Dedelerden Gelen Toplu Yanıtlar, 1998 (1.Bölüm)
DEDELERİN ALEVİLİKLE İLGİLİ SORULARIMIZA VERDİKLERİ YANITLAR 1. BÖLÜM
(Ayhan AYDIN’ın hazırladığı sorulara 16/18 EKİM 1998 CEM VAKFI ANADOLU İNANÇ ÖNDERLERİ BİRİNCİ TOPLANTISI Öncesi Ve Sonrası Dedelerin Toplu Cevaplarıdır.)
DERLEYEN: AYHAN AYDIN
1998
Aşağıda, Alevi Dedelerine yönelttiğimiz sorulara karşılık onların verdikleri yanıtlar hiçbir müdahale olmadan olduğu gibi verilmiştir.
ALEVİLİK VE DEDELİKLE İLGİLİ BİLGİLERİ KİMLERDEN ÖĞRENDİNİZ?
- Dedelik bilgisini babamdan öğrendim. Alevilikle ilgili kitapları okuyarak, kafam takıldığı zaman babamdan ve amcalarımdan sorarak öğrendim. (İsmail Türker )
- Halil Öztoprak’ın kitaplarından. (İsmail Yalçın)
- Ulularımızdan. (Kalender Topalcengiz)
- Kur’an-ı Kerim ve dini kitaplardan. (Kâzım Bayram)
- Ben bir Alevi ailesinden olduğum için babamdan, dede ve p^İrlerimden öğrendim. Ayrıca gurbet yaşamında tarih kitapları ve İmam Cafer Buyruğu okuyorduk. Bilgilerim bunlardan. (Halil Buğa)
- Alevîlikle ilgili bilgileri babam ve amcazadelerimden aldım. (Hasan Dedeoğlu)
- Babamdan, dedemden ve bağlı bulunduğum Baba Mansur ocağının dedelerinden ve bulabildiğim değişik kaynak kitplardan araştırarak öğrendim.(Hasan Müldür-Ali Asker Müldür)
- Alevîlik ve Dedelik hakkında babamdan bilgi aldım. (Hasan Yesevioğlu)
- Kitaplardan. (Haydar Aslan)
- Geçmişte yaşayan büyüklerimizden ve Alevî inançlı, bilgili insanlardan, Alevîlik ile ilgili kitap ve yayınlardan (Haydar Demirayak)
- Yaşayayarak, okuyarak. Mürşidin kitaplarından. (Hasan Şanlı)
- Araştırarak öğrendim. (Hıdır Yıldırım)
- Alevîlik ve dedelerle ilgili bilgileri atalarımdan ve güvenilir İslâm kaynaklarından aldım. (Hüseyin Kaplan)
- Dedemden ve babamdan. (Hüseyin Er)
- Aile büyüklerinden, çevreden ve kaynak kitap vb. gibi şeylerden öğrendim. (Hüseyin Kırca)
- Alevîlik ve Dedelikle ilgili bilgileri, babam dede olduğu için, babamdan, diğer dedelerden ve ulusoylardan öğrendim. (Hüseyin Özgeoğlu)
- Kitaplardan, büyüklerden ve dedelerden. (Hüseyin Şahin)
- Büyüklerimizden, dedelerimizden ve kitaplardan. (İbrahim Doğan)
- Alevîlikle ilgili kitaplardan, Cemlerde dedelerden, sohbet ehli olan Alevî canlardan. (İsmail Eker)
- Alevîlikle ilgili bilgileri dedem, babam ve bazı kitaplardan öğrendim. (İsmali Özcan)
- Ana, baba duygusuyla, tarihi belgelerden. (Kâzım Kızılgöz)
- Babalarımızdan. (Mahmut Akbulut)
- Babam ve amcalarımdan.(Mahmut Gökçe)
- Köyümüzde bulunan Kara Direk tekkesinde yapılan Cem ayin ve erkânından feyz aldım. Gönlümdeki aşk çoşkunluğuyla, daima dini kitapları okuyarak ve köyümüzde bulunan tarikat aşıklarından etkilenerek hem aşıklığım, hem dedeliğimin temeli bu kaynak üzerine başladı. Kuvvetli çalışma neticesi yazar bir duruma geldik. Aşk ve ilham kaynağımız oldu. Kendimizi yetiştirdik. (Mehmet Çelik)
- Konu hakkında bildiklerimi, babam Mahmut Erdoğan’dan, amcam Muharrem Dededen, Şinasi Koç Dededen, A.Celalettin Ulusoy Efendiden ve Hakk erenlerin yazılı veya sözlü eserlerinden öğrendim. (Fethi Erdoğan)
- Tarih okurum. Cem hastasıyım. (Abdullah Ceylan)
- Dedemden ve babamdan. (Abdullah Tayyaroğulları)
- Alevilik ve dedelerle ilgili bilgileri anne ve babalarımızdan, köylerimize gelen pîrlerimizden, mürşitlerimizden, Alevilikle ilgili yazılmış eserlerden (Buyruk,Bektaş’ın içyüzü vb) (Ahmet Karanfil)
- Babamdan. (Ahmet Turgut)
- Babamdan ve okuyarak. (Ali Canpolat)
- Alevilik bilgisini büyüklerimden ve çeşitli kaynaklardan edindim. (Ali Doğan)
- Amcamlarımdan öğrendim. (Ali Metin)
- Alevilik ile ilgili bilgileri, kitap okuyarak öğrendim. (Ali Osman Bozdemir)
- Öncelikle büyüklerimden, araştırma ve öğrenme merağımdan dolayı çeşitli kaynak kitaplardan, Alevilik ve dedelerle ilgili bilgileri öğrenmiş oldum. (Bertal Yıldırım)
- Okuyarak. (Celal Kami)
- Babamdan. (Celal Özkan)
- Dedelerimizden öğrendik. (Celal Yüksel)
- Babam Miktad dede alim ve bilgili bir kişiydi. Babamın yanısıra, amcamdan, akrabalarımdan ve çevremden de öğrendim. (Cemal Güler)
- Görerek, okuyarak. (Cemal Mutluer)
- Bilgimi dergâhımızda babamdan, büyüklerimden ve kendi araştırmalarımdan aldım. (Cemal Sevin)
- Alevilik ile ilgili bilgilerimi büyüklerimden ve Alevilikle ilgili kitaplar okuyarak öğrendim. (Çelebi Eken)
- Babamdan. Haksat’tan. (Divane Ay)
- Kitaplardan, babamdan, dedemden, büyüklerimden ve Cemlerden. (Elvan Çelen)
- Babam ve çevremden. (Feyzi Erdoğan)
- Muhabbetlerde büyüklerden. (Halil İbrahim Dişli)
- Alevilik ve dedelerle ilgili bildiklerimi; annemden, babamdan, Pîrimden, mürşitimden ve bazı kitaplardan öğrendim. (Hasan Akkaya)
- Alevilik bilgilerini babamın dede olmasıyla öğrendim. Ve soyumuzun genellikle hepsi dede olduğu için ondan alınan bilgiler ve kitaplardan öğrendim. (Muharrem Arslan)
- Babalarımızdan,dedelerimizden, bilahare kendi araştırmalarımdan. (Murtaza Dinçeri)
- Alevilik ile dedeliği, babamdan öğrendim. Babamda babasından öğrenmiş, o da babasından. (Musa Çetinkaya)
- Babamdan ve okuyarak. (Mustafa Başaran)
- Allah ruhsat verdi. Kur’an’dan sonra babamdan öğrendim, sonra kendimi yetiştirdim. (Mustafa Doğan)
- Dedelerimizden, babalarımızdan. (Mustafa Güler)
- Aile büyüklerimizden ve okuyarak,araştırarak,gezerek. (Mustafa Güvenç)
- Alevilik ve dedelerle ilgili bütün bilgileri annemin babası olan Besni Beşkoz köyü ve diğer köylerin dedeliğini de yürüten dedem Ahmet Cemal Bektaş’tan almış bulunuyorum. Kendisi 1989 yılında Hakk’a yürüdü. Kendisinden sonra Gölbaşı ve çevre köylerin Cem ayinlerini ben ve babam yürütmeye başladık. Babamın sağlık durumunun bozulması üzerine, şu an ben yalnız yürütmekteyim. (Niyazi Arslan)
- Alevilik bilgilerimi dedemden,babamdan öğrendim. (Nuri İmre)
- Aile büyüklerimden ve diğer akrabalarımdan. (Paşa Akkaya)
- Büyüklerimden öğrendim. (Remzi Erdoğan)
- Babam, annem Alevi olduğu için, ben de Alevi çocuğuyum. Dedelik bilgilerimi babamdan ve Cemlerde dedelerden öğrendim ve öğrenmeye devam edeceğim. (Rıza Aslan)
- Alevilik ile ilgili bilgileri dedem ve babamdan öğrendim. (Rıza Büyükşahin)
- Alevilik ve dedelerle ilgili bilgileri eski büyük dedelerden ve tarihi kitaplardan öğrendim. (Rıza Özer)
- Her şeyden önce ben bir Alevi ve ocak evlâdıyım. İçinde büyüdüğüm ortam, Aleviliğin sorunları, Dedelerin karşı karşıya bulundukları sorunlar, hep bunları dinleyerek büyüdük biz. Çünkü evimizde hep bunlar konuşuluyordu. Köse Süleyman Ocağından tam sekiz tane Dede vardı. Çepni köylerini hiçbir zaman boş bırakmazlardı. Ben bunlardan Sümbül Dedenin torunu Bektaş Dedenin oğluyum. Bunlar yaklaşık beşer yıl dedelik yapmış kişilerdi. Bunların telkinleri ile büyüdük, el aldık ve hizmete çalışıyoruz. (Seyfi Oğuz)
- Şinasi Koç dede ve Ozan Ali Cemal, feyz aldığım zatların başında gelir. (Şinasi Erdoğan)
- Kaynak kitaplardan. (Şevki Demir)
- Baba- dayı. (Hamza Hoca Toraman)
- Babamdan, dayımdan ve diğer büyüklerimden. (Yusuf Çalışkan)
- Aleviliğini inandığı gibi yaşayan bir aileden geliyorum. 14 yıldır sürekli araştırıp okuyorum. İsviçre’de bulunduğum sıralarda Basel Üniversitesi kütüphanesini araştırıp, Alevilikle ilgili yayınlara baktım, ne yazık ki Arapça veya Almanca idi. Bir tek araştırmacı yazarımızın böyle bir araştırma aklına gelmez. (Ali Rıza Uğurlu)
- Ailemden. (Veli Tanrıverdi)
- Babamdan, dedemden. (Nevzat Demirtaş)
- Babamdan ve tarihten gelen bilgilerle. (Ali Özcan)
- Eğer bir dedenin soyu Evlâd-ı Resul’e dayanıyorsa, ailesi ve özellikle de pîrlerinden; hizmet karşılğı himmetle mümkündür. O kemaletin tüm niteliklerini kendisinde toplaması şarttır. Bu konuda Pîrim Seyit Munzur Emre tarafından eğitildim. (Hüseyin Yalçın)
- Alevî dedelerinden ve kitaplardan bilgi alıyorum. (Mustafa Özer)
ÇOCUKLUKLUĞUNUZ NASIL BİR ORTAMDA GEÇTİ?
- 1939’da ilkokula gittim, 1944 yılında bitirdim. Bu arada okumam seri olduğu için köy odalarında Cemle ve Alevilikle ilgili kitapları okuyup, anlatarak öğrendim. (İsmail Türker)
- Çobanlıkla ve gurbette. (İsmail Yalçın)
- Normal. (Kalender Topalcengiz)
- Sefalet içinde. (Kazım Bayram)
- Çocukluğum Erzincan’ın kırsal bir köyünde, yokluk ve sefalet içinde geçti. 1951 senesinde gurbet hayatımız başladı, halen de devam ediyor. (Halil Buğa)
- Köyümüzde bulunan ilkokulu bitirip, reçberlikle uğraştım. (Hasan Dedeoğlu)
- 1950’de Tunceli Ovacık ilçesi Elgazi köyünde doğdum. Beş erkek iki kız, yedi kardeşiz. Ben en büyükleriyim. Evimizde anam, babam ve yaşlı dedem vardı. Dedem oldukça tecrübeli, çalıp söyleyen ve şairdi. Bu yüzden, gittiği her yere beni de götürürdü. Köyde, toprak damlı evlerde yaşardık. Geçim kaynakları oldukça sınırlıydı. Köyde hayvan besler, çok az olan tarlalara yonca, buğday vb. ekerdik. Bir de odunculuk yapardık. Yöremizde kar yağardı. Dedelerimiz her sene kış aylarında, taliplerini ziyarete gelirlerdi. Genellikle birinci ayın sonuna doğru, Hızır orucunun tutulduğu günlere denk gelirdi. Dede bir eve misafir olurdu. Biz de her aile gibi lokmamızı alır, dedenin misafir kaldığı eve giderdik. Başta dedem olmak üzere, babam, anam, ben ve diğer kardeşlerim dâra dururduk. Dede lokmamıza dua verirdi. Görevli lokmayı dedemin elinden alırdı. Baş tarafta olan dedem, sırasıyla posta oturan dedeye niyaz olduktan sonra, salonda oturan herkesle niyazlaşırdık. Daha sonra bir yere otururduk. Dedeme, oturmak için münasip bir yer gösterilirdi, o da beni yanına oturturdu. Böylece Cem, cemaati yakından görme imkânım oldu. Küçük yaştan beri bu kültürün içindeyiz ve yaşamaya devam ediyoruz. (Hasan Müldür - Ali Asker Müldür)
- Köyde, Cemlerle, cemaatlarla geçti. (Hasan Yasevioğlu)
- Köylerde. (Haydar Aslan)
- Çocukluğum normal bir köy ortamında geçti. (Haydar Demirayak)
- Dil öğrenip konuşabildiğim küçük yaştan itibaren Cem- cemaat içinde, dede olan babamın dizlerinde; Cem yürütürken yanında. Okumayı öğrendikten sonra, evde toplanan taliplere kitap okuyarak, eski yazıyı 1958 yılında tamamen öğrenmiştim. Evde, eski yazı Buyruk, Kumru, Faziletname, Gülizâr-ı Hasaneyn, Hutbet’ül-Beyan, Hadikat’üs-Süedâ, Hz. Ali’nin Cenkleri, Battal Gazi, Eba Müslim gibi kitaplar vardı. (Hasan Şanlı)
- Yoksul ve bilinçsiz bir ortamda geçti. (Hıdır Yıldırım)
- Çocukluğum Alevîliğin hakiki varlığını sürdürdüğü son senelerde ve Alevîliğin son gerçekleri uyguladığı zamanda geçti. (Hüseyin Kaplan)
- Çobanlık ve çıraklık yaparak. (Hüseyin Er)
- Yoksul, birçok imkânsızlıklara maruz,biraz içe kapanık ve biraz da isyankâr, çevreye tepkili, muhalif, haylaz... 19 yaşıma kadar böyle, daha sonraları kendimi toprlayıp özüme, özümü Hakk’a dönüş olarak kanıksadım, benimsedim ve bağlandım. Daha sonra neslimi, yolumu, erkânımı kendi çapımda araştırmaya, özümü bulmaya çaba göstererek ve o güne dek işlediğim hatalara “tövbe” ederek yola koyuldum. Önce yuvamı kurdum, askere gittim, daha sonra kendimi yetiştirmekte ısrar ederek, halen de yoluma devam etmekteyim. (Hüseyin Kırca)
- Çocukluğum iyi bir ortamda geçti. Babam gittiği köy ve kentlere beni de götürürdü. Görür ve öğrenirdim. (Hüseyin Özgeoğlu)
- 1937’de Tokat Reşadiye Bostankolu köyü doğumluyum. Hayatım çocukluktan itibaren köyde, basit bir aile düzeyinde geçmiştir. (Hüseyin Şahin)
- Ahlâka, dürüstlüğe önem veren, fakir bir ortamda geçti. (İbrahim Doğan)
- Çocukluğum köyde geçti. Ilkokulu köyde bitirdim. O yıllarda köyün yaşlıları köy odasında toplanırdı, ben de onlara Alevîlikle ilgili çeşidi ve miktarı çok az olan kitaplar okurdum. (İsmail Eker)
- Çocukluğum köyde, okulla ve kendi mal ve davarımıza bakmakla geçti. (İsmail Özcan)
- Çileli günlerle. (Kâzım Kızılgöz)
- Çocukluğum çileyle geçti. Şu ana kadar da çiledeyim. Yetim büyüdüm. (Mahmut Akbulut)
- Çok iyi geçti. (Mahmut Gökçe)
- İlkolkulu bitirdikten sonra, kışın dedelerimiz gelirdi. Onlarla beraber ve babamın verdiği bilgi, terbiye üzerine hem hizmet ederdim, hem de Cemde olan biteni öğrenirdim. (Mehmet Başpınar)
- Çocukluğumuz hayatın ve zamanın yokluk, sıkıntılı günlerine rast geldi. Kalabalık nüfus, baba serferberlikten gelmiş, evde bir şey yok. Çalışıp çırpınarak, naçar. Hayli zaman geçtikten sonra, biraz toparlandık. Babam, annem Hakk’ın rahmetine kavuştular. Kardeşler ayrıldı, herkes ana, baba oldu. Bu halimize çok şükür. (Mehmet Çelik)
- Deyişlerimizin halk müziği, sazımızın halk çalgısı, semahımızın halk dansı(!) olmadığı bir ortamda; deyişlerimize “âyet” denildiği, sazımıza “niyâz” edildiği, semâhımızın “ibadet” bilindiği bir ortamda; ELİNE-DİLİNE-BELİNE sahipliği, EŞİNE ve İŞİNE sadıklığı, insanı insan yapan temel öğeler olarak öğrendim... Dinlediğim deyişler, yapılan ibadetler ve yürütülmeye çalışılan “AHLÂKSAL YAŞAM”, beni tasavvuf felsefesine ve dolayısıyla da “YARATANDAN ÖTÜRÜ YARATALINA” âşık etti. Yaşamım boyunca bu yapımı muhafaza etmeye çalıştım. (Fethi Erdoğan)
- Fakir, aç ve perişan olarak. (Abdullah Ceylan)
- Köyde. (Abdullah Tayyaroğulları)
- Çocukluğum köyde, feodal bir yapı içinde geçti. Alevi gelenek ve görenekleri içinde büyüdüm. (Ahmet Karanfil)
- Çocukluğum köyde geçti. (Ahmet Turgut)
- Yoksullukla. (Ali Canpolat)
- Çocukluğum Sivas’ın Hubyar Tekke köyünde, çok nüfuslu bir ailenin içerisinde, inançlarını yaşam şekli haline getirmiş bir yapıda geçti. (Ali Doğan)
- Köyde, çiftçilikle geçti. (Ali Metin)
- Fakir bir ortamda büyüdüm. Küçük yaşta babamı kaybettim. Beni dedem büyüttü. (Ali Osman Bozdemir)
- Dört yaşında annemi kaybettim. Dokuz yaşıma kadar anneannemin yanında kaldım. Daha sonra babam evlendi, 13-14 yaşına kadar onunla kaldım. Yaşım ilerledikten sonra, çalışma hayatına atıldım. Askerliğimi tamamladıktan sonra da karayollarında işe girdim ve emekli olana kadar da orada işime devam ettim. (Bertal Yıldırım)
- Köyde. (Celal Kami)
- Dedelere hizmet, zakirlik yaparak. (Celal Özkan)
- Çocukluk yıllarımda köyde yaşıyordum. Amcalarıma hizmet etmekle geçti. (Celal Yüksel)
- Çocukluğum köyde geçti. Ama evimiz birinci dereceden Ağuiçen ocağı olduğu için, bizi ziyarete gelen giden çok oluyordu. (Cemal Güler)
- Çocukluğum bir ara ev işlerinde çalışmakla, gurbette kâmil insanlar yanında, onların sözünü dinlemekle ve Cemlere katılmak, semailer dinlemekle, büyüklerden feyz alıp, kerametlerinden faydalanmakla geçti. (Cemal Sevin)
- Çocukluğum köyde, çiftçilik yaparak geçti. (Çelebi Eken)
- Köy ortamında, davar peşinde. (Çelebi Eken)
- Çocukluğum; köydeki yaşamın getirdiği; hayvancılık ve tarım işleriyle geçti. Ilkokulu, Tokat ilinin Yeşilyurt ilçesi, Yağmur köyünde bitirdim. Maddi olanaksızlık sebebiyle, tahsilimi devam ettiremedim. Daha sonra Tokat’ın Turhal ilçesine taşındım. Bir müddet T0urhal belediyesinde görev yaptım. Siyasi nedenlerle işten ayrılarak, ailemle birlikte İzmir’e taşındım. Bir süre bakkal dükkânı çalıştırdım. Dedelik sebebiyle bakkalı kapatmak zorunda kaldım. Şu anda iş aramaktayım. (Elvan Çelen)
- Hısım akraba içerisinde, iyi şekilde geçti. (Feyzi Erdoğan)
- Iyi. (Halil İbrahim Dişli)
- Çocukluğum yokluk içinde, kimseden yardım almadan geçti. Bugünlere de bu şekilde geldim. (Hasan Akkaya)
- Çocukluğum köyde geçti. (Muharrem Arslan)
- Çocukluğum yoksullukla geçti. Köyde eşekle ormandan odun getirip, şehirde satar, evin ihtiyaçlarını karşılardım. Babam Erzincan zelzelesinde sakat kaldı. Bütün ailenin geçiminden ben sorumluyum. (Murtaza Dinçer)
- Çocukluğumuz; babamın, dedemin Cemlerinde, sohpetlerinde, görgülerinde geçti. Dedemin Cem ve cemaatlarında öğrendiğim bilgileri, babamın Cem ve cemaatlarında pekiştirdim. (Musa Çetinkaya)
- Köyde,babamın yanında, zor şartlarda geçti. (Mustafa Başaran)
- Yedi yaşıma kadar kendimi fark edemedim. Yedi yaşımda ilkokula başladım, 12 yaşımda ilkokul bitti. Imam hatibe gittim ve oradan ayrıldım. Orta okula devam ettim. Oradan da ayrılınca, askerlik dönemim geldi, askere gittim. 1967’de askerlik bitti. Oradan İstanbul’a geldim. Devlet demir yollarına girdim ve oradan emekli oldum. Burada çalışırken, ocağıma bağlı taliplerimi de Allah’ın ve Ehlibeyt’in yoluna sokmayı ihmal etmedim. (Mustafa Doğan)
- Orta derecede geçti. (Mustafa Güler)
- Fakirlikle ve çoğunlukla çalışarak. (Mustafa Güvenç)
- Çocukluğum toplumsal faaliyetler içerisinde geçti. Yaşım itibariyle, hemen hemen bütün Cemlere katıldım. Yürütülen bu Cemlerde üzerime düşen görevleri yerine getirmeye özen gösterdim. Eğitimimi Gölbaşı’nda tamamladım. Liseden mezun olduktan sonra, İzmir’de özel bir okulda, elektronik bilgisi aldım. Yoksul bir aileden geldiğim için, gündüzleri çalışarak, geceleri ise okula giderek başarılı çalışmalar elde ettim. 1995 yılında Gölbaşı Hacı Bektaş Veli Derneğinin, 1996 yılında da Cem Vakfı Gölbaşı şubesinin kurulmasına öncülük ettim. Halen her ikisinin de yönetim kurulu başkanlığını yapmaktayım. (Niyazi Arslan)
- Köyde geçti. Cemaat yaptım. Kurban kestik,lokma verdik, dâr olduk, dindar olduk, semah döndük. (Nuri İmre)
- Mağduriyetle geçmişti. Çünkü Erzurum’dan mahacir gelmişiz. (Paşa Akkaya)
- Çocukluğum köyde, rahat bir ortamda geçti. Gençliğim şehirde, okul hayatı ile geçti. Bu arada Merzifon’da tarikat evi aile büyükleri tarafından yapılıp, on sene burada kış aylarında tarikat yapıldı. Ben de bu tarikatta bulundum ve bazı hizmetlere katıldım. (Remzi Erdoğan)
- Çocukluğum babam ve annemin yanında geçti. (Rıza Aslan)
- Çocukluğum maddi ve manevi yokluklar içerisinde geçti. Babam dedelik yaptığı için, ben ancak gelen giden misafirlere hizmet etmekle yetindim. (Rıza Büyükşahin)
- Çocukluk zamanlarımızda her köyde okul yoktu. Ve tarihi kitaplar da yoktu. Ancak büyüklerimizden herşeyi duyardık. Cemler de gizli yapılırdı. (Rıza Özer)
- 1944 yılında, Balıkesir’in Bahçedere köyü, Çepni KAVAKBAŞ’ında doğdum. Köyümüzün bağlı bulunduğu Ertuğrul nahiyesinde ilkokulu okudum.. Irgatlık dahil her türlü işte çalıştım. Ailemin gayretleri ile ancak ortaokul tahsili yapabildim. Askerlik görevimi Erzincan’da yaptıktan sonra, TCDD’na girdim. Halen bu kuruluşta İstasyon Şefi olarak görev yapmaktayım. Kısaca öz geçmişim bu. Evli ve 4 çocuk babasıyım. (Seyfi Oğuz)
- Çocukluk çağlarımda, her Cuma akşamı Cem yürütürlerdi. Yılda bir kez Mürşit ve Pîrimiz gelir, sorgumuz (görgümüz) yapılırdı. Ayrıca ozanlar ve ariflik makamına ermiş zatlar da gelirdi. Babam, bu yola gönül vermiş bir kişiydi. Bu nedenle evimiz hiç boş kalmazdı. Halen de öyle. 1975 yılından beri araştırmacı dede ve ozan olarak, halkla bütünleşerek hizmet etmekteyim. (Şinasi Erdoğan)
- Kırsal kesimde, fakirlikle geçti. (Şevki Demir)
- Köy ortamında. (Hamza Hoca Toraman)
- Köyde, çiftçilikle, yoksulluk içinde geçti. (Yusuf Çalışkan)
- Çocukluğum Erzincan’da, Beşsaray köyünde geçti. (Doğum yerim İnegöl. Çünkü 1938’de biz de sürgün edilmişiz. Oysa biz Kürt değildik. Dersim isyanıyla ilişkimiz yoktu, ama dede ocağı olmamız, sürgün için yeterliydi. Bursa’dan 3 yaşındayken geri dönmüşüz.) O günler güzel günlerdi. Babam, aksakallı bir dedeydi. İnancını ödünsüz yaşıyordu. Köyümüzde pîr sakallı birçok dede vardı. Sevecendiler. İnanmışlık ve sevecenlik birleşince, muhabbetleri doyumsuz olurdu. Köyde kahve yoktu, içki kültürü yoktu. Ne vardı? Doyumsuz kış muhabbetleri ve Cemlerimiz vardı. Cem, evlerde yapılırdı. O ev de rahmetli Rıza Ekici dedenin eviydi. Kurban kesmek ayrı bir törendi. Perşembe akşamları Cem yapılırdı. O günlerde insan boyu kar yağardı. Bizim ev köyün en üstünde, Cem evi en altındaydı. Yıkanır, temizlenir, lokmalarımızı alır (genelde tereyağlı katmer yapılırdı), ailece hûşu içinde Ceme girerdik. Kar da yağsa, soğuk da olsa ne gamdı. Cem evinin pencereleri yoktu. Üst tavanda küçücük bir pencere vardı. Hepsi o kadar. Bütün köy orada olurdu. Gözcüler, kapıcılar... Otoriteleriyle ilk onlar dikkat çekerdi. Sabahlara kadar ibadet sürerdi. Tevhidler bambaşka bir coşkuydu, aşktı...Hele Cem sonu dağııtlan lokmaların tadını halen anımsarım. Öğrencilik yıllarımızda mutluyduk, köyde okula giden az sayıdaki öğrenciden birisi de bendim. Gidip gelenimiz çoktu, hergün ocağımızda aş kaynardı. Okulu bitirdim ve 1969’da İstanbul’a geldim. İş yaşamım, askerliğim ve sonrası... Ama o güzellik sadece belleğimde kaldı, hiç eskimeden, hiç yıpratmadan. (Ali Rıza Uğurlu)
- Çocukluğum hayvancılık, gençliğim çiftçilikle geçti. (Veli Tanrıverdi)
- Fakir bir hayattı. (Nevzat Demirtaş)
- Köy kökenli olduğumuzdan, babamla birlikte çiftçilik yaparak, dedemden, babamdan ve tarihten aldığımız bilgilerle bugünlere geldik. Hz. Ali menkîbelerini okuyarak, dinleyerek ve Cemlerde söyleyerek bugünlere geldik. (Ali Özcan)
- Bir Evlâd-ı Resulun çocukluğu Alevî toplumu içinde, edep-erkân kuralları dahilinde, özüne yakışır bir biçimde geçmesi zorunludur. Anlatımı sayfalar alır. Bunu yaşayan ve gören bilir. Köyümüzde, 1950-60 yılları arasında Cemlerimiz sürekli yapılırdı. (Hüseyin Yalçın)
- Çiftçilikle. (Mustafa Özer)
KENDİNİZİ TANIMLAR MISINIZ?
- Ehl-i Beyt soyundan ve Fatıma’tül Zehra’nın evlâtlarından gelenler dededir. 12 hizmetli Cemler yapılıyor. İnancımıza göre dedelik hizmetimi ifa etmeye can-ı gönülden uğraş veriyorum. (İsmail Türker)
- Nesli Ali’den gelenler. (Kalender Topalcengiz)
- Ehl-i Beyt soyundan. (Kâzım Bayram)
- Dede olan insan, ehli kâmil olacak. Güler yüzlü, tatlı dilli, alçakgönüllü ve cömert olacak. 4 kapıya mensup olacak. Müsahibi, mürşidi, pîri, rehberi olacak. Dede olan kimse bu dört kapıya mensup olacak ve talibi de bunları bilecek. Bu saydıklarım olmayan kimsenin lokması da helâl olmaz. (Halil Buğa)
- Dedeler, ecdadına inanılan, kabul edilen, Ehlibeyt soyundan geldiğine inanılan kişilerdir. Talip görmeye çok az gittim, tam bir dedelik eğitimi görmediğimden, kendimi yeterli görmüyorum. (Hasan Dedeoğlu)
- Bence dedeler, Muhammed (SAV), Hz. Ali (KAV) ve Hacı Bektaş Veli soyundan gelenlerdir. Bunlar nesebi dedelerdir. Nasibi dedeler, Hünkâr Hacı Bektaşı Veli’nin himmet verdiği halifeler kanalıyla dedelik, irşâtcılık yer yüzüne dağılmıştır. (Hasan Hüseyin Aslan)
- Dedeler Seyid-i Saadet Evlâd-ı Resul dediğimiz imamların çocukları olup, ocakzâde olalrak bilinen kişilerdir. Ben de Kureyşen ocağına mensubum. (Hasan Müldür - Ali Asker Müldür)
- Dedeler soydan gelilr. Dedelik vasıflarını yerine getiriyorum. Hz. Ali soyundan gelene dede denir. (Hasan Yasevioğlu)
- Horasan pîri evlâtlarındanım. (Haydar Aslan)
- On iki imamların soyundan gelen seyit veya onlardan el alan ocakzade kişilere dede derler. (Haydar Demirayak)
- Günümüzle 50’li yılları kıyaslayamayız. Dedenin, topluma öğretmen olmayı gerektiren bilgiye sahip olması gerekir. Kendisinden bilgili bir talibi nasıl eğitecek? Talibinin gerisinde, okur yazar olmayan bir dede nasıl topluma öğretmen olur? Günümüz toplum önderi, en azından din ve bilimi birleştiren, barıştıran elsefeyi bilmelidir. Ezoterik doktrini okulmalı, bilmeli. Orta çağda bile dede bu bilgileri biliyor, öğreniyor da, günümüz uzay çağı, nasıl öğrenemiyor? Dede, kendini bilmeli, tanımalıdır. Bilimsel felsefeyi (Ezoterik veya batıni/gizemci) doktrin konusunda deneyimli olmalıdır. Erkân dediğimiz Cem cemaat, bir törendir. Peki, canlar müsahip oldu, ikrarı alındı, yola bağlandı, ya eğitimi? Eğer dede batını bilgileri talibe veremiyorsa, o nasıl dede olabilir? (Hasan Şanlı)
- Horasan erenlerinin evlerine ocak denir. Bu ocaklardan yetişen herkese, tahsil durumu aranmaksızın, dede denir. Kendimi bir dede değil, seyyid olarak görüyorum. (Hıdır Yıldırım)
- Görüşüme göre dedeler, Hz. Fatıma ile Hz. Ali’nin belinden gelen seyitlerdir. Bunun dışında dede olamaz. Seyid-i Saadet Evlâd-ı Resul olan dededir. Alternatifsizdir. Kendimi bir dede olarak şöyle tanımlıyorum: Arap harflerini bilmememi, bir eksiklik olarak görüyorum. Çünkü araştırmalarda esas kaynağa inemiyorum. İnanç kültüründe ve Cem ibadetlerinde kendimi normal görüyorum. Özellikle İslâm tarihi, Kur’an’da araştırma olanaklarım olmadığı halde, kendimi tam yeterli görmesem de yeterli sayılabilirim, zamana göre. (Hüseyin Kaplan)
- 12 Hizmeti yürütebilecek kadar. (Hüseyin Er)
- İlim, irfan sahibi, çağa ayak uydurabilen, aynı zamanda Ehlibeyt yolundan hiçbir zaman taviz vermeyen, üretken, çalışkan, öğretci olan kimselerdir. Ben kendimi henüz öğrenme safhasında, çaba gösteren, genç bir dede adayı olarak görmekteyim. (Hüseyin Kırca)
- Bence dedeler, Evlâd-ı Resuldan, Seyit olarak gelen kimselerdir. Babam dede olduğu için, ben de bu yolu yürütmek isitiyorum. (Hüseyin Özgeoğlu)
- Bir ocağa, bir soya bağlı, insanlara doğru yolu gösteren ve Alevîlik hakkında bilgi veren insanlardır. (Hüseyin Şahin)
- Hz. Muhammed’in soyundan gelen, insanı, insan olarak görenlerdir. (İbrahim Doğan)
- Dedeler, Ehlibeyit soyundan olan kimselerdir. Ocakzâde kişilerdir. Hz. Muhammed ve Hz. Ali soyundan, Seyyid kolundan gelen kişilerdir. (İsmail Eker)
- Bence dede, yani seyit, Ali- Fatıma soyundan olmalı. Kendim, daima doğrudan yana, iman Kur’an’ı Ehlibeyitten ayırmayan, gerçek İslamı, gerçek Alevîliği savunan bir kişiyim. (İsmail Özcan)
- Doğru ve dürüst. (Kâzım Kızılgöz)
- Dedeler, Hz. Peygamberimizin soyundan gelen İmam Kâzım’ın evlâtlarıdır. (Mahmut Akbulut)
- Komşu arasında ufak tefek bazı sorunlar olduğu vekit, köyün büyükleri yani hatırı sayılır kişiler ve dedeler toplanır, hallederdi. Tarih boyunca Alevîlik ve Ehlibeytin sevgisini özünde taşıyan, topluma önderlik etmiş, Emevi zulmüne boyun eğmemiş kişiler önce insan olmayı, çünkü müslüman olmak kolay insan olmak zor, daima insan sevgisini kalbinde taşıyarak, verilen vazifeyi eksiksiz yerine getirmektir dedelik. Eline, diline, beline sahip olmak şartıyla, asla haksızlığa boyun eğmemelidir. (Mahmut Gökçe)
- Bizde dedeler ehlibeyit soyundan gelen babam, amcam ve bunların evlâdı olarak ben. O soydan kendisini yetiştiren ve iyi huylu eline, beline, diline sahip olan, teori ve icraatta kendini yetiştiren, yeteneği olan dedelik yapabilir. (Mehmet Başpınar)
- Dedeler, Ehlibeyt neslinden gelen, Ehlibeyt sevgisine gönül ve meyil veren, onların huy ve ahlâklarıyla yoğrulan, onların getirdiği kültüre sahip olan kişilerdir. Dedelik görevini göğüsleyen, dünyaya aşırı meyil vermeyerek, Hz. Peygamber’in Kur’an emri ve bilgisi üzerine kendine sahip olarak, zamanın imamlığını taviz vermeden, hakkını veren kişi, dededir. (Mehmet Çelik)
- Dedeler,Muhammed-Ali yoluna “talib” olanlara; ibadette imam, bilgilendirmede öğretmen, müşkülleri çözmede yargıç olan, “nesl-i pâk” kâmil zatlardır... Kendimi tanımlamaya gelince: Ocağımıza bağlı olan veya yaptığım hizmetleri takdir eden mûhip canlar, “Fethi dede” olarak çağırırlar. (Fethi Erdoğan)
- Bilmiyen dede olamaz. (Abdullah Ceylan)
- Evlâd-ı Resuldur ve dürüst olmalıdır. (Abdullah Tayyaroğulları)
- Bence dedeler, Hz. Hüseyin soyundan gelen, Seyid-i Saadet Evlâd-ı Resul olan kişilerdir. Dede olan kişi, ilim- irfan sahibi olmalı, dört kapı- kırk makamı bilmeli, ilm-i cemal-i kübradan ayet ile alim ola ki, dedeliği caiz ola. (Ahmet Karanfil)
- Bana göre, soyu Hz. Ali’den ve Hz.Fadime’den gelen, dede olabilir. Ben kendimi Allah’ın birliğine, Hz.Muhammed’in son peygamber olduğuna ve Hz.Ali’nin veliliğine inanan bir dede olarak düşünüyorum. (Ahmet Turgut)
- Ehl-i Beyt soyundan gelirler. (Ali Canpolat)
- Dedelik, bir ocakdan gelen bir soydur. Kendimi bir dede olarak tanımlıyorum. (Ali Doğan)
- Hüseyin Abdal evlâdıyım. (Ali Metin)
- Bence, dede bir uyarıcı, bir öğretmendir. Ben bir dede olarak, uyumlu, canlarla iyi geçinen, alçak gönüllü, hoşgörülü olduğumu söyleyebilirim. (Ali Osman Bozdemir)
- Bence dedenin Hz. İmam Ali’nin neslinden olması gerekir. Dedelik mertebesine sahip olan bir kişinin dürüst ve kâmil olması, bilgisini çevresindekilere aktarması, örnek davranışlar sergilemesi ve sonsuz hoşgörüye sahip olması gerekir. Kısacası, Aleviliğin bir ilkesi olarak eline,diline, beline sahip olması gerekir. (Bertal Yıldırım)
- Tarihi belgelerle. (Celal Kami)
- Dede ve zakirim. (Celal Özkan)
- Dede, Ehl-i Beyt’in soyundan gelendir. (Celal Yüksel)
- Dedeler iki kımsa ayrılır: Birincisi, seyitlerdir. Seyitler Hz.Peygamberin, Hz.Ali ile Hz.Fatıma’nın soyundan gelenlerdir. Ikinci grubu ise, nüfuz ya da himmetle gelen dedeler oluşturmaktadır. Biz de birinci grup olan seyitlerdeniz. (Cemal Güler)
- Aydın ve dürüst kişilerdir. (Cemal Mutluer)
- Dedeler Seyid-i Saadet Evlâd-ı Resûl’dür. Önce kendini her şeyden arındıracak ve taliplerine iyi bir önder olacak. Ben de iyi olmaya çalışacağım. Şimdiye kadar hata yapmadım. İnşallah bundan sonra da yapmamaya çalışacağım. (Cemal Sevin)
- Dede, Seyid-i Saadet soyundan gelen, Ehl-i Beyti sevme ve bilgisini bağlılıkla taşıyan, doğruluğu, dürüstlüğü taliplerine ve çevresine anlatan dürüst kişiler olmalı. (Çelebi Eken)
- Hz. Resûl’ün soyundan gelenlerdir. O soydan geldiğime inanıyorum. (Divane Ay)
- Bence, dedelik soydan gelir. Ben, Musa-i Kâzım evlâtlarından, Himmetçi Ali Baba (Yağmuroğlu) torunlarından geldiğim için, babamdan sonra dedelik yapmak durumunda kaldım. (Elvan Çelen)
- Bilge kişi. Soydan gelen, iyi kişi. (Feyzi Erdoğan)
- Talibe saygılı olmak. (Halil İbrahim Dişli)
- Bence bir dedede olması gerekenler; doğruluk,dürüstlük,bilgi,insanlara bir şey aktarabilme gücü, Seyid-i Saadet Evlâd-ı Resul soyundan gelmektir. Ben bir dede olarak üstüme düşen görevi yaptığım kanatindeyim. Insanları birbirinden ayırmıyor, elimden geldikçe onlarla beraberim, onlara yardım ediyorum. (Hasan Akkaya)
- Ocağı bağlı, On iki İmam soyundan ve Evlâd-ı Resul’dan olmayan kişi, dedelik yapamaz. Halifemiz Hz.Ali’dir. (Muharrem Arslan)
- Bence dedeler, Evlâd-ı Resul Seyid-i Sadettir. Ben bir dede çocuğuyum, dedelik çok yüce bir makamdır. Belirli şartları vardır. Konumum itibariyle bu şartları yerine getirmem mümkün değil. Çünkü ben bir iş adamıyım. (Murtaza Dinçer)
- Dedeler; Alevi toplumunun inançlarına göre, Hz. Peygamber’in soyundan, Evlâd-ı Resul Seyid-i Saadetten gelenlerdir. Dedeliği, dedemden bana miras kalan bir hizmet olarak görüyorum. Ocağımızı sürdürmek; Alevi toplumunu daha ileriye götürmek ve Aleviliği öğretmek için bu görevi yapıyorum. (Musa Çetinkaya)
- Ehli beyt soyundan gelen ve bu işi hakkıyla yapanlar. Bu konuda uzun yıllar okuyarak, araştırarak ve insanlara doğru yolu göstererek, çaba sarfeden bir kişiyim. (Mustafa Başaran)
- Bizce dedeler doğru yön gösterip, talibi ikna etmesini bilen ocakzâde evlâtlarıdır. Yukarıda belirttiğim gibi, talibe doğru yol göstermekle, zor durumda oldukları zaman derdini dinleyip halletmekle tanımlıyorum. Örneğin dargınlık, küskünlük gibi hallerde, elimden geldikçe mahkeme kapısına göndermem. (Mustafa Doğan)
- Ehl-i Beyt soyundan gelenlere dede denir. (Mustafa Güler)
- Naib-i Resul, toplumun doğal önderi. (Mustafa Güvenç)
- Bence dede, bu yolun gereklerini yeteri kadar yerine getirerek, toplumuna faydalı olup, talibine sahip çıkarak, onların inançsal icraatlarını yürütüp, savunuculuğunu yaparak, haklarını savunan kişidir. Herkes “dedeyim” diyebilir, ama icraat yapmayıp kendi köşesine çekilerek, “ver yiyeyim, ört yatayım” hesabı yapanları biz dede olarak kabul etmiyoruz. (Niyazi Arslan)
- İmam Musa-i Kâzım’ın torunu,Musa-i Sani’nin oğlu, İbrahim Mükerrem Seyid Mahmud Hayrani, Hacı Kureyş oğlu Kâzım Mustafa oğlu Ali’nin oğlu pîrim. Pîrimin oğlu Hüseyin oğlu Şah İsmail oğlu Derviş Kamber oğlu Nevali, Neval’in oğlu Gazi. Gazinin oğlu Nuri dede. (Nuri İmre)
- Biz dedeler 12 imam zulbünden geliriz. Gelenler Seyid-i Saadettır. Bilginleri dedeliği yaparlar. (Paşa Akkaya)
- Bence dede, soyu seyyit olan, Hacı Bektaş evlâtları veya dervişlere ulaşan ve dedelik bilgisi olanlara denir. (Remzi Erdoğan)
- Bizce dedeler, ocakzâde olanlardır. Kendimi bir dede olarak, iyi tanımlıyorum ve öğrenmeye devam ediyorum. (Rıza Aslan)
- Sülâle olarak Evlâd-ı Resul soyundan gelenlere, dede denir. Gerek toplum ve gerekse müritler tarafından, dede olarak tanımlanmaktayım. (Rıza Büyükşahin)
- Dedeler, Muhammet- Ali soyundan gelen Seyitlerdir. Ve kendimiz İmam Rıza ocağına bağlı olup ve Seyit olarak geldiğimiz için, dede olarak tanımlanıyoruz. (Rıza Özer)
- Soyu Evlâd-ı Resul’den gelen, bir ocağa bağlı bulunan, taliplerinin yol ve erkânını yürütmekle görevli ocak evlâtlarıdır. Bunlardan başka, bir de Dikme diye tabir ettiğimiz dedelerimiz vardır. Bunlar da Pîrleri tarafından el verilen dedelerdir, ocak evlâdı değildirler. Fakat asıl dedelerimizin olmadığı yerde, bu görevi yürütürler. Post sahipleri geldiği zaman, görevi sahibine teslim ederler. Bizde böyle dedeler yoktur. Köse Süleyman evlâtları bu görevi yapmışlar, halen de yürütmektedirler. Kendimi şöyle tanımlıyorum: Elimin erdiği, gücümün yettiği yere kadar hizmet etmeye kararlıyım. Dedelerimizin bin bir meşakkatle, canı pahasına bu günlere getirdiği bu yolu, bizden sonrakilere çok daha iyi bir şekilde teslim etmek başlıca amacımızdır. (Seyfi Oğuz)
- Dede, Ehlibeyt soyundan gelen, bilge kişi ve marifet ehlidir. Kendimi; halka önder olmuş ve eğitici bir dede olarak tanımlayabilirim. (Şinasi Erdoğan)
- Dedeler, bir çok rivayete göre Ehli-beyt soyundan geldiklerini söylemektedirler. Kendimi tam yetişmiş bir dede olarak görmüyorum. (Şevki Demir)
- İlimli, bilimli adamlardır. Kendimi dede olarak görüyorum. (Hamza Hoca Toraman)
- On iki İmam soyundan gelenlere dede denir. Ben kendimi dede olarak tanımlıyorum. Çünkü yaklaşık 65 senedir dedelik yapmaktayım. (Yusuf Çalışkan)
- ‘Buyruk’a göre dede tarifi şöyledir; bir dedenin dedeliğinin caiz olması için, önce ‘Evlâd-ı Resul’ olması, yani soyu Peygamber efendimize dayanmalı. Diğer bir deyimle, ‘Seyyid-i Saadet’’ olmalı ki, dede olabilsin. Dede olması için bu yeterli mi? Dedenin pîr olabilmesi için de 4 kapının ilminden haberdar olması gerek. Olmalı ki; talibi irşât edebilsin. Çünkü dedelik makamı irşât makamıdır, yani öğretmen olabilmesi için, öğrencisinden çok şey bilmeli ki onu eğitebilsin. Bunun karşılığında ‘talip de öyle olmalı ki, dedesini irşât edebilsin’’ Yani; dede bilge, talip bilge olmalıdır. Her toplum, değerlerini kendi yaratır. Hz. Muhammet, “herşey bir şeydir ama, cahil hiçbir şeydir’’ diye buyuruyor. Ele, bele, dile sahip, olgun, sevecen, mürşid-i kâmil insan olmalıdır. Ledün ilminden haberdar olmalıdır, dede. Bu vasıflara sahip olmayan dedenin pîrliği caiz değildir; dededir ama pîr değildir. Aleviler bunu bilmediği için, her dedeyi pîr görüp yargılamış ve bu kurumu yıpratmıştır. Oysa kendi konumunu bilebilse, dedeyi pîr yapıp eleştiremeycek ve o makam da saygınlığını yitirmeyecekti. Buyruk’a katılıyorum. Kendimi de böyle ifade etmeye çalışıyorum. Ve onun için de geniş bir kitaplığım var ve üniversitede okuyan oğlumdan daha çok okuyup, çağı yakalamaya çalışıyorum. Henüz kendimi bilge bir dede olarak tanımlayamıyorum. Çünkü Aleviliği tasavvufi ve batıni olarak yorumluyorum. Bunlar da dibi olmayan birer deryâdır, oku okuyabildiğin kadar. Ve ilham kaynağım da rahmetli babamdır. Herşeyimi ona borçluyum. Güzellik abidesiydi. Nur içinde yat, babam. (Ali Rıza Uğurlu)
- Belli bir ocağa bağlı olur. (Veli Tanrıverdi)
- Eskişehir’in sevgili dedesi. (Nevzat Demirtaş)
- Hz. Muhammed’in kızı Fatıma ile Hz. Ali’nin evlenmelerinden olan çocukları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’den olan çocuklarından soy olarak gelen torunlarına Dede veya Seyit denir. İşte ben de kendimi bu soyun devamı olan Hz. İmam Muhammed Bakır ve Sarı Mecnun soyundan gelen dede olarak kabul ediyorum. Kur’an’da Ahzap suresinin 33. Ayeti de “Allah sizden kir ve kötülüğü temizleyip gidermek ister, Ey Ehlibeyt” der. Bundan da analışılıyor ki Ehlibeyt soyundan gelenler doğru söyler, iyilik yapar, hareketleri ile halka örnek olur. Aradan 700 sene geçtikden sonra, Hacı Bektaşı Veli Anadolu’ya gelir ve Kur’an’daki 6666 ayete bedel olarak, “ELİNE, DİLİNE, BELİNE sahip ol” demiş. Bir insan bu üç maddeyi yerine getirse, iyi insan olur. Kur’an’da istenilen her şeyi yapmış olursun.
- Her Ali, Haydar Değil,
- Her seyfe denmez zülfikâr,
- Lâ fe tâ illâ Ali,
- Lâ seyfe illâ zülfikâr. (Ali Özcan)
- Alevî evrenselliğinde, İmam-ı Hasan ve İmam Hüseyin soyundan gelenlere dede denir. Ancak hizmeti karşılığı himmet alan erenler de ocaklarda, mecbur olduğu bu yolun edep, erkân hizmetlerini yerine getirendir. Bir dede, toplumunu bulunduğu çağa adapte edebilendir. Özellikle de çağın bilim ve teknolojisine ayak uydurabilen, yol evlâtlarını da bu istikamette eğitip, bilgilendirendir. Bir dede herşeyden önce kendisini yetiştiren, çağdaş, demokrat, laik düşünceye sahip, barıştan yana, özgür düşünen, ulusal birlikten yana olan, sosyal hukuki devlet yapısını savunan, 72 millete aynı nazarla bakan ve kendisini yetiştirmiş, sevgi dolu ve hoşgörülü olan kimsedir. Çünkü; Ecdadımız İmam Ali şöyle buyurmuştur; “Çocuklarınızı kendinize göre değil, bulunduğu çağa göre yetiştiriniz”. (Hüseyin Yalçın)
- Alevî toplumunun önderleri. (Mustafa Özer)
DEDELİĞİN DOĞUŞU HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİNİZ?
- 8. İmam Ali Rıza’nın Horasan’a nakli ve Hoca Ahmed Yesevi üniversitesinde ders alıp, Ehl-i Beyt soyundan olanlara diplomaları verilerek, yurdun her köşesine dağılmışlardır. Tabii ki tarih çok önemlidir. 413 yıl Ehl-i Beyt soyundan gelenler çoğalmıştır. Yukarıda belirttiğim üniversiteden diplomasını alanlar Anadolu’ya dağılmıştır. (İsmail Türker)
- Dedelik, Hz. Ali ve Hz. Muhammed’den doğmuştur. 40’lar cemini, İmam Cafer’in buyruğunu ibraz ederim. Yazı ile tarif edemem. Çünkü yazmakla bitmez. Sonra da 8. İmam Rıza’dan İbrahim Sani’nin oğlu Pîr Hacı Bektaşi Veli yolu açıklamıştır. Allah rahmet eylesin. Gerçi erler ölmezler. (İsmail Yalçın)
- 1414 seneden beri. (Kalender Topalcengiz)
- Hz. Ali, Hz. Hüseyin’den beri dedelik vardır. (Kâzım Bayram)
- Pîrlik de, erkân da Hz. Hüseyin’den kaldı. Ehl-i Beyt yolu, Hz. Hüseyin’den sonra Hz. İmam Zeynel’den kaldı. Hz. İmam Zeynel’den, Ebu Müslüm Teberdar’dan Hz. Zeynel Abidin’in oğlu İmam Muhammed Bakır’a geçti. Hz. Ali’nin ilmi- irfanı onda idi. Ve İmam Muhammet Bakır’dan İmam Cafer Sadık’a geçti. İmam Cafer Sadık da ‘buyruk’ yazdı, yolumuzu tekrar kurdu. Dört kapı üzerine kurulan yolumuz, Hicretler, 12. İmam Mehdi’de kaldı. O da sır oldu ve Hicretler de onunla birlikte sır oldu. (Halil Buğa)
- Hz. Muhammed ve Hz. Ali zamanından kalmadır. (Hasan Dedeoğlu)
- Dedelik, çok eskiye dayanmayan, Bektaşiler döneminde ortaya çıkan bir sözcüktür. Bilindiği gibi, eskiden köylerde yaşayan Alevî ve kızılbaş, şehirde yaşayanlar ise Bektaşi olarak adlandırılırdı. Köyde yaşayanlar dede sözcüğünü değil, “Seyyid” sözcüğünü kullanırlardı. Dede sözcüğünün Bektaşilerde kullanıldığı görülmüştür. Bektaşilerde iki kol vardır; 1. Safiyen Kolu, 2- Babağan Kolu. Safiyen kolu, çelebilerdir. Babağan kolu ise icazetle görevlendirilenlerdir. Bunlara Dikme de denir. Dedelik, babağan kolunda mevcuttur. Banlara dede-baba da denir. Dede-babaların ayrı ayrı köy ve kazalardan oluşan mıntıkaları vardır. Dedeler çelebilere mensup olup, çelebi namına kendi mensuplarını idare ederler. Anadolu-Rumeli ve Arnavutluk’ta mevcut olan tekkeler de bu kola mensuptur.İşte böylece dedelik yayılmış ve bugün artık pîre de, rehbere de, mürşide de dede denmektedir. (Hasan Müldür-Ali Asker Müldür)
- Dedelik, Hz. Ali ile birlikte doğmuştur. (Hasan Yasevioğlu)
- Sülaleden gelen, evlâttan evlâda intikal eden yoldur. (Haydar Aslan)
- Dedelik kurumu, Anadolu’da doğdu. İlk dede, Tac’ül Ârifin Seyyit Ebul Vefâ’dır. Kırklar cemi bir söylencedir. Allah-Muhammet-Ali, Tanrı-insan-evren birlikteliği düşüncesinin, Alevi-Bektaşi bilgesinin beyin ve ruh aynasında dışa yansımasıdır. Kaynağ-ı kadim, Anadolu toprağıdır. Anadolu Alevîliğini dar bir kalıba, çerçeveye hapsetmek, hiç kimsenin hakkı değildir. (Hasan Şanlı)
- Dedelik, Hacı Bektaşi Veli ve dervişlerinden sonra, takriben 16.yy’da Balım Sultan döneminde başlamıştır. (Hıdır Yıldırım)
- Dedelik, Türkçe bir kelimedir. Pîrin karşılığıdır. Pîr de Seyit anlamındadır. Seyit ise Muhammed ve Ali’nin kanından gelendir. Gerçek budur. Bazıları Araplardan tiksindiklerinden dolayı, “hayır, biz Türküz” derler. Bunlar ancak kendilerini kandırırlar. (Hüseyin Kaplan)
- Ali ve Hüseyin’den sonra olmuştur. (Hüseyin Er)
- Muhammed-Ali’den doğmuştur. Tarihsel açıdan “607” yılları. Sonraları Hz. Ali’nin yanına yardımcı alması ile başladığı kabul edilir. (Hüseyin Kırca)
- Dedelik, Hacı Bektaşi Veli Horasan’dan Urum ülkesine geldiği zaman, erlerin nasibini vermesinden sonra başlamıştır. (Hüseyin Özgeoğlu)
- Hz. Muhammed’in zamanından beri gelmektedir. (Hüseyin Şahin)
- Hz. İmam Hüseyin’le doğmuştur. (İbrahim Doğan)
- Hz. Hüseyin efendimizin Kerbelâ’da şehit edilmesinden sonra, Ehlibeyt soyundan gelenlere o günkü yönetimlerin uyguladığı baskı ve zulümler artmıştı. Canlarını kurtarma çabasına giren bu insanlar bulundukları yerleri terk ederek, Horasan ve Doğu Türkistan’da bulunan Türklerin aralarına yerleştiler. Onlarla evlilik yaparak, Seyyidlik soyunu Türkler de oluşturarak, bu güne kadar sürdürdüler. (İsmail Eker)
- Dede, pîr, mürşid sıfatları aslında anlam olarak, öğretici, öğreten anlamına gelir. Hz. Peygamber’e Cenab-ı Hak tarafından, “Ali senin vasin ve ummetinin velisidir, senden sonra ümmetine o ve soyu imamlık yapacaktır” dedi. Dedeler, yani seyitler, Muhammed-Ali soyundan geldiği için, bu görev tâ o zaman verildi. (İsmail Özcan)
- Ehlibeyt’in çatısından bu yana. (Kâzım Kızılgöz)
- Dedelik, Hz. Peygamberimiz Yeşil Kubbe’de, Fatıma Zöhre’nin başında taç, Hz. Ali belinde kemer, Hasan, Hüseyin kulağında seper ile süper iken görmeden inandık, iman getirdik. Hak la ilahe illallah, Hak Muhammeden Resulullah ilâfetan ilâ zülfikâr, Seyyiden Ali evlâdıdır. (Mahmut Akbulut)
- Hz. Muhammed ile Hz. Ali müsahip olmuşlardır. O zaman da kırklar cemi yapılıyordu. Bu demek oluyor ki, İslâmiyetin doğuşuyla başlamıştar. Hatta bazı bilginler kırklar ceminde, Hz. Hüseyin’i, Muhammed Mustafayı ve Aliyel Murtazayı dâra çekmiştir. İşte dedelik böyle doğmuştur. (Mahmut Gökçe)
- Ehlibeyt soyundan gelen, yani Hz. Muhammed ve Hz. Ali soyundan gelenlere dede ve seyit derler. (Mehmet Başpınar)
- Dedeliğin temeli 12 İmamlardır. Hz. Peygamberin varisi ve müeyyidi Hz. Ali, imamdır. Halife değildir. Velâyet sahibidir. Imam Hakk’ın emirlerini yerine getirendir. Halife zahiri ve siyasidir. Yandaşlarını koruyan ve onları makam ve ücret ile kendisine doğru çekip, yönlendirendir. İmamlığın önü, 12 İmamlardır. Onlarda siyaset olmadığı gibi, dedelerde de siyaset olmaz. Rızadan çıkmaz. Yolumuz rıza yoludur, gönül kırmaz ve incitmez. Esas dedelik, 1300 yıllarından sonra Hacı Bektaş, Abdal Musa, Şeyh Ahmed Yesevi ve Şeyh Safiyyiddün gibi İslâm önderleri tarafından tam teferruatı ile kurulan, tarikat usul ve esasları, derviş ve seyyidler tarafından Anadolumuza yerleştirilmiş, günümüze kadar gelmiştir. (Mehmet Çelik)
- Muhammed-Ali’nin kurmuş olduğu “DÖRT KAPI-KIRK MAKAM” ilkelerinin devamını sürdüren, Ali evlâdı, Ehlibeyt-i Nebevî’den 8. İmam Ali Rıza Hz.leri, Abbasîlerin şerrinden Horasan’a hicret edince, Horasan’da inanç, felsefe ve kültürel yönlerde hayli değişmeler oldu... Evvelâ İslâmın gerçeği anlaşıldı.Kişiyi kemalete götüren, Ehlibeyt yolunu sürdürmeğe başlayan Türk boyları, dini önderlerine, Arapça olan seyyid veya şeyh olarak değil de, kendi öz dillerindeki “ata,baba,dede” ünvanları ile hitap ettiler. Bilhassa Moğol istilâsı sonucu Anadolu’ya göç eden Türkmen Aleviler, Anadolu’da gene çoğu kez seyyidleri, “dede, baba, Farsça olan pîr” ünvanları ile çağırdılar. Hatta doğu illerinde, Kürtçe konuşan Türkmen Aleviler, “dede” sözcüğünün kullanılmasında sakınca gördüklerinden, “halo”(amca) sözcüğünü kullanmışlardır. (Fethi Erdoğan)
- Dedelik, Şah İsmail zamanında elçilik olarak dağıtılır idi. (Abdullah Ceylan)
- Hz. Ali’den beri seyitlik vardır ve Hacı Bektaşi Veli döneminde başlamıştır. (Abdullah Tayyaroğulları)
- Dedelik, irşâd yoluyla Hz.Muhammed ve Hz.Ali’den ve sistem olarak On iki İmamlardan sonra doğmuştur. (Ahmet Karanfil)
- Hz.Muhammed’in zamanında Hırka-i Naciye Kırklar Cemi yapılırken, bu Cemi Hz. Muhammed idare etmiştir. Dedelik de oradan gelmektedir. (Ahmet Turgut)
- Dedelik ya da pîrlik, Muhammed-Ali’den kalmıştır. Geçmişi Kur’an’da “Allahüme salli Alâ seyidine Muhammedin ve Alâ Ali Seyyidina Muhammed” suresinde şeriat zahir olup, tarikat ve hakikat sır oldu. Şeriat Muhammed’in, hakikat ve tarikat Ali şanına gelmiştir. Geçmiş buna dayanır. (Ali Doğan)
- Muhammed-Ali zamanında. (Ali Metin)
- Yavuz Sultan Selim zamanında Alevi-Bektaşi kıyımı başlamıştır. Yakılmış ve tüm bilgi ve değerleri yok olmuştur. Alevi ve Bektaşiler dağlık bölgelere yerleşmiş, burada dedeler ve babalar vasıtası ile Cemlerini sürdürmüşler. (Ali Osman Bozdemir)
- Hz.Muhammed son veda haccından dönünce, Medine ve Mekke’ye yakın bir yer olan Kadirhun’da Hz. Ali’yi bütün müslümanlara imam olarak tayin etmiştir ve orada bulunan topluluk da Hz. Ali’yi kendine imam kabul ederek, o günden bugüne dedelik ve pîrlik başlamıştır. (Bertal Yıldırım)
- Bektaşilik oluşumundan sonra. (Celal Kami)
- İslâmın doğuşu ile birlikte. (Celal Özkan)
- Hz.Ali zamanında doğmuştur. (Celal Yüksel)
- Hz.Peygamber’in vefatından başlayarak, Balım Sultan Hazretlerinin Bektaşi tarikatına kadar, seyitler ile yol erenleri ayrı tutulurdu. Ondan sonra ise seyitler ile yol erenlerine birlikte “dede” denilmeye başlandı. (Cemal Güler)
- Hacı Bektaş zamanında. (Cemal Mutluer)
- Dedelik, Hz.Muhammed, Ehlibeyt’ten kalmış ve İmam Hüseyin’in pîr makamıyla devam etmiştir. Yani Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’den gelme, 12 İmam soyundan olanlara dede denir. (Cemal Sevin)
- Hz. Resulullah dünyadan göçtükten sonra, hilâfet arasında anlaşmazlık olduğundan, Ehlibeyt’in haklarını ellerinden aldılar. Hz. Ali’nin hilâfetinden sonra, İslâmiyet Muaviye’nin eline geçti. Bundan sonra Ehlibeyt nesline büyük bir korku ve sindirmeye gittiler. Daha sonra Hz. Hüseyin’i Kerbelâ’da şehit ettiler. Bundan sonra Aleviler kıyı-bucak saklanarak, Ehlibeyt yoluna gidebilmek için, kendi içlerinde Ehlibeyt soyundan olan büyüklerine Dede dediler. (Çelebi Eken)
- Biz 5.Mahmudî Hayyarı’den beri dedelik yaparız. (Divane Ay)
- Dedelik; Hacı Bektaşi Veli’nin Anadolu’ya gelmesiyle, Horasan pîrleri ve Rum erenlerini başına toplayarak eğitimini verdikten sonra ve orada Cemlerini kurup, yanındakiler keramet gösterinceye dek eğitmiş ve yurdun dört bir yanına göndermiş. Herkesten talibini tutup, Cemlerini sürdürmesini istemiştir. Bu nedenle; hem Cemler, hem de Alevilik-Bektaşilik yurdun dört bir yanında yaygınlaşmıştır. (Elvan Çelen)
- 12 İmamlardan sonra. (Feyzi Erdoğan)
- Dedelik, esas olarak Musa-yı Kâzım’la başlamıştır. Sinsile yolu ile Hacı Bektaş’a kadar devam etmiştir. Anadolu dedeliği, Hacı Bektaşi Veli’den bugüne kadar devam etmektedir. (Hasan Akkaya)
- Hünkâr’dan beri, 720 senedir devam ediyor. (Muharrem Arslan)
- Dedelik soydan geliyor. Abbasilerin zülmüne dayanamayan 12 İmam nesli, Horasan’a göç etmişler, asırlar boyu orada kalarak, Türkleşmişlerdir. Moğolların Orta Asya’yı işgalinden sonra, Türkler Anadolu’ya göç ettikleri zaman, dedeler de gelmiş, Anadolu’da yerleşmişler. (Murtaza Dinçer)
- Hz. Muhammed’in zamanında, 40’lar meclisinde tarikat kurulduğunda, Hz. Muhammed bir yönerge veriyor: “Ey müminler” diyor, “bu mecliste tarikat kapısı kurulması gerektir.” 40’lar cemaati de; “Ya Muhammed, sen emret biz de senin tarikatını kuralım.” diyor. Hz. Muhammed orada şu karara varıyor: “Ben nebiyim, Hz. Ali de velidir. Kalkın, hepiniz Ali’ye ikrar verip, talip olun. Ali sizin pîrinizdir. Pîrlik, Cenab-ı Hak tarafından Ali’ye tecelli etmiştir.” Hz. Muhammed’in bu sözüne can-ı gönülden ikrar verip, hepsi Ali’ye talip oldular. Ancak bu, tarikat kapısının birinci olgusudur. Pîrlik ve dedelik buradan başlar. Hz. Ali’nin soyundan gelenlere, onun torunlarına seyitlik makamı verilmiş, bu seyitlere toplum içinde dede ünvanı verilmiştir. (Musa Çetinkaya)
- Hz.Ali ve Kırklar Ceminden bu yana. (Mustafa Başaran)
- Dedelik, Hacı Bektaş Veli’nin kerameti ve mucizatı ile doğmuştur. Allah-Muhammed-Ali yoludur. Dünya tarihinde eşi yoktur. (Mustafa Doğan)
- Hz.Muhammed döneminden başlayıp, günümüze kadar gelmiştir. Karşı gruplarla olan anlaşmazlık sonucunda başlamıştır. (Mustafa Güler)
- Hz. İmam Mehdi’den sonra, Hoca Ahmet Yesevi’den beri. (Mustafa Güvenç)
- Dedelik, bildiğim kadarıyla, Hz.Ali efendimizin vefatından sonra veya kendisi zamanında doğmuştur. Bu konuda kaynaklar değişik bilgiler aktarmaktadır. Önemli olan hizmet vermektir. Şu zaman doğdu, bu zaman doğdu demek ve boş şeyleri tartışmak anlamsız ve olumsuz şeylerdir. (Niyazi Arslan)
- Dedelik, Muhammed-Ali’den doğmuştur. Pîrlik, o zamandan bugüne kadar, şeriat, tarikat,marifet, hakikat Muhammed-Ali’den kaldı. O sebepten, Evlâd-ı Resul’den gayrisine pîrlik etmek caiz değildir. (Nuri İmre)
- Muhammed-Ali’nin sırr-ı muti kavlu enta mutundan tecelli etmiştir. Hz. Hüseyin’in pîrliğinden beri. Seyitlere pîrlik, mürşitlik, rehberlik, müsahiplik gelenekleri, Ehlibeyt’in dârından kalmıştır. (Paşa Akkaya)
- Dedelik, Hacı Bektaş Veli’den sonra, Alevilerin dini eğitim alması için doğmuştur. (Remzi Erdoğan)
- Dedelik, Horasan ve Rum erlerini Karacahüyük’te Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya dağıtmasından meydana çıkmıştır. (Rıza Aslan)
- Dedelik, 6. İmam Cafer-i Sadık zamanında başlamıştır. (Rıza Büyükşahin)
- Dedelik, Adem atadan 73 evlâdı Şit’e gelen gürük-ü Naci’den, 40’lardan ve Hacı Bektaş Veli’nin Horasan pîrleriyle görüşmelerinden, Hoca Ahmed Yesevi’nin Nişabur şehrinden Yesi şehrine gelmesinden, Hacı Bektaş Veli’nin Ahmed Yesevi ve Muhammed-Ali’den ders almasından bu yana dedelik doğmuştur. (Rıza Özer)
- Yol, erkân ne zaman başlamışsa, dedelik de o zaman başlamıştır. Kırklar ceminde Hz.Ali ile başlamıştır. Yol o zaman yürümüştür. Dedelik, Hacı Bektaşi Veli’nin vefatından sonra, Anadolu’ya yayılan eren ve evliyaların keni dergâhlarını kurarak çalışmaya başlaması ile başlamıştır. Kalender Çelebi’nin öldürülmesi ile Alevi ocakları perişan olur. Ocaklar ikiye bölünür. Biri devlet yanlısı dede-babalık, biri de bel evlâtları dediğimiz, Çelebiler soyu. Şimdi de aynen devam etmektedirler. Bütün Alevi ocaklarının da buraya bağlı olduğunu sanmıyorum. Dedeliğin doğuşu bizce böyledir. Halen bu ocaklara bağlı dedeler görev başındadırlar. (Seyfi Oğuz)
- Dedelik, 8. İmam Ali Rıza’nın baskı ve zulmünden Horasan’a göçünden sonra, Ehlibeyt evlâtlarının birbirlerine el tutup bağlanmalarından sonra, seyyid ismi dede olarak da çağırılmıştır. Anlamı ise, “Ata” demektir. (Şinasi Erdoğan)
- Dedelik, Orta Asya’da Şah Ahmet Yesevi döneminde ortaya çıkmıştır. (Şevki Demir)
- Hacı Bektaş-ı Veli’den sonra. (Hamza Hoca Toraman)
- Ehlibeyt’ten. On iki İmamdan sonra, onların adına imamlık görevini seyitler ve dedeler yürütmeye başlamışıtr. (Yusuf Çalışkan)
- Bu soruya ne yazık ki net cevap verebilecek bilgiler yok elimizde, kaynak yok. Alevi geleneği de yazılı olamayan, sözlü geleneğe dayalı bir şekilde, nesilden nesile gelmiştir. İlk Cumhuriyet meclisinde Kars milletvekili olan Fahrettin Erdoğan, Bektaşilik adlı kitabında, ‘Hacı Bektaş Veli Dergâhından (tekkeler ve zaviyeler kapanınca) kamyonlar dolusu kitaplar taşındı, ama nereye götürüldü, onu bilemedik’ diyor. Bilinçli bir şekilde kaynaklar yok edildi. Kimi kaynaklar, dedeliğin Pîr Hünkâr Hacı Bektaş Veli’den sonra başladığını (xııı. yüzyıl) iddia ediyor. Kimi kaynaklar da, dede sözcüğünün Orta Asya’da yaşayan Türk topluluklarında halka yol gösteren din uluları için kullanıldığını (Ali Yaman, Hacı Ahmet Yesevi dönemindeki Barak Baba, Arslan Baba, Mansur Ata ve diğerleri gibi tanınmış şahsiyetleri örnek gösteriyor. ‘Ali Yaman, Kızılbaş Dedeleri’ dede sözcüğünün de ‘’Ata’’ baba, şeyh gibi sözcüklerle özdeşleştiğini belirtiyorlar. Oğuzlardaki bilge kişi Dede Korkut’u edebiyat kitaplarında okuyoruz. Oğlunun da dede olarak (Ürgeç Dede) anıldığını da biliyoruz. Dede Korkut’un bilgeliği ve kerametlerinin ön plânda olduğunu görüyoruz. Evliya Çelebi’nin Seyahatneme’sinde de ‘dede’ sözcüklerinin geçtiğini görüyoruz. Diğer kaynaklar da dedeliğin Safeviler döneminde başladığını ve Şah İsmail ile perçinleştiğini belirtiyorlarsa da, daha çok Şii kaynaklar, Aleviliğin kökeninin olmadığını, sonradan uydurulmuş bir din olarak göstermek için kasıltı yazıldığını görüyoruz. Ne yazık ki Aleviliği hiç yaşamamış, öyle bir ihtiyaç da hissetmemiş, sonradan türeyen bazı ateist yazarlar (araştırmacılar sözüm ona), bu görüşü desteklemişlerdir. Benim şahsi inancım da, Kerbelâ zulmünden sonra Türkistan’a sığınan Ehlibeyt hanedanından sonra aramak lâzım. M. Naci Orhon dede, ecdadını Ebu’l Vefa’dan Hz. İmam Zeynel Abidin’e mahkeme kanalıyla teyit ettirdi. Bunu bir kaynak olarak gösterebiliriz. (Ali Rıza Uğurlu)
- Dedelik, 15. asırda doğmuş. (Veli Tanrıverdi)
- Babam ölünce, 1975’de. (Nevzat Demirtaş)
- Hz. Muhammed sağ iken, şeriatla beraber tarikat da icra ediliyordu. Bir zamanlar, bir araya gelip, yüzyüze ibadet edilirdi. Buna halka namazı diyoruz. Allah insanı yarattığına göre, en kutsal varlık insandır. O halde arka arkaya gelip (şimdiki gibi) namaz kılma yerine, yüzyüze gelip bu şekilde ibadet etmek daha iyi oldur. Sonraları iktidar Emevilerin eline geçince, ibadeti namaz şekline soktular. Arka arkaya geldiler, vakitleri tayin ettiler. Biz Alevîler ise, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve diğer Ehlibeytler halka namazı şeklinde ibadetlerimizi yapmaktayız. Hz. Muhammed’in Cebrail vasıtayısyla arş-ı alâda Allah’la konuşması, Hz. Ali’nin Allah’ın kılıcı olmasındaki bütün sırları torunlarına geçmiş ve söylenmiştir. Bu bilgilerin dedelerde olmasının doğru olacağını, Hürriyet gazetesinde Yaşar Nuri Öztürk yazmıştır. O halde bizim yaptığmıız halka namazı -ki dergâhlarda yapılmaktadır- Müslümanlığın ilk yıllarından beri yapılagelmektedir. (Ali Özcan)
- Hacı Bektaş Veli efendimizle başlar. (Mustafa Özer)