VELİ GÜLSOY

(SEYYİD BABA MANSUR, KIZILKALE / ZARA / SİVAS)

 

Söyleşiler (I)

 

AYHAN AYDIN

 

Veli Gülsoy Dede; aynı zamanda Hacı Bektaşi Veli Gazi Kültür Vakfı Cemevi’nde görevli, Sivas Zara Kızılkale Köyü’nden, Seyit Cafer Dede’nin oğlu ve Baba Mansur evlatlarından yola hizmet eden bir dedemiz. Cem yürütmesi yanı sıra 3 yıldan fazla bir zaman içerisinde de CEM Vakfı öncülüğünde yapılan Dedeler, Babalar birliği çalışmalarında da önemli görevleri oldu, bu faaliyetler içerisinde görev yaptı ve Alevi-Bektaşi İnancı taşıyıcısı olan dedelerin, babaların görüş ve düşüncelerin yazılı hale getirilmesi konusunda da güzel uğraşları var. Hatta şimdi de yanında kocaman bir dosyada birçok belgeler görüyorum. Kuran-ı Kerim’de Alevilik, Bektaşilikle ilgili ayetler, cemlerle ilgili birçok görüş ve düşüncesini toparlamış. Umarız bu çalışmalar kitaplaşır. Dedeler ne mutlu ki günümüzde tecrübelerini, bilgilerini kitaplara da aktarıyorlar. Dedelerin kendi yazmış olduğu eserleri de okuruz.

 

Evet, siz şimdi tabi bir ocak sahibisiniz. Doğu’da bir dede ile söyleyişi yapar iken, ocak öyle kutsal bir kavramdır ki Ehlibeyt’in gönlünün yuvalandığı, yaşadığı bir aşk meydanıdır, demişti.

Sizler de çok büyük bir ocağa mensupsunuz gerçekten, er erden seçilmez gerçi ama Baba Mansur ocağı da Anadolu’muzda en fazla talibi olan ocakların başında yer alıyor sanırım. Böyle bir ocağa mensup olmak hele hele de sorunlarla, dertlerle yüklü Gazi Mahallemizde halkı birliğe, beraberliğe, inanca, kültüre davet etmek kolay olmasa gerekir, gerçekten ciddi sorunlar karşısında buradaki yöneticilerin de ciddi sorumlulukları var.

Her şeyden önce sevgili Veli Gülsoy, gül soylu dedemiz, güzel soylu dedemiz, dedelik kurumundan, dedelik kurumunun yaşadığı sıkıntılardan ve bu sıkıntıların giderilmesi için yapılan çalışmalardan bahsedelim. Sizde bu faaliyetlerin içerisinde yapıcı olarak rol aldınız.

Gerçekten bir dede olarak belki tanımlaması zordur, çünkü objektif olmak gerekir bu konuda, ama size göre dede kimdir? Bir dedenin gerçek nitelikleri nelerdir? Toplum karşısındaki görevleri, sorumlulukları nelerdir? Diyelim, buyurun efendim.

 

Teşekkür ederim, Ayhan Bey, önce size gerçekten sesimizi dünya kamuoyuna ve Anadolu’ya duyurduğu için de Cem Radyo yöneticilerine, çalışanların tümüne teşekkürler ediyorum. Bizi radyoları başında, aracında ve gurbet diyarında, evlerinde (bizi uzaklarda, uydu aracılığı ile tahmin ediyorum yayın yapıyorsunuz) dinleyen Hak Muhammet Ali sevgisiyle gönlü dolu olan bütün inanan güzel insanlara burada sevgilerimi gönderiyorum.

Bir dede önce kendisi Alevilikle bütün kurallara uymalı. Çünkü dede örnek kişi olmalıdır ki talipler de pirini örnek alarak,  kendilerine kılavuz bilsinler ve pirine saygı duysunlar. Pirimiz inanç içinde yol, erkân ile yetişmiş olmalı ki inanç eğitimini en güzel bir şekilde talibe verebilsin. Eğer pirimiz bundan yoksunsa bize gerekeni veremez. Ecdadına bir diyeceğimiz yok, ocaklara bir diyeceğimiz yok, onlar hepsi uludur. On İki İmamların hepsi uludur. Onun için dedemizin ceddine layık olması gerekiyor. Diyor ki Ali gibi veliyullah olmak değil Hüseyin gibi mazlum olup, Ali’ye layık olmak gerekiyor. Bizim pirimiz de kendi ceddine öyle layık olmalı, edepli ve ahlaklı olmalıdır ki bu kuralları da yaşamına geçirmelidir ki, başkalarının da yaşamında ahlaksal olarak yön verebilsin. Çünkü arifler hem arıdır, hem arıtıcıdır. Bizim pirimiz kendisi arınmalıdır ki talibini de arındırsın. Pirimiz her sahada cömert olmalıdır. Gerektiğinde malını hak yolunda verebilsin ve harcamayabilmelidir de.

Arifler alıcı değil sürekli verici olmalıdır. Hem kültürde hem inançta bilge kişiliği kadar da sadakatli, güven sahibi olmalı pirimiz her konuda cömert olmalıdır.

Biz pirimizin cömertliğinden de, ilminden de her zaman için feyiz almalıyız.

Pirimiz insan-ı kâmil olmalıdır.

Gönül kırmadan, hiddete, şiddete kapılmadan, her zaman için insanlığa hizmet etmelidir.

Barış seven ve insanlara sevgi veren, haz veren, düşüncelere sahip olmalıdır.

Ve pirimiz Allah rızası için kabul ettiği değerleri dünyalık için terk etmemelidir. Buna çok dikkat etmeli ve sadakatle de bağlı kalmalıdır. Evladı Resul ve peygamber soyundan olmalıdır. Çünkü emanet sahibi Evladı Resuldür. Kutsal emanetler de Evladı Resule teslim edilmiştir ve biz dedeler o emanette öyle sahip çıkmalıyız ki, işte talip bize dünyanın en büyük emaneti talibidir. Eğer biz talibimize, yolumuza, erkânımıza bu hizmeti dedeler olarak en iyi şekilde yapamazsak; biz de ceddimizin şefaatinde mahrum kalırız. Onun için biz görevliyiz, talibe hizmet etmekle; talip ret edebilir, kabul etmeyebilir, o onun sorunudur. Çünkü biliyorsunuz Hz. Nuh en son artık pes etti, Yarabbi, dedi işte ben artık sabredemiyorum, tahammül edemiyorum, dediği zaman, ulu Yaratıcı, ya Nuh; sen sabret, sabredenler mutlaka fazilete ereceklerdir, buyurmuştur. Çünkü Allah’ın katında fazilete erenler ezilmiş ama eğilmemişlerdir. Eğilmedikleri için ikrarından taviz vermemişlerdir. Tıpkı Hz. Hüseyin gibi, O başını verdi ve ikrarını vermedi. Onun için Allah’ın katında fazilete erdi ve ikrar edenler, başını verir, ikrarından dönmez. Bütün canlar sevgili Hüseyin’in, şehitler şahının  şefaatine  nazır olurlar, inşallah.

Pirimiz bağışlayıcı, affedici ve hoşgörülü olmalıdır. İkrarına bağlı olmalıdır. Kararlı ve azimli olmalıdır. Tavizkar olmamalıdır. Kesinlikle riyaya hiçbir zaman ön vermemeli, riyadan uzak olmalıdır. Mert olmalıdır. Çünkü bu vasıflar Ehlibeyt’in vasıflarıdır. Özü sözü doğru olmalıdır. Çünkü Hz. Hüseyin nutku vardır, burada İmam Cafer’in süreği vardır ve Hz Hünkar Hacı Bektaşi Veli’nin ikrarı, İmam Cafer’in ilmi vardır. Bunlar bizim pirimizin özünde de mevcut olmalıdır.

Pirimiz ilmi insan olmalı, eğitici olmalı, aydınlatıcı ve yol gösterici, sorunları çözücü olmalıdır. Çağın bilgisiyle donanmış; dört kapı kırk makamı özünde bilmeli ve yaşamalıdır.

Bir ulu pirimize sorarlar; “Benim pirim nasıl olmalıdır?” Benim pirim dört kapı kırk makamı cümlesini bilmeli, benim pirim ikrarlı olmalı, benim pirim engin olmalı, benim pirim ilmi insan olmalı, benim pirim türap olmalı, benim pirim engin olmalı, benim pirim hisvi lisan olmalı, kalleşe karşı da pek (diri, uyanık) olmalı, ikrarından taviz vermemeli diyor. Ben de aynı şeyleri söylüyorum. Ben pirimi nasıl görmek istiyorsam talibim de beni öyle görmek istiyor Ayhan bey.

 

Şimdi şöyle bir şey var tabi dedeler gerçekten cömerttirler ve alçakgönüllüdürler. Şimdi bütün dedeler diyor ki, biz de yolun talibiyiz. Hep dedelikten bahsediyorsun diyorlar bana, ama önce yola talip olmak gerekir, diyorlar. İlk önce yolun en güzel, en bilinçli talibi dededir. Dede yola talip olmamışsa diğer taliplere ne diyeceğiz, diyorlar. Ne kadar güzel, büyük bir alçak gönüllülük örneği. O zaman şimdi şöyle bir duruma, yola geliyoruz sevgili dede; böyle büyük bir değerler sistemini yüzyıllar boyunca yaşatan dedeler, babalar yani o Ehlibeyt’in faziletini, ışığını, nurunu kendi üzerinde hisseden onun ağırlığı, vakurluğu içerisinde olan dedelik kurumu cumhuriyet döneminde bir sarsıntı geçirdi. Çünkü Türkiye’nin bütün değerleri sarsıldı. Toplum yerinden oynadı, büyük kentlere göç oldu, yeni kuşaklar yani dedelikle, dedelerle bağları kesilen kuşaklar dede diyince kafalarında sadece anlatılarla, söylentilerle gelen sadece bilgi kırıntılarına bakarak yorum yürüttüler, ve dedeleri maalesef ve maalesef çok yanlış tanıdılar ve tanıttılar.

Şimdi herhalde sizin bu güzel anlatılarınız ve sizin gibi değerli dedelerin anlatıları o bağları yeniden kuracak o zincirin halkasını yeniden birbirine geçirecek çünkü bir hanedanlık var. Bir dede evi var, dede evi kavramı var. Ben şu dedenin oğluyum, demek, bununla övünmek değil de benim hissettiğim kadarıyla o güzelliğe sahip çıkmak amacını taşıyor, bu sözü söyleyenler. Siz bunu nasıl yorumlayacaksınız? Yani biz şunlardanız, şu dedenin torunu, oğluyuz, bizim aslımız da dedelik yapardı, bu sözler o manaya geliyor. Dede aslı ile övünmek için değil de kendini belirtmek için bunu söylüyor. Maalesef cemler yürümeyince dedelik darbe yiyince bu kavramlar da kalktı. Siz özellikle belirtiniz, yani biz mirasları taşıyoruz, dediniz?

 

Eyvallah şimdi Ayhan Bey tabi ki esasında bir dedenin dedelik yapabilmesi için örneğin post dedesi olabilmesi için babasından (h)icazet, pirinden destur alması lazım. Yani bu yol öyle sadece insanlar dört kelime biliyor onla olmaz mutlaka bir yerde bir ruhsat olmalı. Destur olmalı desturu niçin veriyorlar. Desturu o dedeyi irfan cemaatinde onun bütün niteliklerini ölçüyorlar, sabrını ölçüyorlar, dayanma gücünü ölçüyorlar, olan engellere karşı bu pirimiz sorunları çözerken ne kadar sabırlı, ne kadar dayanaklı. Ben hatırlıyorum benim babam birçok yerlerde belki on beş gün insanları barıştıramadı gece gündüz yatmadığı günler vardı. Ceddimizle şunun için övünüyoruz. Tabi ki ceddimiz büyüktür, büyük görevler yapmıştır. Cebirlere, baskılara, ezgilere rağmen bugüne kadar taşımıştır. Tabi ki onlarla övüneceğiz ama onlarla övünmek yetmiyor. Seyit Cafer’in oğlu olmak sadece halk bizi tanımak için ama  Seyit Cafer’e layık olmak için hizmet etmek lazım, bu yola hizmet etmek lazım, ikrar etmek lazım. Şimdi ben kalksam söylesem desem ki benim babam şöyle bir şey söyledi bu çok kaile alınmaz ama okuyarak yetiştim Kuran-ı Kerim’de şu kaynak var ve buyruğu enbiyada bu var, falan kitapta okudum dersem daha çok inandırıcı olur sanırım. Güzel Alevilerin beğenisini kazanmış, yazarlarımızın her hangi kaynağında bu var dersek hem kendimizi hem felsefemizi hem yolumuzu yüceltiriz, hem de ecdadımızı çok yüceltiriz. Demek ki hurafelerle, hikâyelerle değil, gerçeklerle yürüyebilirsek hem kendimizi hem ceddimiz yüceltiriz, diye düşünüyorum.

 

Eyvallah şimdi şöyle bir durum var. Alevilik-Bektaşilik-Mevlevilik dediğimiz İslam inancının bu yorumlarında çok ciddi ahlak formülleri var, çok disiplinli kurallar var. Yani gerçekten bir sosyolog olarak, bir felsefeci olarak, bir antropolog olarak, gelenek görenekleri inceleyen bir araştırmacı olarak buna bakıldığı zaman bu görülür. Yani çok kesin kurallar var, şunlar olacak, şunlar olmacak, diyen kesin yasaklar var. Türk kültürünün ret ettiği, insanlığın ret ettiği şeylerden uzak durulması var. O sistemi taşıyan insanlar da dedeler olduğu için bir de onların fazladan bir ağırlığı var. Toplumu, değerlerini bir arada tutan, toplumun değerlerini yaşatan, kavramları anlatan dede bunlardan zinhar, birisinde kusur işlerse kendisi her şeyiyle bitiyor değil mi?

 

Eyvallah. Şimdi Ayhan bey öyle bir şey ki işte insani bütün değerler ve insani bütün güvenler bu felsefede var. İslam, sözcük anlamıyla siz de çok iyi biliyorsunuz, araştırıyorsunuz; aslı güvendir. Neyle güvendir? İnsanın biri birine güvenmesi, kendine güvenmesidir. İşte pir divanında, mürşit divanında yapılan sorgular insanlara güven verir. Eğer bir insan kul hakkında rıza almamışsa, kul hakkını kula iade etmemişse, o hakkın sahibinden rızalık almamışsa o insan binlerce kez ibadet etse boştur. Çünkü Cenabı Hakk öyle buyuruyor. Kulu ben yarattım, her şeyden vazgeçerim kul hakkından vazgeçemem, diyor. Bizim pirlerimiz de işte bundan (burada) sorulan ondan (orada) sorulmaz, diyor.

İnancımızda asıl olan cem erenleri divanında insanların birbirinden rızalık alması o mekânda hidayete ermesi, dört can bir gömleğe girmesi, pirine sadık olması, darı Mansur olması, bütün komşularından, tüm diğer insanlardan rızalık alması, işte bizim inancımızın temelleridir.

 

Şimdi belki biraz farklı açılardan bakıyoruz dara. Ama  bir de farklı darlar var; Mansur Darı var, Nesimi Darı, Fatma Darı var, Fazlı Darı var.

İnsanın darda durması yani özünü, kendini dara çekmesi kavramı var. Peki gerçekte dar nedir, dede?

 

Şimdi kısaca; Mansur darı, Nesimi darı, Fatma darı, Fazlı darı bunlar özlerini değişik değişik darlara çekmişler ve başlarında geçtikleri olaylardan dolayı bu isimlerle anılmışlardır ama esasında hepsi Hakk darıdır. Mühim olan özünü Hakk’a teslim etmek, dara durmak.

 

Yani Hakk’ın, yaratıcının karşında ama toplumun önünde dara durmak var?

 

Yaratıcının karşında, toplumun önünde özünü yargılamak, demektir. İşte ne diyor, anadan babadan doğmak nur(u) imandır; mürşitten doğmak nur(u) hidayettir. Niçin nur(u) hidayettir? Kul hakkında rızalık lazım, oradaki cemaat eğer hakkı olan varsa almıştır. Zaten hakkı olmayan, olan yoksa da helâlık vermiştir. Dolaysıyla o cemaat hepsi birden biz razıyız, Hakk razı olsun, derse bundan daha güzel bir şey var mıdır? Demek ki ölmeden önce ölmek, pirine teslim olmak ve pir nüfusuyla arınmak asıldır.

 

Abidin Özgünay’ı burada yâd etmek istiyorum; çok değerli bir insan, güzel yazıları var. Şimdi Alevilik öyle farklı bir inanç yapısı ki dünyada yaşarken de dünyadaki değerleri de yaşamına geçirebiliyor, diyordu. Öbür dünya inancı varsa, ahiret inancı varsa, o yapıları da dünyaya getirip kulu kuldan razı etmek isteyen, kimsenin hakkının bu dünyada kalmaması gibi bir büyük felsefeyi yaratabilmiş bir inanç aynı zamanda Alevilik. Böyle büyük bir öneri de tüm dünya insanlığına sunuyor bu inanç.

 

Tabi şimdi öyle bir şey ki Ayhan Bey zaten gerçekten eğer insan olmak istiyorsak Alevi İslam özünün niteliklerine sahip olmamız gerekiyor. Mühim olan özde İslam olmaktır. Ne diyor Kuran-ı Kerim’de, Bedeviler biz Müslüman olduk dediler ama İslamiyet onların kalbine inmedi. Mühim olan İslamiyet’in bizim kalbimize, özümüze inmesidir.

Eğer onu özümüzde özümsersek, ikrar eder, sadakatle bağlanırsak ve elimize, belimize, dilimize gerçekte sahip olursak ve elimize koymadığını almazsak, gözümüzle görmediğimizi gördük demezsek, kulağımızla duymadığımızı duyduk demezsek, gördüğümüzü örtersek görmediğimizi söylemezsek, bu ilkelere de sahip çıkıp, sırrı da sır edecek olursak ve insanlık için elimizden geldiği kadar barış, sevgi, kardeşliği aşılayabilirsek, her insanın da yaşamakta hakkı olduğuna gerçekte inanır, rıza gösterirsek gerçek insan da, İslam’da, Alevi de olmuş oluruz.

İnsanlığın hakkını çiğnemeden onun ilkelerine sahip çıkmalıyız.

İnsan gönlünü incitmek demek, Allah’ın binasını yıkmış kadar kötüdür, dersek gerçeğe ereriz. Kendimizi kötülükten arındırırsak,  insanlara zarar vermezsek, İslamiyet’in de hakikati budur, insanlık da budur, Alevilik te budur.

Bizler de  bu ilkelere sadakatle bağlı kalmazsak, dilde güzel söylersek, özde de hayatımızda da, yaşantımızda da bunu uygulamazsak sadece dilde kalır, özde İslam ve Alevi olamayız. Çünkü bir insanın sadece sıfaten (şeklen) değil, özden de mümin  olması gerekir. Yani  bir insanın içi dışı bir olmalı, demek istedim. Yani insanın içi dışı mümin olmalıdır.

 

Sevgili dede şimdi birinci bölümde dedeliğin daha çok felsefi, inançsal boyutlarına değinmeye çalıştık. Sizce dedelerin, babaların inanç önderlerinin bugün yaşadığı en büyük sıkıntı ve sorunlar nelerdir?

 

Şimdi biliyorsunuz Ayhan Bey gerçekte dedelerin büyük sıkıntıları vardır.

Çünkü dedelerin ulaşım sıkıntısı var; dedelerin birbirine ulaşamama sıkıntıları var, dedelerin gerçekten devlet desteğinde yoksunlukları var. Tabi bunu sadece dedeler için demiyorum. Kurumlarımız var,  kurumlarımızın da devlet desteğinden yoksunlar. Esasında devletimiz bizim kurumlarımıza sahip çıkmamaktadır. Dedelerimizden de bir yerde de biraz da fedakârlık yapmayanlar var, yapamayanlar var. İmkânsızlarını imkânlı hale getirmeye çalışan gönül dostu olan, gerçekte bu yola gönül veren dedelerimiz var ve sürekli de onlarla beraberim ben burada kendilerine şükranlarımı sunuyorum. Ben bu dedelerinin hepsini de hürmetimi sunuyorum.

Bizler gerçekten her yere ulaşamıyoruz, her talibe ulaşamıyoruz. Bizimle ilgili, toplumumuzla ilgili değişik toplumlarda, oluşumlarda, toplantılarda dedelerin olması gerekir ama imkan yok. Aslında taliplerin yanında olmak, onların inançlarını, felsefelerini emin şekilde kendilerine ulaştırmak dedelerin yapmaları gereken şeyler fakat bunlar tam yerine getirilemiyor. Biz az da olsa kendi aramızda bir gönül bağımız olduğu için bunu yapabiliyoruz. Kurumumuzda bunu yerine getirmeye çalışıyoruz. Ama bunu tüm toplum adına söylemek şimdilik zor. Alevi kurumları bu konuda dedelere yardımcı oldular.

Ama bu koduna da çok ciddi sıkıntılar var. Birbirimizle temaslarımız, haberleşmemiz çok zayıf. Biri birimizle nasıl haberli olacağız, hala yöresel bazdaki tarzda niteliklerimizi kıramadık, bunları kırma noktasında beraber olmalıyız ve hep beraber olununca, hep destek olunca, hep dedelerin düşüncelerine başvurdukça işte bana göre bu akademik bir çalışmadır. Geçen gün de bir toplantı vardı, siz de denk gelmiştiniz, Abdal Musa sohbetini hazırlıyorduk. Orada yirmi tane dedenin ama en azda on, on beş de talibinin düşüncelerini aldık ve onların hepsini harmanladık en güzel şeklini vermek şekliyle şimdi yeniden geçirdik ki dünya kamuoyuna mesaj verdiğimiz zaman kendimizi ifade edebilelim. Onun için dedelerin beraber olması, beraberce devam etmeleri ve gerçekte bu dedeler birliğinde dedelerin yanında olamayan dedelerimiz gönülde bizim yanımızdadırlar. Ben onları hepsini yine bekliyorum, hiç birini suçlamıyorum ama belki imkânları yetmiyor, belki işlerinden dolayı ekonomik sıkıntılarından dolayı ama mümkün mertebe hangi cem evine,  ile yakınlarsa dedelerimiz orada ki cem evleri dedeleri ile görüşürlerse birlik içerisinde olursa bu çalışmalarımızı bütün dedelerimiz kavramış olabilir çünkü bütün dedelerin elinde bu çalışmalar var. İlk kez dedemize, talibimize ulaştırabiliriz. Bu diyaloglarla mutlaka bu yola çıkılacağına inanıyorum.

 

Şimdi siz Dedeler-Babalar birliğinin çalışmalarından bahsettiniz.

Sevgili dinleyenler İstanbul’da, daha öncede zaman zaman belittik ama yeniden hatırlatalım, çeşitli cemevlerine mensup ya da herhangi bir cemevinde hizmet yürütmese bile değerli dedelerin, Bektaşi babalarının katıldığı toplantılar oluyor. İnanç önderleri toplanıp çeşitli konularda görüş alış verişinde bulunup bunları yazılı hale getirerek onları cemevlerinde uyguluyorlar. Böyle bir birlikteliğe gidiyorlar, Veli Dede’nin kastettiği bu ve çok da yararlı toplantılara oluyor. Ben de zaman zaman gidip izliyorum.

Şimdi diyorsunuz ki bunlar topluma daha fazla açılsın, daha fazla dede bu çalışmanın içerisine girsin. Peki, genel hatlarıyla sorunlarımız nedir? Mesela dede talip ilişkilerinin bozulması, aralarının soğumasının engellenmesi lazım, bir dedeler babalar meclisinin kurulması yönünde sizin de içinde bulunduğunuz çalışmalar var. Bu konuda sizin görüşünüz ne izlediğiniz kadarıyla dedelerin görüşleri nedir?

 

Şimdi sevgili Ayhan Bey bir kere çok iyi düşünmeliyiz ki yol ehli diyebilmek için bir kere bütün kurumların ve taliplerin desteğine ihtiyaç vardır. Dedeyi var eden taliptir. Bir dedenin etrafında cemiyet olmazsa o dede nasıl bir inanç önderi dede olabilir. Onun için biz dedelerin çalışmaları güzeldir. Bu çalışmalara yazarların da katılması gerekir. İşte siz yazıları ile araştırmaları ile her an ve her zaman yanımızda oldunuz, sağ olun.

Talipler de dedelere yardımcı olmalıdır. Talipler de egolarını yenmelidir, biz bu yolu birlikte götüreceğiz, bizler benlikten kurtulmalıyız, buna çok büyük ihtiyacımız var.

 

İlk önce taliplerden başlayalım, şimdi dede olarak talipler ve cemevleri yöneticilerine geleceğiz. Bir de bir parça bazı yazarların dikkatlerini çekeceğiz. Taliplerinden Dedeler ne bekliyor? Tamam, biz dedelerden çok şey bekliyoruz. Cemler yürütsün, dedeler bilgili olsun,  aman okusunlar, üniversite mezunu dedeler bekliyoruz. Efendim bizi ara sıra aydınlatsınlar, eski şeyleri bıraksalar !!! Böyle birçok şeyler istiyorlar. Peki bir dede talipten ne istiyor, ne bekliyor?

 

Ben önce bu konuyu böyle açtığın için teşekkür ederim. Önce taliplere sevgimi gönderirim ondan sonra isteklerimi sıralıyım. Şimdi dede talibinde; bu yola sadakat ister, bağlılık ister, birlik ister, beraberlik ister ve bu felsefeye sahip olmaları içinde inanç olmayı ister başka bir şey istemez. İkrarına sadakatle bağlı olmaları ve gerçekten bu felsefeye bağlı olan ve ahlaksal olarak pir terbiyesi gören talip yanlış yapmaz. Kul hakkı yemez ne bileyim işte daha değişik insan unsuruna zarar verecek bütün kötülüklerden kendisini arındırır. Çünkü eğer elini harama attığı zaman diyecek ki benim pirim dedi ki elini harama atarsan haram sana zarar verir. Bütün helâl varlığın yok olur gider bir insanın gönlünü incitirsen Allah’ın gönlünü incitirsin diye insanları incitmez ve hiçbir zaman zalimden yana olmaz hep mazlumdan yana olur. Tıp ki Hz. Ali’nin dediği gibi “Bin kez mazlum olsak da bir kez zalim olmayacağız.” Onun için ben bütün taliplere sevgiyle cem evlerine sahip çıkmalarını, dedelere destek olmalarını istiyorum. Dedelerin eksiklerini de giderme noktasında yine yanlışlıkları söyleyecekler tabi ki biz de insanız et ve kemikten yaratıldık bizim de eksiklerimiz olacaktır. Çünkü iyi bir Talip pirini ateşten alsa gerektir. Nasıl ki pir bizi ateşten alıyorsa, güzel talipler de pirini ateşten alır, diye bu duygularla herkesin bu felsefeye sahip çıkmasını arzu etmekteyim.

 

Birçok cem evlerimiz var, sayısız dernek, vakıflarımız var buradaki yöneticilerin vasıfları sizce nasıl olmalıdır? Bu konudaki beklentileriniz ve eleştirileriniz nelerdir, bu konuda biraz dertlisiniz bildiğim kadarıyla?

 

Burada her şeyden önce bütün cem evlerinde çalışanları selamlarım. Her kim ki cem evlerinin yapımına bir tuğla koymuş ise o insanların hepsine saygı duyar,, şükranlarımı sunarım. Ama maalesef tespit ettiğimiz kadarıyla cem evleri yöneticilerinin bir kısmında ikrar eksikliği var, inanç eksiklikleri var. Siz araştırmalarınızda buna mutlaka şahit olmuşsunuzdur. Ama ben Veli Dede olarak bütün cem evlerinde görev yapan o güzel taliplerimize şükran duyarım, çünkü hizmet insani,  rahmeti ve rahmanidir. İnsandır ve o hizmet sahipleri Ehlibeytin faziletini özünden taşıyanlardır ve onlar ikrarlıdır onun için cem evinde yönetici olmak isteyen yöneticimiz Hak Muhammet Ali ikrarına bağlı olacak, İmam Cafer süreğine bağlı olup İmam Hüseyin’in nutkuna  sadakatle inanacak, Pir Hünkâr Hacı Bektaşi Veli’nin ve Anadolu erenlerinin yaptığına inanarak cem evine de bu ilkeleri doğrultusunda yönetici olmalılar. Bu ilkeleri taşımayan cem evleri yöneticileri ise kendilerini aldatırlar. Bizim yöneticimiz mutlaka inançlı olmalıdır.

 

Efendim şimdi tabi dede-baba birlikteliğinden bahsediyoruz. Bektaşi babaları da dedelerle birlikte çalıştı, ortak bir yapıya doğru gidildi. Ama buraya girecek insanların temel özelliği sizce ne olmalıdır? Yani Alevi, Bektaşi toplumunu temsil edecek, Alevi-Bektaşi İnanç Önderleri Meclisi’nde, Dedeler Babalar Meclisi’nde yer alacak insanların olmazsa olmaz özellikleri nelerdir?

 

Şimdi bana sorarsanız ben dedemi nasıl görmek istiyorsam talipli de öyle görmek isterim. O meclise girecek dede ilmi insan olmalıdır. Bütün ilkelere sahip olmalı ikicisi taliple evli olmamalıdır.

 

Yani bu kural olarak mı olmalı?

 

Bu şaşmaz bir kuraldır. Gerçekte kitapta da böyledir. Eğer bir insan taliple evli olsa hısım olur, taliple onun arasında ikrar varsa…

 

Yani inançta bu mu var, yoksa sadece sizde mi bu böyle?

 

Bu inançta da var, ben şahsen bunu koruyorum, buna inanıyorum. Dedelerim kusura bakmasınlar çünkü bu evlikler çok olmuştur. Olmaya da devam ediliyor.

 

Dede taliple evlenemez?

 

Talip bizim evladımızdır. Onun için önce benim dedem taliple evli olmamalı, ilmi insan olacak, ikrarına bağlı olacak ve sadakatle bu yola hizmet edecek. Çünkü benim pirim, benim mürşidim benim aynam, benim güneşimdir.

 

Peki sizce bu meclisin kurulmasının önündeki engeller ve sorunlar, sıkıntılar nelerdir, onlar nasıl aşılabilir, bu birlik nasıl kurulabilir? Çünkü ciddi çalışmalar var ama bu tabi yetmiyor.

 

Şimdi aslında ciddi çalışmalarımız var da, bizim bu ciddi çalışmalarımızı devleti yönetenler, yasa yapanlar görmüyorlar. Gerçekte insan haklarına rıza gösterseler her toplumun, her milletin de kendi inancını çok rahatlıkla istediği şekilde yaşama, yaşatma hakkını kendilerine verseler her şey düzelir. Bu sorunların önünde sadece yasa engelleri var. İşte Anayasa 10. maddesi, 24. maddesi, 136. maddesi var. Bu maddeler uygulanırsa nasıl ki bu devlet sadece Sünni mezhebine dayalı bir devlet değil, bu devlet Türkiye Cumhuriyeti’dir; bu devlet bütün vatandaşlarına aynı güneş gibi herkese aynı desteği, aynı sıcaklığı göstermelidir.

 

Sünni vatandaşlarımızla Aleviler iç içe yaşıyor, yaşamak zorunda Türkiye Cumhuriyeti’nde. Ama maalesef aralarda soğukluklar var, yüzyıllardır maalesef bazıları tarafından özellikle oluşturulmuş, oluşmuş ön yargılar var. Bunun aşılması için neler yapılması gerekir? Alevi Sünni soğukluğu nasıl giderilebilir?

 

Şimdi tabi Ayhan Bey, Alevi-Sünni tabiri değil de İslam ve İslam’ın Özü kavramını, tabirini kullansak daha güzel olacak. Bizi İslam birleştiriyor. İslam esenliktir, doğruluk ve güzelliktir. Biz Müslüman’sak aslında bir sorunumuz olmamalıdır. İşte barış içerisinde olduğumuz kadarıyla da bizim inançsal yaşamımızda da gerçek yaşamlarımızda beraber olabilsek, onlar bizim güzelliklerimizi görebilseler ve görmeden sürülen karamaları gerçekten yanlış yapıklarını bilseler, birbirimiz iyi tanısak, birbirimizin arasında soğukluk kalmaz, diye düşünüyorum

Söyleşi: 05. 06. 2003, “Dedeler Ve Babalar Meclisi” Programı, Cem Radyo.

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile