiş günahlar ve kusurlardan yargılamalar, kesinlikle Mahkemeyi Kübra’ya bırakılmaz. Sorumlu olduğu toplumuna öder ve ondan bağışlanmasını diler.

Dört kişiden oluşan iki musahip aile (musahipler ve eşleri) bellerine kemerbest bağlarlar; Gözcü/Rehber önlerinde olmak üzere yalınayak olarak büyük musahip sağ başta, küçüğü onun solunda, eşlerden büyük olanı da onun solunda ve küçük eş de dördüncü sırada olmak üzere meydana, pirin huzuruna gelir. Eğilip meydana niyaz eder, dâra dururlar. 

Köyünüzde, yörenizde hâlâ cem yapılıyor mu?

Evet yapılıyor. Bizim köyde cemlerimiz 12 Eylül döneminde bile kesintiye uğramadı.

Şu anda siz cem yapıyor musunuz? Yapıyorsanız, nerede? Yapamıyorsanız, neden?

Ben, Ankara’da ikamet ediyorum. İhtiyaç oldukça gerek kendi köyümde gerekse ocağımıza bağlı talip toplulukları davet ettiği zaman ister köylerinde isterse şehirde olsun cemlerini yapıyorum.

Cem içinde gördüğünüz “Rehber”likten biraz söz edebilir misiniz? Dedelerin mutlaka bir rehberi olur mu? Rehberlerin cem ve dedeler için önemini anlatır mısınız?

Rehber yol gösteren kişiye denir, talibe kılavuzluk edendir. Yolun kurallarını edep ve erkânını talibe öğretendir. Pirin yardımcısı konumundadır. Musahiplik cemlerinde ikrar verecek olan musahiplerin hazırlanması ve ceme taşınması görevini yapar. Rehberlerin ocakzade olması şart değildir. Genelde talipler arasından ehli kâmil olanları pir veya mürşit, rehber olarak tayin eder. Ancak ocakzade olanların rehberleri talip değil, kendisi gibi ocakzade olmalıdır. Rehberin görevi sadece talibe yol göstermektir. Rehber talibi yola hazırlayan kişi, yolu erkânı talibe öğreten kişidir.

Rehber olacak kişi piri veya mürşidi tarafından görülüp sorulması ve yaşadığı toplum içerisinde yargılanıp aklanmış olması zorunludur. Taliplere her türlü dini bilgiyi verebilecek, inançsal bütün problemleri çözebilecek bilgi ve birikime sahip olmalıdır. Rehber her sene görgü ceminde taliplerin hal ve hareketlerini, gidişatlarını pire bildirmekle yükümlüdür. Rehberin gönül kapısı açık, dili tatlı olmalı, hareketleriyle kimseyi incitmemelidir.

Teslim Abdal nerelerde rehber istendiğini bir deyişinde şöyle dile getiriyor:

Mürşide varmaya talip olursan

İptida insandan rehber isterler

Verdiğin ikrara doğru gelirsen

Ahd ile peymandan rehber isterler

 

Sizin ocağın cemlerini özetle anlatır mısınız?

Cemler nüfusun büyük çoğunluğunun köylerde yaşadığı yıllarda genellikle sonbahar ve kış aylarında yapılırdı, çünkü halkın büyük çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşıyordu. Sonbahar bitip kış ayları başladığında insanlar harmanını kaldırmış, bağbozumunu bitirmiş, kışlık erzaklarını hazırlamış yani çift-çubuk derdi bitmiş oluyordu. Bundan sonraki aylarda artık geride kalan bir yıllık dönemin inanç boyutu ile hesabını cemlerde vermek, görülmek-sorulmak için cemler başlardı.

Yılın ilk cemine Abdal Musa Cemi adı verilir. Eğer dede köy dışından, başka bir köy veya şehirden geliyorsa; bir çeşit dedeyi karşılama cemi, eğer dede aynı köyde oturuyorsa dedeye hoş geldin anlamı taşımakta olan cemdir. Abdal Musa Cemi’nin oluşmasını bir kişi veya aile üstlenmez. Bu ceme tüm talipler katkıda bulunur, yani taliplerin ortaklaşa hazırladığı bir cemdir. Herkes ekonomik gücü oranında değil, gönlünden ne koparsa o kadar katkıda bulunur. Bazı kimselerin ekonomik durumları yetersiz olduğu için katkı yapabilecek gücü yoktur. Ama der ki: “Bir avuç tuz vereyim benim de lokmada tuzum bulunsun.” Katkı koyarken gönülden ne koparsa o verilir. Fakat lokma dağıtılırken herkese katkıları oranında değil eşit davranılır.

Anadolu’da “Yol bir sürek bin bir” diye bir deyim vardır. Bu deyim bazı yörelerde uygulamanın sıralamalarında ve şeklinde ufak tefek farklılıkları ifade etmektedir. Alevi cem uygulamaları, bölgeden bölgeye, hatta köyden köye değiştiği gibi, dedelerin çıktığı ocaklara göre de değişir. Ocak geleneği, cemin biçimi bakımından çok önemlidir. Örneğin bazı yörelerde çerağ uyarılması cem birlemeden hemen önce yapılır. Görgü işleminde ise bazı ocaklar pençeli, bazıları ise erkânlı (çubuklu) olarak kendilerini tanımlarlar.

Dede Garkın süreğinde ise görgü işlemi erkân altından geçerek uygulanır. Buradaki erkân Dedekargınların ocak olması yanında aynı zamanda boy beyi olması nedeniyle bir kılıçtır. Görgü cemlerindeki görgü-sorgu işlemleri tamamlandıktan sonra, kurbansız olarak yapılan ve görülen musahiplerin er-kan altından geçerek görgülerin tamamlandığı cem esnasında, dede kılıcı iki kolu üzerine alarak ayakta durur. Görgüden geçen talipler bu kılıcın altına gelir ve dedenin okuduğu gülbang bitince bir başka talip erkân altından geçmeye başlar.

Günümüzde toplumun büyük bir bölümü tarafından cemler salt ibadet yeri, ayin ve zikirlerin yapıldığı yer gibi görülmektedir. Cemevleri ise camiye alternatif bir ibadet mekânı ve cem de namaza alternatif ibadet şekli olarak algılanmaktadır. Bu algılama yanlıştır: Cemlerde kulun kuldan razı olması yani rızalık esastır. Görgü-sorgu anlayışı vardır.

Alevilikte Hak-Muhammed-Ali divanı olarak kabul edilen cem ibadeti Kırklar Meclisi’nden bize kadar gelen ibadetin adıdır. Aleviliğin olmazsa olmazıdır. Cem aynı zamanda Aleviliğin bir okuludur. Orası sadece inançsal uygulamaların yeri değil, aynı zamanda yardımlaşma, bilgilendirme, ruhen yıkanma, toplumsal sorunlara çözüm bulma, aydınlatma ve öğretme yeridir. Orada kadın, erkek; zengin, fakir ayırımı yoktur. Orada herkes candır. “     

 

Tüm Türkiye’de tek tip cem yapılamaz mı? Bu konudaki görüşleriniz nedir? Dedeler çoğunluğu ve bir dedeler kurulu karar verse tek tip cem modeline katılır mısınız?

Alevilerde “Yol bir sürek binbir” diye bir deyim vardır. Bu ifadeden anlaşılacağı üzere cemler tek tiptir. Şöyle ki: Cemde postta oturup cemi yöneten bir dede vardır. On iki hizmet için görevliler vardır. Cemlerde delil uyarılır, süpürge çalınır, semah dönülür, Kerbela olayı mersiyelerle anlatılır ve su dağıtılır. Peygamberimizin Miraca gidişi ve karşılaştığı olaylar miracname okunarak canlandırılır, deyiş ve düvazlar okunur, gülbanklar çekilir. Bütün bunlar her yöredeki cemlerde aynen uygulanır. Bölge farklılığından ve ocakların farklılığından dolayı cemlerdeki ritüellerin sıralanışı ve uygulanışında ufak tefek farklar olur ki buna da sürek farklılığı denir. Ocak temsilcilerinden oluşturulacak bir kurul tarafından bu farklılıklar da tek tipe indirilerek sorun çözülebilir. Ancak dikkat edilmesi gereken konu ocak temsilcilerinden oluşacak kurulda belli başlı dede ocaklarının temsil edilmesidir. Örn. Cem Vakfı tarafından uygulanan cem modeli Alevi süreğinden ziyade Bektaşi süreğinin izlerini taşımakta olmasından dolayı ocak temsilcisi dedeler tarafından çok eleştirilmektedir. 

Musahipliği anlatır mısınız? Koşulları nelerdir? Kimler musahip olamaz?

Alevîlerde ikrar; yola, erkâna girecek olan talibin, mürşidin öğüt ve telkinlerini kabul edip; yolun bütün kurallarını benimseyip, uyacağına dair verdiği sözdür. Bu olay Alevi bireyi için; içine girdiği toplumun inancını ve kültürünü öğrenme; benimseme ve yaşama konusunda dedeye söz vermesidir. Alevi bir aileden gelen kız ve erkek çocuklar 10–12 yaşlarına geldiklerinde ana ve babalarının önderliğinde lokmalarıyla birlikte kendi ocak dedelerine gidip Muhammed-Ali yoluna girmek için dua alırlar. Buna “yola ikrar verme” denir.

Alevi inanç sisteminin temel kurumlarından biri olan musahiplik, sözcük itibariyle dünya ve ahret (yol) kardeşliği anlamına gelmektedir. Musahipliğin başka bir adı da “Ahret Kardeşliği”dir. Alevi inancında bu “malı mala, canı cana katmak” olarak açıklanır.  Burada malı mala katmak ile ifade edilmek istenen musahiplerin tasada-kıvançta, varlıkta-yoklukta, sağlıkta-hastalıkta birbirine arka çıkmaları gerektiğidir. Birbirlerine öz kardeşten daha yakın olmaları, birbirlerini desteklemeleri esastır. Biri zorda kaldığında, diğeri hemen yardımına koşar. Bunu severek inanca ve töreye dayanan bir görev olarak yerine getirir. Ahret kardeşleri birbirinin gidişatını, çocuklarının durumunu izlerler. Kötü yola sapmamaları için göz kulak olurlar. Acıları, sevinçleri ve tasaları ortaktır. Bu anlamda da sosyal bir kurumdur.

Ocakzade olan pir ocağı temsilcileri her ne kadar talip konumunda olsalar da seyyid olmaları dolaysıyla talip gruplarından farklılık gösterirler. Ocakzade olan birisi taliplerden herhangi birisi ile evlilik yapamaz, musahip olamaz.

Musahip olacaklar kardeşini seçerken bazı değerlere dikkat etmek zorundadır:

1-  Musahip ile aynı dili konuşur olması gerekir.

2- Aile durumu uygun olacaktır. Yani her ikisi de evli olacak, birisi evli diğeri bekâr iki kişi musahip olamaz.

3- Yaş durumları birbiriyle dengeli olacaktır. Genç birisiyle aralarından büyük yaş farkı olan yaşlı birisi musahip olamaz.

4- Kültürel olarak birbiriyle uyum sağlayacak konumda olmalıdır: Âlim ile cahilin musahip olması uygun değildir.

5- Dede (ocakzade) olan bir kişi ile talip olan bir kişi musahip olamaz.

6- Musahiplerin yaşadıkları bölgeler birbirlerinden çok uzak yerler olmamalıdır.

7- Musahibi Hakk’a yürümüş (vefat etmiş) olan kişinin tekrar musahip tutması erkân değildir.

8- Musahipler birbirlerinin kız kardeşleri ile evlenemezler.  Eğer böyle bir evlilik daha önce oluşmuş ise musahip olamazlar.

9- Musahiplerin çocukları da birbirleriyle evlenemezler. (Amca çocukları evlenebildiği halde).

 

Sizin cemlerinizde hangi semahlar yapılır? Sizin cemlerinizde özellikle dönülen semah hangisidir?

Dede Garkın süreğinde yapılan cemlerde esas semah olarak miraçlama okunurken yapılan Kırklar semahıdır. Miraçlama sonrası tevhidler arasından iki semah daha yapılır. Bundan sonra da istek semahları olarak yapılan semahlar vardır. Örn. Kıart Semahı.

Semahı en az kaç kişi döner? Cemlerinizde özel semah giysileriniz var mı?

Cemlerde semah denince akla hemen miraçlama okunurken “üryan büryan hep girdiler semaha” dizesi gelince meydana girerek dönülmeye başlanan kırklar semahı gelir ki bu semaha katılanların belli bir sayısı olmaz. Cemde bulunan canlar kadın erken farkı ve belli bir sayı olmaksızın meydana girerek aşk ile dönmeye başlarlar. Semah dönmek için meydana çıkanların usulüne göre semah dönmeyi bilmesi arzulanır. Öyle içimden geldi diye kolbastı oynar gibi deli deli ne yaptığını bilmeyen hareketlerle semah döndüğünü zannetmesi uygun karşılanmaz.

Kırklar semahı sonrası tevhit aralarında iki defa daha semah dönülür. Daha sonra da eğer istek olursa bu semahlarda semah dönecek kişilerin semah konusunda tecrübeli olmaları gerekir. 

Semahlar yalnız cemlerde mi dönülmeli? Yoksa her yerde semahlar sergilenebilir mi? Her yerde semah dönülmesi semahların değerlerini sizce zedeler mi, yoksa bu kültürün tanıtılmasına katkısı mı olur?

Alevi toplumu kente taşınmasından sonra cem ibadetlerini bugünkü gibi rahat yapamıyordu. Cemevleri yoktu (bugün de yasal olarak yok ama cemevlerinin yapımına bir engelleme söz konusu değil) kültürel etkinliklerde ve düğün dernek gibi geleneksel etkinliklerde sazlar bir semah çaldığında Alevi kimliğini ifade edebilmek için hemen semah dönmeye başlıyorlardı. O dönemler için olumlu karşılanan bu semah dönmeler daha sonraları türkü barlarda düğünlerde adeta içkinin yanında bir meze niyetinde dönülmeye başladı ki işte bu yanlış idi. Semah Aleviler için bir kültürel gösteri değil ibadetin parçasıdır. Hal böyle olunca da ulu orta semah dönülmesi yanlıştır.

Ceminizde saz dışında alet kullanılır mı?

Cemlerde çalgı aleti olarak bağlamadan başka keman da kullanılmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 ALEVİLİKLE İLGİLİ SORULAR:

Alevilik ne zaman ve nasıl doğmuştur?

Aleviliğin doğuşu İslam’la, ad alması ise Hz. Ali ile başlar. Aleviliğin nirengi noktası olarak Gadir Hum olayını alabiliriz. Gadir Hum’da Peygamberimiz yerine halef olarak Hz. Ali’yi bırakmıştır. O sırada Hz. Ali’yi kutlayan Ebubekir ve Ömer, Peygamberin ölümünden sonra bu vasiyeti görmemezlikten gelerek bir oldubitti ile Hz. Ali’yi devre dışı bırakarak hilafeti ele geçirmişlerdir. Dört halife döneminde Ebubekir’i tutanlara “Bekri”, Osman‘dan yana olanlara “Osmani” Hz. Ali’yi tutanlara “Alevi” denmiştir.   

Hoca Ahmed Yesevi’nin, Alevilikteki konumu nedir?

Hoca Ahmet Yesevi’nin Alevilikle bir bağı olduğunu düşünmüyorum. Bu yaklaşım son yüzyılda ulus devlet anlayışının teke indirme (tekçi) politikaları sonucunda Anadolu’daki bütün Alevilerin Türkmen olduğu varsayımı ile Türk olan Ahmet Yesevi’ye bağlama çabalarıdır ki; Fuad Köprülü’ye ait olan bu görüş günümüzde artık kabul görmemektedir. Alevi geleneğinde dedelerin ellerinde bulunan şecerelerde, diğer belgelerde, okunan deyiş ve düvazlarda Yesevi adına rastlamak zordur. Bizler Ahmet Yesevi adını şehre gelince duymaya başladık.

Hacı Bektaş Veli kimdir?

Hacı Bektâş Velî  d. 1209 - ö. 1271), 1209 Horasan Nişabur doğumludur. Asıl adı Seyid Muhammed bin Seyyid İbrahim Ata olan şair ve mutasavvıf'dır. Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük’te (Hacıbektaş) geçiren Hacı Bektâş, ömrünü de burada tamamlamıştır (1271).Türbesi, Nevşehir iline bağlı Hacıbektaş ilçesinde bulunmaktadır. Hacı Bektaş, adıyla anılan ve bir mürşid ocağı olan Hacı Bektaş Ocağı’nın kurucusudur, ama Anadolu’da Aleviliğin kurucusu değildir çünkü Anadolu’da Alevilik ondan önce de var idi. Aleviler tarafından bilinen ve sayılan önemli erenlerin belki de birincisidir. Osmanlı Devletinin kuruluş dönemlerinde Yeniçeri Ocağı’nın Hacı Bektaş tekkesine bağlı olması ve ölümünden yaklaşık iki yüz yıl sonra Bektaşiliğin Balım Sultan tarafından bir tarikat olarak kurulması Hacı Bektaş’ı tarih sahnesinde daha bilinir bir duruma getirmiştir. Bu etki günümüzde de devam etmektedir.

Bu orucu ne zaman tutuyorsunuz?

Kurban Bayramı Hicri takvime göre Zilhicce ayının 10. günü başlar. Kurban Bayramının birinci gününden başlayarak 20 gün sayılır (bazı yıllar 21 gün olur). Son günün akşamı Muharrem orucu için niyet edilir ve ertesi gün oruç başlar. Muharrem orucu Hicri aylardan ilk ay olan Muharrem ayının birinci günü başlar. Ancak bazı yörelerde üç gün önceden de oruca başlayanlar olur. Bu üç günlük oruca Masum-u Paklar için tutulan oruçtur.  

 

Tüm Türkiye’de Muharrem orucunun aynı tarihte tutulması mümkün değil mi? Eğer dedelerin çoğunluğu belirli bir tarih belirlerse siz buna katılır mısınız?

Alevilerce Muharrem Orucu dendiğinde akla hemen Kerbelâ’da İmam Hüseyin’in yaşadığı tarihsel olay gelmektedir. Bu acı olay mevsimsel olarak Miladi Ekim ayında gerçekleşmiştir. Şimdi birileri kalkıp Muharrem ayı içerisinde olan bir olayı, Ekim ayı içerisinde ve sabit bir günde uygulamaya koymağa çalışıyor. Nitekim Hz. Muhammed ve Hz. Ali devrinde de Muharrem ayı, yıl içinde dönmüştür. Kerbelâ olayından sonra İmam Zeynel Abidin ve ondan sonra gelen imamlar ve onun soyundan gelen Hacı Bektaş Veli döneminde de Muharrem ayı yıl içinde dönmüştür. Bu yolu sürenler dün Muharrem orucunu nasıl tutup yaşamışlarsa, bugün de yeni bir şey icat etmeden oruçlarına ve Allah rızasına devam etmelidir.

 

Hızır ve İlyas kimlerdir, Hıdırellez nedir?

Hıdrellez geleneğindeki iki isim olan Hıdır-İlyas ikilisinden Hızır karaların, İlyas denizlerin koruyucusudur. Efsaneye göre bu iki peygamber veya veli 6 Mayıs yani Hıdrellez günü buluşup görüşmüşlerdir.

İnsanoğlunun ölümsüzlüğü ve yaratılışın sırrını bilme arzusu çağlar boyunca devam etmiştir. Alevi inancında ölümsüzlüğün sırrına ermiş iki ulu kişi olan, Hızır ile İlyas’ın buluştuğu 6 Mayıs tarihi ilkyaz bayramı olarak kutladığımız kutsal günlerimiz arasındadır. Diğer bir ifade ile Hızır ve İlyas, ifadesi zamanla dilimizde Hıdrellez veya Hıdırellez şekline dönüşmüştür.

Ancak bir şey var ki o da 6 Mayıs da kutlanan Hıdrellez geleneğindeki iki isim olan Hıdır-İlyas (Hızır-ilyas)’daki Hızır ile Alevilerce inanılan Hızır kültündeki Hızır’ın aynı olmadığıdır. 6 Mayıs günü Hıristiyanlarda ve Orta Asya halklarında da kutlanır. Hıdrellezin kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazıları Hıdrellezin Mezopotamya ile Anadolu kültürlerine ait olduğu; bazıları ise İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır.

Hızır her ne kadar gerek Alevi, gerek Sünni çevrelerde İslam ortak kültürünün bir değeri ise de biz burada Aleviler tarafından kutsal bir kişilik olarak kabul edilen Hızır’ı anlatmak istiyoruz. Aleviler Hızır’ın halen sağ ve Gayb Erenlerden (Gayb Erenler: Alevi inancına göre varlığına inanılan ama kim oldukları bilinmeyen erenler olduğunu kabul ederler.) Alevi inancında Hızır olgusu önemli bir yer tutar ve günlük hayatımızda sürekli kullandığımız sözcüklerin başında yer alır. Hızır makamlarının bulunduğu yerler genellikle Alevi ve Bektaşilere ait yerleşim bölgeleridir.

Halk arasında sürekli kullanılan bir söz vardır. “Kul dara düşmeyince Hızır yetişmezmiş.” Bu sözden de çok iyi anlaşılacağı gibi Hızır, dara düşünce sıkıntı yaşanırken kişilerin sığındığı manevi bir kapıdır. Tasavvufta, erenlerin en ulusu olan Kutb’a  (Kutb: Tasavvufta, âlemde Tanrı iradesini temsil eden ve erenlerin en ulusu olan; Tanrı adına kâinatta tasarruf sahibi bulunan zata “Kutb’ül-Aktap” derler.) “Hızır-ı Vakt-vaktin Hızır’ı” denir.

Hızır'ın uğradığı yerlerde dertlere derman, yaralara merhem, hastalara şifa olduğuna ve aynı zamanda uğurun ve kısmetin sembolü olduğuna inanılır. Bu yüzden Hızır inancının güçlü olduğu yerlerde, darda kalanlar, "Yetiş ya Hızır"  derler.

Alevilerin Hızır'a atfettiği özelliklerden bazıları şunlardır:

Hızır Ali’dir.

Bin bir ismin vardır bir ismin Hızır

Her nerde çağırsam sen orda hazır

Ali Padişahtır Muhammed Vezir

Bu fermanı yazan Ali değil mi?

                                               Kul Himmet

 

Hızır’a misafir gözüyle bakılır.

Misafir gelir ki kısmeti bile

Misafir Hızır’dır özrünü dile

Hatayim uğruyu tut ver gel ele

Mihman canlar bize safa geldiniz

 

                                               Şah Hatayi

 

Hızır orucu tutuyor musunuz? Ne zaman tutuyorsunuz?

Her yıl üç gün olarak Hızır orucu tutarım. Hızır genel İslam kültüründe, Kuran’da adı verilmeden Musa’nın yoldaşı olarak anılan ulu bir kişi olarak kabul edilir. Hızır bir isim midir yoksa bir unvan mıdır? Bir nebi midir, yoksa veli midir? Ölümsüz müdür, yoksa fani midir? Bu soruların cevabını kutsal metinlerde bulamıyoruz. Musa Peygamber döneminde yaşayan ve onun gibi bir peygamber olduğuna inanılan ve Hızır Aleyhisselam olarak tanımlanan Hızır’ın varlığı tüm İslam âlemince kabul edilmiş ve dînî motif haline gelmiştir.

Buradan hareketle Hızır; hayat suyu (ab-ı hayat) içerek ölümsüzlüğe ulaşmış, Allah katında bir tanrı elçisi yani peygamberdir. Hızır'ın hüviyeti, yaşadığı yer ve zaman belli değildir. Taberi tarihi (Taber-i Tarih c.1 s.188, Sâlebi-Arâis s.220, İbn.Asâkir-Tarih c.5. s.144, İbn.Esir-Kâmil c.1.s.160)  ve daha birçok kaynak Hızır isminin Hızır Aleyhisselam’ın asıl ismi olmayıp künyesi olduğunu söyler.  

Hızır inancı Orta Asya’dan Mezopotamya, Anadolu ve Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada bilinmesine karşın, Sünni inancında yer almayan Hızır orucu ve Hızır lokması yalnız Alevi inancında halen önemli bir kutsiyet taşır. Aleviler Şubat ayını Hızır ayı olarak da ifade ederler. Hızır ayında 3 veya 7 gün tutulur. Hızır orucu Aleviler tarafından Hızır ayı içerisinde tutulan bir oruçtur. Anadolu’da Şubat ayının bir diğer adı da Hızır ayıdır. Bu ay, aynı zamanda Alevilerin cemlerini en yoğun şekilde yaptıkları bir aydır. Bu ayda işlerin minimum seviyede olduğu, şehir merkezleriyle irtibatın zayıfladığı(Aleviler yüzyıllarca devletin baskı ve yasakları nedeniyle cem ibadetlerini saklı ve gizli yollardan yerine getirdiler. Kolluk kuvvetlerinin bir baskınına maruz kalmamak için cemler genellikle kış aylarında yapılırdı.), kış mevsimi olması dolaysıyla hayvanların yaylımda değil ahır veya ağıllarda olduğu dönemdir. Aleviler Şubat ayı içerisinde üç gün (bazı yörelerde 7 gün) Hızır orucu tutarlar. Orucun bitişi olan 3’üncü gün Şubat ayının ikinci Perşembe gününe denk getirilir. Bu gün oruç açımında Hızır lokmaları dağıtılır.

Hızır orucunun sabit bir tarihi ve günü yoktur. Genel kabul gören şubat ayı içerisinde 2’nci haftada tutulan oruçtur. Bu orucun Alevilerin tuttuğu diğer oruç olan Muharrem orucundan en temel farkı sudur. Hızır orucu süresince kurban kesilmez, yiyecekler un ve undan mamul yiyeceklerdir. Muharremde ise matem vardır. Hızır orucu ve ceminde matem havası yoktur. Hızır orucunda bolluk bereket ön plandadır.

Oruç takvimi şöyle hesaplanır. Eski takvim miladi takvime göre 13 gün geriden takip eder dolaysıyla Şubat ayının 14. günü 1 Şubattır.  Şubat ayındaki ilk Salı oruca başlanır perşembe günü(3.gün) tamamlanmış olur.

 

Hızır orucu için de belli bir tarih belirlenemez mi? Siz bu belirlenen tarihe katılabilir misiniz?

Alevilerin kente taşınmasıyla birlikte kendilerince kutsal sayılan günlerde büyük organizasyonlar yapılmakta ve bu kutsal günlerin tarihi önceden tespit edilmektedir. Kırsal da iken her bölgenin kendi uygulamalarına göre tespit ettikleri bu günler için günümüzde ortak bir tarih belirleyerek Şubat ayının 13-14-15. günlerinde Hızır orucu tutulup o günün sonunda Hızır cemi yapılması kabul görmüştür. Medya yolu ile ilan edilen bu tarihler kırsal bölgelerde de uygulanmaktadır.

 

Nevruz ne demektir? Nevruz tüm dünyada tek bir günde kutlanamaz mı? Tarih sizce hangisidir?

Nevruz Farsca “New“ yeni ve  “Ruz“ gün anlamına gelen iki kelimeden oluşur YENİGÜN anlamındadır. Balkanlardan Doğu Asya’ya kadar bütün kültürlerde bilinir. 

Nevruz, baharın ilk günüdür ve bu gün kuzey yarım kürede bahar ekinoksunun oluştuğu gündür. Bu gün Güneş ekvatora dik açı ile gelir. Gece ve gündüz birbirine eşitlenir. (Diğeri 23 Eylül) Ayrıca hem kuzey hem de güney kutbu aynı anda gündoğumu hattındadırlar ve gün ışığı her iki yarımküre arasında eşit olarak paylaşılmaktadır.

Türklerin(Göktürklerin) Ergenekon'dan demirden dağı eritip çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan'dan Balkanlara kadar tüm Türk kavimleri ve toplulukları tarafından, MÖ 8. yüzyıldan  günümüze kadar her yıl 21 Mart'ta kutlanır.

Anadolu'daki Alevilerce 21 Mart günü Şah-ı Merdan, Şir-i Yezdan, Haydar-ı Kerrar, İmam Aliyyel Murtaza’nın veladeti yani doğum günüdür. 

 

Bugün Aleviliğin / Alevilerin sorunları nelerdir? Varsa bu sorunlar nasıl giderilebilir?

Alevilerin sorunları çözülmeyecek, talepleri de karşılanmayacak cinsten değildir. Aleviler bu ülkede eşit vatandaş olmak istiyor. Kimliklerini rahatça ifade edebilmek istiyor. Mahalle baskına maruz kalmak istemiyor. Eğer ben bu ülkede özgür ve eşit vatandaş olarak yaşacaksam inançsal olarak benden olmayanlara ben nasıl saygı duyuyorsam, onlarında bana aynı saygıyı göstersinler diyor.

Taleplere gelince öyle içinden çıkılmayacak talepler değil: 1-Cemevlerinin yasal ibadethane statüsünde kabul edilmesin istiyor. 2- Zorunlu din derslerinin kaldırılmasın yani okullarda Alevi çocukların zorla Sünnilik öğretilmesinin önüne geçilmesi istiyor. 3- Kamusal alanda yer almak istiyor. Yasal olarak kamusal alanda hiç kimsenin inancına bakılarak işlem yapılmaz ama fiiliyatta bu böyle değil. Günümüzde 81 ilde Alevi kimliği bilinen ne bir Vali, ne bir Emniyet Müdürü ne de bir Milli Eğitim Müdür yoktur.

Bu sorunları yalnız Alevilerin çabalarıyla aşmamız mümkün değildir. Eğer bu ülkede eşit yurttaş olarak yaşamak, birliğimizi dirliğimiz beraberliğimiz barış içerisinde devam ettirmek istiyorsak Sünni vatandaşlarımızın desteğini almamız şarttır. Eğer bu birlik ortamı sağlanmazsa yakın gelecekte Alevileri kullanabilecek Uluslararası güçler ülkeyi ciddi sıkıntılara sokabilirler. Böyle bir gelişme olduğu takdir de bunun sorumluları Aleviler olmayacaktır.  

Atatürk kimdir, siz ona nasıl bakıyorsunuz?

Atatürk öncelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur. Toplumun modernleşmesi ve muasır medeniyetler seviyesine gelmesi için çok önemli işleri başarmış hem askeri hem de siyasi bir liderdir. Alevilerin büyük çoğunluğu tarafından sevilen ve sayılan bir tarihi kişiliktir. Toplumu ümmet olmaktan çıkararak birey olmaya yönlendirmiştir. Her ne kadar tam laik bir ülke olamasak ta laikliğin getirilmesi bile Aleviler tarafından sevilmesine yeterlidir. Ancak Atatürk ne Alevi’dir ne de Aleviler için bir veciz söz söylemiştir.

Halk ozanları sizce kimlerdir? Halk ozanlarının Aleviliğe katkıları neler olmuştur? Halk ozanlarıyla dedeler arasındaki ilişkilerin geliştirilebilmesi için neler yapılabilir?

Alevilik söz konusu olduğuna göre halk ozanı yerine aşık demeyi tercih ederim. Aleviliğin biçimlenmesi ve sistemleşmesinde en etkin öğelerden birisi olan aşıklık geleneğinde devletin bunca baskı, yıldırma ve yok etme hareketlerine karşı, yazılı kaynaklardan çok sözlü kültüre dayanan; dilden dile aktarılarak bugünlere kadar getirilen Alevi inancı ve bu inanç sistemi içerisindeki ritüeller; âşıklar tarafından “Telden tele” aktarılarak yüzyıllardan günümüze taşınmıştır.

Âşıklık geleneğinde doğaçlama veya yazarak, ayrıca geleneğe bağlı olarak sazlı ya da sazsız ezgiler, şiirler söyleyenlere âşık; bu söyleme biçimine âşıklama; âşıkları yönlendiren kurallar bütününe de âşıklık geleneği diyoruz. Âşıklık geleneği yüzlerce yıldır süregelen canlılığını, günümüzde de koruyan manevi bir kültür olarak kabul edilir. Son zamanlarda halk arasında her ne kadar âşık ile ozan aynı anlamda kullanılsa da; âşık kendi yazdığı şiiri saz ile seslendirirse buna da ozan denir. Halk âşıkları, halk kültürüyle kişisel yeteneğin birlikte oluşturduğu toplumun değerlerini kuşaklar boyu tanıtmakta aracı olmuş ve bunları kalıcı kılmışlardır. Âşıklar Anadolu'da toplumun öncüsü olmuş toplumdaki olumlu ya da olumsuz gelişmeleri sazıyla ve sözüyle dile getirmişlerdir. Gerek içinde bulunduğu zamana, gerekse gelecek nesillere mesajlar verme özellikleri ile tanınırlar. Alevi cemlerinde deyiş ve düvazlar okuyup saz çalan âşıklara da zâkir diyoruz.  

Sizce Türkiye’de ne kadar Alevi / Bektaşi vardır?

Türkiye’deki Alevi nüfus hakkında net bir şey söylemek zordur. Ancak nüfusun yaklaşık %85’inin kırsalda yaşadığı döneme bakarak bir inceleme yaptığımızda il ve ilçelere bağlı Alevi köylerin sayısını bulabiliyoruz. O dönemde şehirlerde yaşayan Alevilerin %1 bile olmadığını düşünürsek Türkiye’deki toplam köy sayısı ile Alevilerin yaşadığı köylerinin sayısını orantıladığımızda yaklaşık bir rakam çıkabiliyor. Bu yaklaşımdan hareketle bir tahmin yürütürsek “Türkiye’de 10 milyonun biraz üzerinde Alevi kökenli insan var” diyebiliriz. Bunun ne kadarını tam Alevi sayarız orasını da bilemiyorum.

 

KİŞİSEL VE ÇEVRESEL BİLGİLER:    

Görüşmeyi yapanın adı  : Ayhan AYDIN

Görüşülen Dedenin adı, soyadı  : Hüseyin DEDEKARGINOĞLU

Görüşme tarihi  : 30.11.2015

Tam adresi       : Keçiören-ANKARA

Telefon numarası          :          

E-Posta adresi  : Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Bağlı olduğu ocak         : Dede Garkın Ocağı

Nüfusa kayıtlı olduğu il  : Çorum                       

İlçe       : Alaca 

Köy muhtarlığı  : Büyükcamili

Köyün hane sayısı        : 86

Köyün nüfusu    : 180 Kişi 

Köyde yaşayanların sayısı        : 180

Şehre göç edenlerin sayısı        : 1200

Köyde konaklama yeri var mı? Varsa kaç kişiliktir? Yok.

Köyünüzü çevreleyen Alevi / Bektaşi köylerin adları: Kargın, Küre, Çevreli (Alamas), Değirmenönü, Küçükcamili, İbrahimköy, Boğaziçi (Hışır).

Çevre köylerin inanç grubu (Sayı olarak)

a- Alevi                            (5)

b- Bektaşi                        (  )         

c- Alevi - Bektaşi              (  )

d- Sünni                           (2)

e- Çepni                           (  )

f- Tahtacı                         (  )

g- Türkmen                       (  )

h- Diğer                           (  )

Piriniz hangi ocaktan gelir?

Dede Garkın Ocağı bir mürşid ocağı olarak kabul gördüğü için herhangi bir ocağa bağlı değildir. Kendi ocağı içinde görülür-sorulurlar.

Rehberiniz hangi ocaktan gelir?

Dede Garkın süreğinde rehberlik diye bir kurumsal yapı yoktur. Rehber talibi yola hazırlayan kişi olup talipler arasında bu görevi yapan kimseler vardır. Ancak ocakzade olan kişinin rehberi talipten olamayacağı için, ocakzadelerin rehberliğini yapanlar da yine ocakzadeler içinden seçilir.

Mürşidiniz hangi ocaktan gelir?

Dede Garkın Ocağı bir mürşid ocağı olarak kabul gördüğü için herhangi bir ocağa bağlı değildir. Kendi ocağı içinde görülür-sorulurlar.

Varsa köyünüzdeki türbenin ve dergâhın adı?

Karakılıç Türbesi

Türbedeki zatın soyağacı, özellikleri:

Karakılıç adı verilen ve 16. yüzyılın başında muhtemelen Dedekargınlardan birisine ait olan bu kılıç önceleri bir hatıra olarak muhafaza edilmiş daha sonraları cemlerde yapılan görgü ve erkândan geçmede erkân çubuğunun yerine erkân olarak kullanılmıştır. Dede Garkın Ocağı talip toplulukları ve mensupları tarafından kutsiyet atfedilen bu kılıçla ilgili zamanla bir kült (yerel özellikler taşıyan dinî tören) oluşmuş ve adak adanan, kurban kesilen bir ziyaret yeri olmuştur. Karakılıç ile ilgili olarak birçok menkıbe ve keramet yöre halkı tarafından anlatılmaktadır.

Bağlı olduğu ocak, dergâh:

Dede Garkın Ocağı Mürşit ocağı olduğundan herhangi bir ocağa bağlı değildir. Kendisine bağlı Pir Ocakları vardır: Şeyh İbrahim Ocağı, Ali Seydi Ocağı vs. gibi

Sizin talip köyleriniz, yöreleriniz hangileridir?

Malatya, Antep, Çorum, Tokat, Amasya, Sivas, Maraş, Erzurum, Adana, Halep yörelerindeki muhtelif köyler.

Köyünüzde / bölgenizde sizin dışınızda talibi olan ocaklar hangileridir?    

Köyümüzde bizden başka ocak temsilcisi yok ama çevre köylerdeki ocaklar olarak: Şeyh İbrahim, Ali Seydi, Sultan Samut, Şıh Çoban, Garib Musa, İmam Rıza, Pir Sultan, Hıdır Abdal gibi ocakları sayabilirim.

Medeni durumunuz nedir? (Cevaba birini yazınız)

a- Evli                              (X)

b- Bekâr                           (  )

c- Dul (Eşi ölmüş)             (  )

d- Dul (Boşanmış)            (  )

Eğitim durumu (Cevaba birini yazınız)

a- Okuma -yazma bilmiyor                               (  )

b- Okuryazar                                                  (  )

c- İlkokul mezunu                                            (  )

d- Ortaokul veya dengi okul mezunu                (  )

e- Lise veya dengi okul mezunu                       (X)

f- Yüksekokul mezunu                                    (  )

g- Üniversite mezunu                                      (  )  

h- Diğer  …………………………………………………………………………………………………………

Eşiniz Alevi mi, Sünni mi? Eşiniz Alevi ise dede kızı mı, talip kızı mı?  Dede kızıysa hangi ocaktan?

Eşim Dede Garkın Ocağı’na mensup birisidir, yani ocakzadedir.                              

Oğlunuz evliyse eşi Alevi mi, Sünni mi? Aleviyse dede kızı mı, talip kızı mı? Dede kızıysa hangi ocaktan?

Oğullarım henüz evli değil.

Kızınız evliyse eşi Alevi mi, Sünni mi? Kızınızın eşi dede oğlu mu, talip oğlu mu? Dede oğluysa hangi ocaktan?

Kızım yok.

Doğum tarihiniz:

24.09.1951

Mesleğiniz ya da işiniz nedir?

Muhasebeci (Şimdi Emekli)

Şu anda hanenizde (evinizde) kaç kişi bulunmaktadır?

Dört

Halen kiminle birlikte oturuyorsunuz?

Eşim ve iki oğlum ile.

Kaç çocuğunuz var?

İki Oğlum var.

Genellikle Alevi dedeleri çocuklarına hangi isimleri verirler?

On iki İmam ve bu soydan gelen kişilerle bilinen erenlerin isimleri verilir.

Varsa çocuklarınızın isimleri nelerdir?

Serdar, Cihan

Bağlama gibi bir çalgı kullanabiliyor musunuz?

Hayır, ben çalamıyorum, ama oğlum bağlama çalıyor.

Hangi Alevi - Bektaşi anma etkinliğine katılırsınız?

Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Sücaaddin Veli, Hacı Ali Turabi vs.

 

 

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile