AHMET TELCİ
AHMET TELCİ
(HUBYAR SULTAN OCAĞI – HUBYAR SULTAN KÖYÜ / ALMUS / TOKAT (1942))
AYHAN AYDIN
Dedeler, babalar sohbetlerimiz devam ediyor. Biz çok şanslıyız Anadolu’yu gezdik çok delelerle, babalarla karşılaştık, görüştük fakat Elvan Çelen Dede’yi de yad etmek istiyorum, o da Tokat’tan Yağmur ocağından İzmir’de yaşıyor. Demişti ki, biraz gözünü açan araştırmacı çok da yorulmadan İstanbul’da da çok şey toplar. Çünkü Anadolu’nun dedeleri zaten İstanbul’a geliyor. Doğru da söyledi Elvan dedemiz. Bugün aynı şekilde bizi ziyaret eden Ahmet Telci dedemiz, Tokat Almus Hubyar Köyü’nden gelmişler taliplerini, muhiplerini, müritlerini görmeye.
Hubyar Sultan ocağından kendisi, doğma büyüme köydeyim, diyor. Kendisinden çeşitli bilgiler derlemeye çalışacağız. İlk edindiğimiz bilgi de, daha önce duymuştuk bunu, eskiden Sivas Hafik’e bağlı olan Hubyar Tokat Almus’a bağlı bir köy. Bakalım dedemiz nasıl bir köyde yaşıyor, gelenekler nasıl, hagni görenekler içinde yaşıyor. İstanbul’a niye geldi, kimler onu çağırdı, İstanbul’da neler yapıyor? 60 yaşındaki Ahmet Telci’yle sohbetimiz başlıyor.
Hoş geldiniz dedem.
Teşekkür ederim.
Aynı zamanda bir başka konuğumuz da var. Dedeyi buraya getiren Hüseyin Çakmak. Ondan da bilgi alırız. Evet sevgili Ahmet Telci’ye dönüyoruz şimdi, size; efendim yaş 60. Yani 1942’de Tokat’ta ama eskiden Sivas’a bağlı bir köyde doğmuşsunuz. Tokat’a mı yakınsınız, Sivas’a mı?
Yol bakımından Tokat’a yakınız. Kış için orada biraz daha aydınlandık Sivas biraz ulaşım az idi, o sebepten oldu. Ondan geçtik yoksa rahattık hepsinden memnunduk sağ olsun, var olsun devletimiz.
Vallahi siz hepsinden memnunduk, diyorsunuz ama bu insanlar şimdi çok zorluklarla yaşıyorlar, çilelerle büyüyorlar. Ben hep bu lafları söylüyorum, bütün söyleşilerimde ölene kadar da söyleyeceğim. Ben geçmişe dönelim, sizin çocukluğunuza doğru bir gidelim diyorum. Tabi zihniniz billurdur, berraktır o dönemleri hatırlarsınız. Hubyar Köyü dediğimiz köy nasıl bir köydü, nasıl bir yaşam vardı orada, sizin çocukluğunuzda?
Efendim şimdi biz tabi 60 yaşındayız. 10 senesini yahut 15 senesini geride bırakalım, aşağı yukarı 30-40 senedir tarikatlarda bulunuyoruz. Yöremiz güzeldir, ocağımız Hoca Ahmet Yesevi Ocağı’dır, gelen talipler her zaman gelir kurbanlarını keser, bizim Dokuzlar, vardır evliyadır. Devamlı yani ara veren yoktur herkes gelir gider, çok güzel tepeli dağdır, 2600 m. Yüksekliğidir. Tabi kıştır kar da hemen hemen hiç eksilmez. Bu mücadele de eker biçeriz, işte ürünü değerlendiririz bugüne kadar. Arada sırada İstanbul’a talipler ocağına geliriz Sivas, Tokat, Karakaya, Serkisköyü şehitleri, Çay köyü, Hasanlı köyü Turhal’ın. Burada biraz köye gittim, 4 gün kaldım, orada bir gece yaptık, görgü gördük.
Bu sefer işte istiyorum ki ben daha ileriye güzel toplum olsun, birlik, dirlik olsun herkes yani. Sürek bin bir ama yaradılış, inanç hep farklı değil aynıdır. Sürek bin bir birisi koyun gütmüş, birisi keçi gütmüş bundan biraz inançlar bölünmüş. Ama bizim için farkı yoktur ve de bitimdir, ayrı yol yoktur sağ olsun var olsun milletimiz, CEM Vakfımız da Allah razı olsun sizlerden de Aydın bey. Görüştüğümüze teşekkür ederim ben istiyorum ki her şey daha güzel olsun.
Evet ben de çok mutlu oldum sizi tanımaktan. Böyle işte dediğim gibi büyük dergahlara Anadolu’da dedeler, dervişler, pirler giderlermiş, sefer ederlermiş, böyle konaklarlarmış, tanışırlarmış, konuşurlaşmış, bilişirlermiş ve o dergahların çok güzel işlevleri varmış. Bu cem evleri de günümüzde aynı yapıya bürünüyorlar. Çünkü insanlar geliyor, buluşuyor, kaynaşıyor, konuşuyor, danışıyor, tartışıyor ve bilgi, fikir alış verişinde bulunuyorlar. Biz de buralardan çok yararlanıyoruz, sizin gibi dedeleri tanımakta bizim için çok önemli oluyor. Çünkü her bir yöreye gidemiyoruz, her bir insana ulaşamıyoruz. Çok büyük bir Türkiye’miz var, ülkemiz çok büyük, çok güzel, insanımız çok.
O yüzden sizi bulunca böyle bilgi alacağız.
Şimdi yine ben ısrar ediyorum, geriye tekrar dönüyorum. O dönemde köy kaç haneydi, nasıl yaşıyordunuz, yaşam zor muydu, hayvancılık, tarımcılık, insanlar, ilişkileri nasıldı, yaşamını anlatın bize?
Efendim eskiden çok zordu. Affedersin hayvanlar ardına, öküzlerle sürülürdük, yol bile yoktu. Aşağı yukarı Menderes’e kadar hiç yol, okul vermemiştir. Daha doğrusu ondan sonra biraz aydınlaştı millet. Şimdi yollar var, okullar var, sular, çeşmeler iyi, zararı yok işte. Yalnız köy dağıldı, köyümüz hep İstanbul’a kaydı hiç kimsemiz yok. Yazın hep gidiyoruz biz bile mesela köyde, Hubyar’da oturuyoruz, kışın Tokat’a geliyorum, biraderlerin yanında kalıyorum. O sebepten köy şimdi tamamen boş, yazın 15-20 ev oluyor, 4-5 ay kalıyoruz. Koyun, kuzu neyse geçim sağlayıp bugün yine geri dönüyoruz. Daha ilerisi ben çocukken güzel tarikatlarımız, güzel cemlerimiz, dedelerimiz, ebelerimiz vardı.
Oraya geleceğim, eskiden kaç haneydiniz sizin döneminizde? Eskiden aşağı yukarı 40 haneydi, bizim Kamıkçak Deresi, Tellioğlu denilen mezere. Mezereydi şimdi hep dağıldı hiç kimse yok.
O köyün Hubyar’ın mezrası? Hubyar’ın mezresi, Hubyar da dağıldı, aşağı yukarı bir bekçi ancak kaldı.
Mezra de bile 40 hane vardı? Eskiden vardı şimdi hiç yok.
Eskiyi diyorum o zaman köy büyüktü 200 hane var mıydı? Büyüktü aşağı yukarı 500 hane de vardı o zaman.
İşte büyük köy, Hubyar büyük? Hubyar büyük köydü, dağıldı, küçüldü. Şimdi hep İstanbul’a kaydılar. Yazın iyi gidiyorlar ama hiç kimse kalmıyor. Aşağı yukarı 200 hane oluyor, güzün 11. ay dedin mi geri dönüyorlar. Aşağı yukarı 10-20 seneden beri böyle yaşıyoruz. Daha evveli hiç gelmiyorduk; ekiyorduk, biçiyorduk, koyun, kuzu, yaylalar filan yine vardı. Şimdi çok az gidiyoruz yaylaya. Ya üç kişi ya beş kişi gidiyoruz.
Yani İstanbul geçim derdinden dolayı mesken oldu? Evet mesken oldu.
Yurtdışına çıkan oldu mu? Tabii, yurtdışında milletimiz çok. Aşağı yukarı 200-300 kişi vardır, daha fazla belki de 500 diyebilirim o müritlerden hani bize bağlı köylerden. Bizim müritlerimiz de işte taliplerimiz yöreye göredir, Hubyar’a bağlı köyler devamlı ziyarete gelirler, kurban keserler, cem yaparlar. Ama şimdi ise herkes İstanbul’a taşında köylerde pek azaldı.
Dedeniz ki Dokuzlar Evliyası var, öyle mi? Yani Tekkeli Dağ var. Şimdi türbe, dergah olarak Dokuzlar? Dağdır, türbe aşağıdadır.
Hubyar Türbesi? Hubyar Türbesi vardır.
Zaten Hubyar ismini alan türbe de Hubyar Köyü’ndedir bunu biliyorum. Evet o türbe vardır yayla Dokuzlar dediğimde tepede Dokuz Evliyası vardır, bir inanç olarak.
Evliyaların mekanları var mıdır? Vardır güzel ocak gibi bir şeyleri var. Yalnız kırdır çok yüksektir, orman falan hiç yok, hep kır. 2600 m. şimdi ona da bu sene de bir yol yaptırdı Almancı bir arkadaş. Çok yani 100-150 m. kadar.
Bölgenizde orman az mı? Orman çevremizde var da biz de pek az, kırsal bizim ki, çok kırsal. Ama ot falan çok, kekik falan çok, yayla güzel, suyu bol. Çok bol suyu Hubyar’ın, değirmeni vardır. Oraya kuzu kurban getirirler değirmen aşağı derededir. Oraya da Hubyar Değirmeni, diyorlar. Un öğütmüştür orada.
Hubyar Sultan orada un öğütmüş diye o değirmeni de kutsal bilip, orada kurban kesiyorlar? Evet daha ilerisi Hubyar Sultan padişah dönenimde şikayet olunmuş. Demişler işte Tozan’da bir derviş şu türlü yaşıyor. O zaman buradan padişah zaptiye, asker göndermiş, on kişi göndermiş. Dervişe Mıhlı dediğimiz bir ziyaret var, taştan yol kenarı, kavuşmuş. Demiş “selamınaleyküm, aleykümselam nereye gidiyorsun?” “İşte burada bir Hubyar derviş varmış o dervişi padişah istedi” Sultan Selim Yavuz zamanlarında daha evvel herhalde 575 sene oluyor herhalde bilmiyorum artık kaç seneyse orayı şey yapamıyorum.
“Peki, gidelim” demiş. Padişahın huzuruna dervişi getirmişler İstanbul’a. Demiş “Sen kandırıcı mısın nesin?” “Hayır” demiş “sen bize bir keramet verir misin?” “Tabi, ne diyeceksin?” “Sen şuradan denizden geçeceksin, Kasımpaşa’ya” “Peki.” Cenabı Allah tarafından buna yetir geliyor işte Cebrail vasıtasıyla, bir avuç kum alıyor eline, beyiti de var söylenir belki de. Kumu atıp denizden yol alıyor denizin tam yarısına varınca padişah diyor; “O kaçtı diyor kandırıcı”. Peşinden askeri koşturuyor, asker orada boğuluyor, tamamen suya gidiyor. Yine geliyor dolaşıyor. “Sen sihirbazsın” diyor.
Peki, “seni biz fırına atacağız Kemer’de Unkapanı’nın sağında Belediye sarayının aşağısında siyah bir yer var, Unkapanı’na çıkarken neyse, orada 7 gün, 7 gece değişik fırına atıyorlar. O zaman keşiş dönemi miymiş neymiş, 17 yaşında bir çocuğu var, ben bu çocuğu da yanıma alayım yanarsak beraber yanalım, diyor. Derviş yanmamış. 7 gün, 7 gece fırını yakmışlar, nöbetçiler kapıda beklemiş sakalını uzatmış Hubyar Derviş iki gün sonra çıkmış.
Peki bu da olmadı yine padişah diyor “Sen bizim bir cenazemiz var kılacaksın”. “Ölümü kılayım, diri mi kılayım?” diyor. Adam sağ, dervişin haberi yok ama onlar espri olarak yenemez, diye söylüyorlar. Cenazeyi sağlam musallaya koyuyorlar, derviş tekrar diyor ki, “Padişahım ölü mü kılayım, diri mi kılayım cenazeyi?”. “Ölü kıl ya” diyor padişah. Ama sağlığına güveniyor. Şimdi bizim derviş o zaman diyor, “Sağ adamı musallaya koydular buyur derviş cenazeyi kaldır, dediler burada hazırladı kıldı, sağ adamı ölü buldu. Hubyar diye cenazeyi kaldırın” diyor. Cenazeyi kaldırıyorlar ki ölmüş. “O zaman üç tane keramet gösterdin, bizden dileğin ne?” diyorlar. Erkilet’i veriyorlar, Suluova’yı veriyorlar, Erkilet, Suluova... onları almıyor. Amasya’nın hiçbir şey almıyor. İşte o zamandan işte garip memlekete Tekire Dağı denen bir yere, ora bana yeter, diyor. Üstüme gelen bana yeter, diyor. Ziyaretçim yeter, demek daha doğrusu. O zaman mesken tutuyor, ne Suluova’yı alıyor, ne Erkilet’i alıyor gidiyor, Tekire Dağı’na yerleşiyor erenler.
Biz de onun sayesinde ülkeye (taliplerin bulunduğu bölgeler), işte talibe çıkıyoruz. Allah razı olsun, bize bu yolu kurduğu için inancımız oldu.
Eyvallah. Şimdi Hubyar Sultan sadece Tokat’ta değil, Anadolu’da da kollarıyla beraber büyük bir ocak olarak biliniyor. Böyle kerametler gösterdiğini söylüyorsunuz. Bir ismi Hoca Ahmet Yesevi, diyorsunuz öyle mi? Evet. Üç Ahmet Hoca Ahmet Yesevi, Yesevi şehrin ismi alıyor üç isim alıyor o arada 90 bin erin hocasıdır, inancımıza göre.
Yani, Hubyar Sultan kendine Hoca Ahmet Yesevi mi diyor? Hoca Ahmet Yesevi’dir, kendisidir.
Siz buna böyle inanıyorsunuz? İnancımız vardır. Hiçbir şey görmediğimiz için haktır ve gerçektir, inancımız gereği. Ayetleri falan var onları sazla mı dile getirelim? Böyle işte efendim.
Peki sizin düğünleri, nişanları da gördüm düğünler saz ve kemanla oluyor? Dört aşık, üç aşık getiririz, saz keman ikisi karışık olur. Aşıklar çalarlar. Cemlerde yine aynı, bağ da çalarlar.
Peki kına gecesinde de, düğünde de semah dönülüyor? Tabi tabi her yerde vardır, cemlerde, kınalarda.
Bu yadırgansa da Tokat yöresinde bu mevcut? Bizim gelenek, göreneklerimizde var.
Peki şimdi gelelim, Hubyarımıza tekrar dönelim. Türbesi ne şekildedir, yaz kış ziyaretçisi eksik olmaz, diyorsunuz. Kışın biraz az olur, yazın bollaşır. Karda kışta biraz zordur.
Yine de niyetlenen kışın da geliyor? Tabi gelir. Hiç boş kalmaz.
Hubyar’ı insanlar ne niyetle ziyaret ediyorlar? Deliyse derdinden, çocuğu yoksa çocuk istiyor, bir adağı varsa işte hakim oluyor, savcı oluyor, işte benim misal şuna karşılık sana bir kurban adayayım. O da rüyasına giriyor, aklına geliyor, işte gerçekten zorla bir şey yoktur. İçinden gelen gider herkes keser. Benim şimdi emekliliğim olursa sağlık olursa ben de kurban adamışım, keseceğim.
Oranın dedesi de orada yaşayan insanında adağı var. Ben oraya kurban keseceğim, adak kısmet olursa inşallah diyorsunuz. Ağırlıklı olarak böyle mesela, kurbanlar ne şekilde oluyor, koyun koç? Aslında koç olması şart, koyun da olabilir yani.
Peki horoz, tavuk kurbanı var mı? Horoz kalmadı erenler, horoz adak da olabilir. Yalnız horoza tekbir olmaz.
Ne diye kesilebiliyor? Horoz bir kazaya belaya karşı yani. Durak Kurbanı. Öteki kurban zaten biliyorsun kurban için kurban keserse malın daha bol olur, kurban kesmezse iş olmaz. Biliyorsun üç kere rüya görmüştür İsmail Peygamber oğlumu Hakk yolunda kurban edeyim, diyor. İlk kurban bir elmadır, ondan sonrası Adem olarak İsmail Peygamberi yazara göre Allah tarafından üç kez rüya görünce Halil Peygamber’e dönmüş ki cenabı Allah “Ya Halil hiç bocalama, zorlama oğlun İsmail olacak bir de İshak yazıyor ikisi de yazıyor tabi de biz daha İsmail’i hani millet daha şey yapıyor aynı kapıyor çıkar o da hak, bu da hak. Neyse peki oğlan doğuyor. 18 yıl sonra büyüyünce Hacer Hanım işte bizim bir adımız var kurban kesme günüdür. Yazara göre Ararat dağına evden çıkıyorlar Halil İsmail’i yanına alıyor, bıçak alıyor yola gidiyor. Şeytan ile, Allah şeytanın şerrine kimseyi bırakmasın, yolumuza düş getirmesin, hükümetimize, milletimize, ordumuza birlik dirlik versin, biz o şeytanı atalım. Neyse yolda giderken eve geliyor şeytan diyor ki, Hacer adem donuna giriyor, tabi insanlara secde etmemiştir, İsmail nereye gitti, diyor. Efendim işte bunlar odun, ormandan odun getirecekler, Ararat Dağı’ndan.
Zaten geliş hep Horasan, Orta Asya Türklerin gelme daha ilerisi oradandır. Peki “yalan diyor onu kesecek diyor git çocuğu geri çağır.” “Git be şeytan” diyor Hacer Ana, Halil Peygamberin hanımı. “Allah ne yaptıysa Halil asi gelmez diyor onu yapar hadi git” diyor tutunamıyor. Şeytan yolda İsmail tarafına sokuluyor peşine yetişiyor “Ya İsmail nereye gidiyorsun”, “babamın oğluna gidiyorum” diyor. “Hayır sen oraya gitme seni kesecek kaç” diyor. “Git be şeytan işin yok mu?” diyor.
Bir müddet daha gidiyor üçüncü kez çıkıyor şeytan, Halil Payganber’in önüne. O zaman Halil Peyganber taş alıyor şeytana. Şeytanın gözünü kör ediyor. Kör şeytanın manası buradan gelmedir. “Git be kör şeytan işin yok mu” diye gözünü kör ediyor. Çıkarıyor daha da tutunamıyor şeytan oradan gidiyor.
Halil varıyor şimdi Ararat dağına oğluyla tartışmaya giriyorlar, “Baba sen mi can alırsın, ben mi can alırım?” “Oğul ben can aldım işte.” Tabi Cenabı Allah onları gözlüyor Cebrail, İsrafil, Mikail yedi kat sema, yedi kat gök, on dört kat, dünya onları gözlüyor. Tabi daha önce onlara girmedik, adem yaratılışları filan çok uzun. “Peki o zaman ben de can aldım sen can alırsın” diyor. “Baba bana kıyamıyorsun, 70 yere bıçağı vuruyor bıçak kesmiyor o zaman beni ensemden vur” diyor. Ensesinden vuruyor yine kesmiyor, gözlerini bağlıyor filan, neyse kurban niyetine. Bu arada bıçağı taşa bir kere vurmasıyla, 72 kere çalıyor kesmez, ki bir vuruyor Halil Peygamber Cenabı Allah’ım bıçağı taşı ortadan biçiyor taşta dile geliyor. Halil niye vurdun taşa, sen taşı kesme, baştan falan diyor.
İsmail o arada Cenabı Allah tarafından Cebrail delil olarak koçu gönderiyor, İsmail’i kaldırıyor koçu kesiyor. Orada peygamberler cem oluyorlar, koç etini bölüşüyorlar, kurban yapıyorlar, kurban bir nevi oradan kalmadır.
Onlar İsmail’in dileğini, muradını veren cümlesinin dileğini, versin.
Koçu esas olaya getirelim tabi tam giremiyoruz onun için şimdi oraya götürelim konuyu. Musa Peygamber çoban iken daha doğrusu Şuayp Peygamberin sürüsünü güdüyor. 8 sene davarını güdeceğin kızın birini de al, diyor. Olur iki senedir, diyor Musa Peygamber.
124 bin peygamber, 4’ü eldedir, gerisi sırdadır... Onlar 80 bin Horasan, 90 bin Rum, 100 bin Gaip erenleri bunları hatırlatayım. Gerisi elimizde ki zaten İncil, Zebur, Tevrat, Kuran bunlar da bilinmiştir mesela. Sürüyü güderken on sene söz almış Şuayp Peygamber’in sürüsü. Şuayp Peygamber, Musa Peygamber hep onlarda peygamber oluyor. Sürüye dağdan 4 tane kurt geliyor affedersin köpekler de var, köpekler havlamıyor, onlar tabi Cebrail gelenler kurt donunda geliyor. “Gövelek koyunun karnından bize kurbanlık koç vereceksin” diyorlar Musa’ya. Musa da “ben çobanım veremem, sürü benim değil” diyor. “Ya nasıl edeceğiz sen gideceksin ağana danışacaksın izin alacaksın biz de şu gövelek koyunun karnından kurbanlık koçu alacağız” diyorlar. Olur mu olur, ya siz kurtsunuz sürüyü parçalarsınız. Yemin ederiz, diyorlar. O da, hadi buyurun yemin ettiniz Musa Peygamber’e çoban, kurtlara onlar tabi İsrafil, Mikail, Cebrail, Mikail o zamana göre. Yeminleri de şöyle erenler, “büyük kız gezdirip sınır bozduran, avradını yalınayak gezdiren cehennemi bezdiren bunları vebali bizi tutsun” senin sürüne ellemeyeceğiz, diyorlar. Olur mu tabi, kaç sürün var, 200 sürüyü sayıyor kurtlara teslim ediyor, ağanın yanına varıyor Musa Peygamber yani Şuayp Peygamber’in. “Hayrola ya çoban” diyor. O da “Efendim işte böyle böyle dört kurt geldi, bizden kısmet istedi, işte gövelek koyunun karnından koçu istedi ben de senin iznini almadan veremedim.” “Ya sürüyü kırmadılar mı. Niye bıraktın?” diyor. Onu yokluyor Şuayp Aleyhisselam. Tabi ulvi insanlar onlar, peygamberlerdir, “Dedi yemin etti”. “Nasıl etti de bakıyım”, diyor. Büyük kız gezdirip sınır bozduran, avradını yalınayak gezdiren, cehennemi bezdiren bunları vebali bizi tutsun ki senin sürüne ellemeyeceğiz” diye yemin ettiler, diyor. “Peki git, içine girsin alsın” diyor.
O geliyor ki kurtlar sürü yayıyorlar, başlarında bekliyorlar. “Geldin ya Musa”, diyorlar. “Geldim” diyor. Kurtlar dile geliyor Cenabı Allah tarafından. Buyurun içine girsin alsın, diyor Musa Aleyhisselam. Hemen dedikleri koyunu tutuyorlar Cebrail, Mikail, İsrafil zaten bunlardır arslında kurt görünenler. Hemen belin arkasını aşırıyor, karnını yarıyor. Her şeyi yapan Cebrail Aleyhisselam Murteza’dır. Bütün doktorların piri Cebrail’dir. Ama o doktorumuz olsa keşke her şey değişti şimdi oraya da gelelim. Hemen karnını yarıyor ameliyat ediyor, ameliyat oradan kalmadır, aha koyunun, diyor koçu alıyorlar. Koçu alıp Ararat Dağı’na götürüyorlar, o orada birkaç yıl büyüyor. İşte o zaman İsmail Peygamber’in kurban vaadi geliyor o zaman o koç oraya iniyor.
Orada onların muradını veren cümlesinin de muradını versin, bunlar da böyle oluyor erenler, kurban aşkı da böyle. Çok gelenekler var.
Gelenekler, anlatılar çok değil mi? Ama bir de tabi ben hep onu söylüyorum insanın özünü kurban etmesi, kendini kurban etmesi olayı var? Evvelin canın kurban olsun, malın da olur, erenler bunu çok iyi bil.
Evet şimdi Hubyar Sultanımız’ın böyle çok büyük bir etkisi var, Tokat ve İç Anadolu bölgesinde. Yaz kış devamlı olur hiç böyle boş kalmaz Allah’ın izniyle.
Peki, size dönecek olursak sizin yani o ocaktan geliyorsunuz dedeniz, babanız nasıldılar, kimlerdi, cem cemaat olayları nasıldı? Babam tabi Tellioğlu İsmail biz dört büyük bir aile olarak şimdi 50 haneyiz, Tellioğlu diye geçer. Daha eskisi biraz daha zenginlermiş yine de iyiler çok şükür şimdi Almanya’da, Avusturya’da, Asya’da millet. Babam da biraz aşıkmış tabi saz çalarmış cemlerde yürütürmüş. O yönden işte sülaleden gelen bir şey oradan işte bizlere kadar geliyor. Biz beş kardeşiz onlar, pek çalamıyorlar, çalsalar da az.
Şimdi ona gelelim babanız ocaktan geliyor ama aşıklık yapmış yani saz çalmış daha çok? Çalmış, cemleri yürütmüş. 1981 senesinde öldü.
Kaç yaşındaydı o zaman? 80 yaşındaydı herhalde. 1985’te annem öldü.
O kaç yaşında öldü? O da aşağı yukarı aynı yaş sayılır. Biz işte beş kardeşiz beş tane de bacı vardı bacımızın üçü gitti üç bacımız kaldı. Erkek olarak beş kardeşiz.
Annenizin ismi nedir? Fadik. Babam İsmail. 1320’dir babamın doğumu.
Peki biraz daha yakından anlatın; babanızın mizacı nasıldı, karakteri nasıldı, dedeliği nasıldı, görgüsü nasıldı, sorgusu nasıldı, biraz anlatın? Babam şimdi güzel at havası vardı, böyle atla çok gezerdi. O zaman araç yoktu. Dağa oduna giderdi. Odunu daha güzel böyle dört dört yapar, el (diğerleri – başkaları) iki yük eder, o bir yük eder daha güzelini getirirdi, yani seçerdi o kadar temizdi. Hiç çamur bulaştırmazdı üstüne başına o kadar temiz bir insandı. Giyimi severdi, yiyimi severdi, dem alırdık beraber. Çok da dürüst bir insandı. Yani onunla beraber oldum. O beni yetiştirdi, benim çalmamı isterdi. Beni severdi hiçbir acı gününü görmedim. Allah cümlesine yardım etsin.
O da hayvancılık, tarımcılık köy işleri işte? Köy işleri işte tabi ekin, arpa.
Gurbete çıkmadı? Çıkmadı. Eskiden gurbet yoktu. İşte 1957-58’de ameliyat ettirdik burada Hüseyin Çakmak’ın fotoğrafı da vardır babamla beraber çekilmiştir.
O zamanlara yetiştim o zamanları yaşadım ben. Ben de şimdi o zamanlara göre hiç değişmeden cemlerimizi, törelerimizi, düğünlerimizi, bayramlarımızı bildiğimiz kadar yetiştiriyoruz yani yapıyoruz. Köyde şimdi de aynen yetiştiriyoruz (yapıyoruz).
Peki neler öğrendiniz? Şimdi babanız sizi küçük yaşta eğitti mi? Veyahut sizi cemlere alıp gösterdi mi, nasıl oldu bu işler? Eskiden gelenek çok azdı, kültür biraz azdı, bilinçsizdik. Yöre köy adetleri olarak tabi şimdi çağ 1970-1980’lerden sonra daha büyüdü, daha gelişti. Şimdi modaya göre, bilgiye göre sahip olmak lazım. Cemlerinde dört dörtlük davranacaksın, sonra haddini hududunu bileceksin, eline, beline, diline bunlara çok özen gösterirdik. Sonra bizim tarikatlarımız çoğalırdı Hubyar yöresinde. Cezası olanlar cezasını çeker öyle ceme girerlerdi. Kim ki büyük suç işlerse o cezasız kalmazdı. Bu yollar öyle kolay değildir erenler.
Babanız mesela sizi nasıl eğitti? Özel olarak yani sana şunu yap, şöyle oldu, böyle oldu diye? Dedi canım yolumuz şu, izimiz şu. Şuradan geleceksin, buradan gideceksin. Akıllı ol işte, elinde, diline, beline, elin malını çalma, bunları demiştir.
Peki siz beş kardeştiniz mesela sizi mi özellikle yetiştirdi yoksa herkese mi söyledi aynı şeyleri? Tabi toplu söylemiştir, içten gelen şey bizim aşıklık heves ettik.
Aşıklık başka, dedelikle ilgili bilgileri çocuklarına hep aynı söylerdi? Hepimiz yaparız yani onlar pek ilgilenmiyor neyse.
Ama hepsine aynı şeyi söyledi. Tabi söylemiştir, söyledi de. Onun için biz böyle şeylere heves ettik, dedeliğe.
Peki sevgili dedemiz mesela kendi köyünde tabi dedelik yapıyor, siz o köyde tek ocak değilsiniz, tek ocaktan gelen insan değilsiniz. Başka dedeler var mı? Var tabi var hep bizim Hubyar’a bağlı hep dedeler onlar aynıdır.
Ama Hubyar Köyü tümüyle ocak köyü mü? Ocak köyü.
Yani dedeler köyü de, diyebiliriz? Dedeler köyü. Talibimiz hiç içimizde yoktur, gerçi el ele el Hakk’a bağlı, taliplik yolu her şeye taliptir. Bizim de dedemiz var, biz de birbirimizden el tutmuşuzdur onlar da var.
Kendi yörenizde birçok dede vardı? Çok var canım, Şıh Dede var mesela, Feyzulah Baba var, Veliler var. Büyük insanlar vardı. Biz yetişirken, çocuk iken, babam kadar kültürlü insanlardı tabi. Sakallı saçlı mesela eskiden sakal daha güzeldi şimdi biraz modernleşti insanlar.
Saç nasıldı? Saç pek azdır saça biz önem vermiyoruz. Tabi sakal bıyık normal. Giyim, kuşam çok moderndir bizde. Güzel giyinirler; üç beş giyer kadınlar. Erkeklerin de yine böyle aynı elbisesi var çok tabi giyen kravatı.
Yelek? Yelek filan eskiden vardı. Yelek ceket vardı, takımdı.
Peki dedeler hepsi dede ama yaşlı insanlar? Tabi hürmet olarak büyük olarak bir dedemiz içimizden ona münasipse ona biz görgümüz ve sergimiz vardır böyle bir ayrımcılık yoktur bunu biliyorlar.
Şimdi? Mesela bizim tekkemiz Şıh vardır eskiden Şıh Mehmet öldü o oğlu Mustafa var.
Mustafa Temel mi? Mustafa Temel o yürütüyor şimdi o da ocaktır. Bizim mesela kardeşimizdir. İşte o yöreye bakar bizlerde bakarız da tabi daha hizmeti o yapar.
Şimdi sizdeki sistem hepsi ocak olduğuna göre, köy ocak köyü, dede köyü bir de artık gelenekler icabıyla bir de şıh şeyh anlamı var. Fakat cem cemaat olayı nasıl oluyor. Yani hepsi dede olduğuna göre posta kimler oturuyor? Şimdi erenler biz şimdi Şıh olursak mesela Şıh büyüğü olarak saygımız vardır, ocak aynıdır, dedeler aynıdır, bizler ona ilgi gösteririz. Onu cemde olursa münasip görürüz o da ondan büyük varsa, sakallı varsa, Allah’ı var onlar da ona verirler ya hayır ümmeti alır ya da siz sizi görüyorum, der. Yok buyurun erenler biz ayrı gayrı yapmayız, buyrun sizler de başlayın derse o şekilde olur. Tabi nesilere göre, zamanına göre bizim çok güzel geleneklerimiz var. Mesela biz dedeliğe gidince bizim üstümüze bir dede gelirse biz ona yön tanırız buyrun işte Ahmet, Mehmet sen önce buyur, deriz. O da der yok aşık hak senin sen buyur, der. O zaman hayrını alır elini öperiz hizmetini yürütürüz. Biz de senlik benlik yoktur, rızalık vardır erenler. En önemlisi rızalıktır.
Her ocaktan mı yoksa kendi ocağınızdan olan dedeye mi müdahale ediyorsunuz? Kendi ocağımızdan olan dedelere her ocaktan olanlara olmaz tabi biz Hubyar’a bağlı ocaklardan olursa bu söylediklerimiz olur.
Öyle bir saygı gösteriyorsunuz? Saygı gösteriyoruz.
Diğer ocaklardan gelen dede gelip ceme girerse durum ne olur? Hubyar’a büyük saygı vardır. Hubyar Sultan Ocağı olarak bizim yanımızda pek dua yapmazlar. Allah razı olsun. Ben yine bu sene gene Ankara’da Haydar Dede var kendisi kulağı çınlasın, belki de büyük Allah, yaşıyorsa sağ olsun var, olsun. Kızılay işte oralarda kendisi inşaat mühendisi, hem de Cem Vakfı başkanı dede. 4-5 gün beraber kaldım, Ankara’ya uğradım. Çok sağ olsun, var olsun, Hubyar Sultan, dedi onun bir dedesi İbrahim Dede gelmişti 2-3 gece sohbet ettik, bize bir kurban kesecekti, sularımız dondu kesemedi. Allah razı olsun, dedim bağışla ben sana bir lokma edeyim duamı yapalım, dedi senin üstüne biz Hubyar Baba dedi Allah razı olsun çok teşekkür ederim. O ilgisinden çok memnunum tabi herkes yapamaz bunu içinden gelenler yapar. Bizler bir büyüğe saygı, sevgi yaparız. Haydar Dede bize onu yaptı işte Ankara’dan buraya geldik.
Tamam normalde öyle oluyor fakat diyelim ki işte Şeyh varsa o oturuyor yoksa yaşı gereği bir başkasına teklif ediyorlar, ediyorsunuz oturuluyor. Şimdi peki orada ki insanlar, gençler, kadınlar işte hep aynı köyün insanı olduğuna göre aynı ruhtan almış oluyorlar. Yani size bir normal dede talip ilişkisi değil de hepsi dede soyundan geliyor ona göre de bir hava oluyor. Hep bir yere bağlı olduğumuz için el ele el Hakk’a verilmiş. Bizde mesela Hüseyin’i pir tutmuşuz orada kendi yöremizde Hubyar’ın içinde “Hubyar Hızır’a verdi elini” gibi işte Hüseyin bana vermiş ben Hüseyin’e vermişim birbirimize el tutmuşuz. Biz ocakzade olarak birbirimize ayrılmışız hep pirler var yani bizde de.
Sizde mürşit var mı? Mürşit var, mürşit çok önemli oluyor erenler. Şimdi bizim diyelim ki, bizim Ağa Dede, diyelim Adamlı’dan mesela o da Hubyar’a bağlı Adamlı Köyü’ne gitmiş ve orada da kardeşi var. Aslında dedeler bir yerde talibi bölüşmüş daha doğrusu biraz dedim ya sahip olmuş, dedeler. İşte Mehmet, Ahmet benim, Hüseyin, Veli senin diye böyle bir müşterek olmuş. Bunun da kardeş olarak bize mürşit olmuş mesela bundan ileri geliyor. Başka yeri yok yine saygı sevgi vardır, yine pire bağlıdır herkes kuzusunu kurbanını keser Hakk yolunda.
Yani bir tabi ki çok bir farkı yok anladığım kadarıyla bazı yörelerde fark var. Pir, mürşit, rehber ocağı dediğin zaman Doğu’da, doğuyla batı ve iç Anadolu değişik. Değişik.
Çok değişik. Şimdi size göre anlamaya çalışıyorum sizin o yöreyi yani Tokat en azından anlayacağım. Sizin pir dediğiniz, piriniz dediğiniz insanlar yine aynı. Aynı kabileden, aynı ocaktan. Peki ama nasıl bir ilişki var? Yani siz ona gidiyorsunuz niyaz mı oluyorsunuz, sizi görüyor mu, yıllık kurban mı kesiyorsunuz? Nasıl oluyor? Tabi şimdi şöyle. Efendim senede bir kere biz görgüden geçeriz. Dede gelir köyü toplarız, küsülü var mı, işte döğüşüklü var mı, dede gelir cemi yaparız.
Akşam abdest alır, el suyu koyar, ondan sonra bizim bir cicimimiz var, böyle bir halıya benzer, o cicimi sererler akşam namazını (cemin bir parçasıdır, şeriat yani Sünni namazıyla bir ilgisi yoktur. Ayhan Aydın) dede kılar. Pir dediğim gibi geliyor yahutta başka bir dede de olabilir. O oranın yürütme sahibiyse yahut büyükse yani hürmet eder. O da olabilir illa şart değil ki senin deden yahut benim dedem ayrım olmuyor. Ama pire gelince pir senede bir seni görür. Şöyle görür; evine gelir pir sorgusu iki türlüdür.
Yavrum; işte (mesela) Hüseyin evin ocağın nasıl, yiyecek ekmeğin, içecek suyun (var mı), durum nasıl, işte küsülülüğün var mı, döğüşüklüğün var mı? Pir sorgu sorar bunu görür, dede ocak dedesi.
Yarın ki gece de komşuyu toplar, köylü birlik olarak, birlik kurbanı, keser. O dede o köyü görür aynı cemde yine akşamını kılar, cicimini serer gözcüsü olur, ibrikçisi olur, herşeyi dört dörtlük yapar. Talibi getirir meydana dar Mansurun postuna, eş (aşk ?) ola talibe der, sen orada ölüyorsun, orası yüce bir meydandır, der.
Dede sorar, Allah’ım, Eyvallahım daim ola, döktüğünü doldur, ağlattığını güldür, yıktığını yap, dil baş neyse doğru söyle, der onu Ademin yaradılışı gibi kaldırır dede talibi. Öyle dara kaldırır yani diz çökerler. Sonra hiçbir dede bunu almaz, almaz erenler. Şöyle, şimdi dede sorar Hüseyin oğul işte can, mürşid, halife, dört kapı, kırk makam, üç sünnet, yedi farz bunları anladık, yedi gün Hızır orucu üç medet mürvet, kırk sekiz Perşembe, on iki muharrem onları anlatır, ondan sonra elinin almadığını, gözünün görmediğini meftun etme (elinle koymadığını alma, gözünle görmediğini söyleme); ev yıkanın evi, köy yıkanın köyü (olmaz), sakladığın senin olsun, meydana verdiğin cemaate ve dedeye misal sen bir tespihe ya da baltasına adamın kavağını falan kestiğinde demiyorsan o baba senin orada dört melek vardır inancımıza göre. O sen orada çarpılırsın o senin sorunun ha bardağı sen çaldıysan dede ben bilmedim şu bardağı çaldım beni izzeti Hüseyin’le. Diyorsun o zaman gel yavrum siz yahut onun bedelini alırız üç beş sitem mesela alır onları orada görüştürür dede görgüyü görür.
Oradan sırayla herkes geçer görgü bittikten sonra işte tabi kadınları öğüt verir açılma, kimsenin hakkına tecavüz etme, kulağınla işitmediğini (söyleme- duyma), elinle koymadığını (alma) der. İşte artık eline, diline, beline sahip ol; işte kul hakkıyla yanıma gelme gibi her şeyi bildiği kadar anlatır. Görgü tamamen biter, alacaklı varsa alır, verecekli varsa verir o zaman yedi kapı komşuya söyler eşikten içeri bacı kardeş.
Hüseyin mesela meydana geçmiş Mansur kesilir, Nesimi yüzülür, Fazlı ben hançeri kabul ederim. Al malımı ver imanımı, göster doğrularımı, diye hakkı olan hakkını alsın, hakkım varsa alırım, hakkı olanın hakkını veririm, diyor. Dede soruyor şimdi cemaate cem ehline, nasıl bilirsiniz erenleri, diyor onlar da diyorlar; hak eyvallah olsun, iyi biliriz, razıyız, (derler), Allah bize böyle komşuyu daha çok versin, falan (derler) gibisinden.
Birisi çıkıp diyor ki, efendim dede bu benim sınırımı sökmüş taşı almış, yahutta arsaya geçmiş tamam mı bilir kişiler orada Allah rızası için şahit. Diğeri işte dede evet Hüseyin haksızdır orada yerine geçmiştir. Yavrum sen geçtin mi? Evet. Sen o zaman burayı razı et yoksa sen görülemezsin, der. Uymuyorsa, görgüye gelmiyorsa o çıkar oradan. Yok dede hani bak peygamberler basılmış, Fazlı hançeri kabul etmiş, Nesimi yüzülmüş, onlar da peygamber de peyganber olarak o dardan geçmiş. Bu yönden onları orayı bildiği için diyorlar tamam rıza yok işte ben taşı alayım yahutta bedelini vereyim yaptıysa orada yüz kağıt, elli kağıt neyse oranın bedeli Hüseyin’e verir onları barıştırır, ondan sonra rıza suyu gelir.
Cem ehlinde rıza suyu içeriz biz. Şimdi, herkes rıza mı, cem halkı eşikler içeri, bacı kardeş yediden yetmişe razıyız, derler. O zaman hizmetçi gelir su getirir. Suyu dualarız herkes oradan sıradan Kerbela olarak Kelamullahı Hasan Şeyh Hüseyin aşkına şiir okur mersiye falan. O suyu da içtikten sonra rıza suyu gelir ondan sonra hizmetlere başlanır. Hizmetler, on iki hizmet mihraçlama gelir kırklar gelir, ondan sonra semahlar olur en sona da kuzu kurban yenir, cem sona erer erenler. Görgümüz böyledir, cemimiz böyledir, gelenekler böyledir.
Allah doğru yoldan şaşırtmasın, düşürmesin, zalime fırsat vermesin, hükümetimize, milletimize, ordumuza dirlik, birlik, huzur versin.
Erenler sen zaten hep yapıcı olacaksın, yıkmayacaksın, böyle erenler sağ ol, var ol.
Şöyle sultanım, pir dediğiniz dede geldi o köyde bulunan siz mesela diyelim o dedemiz de orada oldu onu da görüyor tabi yani dede de görülüyor. Tabi canım onun dedesi de onu görüyor.
Peki o pir dediğimiz o da başkasına görülüyor. O da ocak dedelerine görülüyor, aynı ocakta.
Aynı gördüğüne mi görülüyor. Ondan evvel görülüyor.
Kime görülüyor? Aynı ocak dedesine kimden el tuttuysa mesela. Hüseyin bana tuttuysa bana görülür, ben de Hüseyin sana el verdiysem hani gelenek ta ilerden yeminden ayrı düşen ocaklar. Yaradılış bir, inanç bir, Hubyar bir.
Aynı öz aynı ama böyle bir el bölüşümü olmuş. Eller böyle bölüşmüş.
Ama üç tane mi oldu pir, rehber, mürşid diye bir şey var mı? Yoksa.
Var, var halife var.
Yok siz ne diyorsunuz çünkü aynı olmuyor herhalde. Pir var, değil mi? Var halife.
Halife var. Mürşid, mürşid onun emmisi rehber yol işte dört kardeş.
Dört kardeş ama bak üç değil. Demek ki dört tane ayrı şey var aynı kök ayrı bir hizmet var. Aynı kapıya çıkıyor.
O onu görüyor, o onu görüyor başta ki mürşit mi ama? Yok dede pir. Mürşitte misal benim hizmet benim dedelere benim de pirim var. Ben dedeleriyim ama ben de el tutmuşum ona görülüyor dedeye o da onun emmisi oluyor mürşit oluyor.
Emmisi derken. Kardeşi yani ayrılıyor bir ocak. Yani senin kardeşin var sana demişim bizim çocuklara.
Öz kardeş gibi mi öz kardeşten mi ayrılıyor? Evet öz kardeşten ayrılıyor. Ben ayrılıyorum sen mürşit olarak aynı kapıya çıkar.
Şıh var deniyor mesela Hubyar’da nereden geliyor bu şıh kavramı? Hoca Ahmet Yesevi ocağından, dedesinden.
Dedem ne farkı var şıhın? Hiç yok biz aynı kardeşiz aynı.
İşte bir farkı var, mesela posta oturduğu zaman ona bir öncelik veriliyor. Tekkeli şıh olarak ona bir öncelik o kadar oluyor ona hizmetini görüyor yani.
Tekkenin hizmetinden dolayı mı? Ondan oluyor yoksa ayrım yok. Oraya bağlı olan hizmetleri o yapıyor, o yürütüyor ona da hizmet oluyor büyüklüğü bu kadar. Yoksa aynı kan, aynı can.
Yani Hubyar Ocağı’nın Tekkesi’nin hizmetlerini gördüğü için şıh oluyor ona da bir öncelik veriliyor. Gelelim tekrar öbür meseleye. Şimdi dört tane pir, rehber, mürşit, halife var, bunların hepsi dede, hepsi de Hubyar’dan geçme, hepsi de Hubyar’dan gelme. Fakat öyle bir şey ki, her bir dedenin yani köyde ki her bir dedenin halifesi, piri, mürşidi, rehberi var. Var yanlarında.
Bir de o dede de kendisi de bir başka dedenin piri, rehberi, mürşidi olabiliyor. Evet.
Mesela siz de bir başkasının rehberisiniz, pirisiniz ama sizin de bir piriniz var? Evet canım, el ele el Hakk’a bağlanır.
El ele el hakka bu kadar birbirine bağlı ve bir farklılık yok. Yok yetişmeye göre, inanca göre.
Peki bütün herkes bunu biliyor mu? Herkes kendi pirini, mürşidini, rehberini, halifesini biliyor mu? Biliyor. Bizim Hubyar’a bağlı, bizim köy olarak herkes biliyor.
Her dede biliyor mu? Evet bilir böyle yani.
Çok ilginç bir şey yani buna yaklaşıyorum da bu kadar açık olarak ayan etmek lazım. Peki mesela piriniz işte görgünüze, sorgunuza geldi sizle beraber siz onlasınız? O sormazsa biz de böyle gelemeyiz, dedelik yapamayız.
Siz zaten görülüyorsunuz ki siz hizmet ettiriyorsunuz ama diğer bir dede de size görülüyor. Evet el ele el Hakk’a ayrı yok hiç yok.
Şimdi sizin pirinizle, mürşidinizle, rehberinizle, halifenizle ayrısınız. Aynı.
Ayrı mı, ayrı. Ayrı ama şöyle ayrı misal diyelim ki biz ** ocak benim de bir dedem sensin senin deden de erenler böyle yani hep şeyi yok yani el vermişiz birbirimize rehber pir tutunmuşuz aynı kapıya çıkıyor hiç ayrı yok.
Yok onu demiyorum, şimdi diyelim ki böyle burada dört kişiyiz siz bir dedesiniz
misal piriniz Ahmet bey mürşidiniz ben miyim?
Evet.
Mürşidiniz ben ama onun da piri bir başkası.
Aynı ocakta birisi.
Aynı ocakta aynısı.
Erenlerinki de başka olur.
Başkası, tamam oldu. Peki Hacı Bektaş’a geleceğiz tabi şimdi o nerede?
Hacı Bektaş efendim şimdi Hoca Ahmet Yesevi Hacı Bektaş’ı okutmuştur 90 bin erenlerin ocak olarak inancımıza göre , yazara göre. Hacı Bektaş Veli sultan işte o dergah olduğu zaman okumuş daha inançlı mesela.
Hacı Bektaş bu dergahta mı okumuş?
Bu dergahta.
Hubyar dergahında yetişmiş.
Bu da dergahtan çıkmış evet. Hoca Ahmet Yesevi okutmuştur 90 bin erenlerin.
Peki Hoca Ahmet Yesevi, yesevi şehrinde. Yani o buraya mı gelmiş diyorsunuz.
Efendim o nerede çağırırsan oradadır da biz bu Hubyar’ı da biliyoruz yani inancımıza göre. Allah’a.
Kendisi o aslında bu Yesevi şehrinde olan değil de özü itibariyle ruh yani kendisi orada meftun.
Orada yatar biliyoruz.
Ama Hacı Bektaş. Hacı Bektaş talebesi olarak biliyoruz.
Ama orada mı yetişti, nerede yetişti? Hacı Bektaş.
Sizin olduğunuz yerde mi yetişti? Hoca Ahmet Yesevi olarak onu okuttu talebesi olarak.
Nerede yetiştirdi, nerede okuttu? İşte hoca Ahmet Yesevi şehrinde yetişmiştir Orta Asya’dan gelme Türkler.
İşte orada mı yetişti. Evet orada yetişmiş Horasan’da.
Hocası önce geldi kendisi sonra mı geldi diyorsunuz? Tabi beraber onlar müşterek olmuşlardır beraber gelmişlerdir. O zaman işte bölüşmüşler mesela işte dedeler oradan, Pir Sultan Abdal, Kul Himmet, Hatayi.
Peki bunların hepsi buradan mı ** ediyor. Evet hepsi Hoca Ahmet Yesevi’ye bağlıdır. Ama şimdir ki benim *** diyor ki ben falan ocaktanım diyor oradan bir ip kopuyor bana göre herkes aynıdır, birdir. Yazara göre Hoca Ahmet Yesevi olarak 90 bin hocayı okuttuysa ****** odur.
Odur diyorsunuz türbesi de mekanı da bellidir diyorsunuz siz buna inanıyorsunuz. Hacı Bektaş’da o dergahtan yetişmiştir, el almıştır, feyz almıştır o da şeyini şey yapmıştır. Peki, bu Hacı Bektaşi Velinin evladı vardı yoktu bu tartışmalar çok gündeme her zaman var. Yani bel evladı değil, yol evladıdır siz ne diyorsunuz bu bel evladı, yol evladı bir dedelik, babalık meselelerine. Yol evladı olur yol evladı vardır, bel evladı olmaz.
Yol evladı, onun yolundan gidenlere. Yol *** evladın ***. Benim yerime yine evladım gidecek.
Peki, bir dede gerçek bir dedeye dönecek olursak, şimdi siz babanızı anlattınız bir parça. Babanızda daha ve diğer her şeyde de bu sistem var aynı sistemi her sene oluyor. Siz ocak olduğunuza göre talipler var en başta, söyleşinin başında bir saat önce saydınız bazı isimler şuralar şuralar..... talipler dediniz bir daha onlara dönelim. Sizin Hubyar’ın veya en azından kendi kendinizin isim olarak sizin talip yöreleriniz nerelerdir? Yani babadan, dededen. Şimdi babadan dededen şöyle yani, evet onu evvelden görüşmüştük misal bizim çevre köylerimiz, Turhal’ın Samıçayı köyü.
Teker teker söyleyin çünkü onlar. Turhal’ın Samıçayı köyü, Serkiz mezrasının Şehitler köyü, şimdi oldu köy eskiden Serkizler köyüydü Tokat’ın köyü şimdi Şehitler oldu.
Yeni ismi şehitler oldu. Şıhın bulunduğu köy, Karakaya köyü, Şıhın mesela kaynanası o sülale bize ocak, el vermiş.
Mustafa Temel’in mi? Mustafa Temel’in kayınpederi bizim talibimiz onun ailesi bizim.
Hangi köy dediniz? Tokat Karakaya
Tokat Karakaya hangi ilçeye bağlı ama? Tokat merkeze. Sivas Hafik Düver, Hafik’in Karabaç köyü, bize düşen yani bizim ocağa. Diğer dedelerinki de yine aynı yörelerde oluyor.
Yani sizinkiler buralar. Buralar.
İstanbul. İstanbul’a geldiler şimdi.
İstanbul’da çok, siz de onların peşinden geliyorsunuz. Evet şimdi gelelim bir daha geri mevzular çok bizde de soru çok. Şimdi babanızdan bahsettiniz Allah rahmet eylesin şimdi temizlik, dürüstlük, edep, erkan başka nasıl bir dede olarak bir dedenin vasfının o da belki babasından alır, o da belki dedesinden aldı filan falan derken bu değişik bir şey olsa gerek. Hanesi açık bilmem ne. Değişik olmaz şöyle olmaz bilinçlikle olabilir de yolda değişiklik olmaz. Misal aşık diyor, Seyranda uğradım ilme hikmete,
Elif **** gördüm bir nokta
**** uğradım ben mürvete
***** verdim bir nokta
Tarikat, yol, cem hiç değişmez, bilgi değişebilir belki az bilir, belki çok bilir bilgiden değişir.
Tarikat aynı hiç değişmiyor. Yol güzeldir, yol dürüsttür ama isteğe bağlıdır yol dedeye bağlıdır. Dede oturmasını, kalkmasını bilmezse o yol biraz zayıf olur.
Onu diyorum benim öğrenmek istediğim dede dedeyi tutmuyor işte. Dedeliğin vasfı giyim, kuşam, oturma, davranış, konuşma, uslüp. Dürüstlüğü bilecek, hareketlerine dikkat edecek mesela cemi nasıl yönetecek dede onları çok dikkat etmesi lazım ki başı boş hani affedersin koyunu dağıldı mı koyun ekine girer dede talibin çobanıdır. Arayacak, her sene gelecek, görgüsünü görecek, kuzusunu kurbanını kesecek. Kısmet olursa biz işte Allah izin verirse ******* olarak Cuma günü bir görgü göreceğiz, Sivas’ın Karabalçık büyükleri, talipleri.
Kim, Sivas’ın. Karabalçık. Hacı Sürek’te oturuyor onlar.
Hacı Sürek nereye bağlı? Kasımpaşa’ya.
Evet biz şeyimize bir dedenin vasıfları dediğimiz zaman bütün toplumu ilgilendiriyor bu vasıflar. Ayhan Beyciğim misal şimdi Sivas’ın Karabalçık köyü, bizim orada üç hane var ocakzade bizim talip olarak halen yok şimdi orayı bağışla. Şimdi oradakiler de bizim yörenin talipleri oluyor, bizim emmilerin, dayıların mesela bizim akrabaların oluyor ayrım yok. Bizim öyle durumlarımız oluyor ki mesela ********* ayrım yapmıyor yani **** talipte güzel mesela istiyor ki biz daha güzel toplum olsun diye iki senedir orayı ben yönetiyorum bu sene yine inşallah bizim üç ev orada talip öteki taliplerde bizim amcalar veya köyü yani bizim Hubyara bağlı ocak olarak seçmiyorlar yani ayrım yapmıyorlar. İlla ki sen dedin ben dedim olmuyor yalnız iyi olsun, dürüst olsun, biz hem hizmetleri yakıyoruz, hıdırellez tutturuyoruz, hem görgüyü görüyoruz hep *** biz kendimiz yapıyoruz.
Şimdi güzel dedem iyi bir noktaya geldik. Yani bu kuralı bunlar güveniyor ki bize gelecek şeyde hani her zaman cem yapan dede değil ama bu ocaktan gelen bir dede ve kendisi de görülmüştür el eli yıkar, el döner yüzü yıkar arı olmayan arıtamaz dedikleri gibi bu dede arınmıştır gelecek biz ona kendimizi kurban edebiliriz diye sizi rahatlıkla çağırıyorlar. Bu nasıl oluyor mesela bunu sizi arıyorlar mı bunun şekli nasıl oluyor, çağırıyorlar ama nasıl oluyor? Çağırıyorlar tabi günler oluyor mesela ocağın eski hesap mesela şubatın bir haftasını almış koymuşlar Hıdırellez orucu şimdi her halde kurban bayramı geldiği için bir hafta falan diyorlar orada bir sakıncası yok. O haftası zaten hep oruç oluyor iki hafta filan. Allah izin verirse toplantı yaptılar karar aldık Cuma akşamına görgüye başlayacağız kısmet olursa.
Yani görgüyü hıdırelleze göre mi ayarlıyorsunuz? Hıdırelleze göre ayarlıyoruz.
Normalde de böyle mi oluyor? Yazın da oluyor görgü. Görgü illa ki.
Görgü illa ki kışın olmaz. Kışın olmaz yazın.
Duruma göre. Sene de bir kere olur.
Sene de bir kere olur görgü ve mevsimi yok. Yok.
Mesela köyde de olabilir. Tabi köyde de oluyor. Diyelim ki güz geldi koçunu katmış, davarını katmış kış zamanı görgüsünü görür. Hıdırelleze gerek kalmıyor yani illa ki Hıdırelleze göre bir şey yok.
Yani talipler mi size daha çok bildiriyorlar dededen ziyade. Dedeler tabi ileriden gelen mesela dedemizden, ebemizden gördüğüm şey bu. Hani talip üzerine gideriz zamanı gelirse onlar arar ihtiyacı olursa yoksa biz geliriz. İşte onlarda bizde karar verdikleri için sağ olsunlar.
Her zaman yani illa tam olmuş olmuyor yani bazen talip bilse bazen onlar istemezse dede de gidebiliyor. Başka dede de olabilir illa ki yıllardır mesela bunlar başka ocağa görünürlerdi. İşte iki senedir bize kısmet oldu ayrım yok bizde sağ olsunlar sevdik onları bu sene de kısmet olursa işte Cuma günü görgüyü göreceğiz.
Peki, saydığınız diğer köyler vardı oralara babanız gidiyor muydu? Babam gidiyordu oralara da gidiyordu da çok az gitmiş. Eskiden hemen herkes yalnızlık varmış işte, çocuklar varmış gidememiş.
Talip üstüne çok gitmemiş babanız. Gitmemiş ama ata çok meraklıymış böyle devamlı atı alıp onunla gezermiş.
Yani dağlara falan gidiyor, tabiatta geziyor o başka. Peki mesela burada ki durum böyle olmakla birlikte biz de görgü bir kere oluyor. Görgü, sorgu derken şimdi bunlar çok kelimeler birbirine benziyor. Şimdi Musahiplik kavli var. Şimdi erenler musahip ayını haktır ve gerçektir yola musahiptir bütün dedeler. Bazen yörelerde musahip tutulmuşlar bizim Hubyar yöresi bunu uygulamamış. Yalan söylemeyelim yalan Allah’ın **** biz yalnız şuna inanmışız biz musahip olarak yola bağlanmışız yol musahip Allah Muhammed musahip, yer gök, ay yıldız musahip. Bir de ehlen sana musahip olarak uygulamış orayı. Bazı yörelerde *** şeyini musahip tutuyor onlarda onların sorunu biraz çok ince.
Musahiplik ağır olduğu için Hubyar da uygulamıyor. Fakat görgü şimdi sene bir talibin bir kurban hak. Var. Üç talip olarak toplanıp görülüyorlar.
Ben ona geleceğim. Şimdi gerçekten de her talip kurban kesemiyor. Kesemez erenler.
Şimdi bu nasıl oluyor yöreye göre değişiyor. Misal diyelim ki burası elli hane var o köy elli hane görülüyorlar aralarında iki kurban alırlar bir birlik kurbanı bir de Abdal Musa’ya niyet üç gün sonra kesilir yahut bir gün sonra kesilir görgüden sonra aynı gece de olabilir. İki birlik alırlar bir *** olur bir birlik olur. Ondan sonra bir hafta sonra keserler yani köylü olarak müşterek sargı yaparlar neyse üç beş kuruş arasında ondan dedeye bir pay verirler, aşçıya bir pay verirler. Ondan sonra böyle. Gelene kadar cem indiririz. Hıdırellez deyince.
Şimdi kemikler bazı yörelerde gömülüyor. Gömülüyor.
Sizde de aynı. Evet kanını da toprak içine akıtmak şart.
Nereden kalma bu? İbrahim peygamberden kalma ararat dağında demin bahsetmiştim.
Kurban kutsal olduğu için kemiği de kutsal yaban hayvanları, köpek vs. dişi deymesin deyi değil mi? Tabi.
Ondan geliyor. Böyle kurbanı müşterek keserler müştereği aralarından hallederler kurban işi bittikten sonra Hıdırelleze gelelim. Hıdırellez perşembeden bakar işte Şubat ile Ocağın eski hesap.
Eski hesap sizin orada nasıl tutuluyor normali bugünü bırakın. 13 gün alafranga hükümet hesabı vardır, çoban hesabı da 13 gün geridir. Mesela şubat ayıyla birinci ayın 3 gününü alır. 3 gün ondan alır, 3 gün ondan alır geneli bu kadar başka ayrımı yok.
Yani ocakla şubat arasında. Tutulur.
Bir hafta oluyor ama 3 gün ondan alınıyor 3 gün ondan alınıyor ama Perşembe akşamı kalkılıyor. Perşembeye bağlı artık iki gün mü alır.
Sonu perşembeye mi gelecek. Girişte Perşembe, sonu da Perşembe.
Girişte Perşembe, sonu da Perşembe onlara dikkat ediliyor. 7 gün mü tutuluyor. 7 gün oruç 3 medet mürvet ması matem orucu, kırk sekiz perşembeler var on iki gün ması muharrem ayı var. Oruca gelince şimdi bizim oruçlarda et yenmez, soğan yenmez, sarımsak yenme, turşu yenmez yedi gün katiyetle öyle bir şey yenmez dürüst olacaksın, haddini hududunu bileceksin her şey **** böyle çok sakıncası vardır. Zaten oruçlu ayda hangisi olursa olsun oruç tuttuğun zaman onlara dikkat edeceksin yoksa affedersin koyunun içeri al at maldır sen ademsin adem iki tanedir, bizim Türkiye’de iki tane oldu Allah sonunu hayır etsin. Orada oynatıyorlar onlara bir şey demem Türkiye’nin işi. Adem olacaksın bütün oruçlarda insanlar oruç tutarken çok dikkat edecek. Yani hiçbir oruçlarda et yenmez eline, beline, diline sorunu vardır buna dikkat edeceksin, kendini ıslah edeceksin nefsini ıslah edeceksin. Oruç tutmak bir gün öğle yemeğiyle oruç, 366 gün oruç olacaksın, görgü olacaksın bir geceyle görgü olmuyor tabi bunları anlatıyoruz tabi erenler. Diyoruz talibi çağırıyoruz dar Mansuru ***** postunu yeşil yola talip yola seni senden sorayım, evine, ocağına, yedi kat komşuna 366 damarından dede günah almaz sen şu tespihi çaldıysan alır, çalmadıysan ben senin günahını alamam almaz da yeni uygulamış pir daha zemin güzel sağlam. Sen zaten kendini biliyorsun, kararını biliyorsun, karını biliyorsun bunlar çok önemli, insanda sevgi saygı çok önemli. Hatır yıkmayacaksın, asık suratlı olmayacaksın, tatlı dilli olacaksın, güler yüzlü olacaksın. Elinden geldiği kadarıyla buna dikkat edeceksin.
Peki Hıdırellezin manası nedir? Hızır orucu erenler, Hızır İlyas kardeş olmuşlar biri kadara, biri denizdedir. Girmişler yedi gün Hızır orucu tutalım hani orada ileri köyde eskiden mesela.
Mesela manası da Hızır ne yapmıştır, Hızır İlyas kimlerdir bunlar? Yetiş ya Hızır niye diyor? İşte Hızır aleyhselam.
Peygamber mi? Peygamber tabi İlyas’ta peygamber zaten 124 bin peygamber var. Bunlar öyle vasıflarla geçmişler, görgüyle, yolla izle geçmişler buraya kadar işte insanlar onların vasfını sürdürerek bizlere Allah razı olsun bırakmışlar işte. Biz de elimizden geldiği kadarıyla.
Muharremi kaç gün tutuyorsunuz? Muharremi on iki gün.
Ne zaman başlıyorsunuz? 18 gün sonra Kurbandan.
Kurbandan 18 gün sonra. Yazardır eskiden de.
13. gün mü kurban kesiyorsunuz? On ikinci günü bitirdikten sonra on üçüncü gün kesiyorsunuz. On ikinci gün de olabilir. Bitirdiğin gün kurbanı kesebilirsin. Medet mürvet orucu da.
Nedir medet mürvet orucu? Hz. Ali ile Fatıma bunlar oruç zamanlarında kapıya bir şeydullahçı geliyor Şeydullahı Salman etmiştir, kırlarda onlara daha biraz daha zamanımız olsaydı girerdik konuya, sayıyor şeydullaçı hakkullahcı şimdikine göre. Kapıya bir dilenci geliyor denilmez aslında onlara göre daha doğrusu sayın şeydullahçı denir yazar göre, eski şeylere göre denirdi dilenci deyince biraz abes oluyor tabi. O da şimdiki zamanda dilenci deniyor kapıya bir insan geliyor ya Ali uzak yoldan geldim sana muhtacım, acım dedi. Ali ile Fatımanın o gün için bir ekmekleri vardı onu verdiler. Ertesi gün başka donda bir insan daha geldi o ekmeği de verdiler iki oruç medet mürvet orucu 3 gün, bir daha geldi üçüncü akşam üçüncü ekmeği o adam Hz. Ali ile Fatıma onlara vermiştir o da medet mürvet orucu aç olarak ama ıslah olarak o orucu tutmuştur. Medet mürvet orucu da üç gün buradan ileri gelir.
Ne zamanlar tutulur bu? Ne zaman tutarsan tut.
Serbest. Serbest Hıdırelleze mesela hafta kala karşılarsın Hıdırellezi perşembeden üç gün evvel Salı yahut Çarşamba akşamı kalkan perşembeyi medet mürveti bitirirsin. Ondan sonra Hızır orucunu bitirirsin kırk sekiz Perşembe zaten hafta da bir kere ne zaman tutarsan tut.
Peki yöre de mesela görgü yapıldı diyelim herkes görgüden geçti. Ondan sonra nasıl cemler var. Cem olayı devam ediyor mu sadece dedenin isteğine göre mi devam ediyor yoksa bir hafta diyorsunuz. Dedenin isteğine göre değil zaten bir hafta Hıdırellez yedi gün.
Yok siz görgüyü Hıdırellez de yaptınız onun dışında nasıl cem oluyor? Görgüyü yaptık bitirdik Cuma Perşembe akşamı şeye başladık Hıdırellez orucuna o akşam yine bir rıza suyu veririz, halkı toplarız, cem ehlini namazları, niyazları kılarız diyelim ki sabah oruca kalkılacak herkes şuna uyması lazım, ona uyarlar. Yedi gün öyle.
Akşamları toplanırlar. Akşamları akşam toplanırız yedi gün.
Ne yaparsınız? Efendim şimdi cem yaparız aşık oturur mesela akşamı kılar dede el suyu koyulur. Süpürge çalınır, faraş daha doğrusu gözetçi gelir gözetçi yerini Karaca ahmet.
On iki hizmet yapılıyor mu? On iki hizmet hepsi aynısı.
Hıdırellez’de. Hıdırellez’de A’dan Z’ye kadar her can, her gün, yedi gün yedi gece on iki hizmet yapılır.
Ama görgü değil. Görgü yok görgü bir kere olur.
Görgü oldu bitti sonradan millete ilan edildi dendi ki Hıdırellez başlıyor ona göre bu Perşembe başlanıyor. Dede anlatıyor öbür perşembeye kadar cem cemaat oluyor. Cem cemaat işte semah olur kırklar gelir mihraç yürür kırkların mihracı her gece yürür yedi gün yedi gece. Ondan sonra ilk akşam bir gömbe yaparlar kırk gömbesi yaparlar Halil Peygamberin gömbesi olarak. O da şöyle olsun madem giriştik Hz. Peygamber sahraya gitmiş diyelim ki işte Muaviye Zahrayı vermemiş daha açık konuşalım demiş benim dinime döneceksin ya Halil Peygamber, ben senin dinine dönmem demiş Muaviye’ye. Peki dönmezsen iki hayvanı varmış affedersin koç gelmiş köyün önünden daha aşağıda ırmak var ırmağın kenarına geliyor Halil peygamber diyor ki ya Resullullah “ben şimdi nasıl alayım koç şuradan hayvanlara dört çuval kum dolduruyor. Herşeyi verir cenabı Allah için doğru olsun erenler eve geliyor onlar un oluyor Halil Peygamberin **** kadın şimdi hayvanların önüne geliyor yıkıyor çuvalları getiriyor ambarların önüne koyuyor hemen elini ayağını yıkıyor eline halburunu alıyor bakıyor ki dört çuval un Halil peygamber bilmiyor ama bunu dört çuval kum olduğunu biliyor. Allah’ın hikmeti ilahi. Hemen gömbeyi yapıyor bir tas suyla yokluk zamanı getiriyor Halil peygamber **** elhamdülüllah nimete bereket Allah’a çok şükür bacı bunu nereden ettin diyor, hanım demiyor. Erenlerin cem de bacıdır **** teslim ediyor seni ademi rızadır cemde. Şeriatta ademdir havvadır bunlar mesela. *** halil peygamber olarak gömbesi ilk gece bir gömbe yaparlar. İşte şimdi halk o gömbeyi bir lokma yapar herkes yer ondan sonra bir de Hıdırellezin çıktığı gece son gece o gömbeye yer. Ertesi gün de Hıdırellezin bayramı vardır Cuma günü onun kurbanını keserler yer içer sene bir kere görgümüz böyle.
Peki muharremde akşamları ne yapıyorsunuz? Muharrem de efendim yine mersiye okurlar, cem ederler cemi yürütürler mesela su içilmez tabi Allah sabır versin 12 gün idare ederler. Pek öyle eğlence yapmazlar **** olarak yani ağır cem olarak olur. Öyle hizmetler yürür bir de belki de **** semah olabilir. Cem olduğu zamanlar *******. Şimdi yöreye bağlı yani alışkanlığa bağlı yani bir sakıncası yok cem ne zaman yapılırsa yapılır.
Kurban bayramında kurban kesiliyor mu? Keserler erenler kesilir, gücü yeten kesiyor yalan olmasın.
Hiç ramazan orucu tutuluyor mu? Bizler yok erenler şimdi. Ehlibeyt olarak uygulanmamış o da haktır tutanlar mesela o din kardeşidir yollar ayrılmıştır.
Peki bu Alevi Sünniler ne olacak yani bu eninde sonunda kaynaşılacak. Mesela bu şeyler ne oluyor ne görüyorsunuz. Bizce şöyle, babamızdan dedemizden gördüğüysek şimdi de aynıdır kaynaşmaz. Şöyle ki, kaynaşmaz yol ayrılmıştır, sürek bin birdir hani yol bir sürek bin bir olmuş. Mesela cami de hak cem de hak ben onu atmış değilim çok güzel herkes yapsın. O da din kardeşi mesela herkes yöreye göredir ama bizim Alevi milletinin namaz bizim halka namazımız vardır o da aynı namaza geçer. Akşamları her akşam yedi gün hıdırellezde namaz kılarız misal dede olarak, cemaat olarak. Kırklar yürütürüz işte bizim tarikat namazı, cemimiz o tüzükler öyle gider. Namazda da böyledir ayrımcılık olmuş. Peygamberler gününden olmuş ta ilerlerden bugüne ait bir şey değil ki biz yapmadık. Aşık diyor ki, biz de böyle gördük uludan pirden yardımcımız ol Şahı Merdan hani. Şahı Merdan olamam ben yollar kurulurken erenlerin inançlarına göre onlar camiye biz de ceme. Şeriat tarikat kardeştir. Şeriat demek ne tarikat demek ne. Misal şeriatta *** bir arkadaşla döğüştüysen, hakimin huzuruna vardıysan arkadaşlar gelin size su vereyim hakim dediyse oradaki Hasan, oradaki Hüseyin öyle yazara göre, inanca göre isterse kabul olunsun, olunmasın orada Hasan o Hüseyin şeriatta Hasan tarikat Hüseyin. O zaman şeriat diyorum anlaşırsan, mahkemeye vermezsen suçu geri alırsan verdiğin dilekçeyi o zaman şeriatını atmak oluyorsun şeriat demek bir. Tarikata geldik misal tarikatı nasıl attıracaksın ceme oturduk ya dededen, ya hocadan, ya aşıktan bir beyit içine çalaksın, kulağında kalacak ki sen de orada cem evinde tarikat attırmış olacaksın. Tarikat bu yönden erenler. Böyledir yani gelenekler ecdaddan böyle gördük.
Şimdi çok meseleler var sizi tabi alıyoruz böyle şey yapıyoruz. İnşallah yormuyoruz bizim sorularımız birden çok. Şimdi tabi dedeler, babalar dediğimiz zaman bir Bektaşilik kolu var yani bir de Bektaşi babaları var. Onlar soydan gelmeden hizmet yürütüyorlar işte liyaketle layık olanlar cemaat içinde toplanıyor diyor şu filanca insan acaba buraya gelsin mi. Tabi bunun da kuralları var öyle çok da basit değil herkes gelip o posta oturamıyor. Yani Ehlibeyt soyundan olmasa bile bir Bektaşi gelişerek, ilerleyerek oradaki insanların isteğiyle baba dediğimiz insan olabiliyor, posta oturuyor, başlık giyiyor, hırka giyiyor tabi onlarında çok büyük. Kavuklu oluyor baba oluyor.
Törenleri var bunlara nasıl bakıyorsun? Erenler bunlar ileri ki dedelerin zamanından işte dedeler orada bir ayrımcılık yapıyor daha doğrusu Horasan’dan gelince. İşte Hoca Ahmet Yesevi’nin talebeleri oturduğu postları bölüşme zamanı on iki postlar. İşte ben baba olayım, sen dede ol bundan ileri gelen şeylerdi yani yöreye göre alışkanlık. İlla ki böyle bir şey yok herkes bir yol tutturmuş. Baba babaya inanmış dede dedeye inanmış hani yöreye göre değişmiş inanç aynı, yol aynı. Ehlibeyti biraz sıkan zayıflığı da buradan ileri geliyor. Bir olmuyor misal olsaydık Kerbela’dan da gelen şey hani İmam Hüseyin Kerbela’da 70 bin kişiyle Kufe’de harbe gidip de geriye dönüyor ki 72 kişi kalmış. Bizim bunlarla da biraz kopukluk var ne yapalım Allah’ın emridir. Böyle işte yetiştik bu hallere kadar mücadelelerle geldik gittik. Yeter ki en iyisi biz de birlik, dirlik, doğruluk. Aslında yerse de ayrımcılık hani bir de şöyle diyor aşık;
Varlık deryasına dalma ey kardeş
Kardeşe dirlik, birlik isterler
Benlik davasından geç yavaş yavaş
Muhibbi de dirlik birlik isterler
*** böyle geçirir bu ***
Dergaha düşürür benlik Ademi
Resulullah dedi lahme kelamı
Kardeşle de birlik dirlik isteler.
Harabi kem doğruyu söyledin
Haklı senlik benlik lafı yolda yasaktır
Kendini beğendirenler çıkmasa
Daha erenler buna gayil olur mu
Aslında bunların olmaması lazım. Mesela bir can, bir ırk ama sürek bin bir olmuş fark etmez. Sen şimdi desen ki ben şuyum olmaz işte. O diyor ki ben Hubyarlıyım, ben Pir Sultanlıyım o diyor ben Hatayi, Kul Himmet hepsinden Allah razı olsun, hepsine de sevgim saygım var. Yeter ki yol görülsün, cemler bir olsun isteyelim ki bizim kapımız herkese açıktır doğrular yeridir cem. Eline diline, beline doğru olanlar böyle kötü yönde gelen hiç gelmesin bizim cemimize, tarikatımıza tarikat cem aynıdır. Tarikat demek yani orada bir tarik attıracağım yani yanlış bir şey yoktur, cem tarikatlar böyledir. Semahlar aynıdır.
Şimdi tabi ki şöyle bir durum var. Şimdi işin birde bir başka boyutu var hukuku boyutu var, mahkemeler. Biz de Alevi Bektaşiler işte mahkemeye gitmiyor ama dede hakim gibi diyorlar. Gelelim buna sıra şimdi yanlışlık oluyorlar, hata oluyorlar nasıl oluyor o işler. Allah’ın izniyle evel Allah Hubyar ilkesinde, Hubyar tarikatında yani aşağı yukarı katilliği bile dinler dede dinler. O **** o tarikat koyuysa, inancı varsa. Zaten iki ** açıktır şeriat tarikat kardeşidir baktın ki onu iyilemiyorsun onun birisi dışlanır haksız kimse o cezasını çeker. Bizim bir *** anamızda tarikatta dedenin üstünde bir köşe vardır evlerde orada ** anamızdır. Düşkün olabilir gelir gelsin otursun bir şeye karışmaz, yemez içmez yani komşu olarak anayasası vardır tarikatın evlerde dedenin üstüne köşeler vardır böyle o köşeler can oturabilir yani dışlayanlar. O yedi sene, on iki sene düşkün kalabilir ondan sonra çilesiz olarak aynı mahkeme gibi o çile dolduktan sonra kuzusunu, kurbanını keser dedesine görülür topluma girer. Bizde böyle. Karı boşayanı almak, kız boşayanı almak böyle cinayeti işleyeni Hubyar yolunda almak çilesi çekmeyince böyle tam tüzükten geçmeyince öyle herkes gelemez erenler. Yol güzeldir.
Peki nedir bunların kuralları var mı? Mesela bu hata yaptı şu kadar şu cezayı verilecek diye. ***** vardır erenler mesela karı boşamış daha çok günah onlar mesela normal cezalar tabi dövüş, kavga, gürültüyle onlar köy halinde dede halleder barıştırır, alacağı varsa alır, vereceği varsa verir onları halleder. Cinayet falan cinayeti de kurtarabilir ama o yolun gülabiyse ben mesela çocuğunu öldürdüyse ***** kandan geçenler o yolun talibiyse oraya bağlıysa atar sual eder Cenabı Allah’a der ki, bura senden sorsun ben hakkımdan vazgeçiyorum orada da olur o yönleri de olabilir. Hem nasıl gelirse illa cinayet işlemiş, karı boşamışsa koymazlar tarikata bir müddet bekler.
Ne kadar bir müddet? Yedi sene on iki sene falan. Bu aralarda düşkün olur ceza verilir ondan sonra o gün bitince görülür.
O iş nasıl oluyor mesela suçlu suçsuz mesela herkes zaten gelecek görülecek ya postun önüne geldiği zaman herkes ondan şikayetçi mi oluyor? Şimdi şöyle yani tarikatımız cemimiz başlayıp da köylü toplanınca gözetçi adam şeyin duasını alır gözetçi tamam dede kimse kalmadı herkes geldi der, hizmetlere başlarız. El suyu koyulur, faraş çalınır akşam namazını dede kılar duazimam ondan sonra marifet denir bacılar kalkar Hz. Fatmanın dara durulur. Ondan sonra erenlerin sefasına der gözetçi ondan sonra dedeyle dar çeken dar Hz. Fatıma şefaat edilir. Orada Bektaşi yani düz bağdaş, erenler rahat otururlar. Ondan sonra bir müddet sohbet olur alacaklı verecekli, arada kırgınlık var mı açıktan böyle büyük dertler varsa daha görgü başlamadan onları orada hallederler. İşte derki muhtar efendim şu şundan şu kadar cezası var şu kadar işi var onu daha görgü başlamadan orada yahut ***** müsait olursa kurulu heyet toplanırdı, heyet muhtar,dede hani daha cemaat koymazlardı ona hallederlerdi daha doğrusu kime duyması gibisinden, sırrımız sağa sola duyulmasın gibisinden. Akşam da cem de geçer görürler buradan da güzel şeyler vardır ki ceme belirli utangaçlık şeyleri mesela çoluğun çocuğun kıymayacak şeyleri hani olur ya köy halidir. Adamın kavağını keser, keçisini çalar yer mesela bunları halleder *** falan ceme de koymazlar. Böyle cemimiz yürür Ayhan Beyciğim.
Yani bunlar çok güzel birkaç da günümüze doğru gelelim bunlar hep inançla ilgili, geleneklerle ilgili şeyler. Mesela işte İstanbul’a geliyorsunuz, bu cem evlerini görüyorsunuz, nasıl buluyorsunuz bu cem evlerini? Cem evleri çok iyi efendim çok da güzel, daha Allah daha sağlık ve dürüstlük, doğruluk versin isterim ki herkes gelsin.
Peki nasıl bir yönetici olsun buralarda, cem evlerinde? Ben şöyle istiyorum sizin cem eviniz gerçekten bazı yöreler gezdim şunu gördüm, oturmaya değer, herkes birbirini görmeye de değer güzel tüzük olmuş, tüzükle yapılmış. Zaten böyle olmazsa kargaşa oluyor, hani ileriyi görmüyor adam birbirine böyle çok yakın olduğu için hem güzel hayırlı olsun Allah başa kadar versin. Şimdi tam dört dörtlük çünkü sırayla olduğu için biz görüyoruz.
Arka arkaya olduğu için düzenli bir yapısı var yönetimi nasıl olsun bir dede olarak nasıl olsun? Yönetimi şimdi ben şunu istiyorum hangi can olursa olsun dede çok dürüst olması lazım, disiplinli olması lazım içi güzel olması lazım, bilimi geç bilim belki az olur, çok olur hani evet bilim hakta belki de hepsini bilemez bir insan. İlim bir mürekkep yarıyadır ilim bitmiş deniz bitmemiş. Dede şimdi geldiği zaman ayrım yapmasın, çoluğu çocuğu azarlasın mesela herkes haddini hududunu bilsin alışlı verişli herkes sağa sola ceme gelince oturduğu yerde kalsın, hizmetçiler herkes hizmetini yürütsün. Dört dörtlük olsun, çağa göre daha güzel herkes de gelsin doğrular gelsin yalnız, bildiği kadar izah etsin dede bunu istiyorum ben.
Evet tamam şimdi mesela şöyle bir mevzu var tabi. Bu Aleviler devlette temsil edilmiyor, Alevilere bir hak tanınmıyor Bektaşilere. Bunun için ne yapmak lazım devlete ne dememiz lazım. Tabi devlete müracaat etmemiz lazım, biz evvel azınlıktaydık şimdi ise çağımız başka türlü oldu bize haklarımız verilsin cem evlerimize yardım olunsun. Mesela hocalarımız alıyor mesela onlara yıllardır vergimizden, kardeşimizden ** olan toplanan bizim dedelerde hak olsun, eşitlik olsun yani biz bunları istiyoruz daha doğrusu. İnşallah olur bunlarda.
Peki bir dedeleri, babaları bir araya getirecek bir meclis deniyor dedeler, babalar meclisi. Evet bu da gelsin.
Değişik ocaklardan, köklerden, boylardan, soylardan, yörelerden dedeler bir araya gelsin, kenetlensin, kaynaşsın ama bu devletin içinde yer alsın veya bunu kabul eder misiniz? Ederim şöyle ederim misal neden olmuş **** daha girdik biraz evvel dede gitmiş sen benimsin demiş öteki de dede sen benimsin demiş daha doğrusu bizim kopukluğumuz bundan da gelmiş. Aylık yok, yıllık yok dede çıkar yüzünden yol biraz, zemin biraz zayıf olmuş temeli yani bugünün işi değil bilmem kaç yıl evvel daha biz şurada 60 senelik yahutta 50 senelik zamanı söylüyoruz daha ilerisi. Ama o zaman bir şey olsaydı mesela tam bir bağ olsaydı belki de o zaman buraya da bir hak verilirdi. Ben istiyorum ki şimdi bir olsun, herkese bir hak tanınsın elimizden geldiği kadar sen ben demeyelim hangi dede olursa olsun o yolu yürütsün tüzükle güzellikle böyle ayrımcılık yapmadan yürütsün istiyorum.
Peki Diyanet diye bir şey var işte hacılar, hocalar her şey de oraya bağlı camiler bayağı da büyük bir bütçesi var. Alevilerde burada temsil edilsin deniyor ne diyorsunuz? Ben buna katılıyorum denilir ve de olsun.
Dedelere bir devlet garantisi olsun, maaşı olsun bir sistemi olsun. Daha güzel olur o zaman yol, daha ileri gider hani ayrımcılık olmaz bence o zaman.
Ama bir şey dediniz yanlış anlamayın, Alevilerle Sünniler kaynaşmaz dediniz o ikisi ayrı bir inanç ama şimdi Diyanette hem Aleviler olacak hem Sünniler bunun da kaynaşması lazım gelmez mi? O şimdi toplum ama.
Nasıl olabilir? Erenler burada ki konuşmaya bağlıdır, bu topluma bağlıdır. Dedelerle hocalar arsındaki kardeşçilik mesela aynı kan.
Ne gibi sorunlar çıkar mesela sorunlar çıkar mı? Bence yine ayrım olur. Şimdi o camiye gider sen tarikata gidersin.
Devlet diyelim ki bir Diyanet var Diyanetten camileri cem evleri de Diyanete bağlı misaldir bunlara sohbet ediyoruz bir yanıt veriyor bunlarda olmuş şeyler değil de, bin dedeye kadro verdiler bin tane de cem evi var gerçi yüz bin cami var bin cem evi var yani diyelim. Şöyle olmalı Ayhan Bey benim açımdan şöyle olmasını isterim zihninin ta içine işlemiş zemin ayrılmış Alevi Sünni davası olmuş ve de var. Bence ikisi kalır yine şeriat, tarikat, o camiye gider sen tarikata gidersin bence öyle. Keşke bir olsa.
Yok ben bir olması demiyorum diyelim ki o ayrı olacak şimdi kalkıp da Aleviler camiye gidecek de öbürleri cem evine gelecek değil. Fakat Toplansın, kardeş olsun.
Kardeşliği başka, dedeler orada bir kadro aldığı zaman maaşı oradan verildiği zaman cem evleri de yapısı itibariyle kendi içinde bir bütün olduğu zaman ister istemez şöyle bir şey olacak. Yani devletin bir Diyaneti var Sünnilere de Alevilere hizmet ediyor canım işte böyle bir görüntü çizmek istiyorlar. Fakat Alevilerin dedelerine hangi görevler düşüyor bu konuda. Şimdi erenler birlik mesela ayrım olmazsa dedeler yine aynı görevini yapabilir maaşını alabilir, yine aynı yolunu yürütebilir.
Yine aynı yolunu yürütür maaşını alır. Bu olur başka olmaz.
Peki Diyanet devlet bize karışmasın diyorsunuz. Karışsın devlet karışacak niye karışmasın devlet zaten karışmazsa aylığını nereden alacaksın, Diyanet karışacak ki aylığını alsın, karışsın, yer etsin, gelsin görsün onlar.
Gelsin karışsın ama şunu yapacaksın mesela cem evinde namaz kıl. Diyemez zaten din ayrılmış illa ki dine alet edemezsin.
Peki, bu dernek vakıflardan ne beklersiniz bir dede olarak. Bu devletin işiydi. Derneklerden biz istiyoruz ki ömür boyu daha ileriye dört dörtlük, mesela haddini hududunu bilsin daha aydınlansın herkes bir olsun Alevi hepsi yani dedeler daha bilişsin.
Kaynaşma olsun. Peki dedeler babalar şimdi değişik ocaklardan, dedeler var, babalar var, işte Hubyar var, Ağu içen var, Baba Mansur var, Hacı Bektaş var, Çelebi Baba var yüz iki yüz bin tane ocak var diyorlar. O kadar diyorlar. 17 erkan 17 ocak fazla değil yani.
Ama işte o kadar bölünmüşler ne olacak. Ben istiyorum ki bunlar zihnini çıkarcı dedelerimiz için yapmıştır atmamayım hürmetim vardır bunlarda artı bunların sorunu. Keşke bir olsak aynı.
Onların sorunu demiyorum işte siz ne dersiniz bu birlik mesela bu değişik ocakları biz nasıl kaynaştırabiliriz. Ben işte aynısını diyorum bence yani benim açımdan benim milliyetçiliğim falan yoktur kendi açıma göre söylüyorum. Keşke bir olsak da aynı yolu yürütsek ne dede desek, ne baba desek, ne falan ne Kul Himmet, ne Pir Sultan aynı yöreyi aynı şeyi herkes serbest, dininde, yolunda yürüsün isterim ben yani benim açımdan gerçekler bu. Mesela biz diyoruz ki hangi dede olursa olsun görülün diyoruz güzel orayı kim yürütüyorsa o yapsın hak onundur böyle.
Yani iş işleyenin, kılıç kuşanın, hizmet yürütenin diyorsunuz layık olan bu işleri. Layık olan eline alsın.
Çok teşekkür ediyoruz. Biraz da Hüseyin Çakmak’tan bilgi alalım. Talip ama yola bağlı girgin, görgün, Hubyar talibi olarak Hüseyin Çakmak beyde Sivaslı kendisi dedemizle geldi. Birkaç cümlede kendisinden alalım bakalım neler söyleyecek? Yani bu genel konularda, Alevilik, cemler, dedeler, yöreler. Alevilik cemlerimiz benim bildiğim kadarıyla ufaktan geldim buraya köyde fazla kalmadım.
Kaç yaşındasınız? 58.
Evet buyurunBenim gördüğüm kadarıyla küçüklüğümde cemlerimiz Hubyar Tekkesinden bir dedemiz gelir Ahmet dedenin de söylediği gibi görgüsünü görür, sorgusunu sorar talibin cemi birler cemimiz birlendiği zaman hamın tarafı bir tarafa oturur, erkekler bir tarafa oturur yani karışık oturmaz. On iki hizmeti yürütürler semahlarını dönerler, kurban kesilecekse mesela kurban kesilir, pişirilir ondan sonra sakkacılar sakka suyunu dağıtır, kurban dağıtacaklar gelip kurbanları dağıtır orada ki cem efradına. Bizim bildiğimiz, gördüğümüz Ahmet Dedenin söylediği gibi aynı.
Aynısı diyorsunuz. Peki sizce Alevilerle Sünniler nasıl kaynaşacak, kaynaşırlar mı? Vallahi onda şimdi açık konuşayım Alevi Sünni şu an için yani kaynaşmış birbirine komşuluk bakımından çok iyidir ama bu tarikatla cami arasında ki cem arasında ki ayrımlar bayağı farklı görülüyor. Cem de kapıdan içeri girdin mi hepsi kötü niyetlerini atmış ölü olaraktan girerler diri olaraktan çıkarlar. Fakat cami de ben onu göremiyorum.
Aleviliğin ayrı kuralları, töreleri var diyorsunuz. Peki size göre iyi bir dede nasıl bir dededir? İyi bir dede talibi ıslah etmek, kötülükten arındırmak gibi tüm kötü huylarını tamamen talibin kıracak, öğüt, nasihat verecek yani zihnini temizlemiş bir dede olması lazım.
Günümüzün şartlarına göre gençlerin istekleri var mesela dedelerden, bunun için dedeler yetiştirilmeli mi, nasıl takviye edilmeli? Kitap mı okumalı onları okul açılmalı ne yapmalıyız? Gençlerin bilinçlenmesi için, tarikatı iyi tanıması için iyi bir dedeyle bir aynı okul gibi bir dershane açılıp zaman zaman bu gençlere bir ders verilmeli. Ceme gelip gitmeyle, dinlemeyle.
Siz gençlere mi bilgi verilsin diyorsunuz? Evet gençlere.
Yeni dedeler nasıl yetişecek? Yeni dedeler onlar da eski dedeleri daha onlardan yaşlı dedeleri onlara öğüt verip, onları bilgilerini aktarması lazım. Evladım ben geldim gidiyorum, fakat şununla şunu geride koyma, yolumuzu yürüt bunları bilinçli olaraktan sizde taliplerinize aktarın, talipleri bilinçlendirin kötü yola gitmesin, ahlakını bozmasın yani evveli ecdaddan nasıl geldiysek bu süremiz böyle devam etsin gitsin.
Hangi işle uğraştınız, emekli misiniz şimdi? Ben emekliyim ayni İETT’de çalıştım elektrikte çalıştım.
Söyleşi; 22. 01. 2003, İstanbul