NASRETTİN ESKİOCAK

NASRETTİN  ESKİOCAK

(NUSAYRİ İNANÇ VE TOPLUM ÖNDERLERİNDEN)

 

AYHAN AYDIN

Yeni bir diyara  gelmenin, insanlarla tanışmanın, güzellikleri paylaşmanın heyecanı içerisindeyim. Türkiye’de bir çok yere gittim fakat Antakya’ya  (Hatay’ımıza)    ilk defa geliyorum. Bu güzellikleri,  zenginlikleri,  fikirlerinizi, inancınızın derinliklerini alıp daha geniş  kitlelere, on binlere ulaştırmaya çalışacağız kısmet olursa. Bu sadece benim yaşadığı bir güzellik olmayacak.

Sizler yüzyıllardır buralarda Antakya’da (Hatay’da) bu güzel topraklarda barış, huzur, kardeşlik duyguları içerisinde yaşayan, bu yörenin, insanların bir araya geldikleri,  kutsal  mekanlar olmasını sağlamış insanlarsınız.

Sizler Arapça konuşuyorsunuz, Aleviyiz diyorsunuz, Allah’ın güzelliklerinin  insanda olduğuna inanıyorsunuz ve Hz. Muhammed, Hz. Ali ve Ehlibeyt’in güzelliklerini de çok güzel sergiliyorsunuz.  Kur’an temel rehberimiz, diyorsunuz ve  Kur’an üzerine tüm yaşamınızı sürdürdüğünüzü söylüyorsunuz ve mümkün olduğunca İslam Dini’nin  kaidelerini de  kendi atalarınızdan aldığınız şekliyle yaşatıyorsunuz. Söyleşimizde bu meselelere değineceğiz.

Gerçek İslam, gerçek Müslüman, Kuran, Ehliyet konuları var, bunların hepsine gireceğiz.

Ama her şeyden önce sizleri sevgi ve saygıyla selamlıyoruz.

 

Nasrettin Eskiocak kimdir, ne zaman, nerede doğmuştur. Babası kimdir, nasıl bir eğitim, nasıl bir çocukluk dönemi geçirip de böyle bir toplumun inanç ve kanaat önderi olmuştur.

 

Teşekkür ediyorum, hoş geldiniz. Ben 1939 Antakya Harbiye doğumlu Abdullah oğlu Nasrettin Eskiocak. Genellikle Hatay’da Antakya da  Alevilerin ileri gelen ve büyük ailelerinden  olan,  Antakya ve Hatay’da Alevilerin önder saydıkları  Şeyh  Davut ailesiyle bilinmekteyiz. Rahmetli pederimiz  87 yaşında vefat etmiştir. Babası Şeyh Davut  tanınan, sevilen, sayılan din önderi bu yörenin büyüklerindendi. Bizler  250 yıldan beri Harbiye’de  oturmaktayız. Bu zaman içerisinde Alevilerin büyükleri sayılarak, Alevilerin  din işlerini görmüş olan bu aile her kesimden Antakya ve çevresinde taktir kazanan  bir ailedir.

Çok şükürler olsun bizim Aleviliğimiz kurallara dayanarak  Ehlibeyt’in öğütlerine, tavsiyelerine  ve dinin kurallarına uygun yaşayarak Sünni kardeşlerimizle  rahat ve huzurlu bir yaşam sürdürmekteyiz. Hatta ve hatta bizim Antakya’mızın Türkiye Cumhuriyeti’nde parmak ile gösterilecek bir şehir olduğu görülmektedir. Bu da din adamlarının iyi bakış ve görüşleriyle Antakya halkı huzur içinde yaşamaktadır. Antakya’da Alevi, Sünni, Hıristiyan  Yahudi cemaatlerinin  bulunmaları rağmen diyebilirim ki Türkiye de  en rahat yaşayan şehirlerden birisidir. Bizde bunu devam ettirebilmek için bizlere düşen vazifelerine  yerine getirmeye çalışan kişilerdeniz. Tabii ki Şeyh Davut ailesi Antakya’da bilinen büyük ailedir, ben de bu ailenin  bir ferdi olarak Aleviliğin gerçeği yaşaması için çalışan birisiyim.

Alevilik nedir? Alevilik ilk önce Hz. Ali’ye mensup olma demektir. Hz. Ali’ye mensup  olanlar genellikle Alevilerdir. Fakat son zamanlarda Alevilerin bir kısmı Alevi-Bektaşi-Mevlevi –Kızılbaş vb. onlar muhtelif adlara bölünmüşler ise de aralarında özel bir fark yoktur. Müslümanlık ta aynı şekildedir bütün mezhepler Müslüman’dırlar.  Aleviler de Müslüman’dırlar, diğer kesimler de Hz. Ali’yi severler biz de bunu bu şekilde kabul ediyoruz. Aleviliğin özetini söyleyecek olursak özel olarak bizler Hatay Alevileri Kuran Kerim’e ve Ehlibeyt’e dayanarak Alevi olduğumuzu söyleyebiliriz. Aleviliğin özeti budur. Hz. Muhammed’in hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: “Benden sonra pahası biçilmez iki büyük eser bırakıyorum. Birincisi Kuran-ı Kerim, ikincisi Ehlibeyt’imdir”. Haddi zatında bütün Müslümanlar bu gerçekleri kabul etmeleri lazımdır.

Eğer aralarında bir fark (tefrikat) olmayacaksa işte bu prensiplere dayanarak bunları tatbik etmek gerekir. Cenabı Allah insanları hangi dinden hangi mezhepten olduklarını sormuyor. Bizden insanlık istiyor, bizden medeniyet,  beraberlik, kardeşlik istiyor.

Cenabı Allah Kur’an-ı Kerim’de  şöyle buyurmuştur; “Ey insanlar doğrusu biz sizi bir erkekten ve bir  dişiden yarattık,  ve milletlere, kabilelere ayırdık biliniz ki benim katımda en değerli olanınız benden en çok korkanınızdır”. Ne kadar güzel bir yorum ve yöntem insanlar arasında en doğru olan kişi Allah’tan en çok korkandır. Cenabı Allah’ın katında tek din İslam dinidir. İslam dini barış, kardeşlik, beraberlik dinidir. İslam dini kötülüğü sevmeyen bir dindir. Aleviliğin  işte bu dinin içerisinde olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Bu şekilde ben Aleviliği tarif edebilirim.

 

Siz hemen Aleviliğe, Kuran’a ve Ehlibeyt’e geçtiniz, ben tekrar başa dönmek istiyorum. Böyle konular açıldıkça derinleşeceğiz.

Kendi ailenizden bahsetmenizi istemiştim, babanız 87 yaşında bu dünyadan göç etmiş. Tabii 87 yaş az değil, sizler onunla hayli uzun yıllar yaşadınız anlaşılan. Dedeniz, babanız nasıl bir yaşam sürdürüyorlardı? Babanızı gördüğünüze ve  onunla yaşadığınıza göre muhakkak ki ondan çok şeyler öğrendiniz, gördünüz, dinlediniz, aldınız.

Babanızın temsil ettiği yaşam, yani burada bir Alevi önderinin yaşam tarzı, nasıldı? Biraz daha açalım bunları, toplum bazında nasıldı, aile bakımından nasıldı, size nasıl davranırdı, nasıl  eğitirdi, neye değer  ve önem verirdi, kişiliği-karakteri nasıldı? Ve  O nasıl bir eğitim almış nasıl yetişmişte sizi böyle etkilemiş?

 

Rahmetli pederimizin  87 yaşında vefat ettiğini söylemiştim. Tabii ben onun yanında en aşağıda yarım asır kadar  ömür yaşamışım. Kendisinin karakteri babasından-dedesinden almış olduğu miras olarak terbiye, ahlak, kültür, medeniyet ve  insanlık… Bunları addedecek olursak insanoğlu hayretler içerisinde kalır. Emin olunuz ki  bizim ailemizde en az 100 genç yetişti, okudu. Bu gençlerin hiçbirisi mahkemelik olmamıştır. Bu aile özel olarak Şeyh Davut Ailesi bu çevre yöre halkı gözleri önünde çok değerli bir hayamyaşam sürdürdüklerini itiraf ederler. Haksızlık yok, insanlık dışı hiçbir hareket katiyen görülmemiştir. İşte bu şekil bir terbiye görmüşüz pederimizden, dedelerimizden. Bizim ailemiz burada 250 sene yaşam sürdürmüşlerdir. Gerek Alevi cemaatlerin, gerek Sünni cemaatlerin tarafından büyük takdir kazanan bir ailedir. Rahmetli pederimiz bizi öyle yetiştirdi ki  Şeyh Abdullah Eskiocak (Babası Şeyh Davut, babamın dedesi de Şeyh Davut olduğu için) bu aileye Şeyh Davut Ailesi deniliyor. Kendilerinden almış olduğumuz miras şekli terbiye, ahlak,  kültür, medeniyet fevkalade üstün bir medeniyet bir ahlaktır.

Kendileri bizden kati şekilde ahlak dışı hiçbir hareket beklemezlerdi.

Biz de bunu bu şekli de tatbik etmeye çalıştık ve çocuklarımıza da intikal etmeye çalışıyoruz.

Yani gerçek bir insanın yaşayacağı şekilde yaşamımızı dededen babadan intikal etmiş oluyoruz. Kendilerine vecdi Allah’tan kendilerine şükranlar sunuyoruz. Çünkü kendilerinden büyük bir ahlak, terbiye medeniyet miras almış oluyoruz.

 

Temiz ahlak’tan kastınız nedir? Dedenizin- Babanızın uyguladığı temiz ahlakın vasıfları nelerdir? Örneğin helal kazanç sağlamak, edep, erkan, misafirlik, komşu hakkı, çocukların eğitilmesi gibi şeyler mi…, bunu  biraz daha açar mısınız yani vasıflar nelerdi ? Neye dikkat ederdi? Güzel ahlak diyince bizde  her medeni hareket dahil oluyor. Cenabı Allah Hz. Muhammed‘e hitaben “sen büyük bir ahlak’a sahipsin” diye buyurmuştur. Hz Muhammed hadis-i şerifinde “ben ancak ahlak’ı tamamlamak için gönderildim” diyor. Yani Hz. Muhammed’in gönderilme gayesi insanoğlunun ahlakını tamamlamaktır.

Bu ahlakın tamamlayışı nedir? Her insani  davranış, hareket  bu kavramın içerisindedir. Mesela size bir misal vereyim. Bizim ailemizde şimdiye kadar,  yaşım 65’e gelmesine rağmen, bir tek kişinin  sigara içtiğini görmemişimdir. Tabii bu küçük bir misal hatta buna dair çok özen verilmiş,  bundan bile uzak kalmış bir ailedir bizim aile.

Dediğim gibi bu küçük bir misaldi bunun yanında yalan,  ahlaksızlık, fesat yok, insanlığı küçültecek  hareketlerden   Allah’a bin  şükürler  olsun, hepimiz uzağız. Üstün ahlak’a ve medeniyete sahibiz. Herkes tarafından taktir edilecek ahlaklarla yaşamımızı sürdürmekteyiz.

Herhangi bir çocuğumuz asker ocağına gittiğinde bile onun ayrı bir yaşam sürdürdüğünü, ayrı bir kitleden geldiği açıkça anlaşılıyor. Şimdi ise  insanlığı alçaltacak çok hareketler var. Allah’ın lütfi ve inayeti biz onlardan uzak kalıyoruz.

 

Peki şimdi eğitime gelelim. Sizler Arapça biliyorsunuz, Arapça kullanıyorsunuz. Daha da özü köken olarak Arap’sınız. Ve doğal olarak Arapça’nın çok derin izleri var sizlerde. Çünkü insanlar nerdeyse burada birinci dil olarak Arapça konuşuyorlar. Çünkü yaşlı olanlar (okul yüzü görmemiş olanlar)  kadınlar, çocuklar Türkçe bilmiyorlar,  hep Arapça kullanıyorlar. Buradaki yaşamda Arapça’nın büyük bir etkisi var. O  yüzden bu söyleşiyi yaparken de bir yandan izleyenlerin, okuyanların, dinleyenlerin bunu da düşünmesi gerekecek yani insanlar köken olarak hangi ana yapıdan geliyorlarsa onların izlerini taşırlar.

O yüzden şimdi Türk dili ile  Türkçe konuşmak, Anadolu’da Türk eserleriyle yetişmiş olmak var erdeminde ve güzelliğnide olan milyonlarca insanımız var. Fakat şimdi şu dakikadan sonra sizinle konuştuktan sonra, sizin görüşlerinizi aktardıktan sonra Anadolu’da bir de Arap, Arapça varlığını  hissetmeleri gerekiyor.

Çünkü ibadet dili olarak,  yaşantıda, gündelik hayatta bir Arapça konuşma gerçeği varsa biz buna da  saygı göstermeliyiz.

 

Öyle ise meseleye öyle girelim; buradakiler gerçekten genel olarak  Hatay’dakiler, gerçekten günlük dilde Arapça mı kullanır? Bilindiği gibi Hatay  1938’de Anavatan’a iltihak etmiştir.

Tabi ki o zamanlar Osmanlı döneminde eski Türkçe okutuluyordu. Rahmetli pederim sırf Arapça biliyordu, Türkçe bilmezdi. Ama ben 1939 doğumlu olduğum için ben ve kardeşlerim, benim yaşında olan kişilerin çoğu hem Arapça, hem de Türkçe konuşuyorlar. Fakat bizim esas olarak ana dilimiz Arapça’dır. Rahmetli annem- babam Arapça biliyorlardı. Ben de onlardan öğrendim. Yöre halkının genel dili Arapça’dır. Ben 7 yaşındayken Kuran-ı Kerim-i okudum. İlkokulu 1951’de bitirdikten sonra  Antakya’da bulunan Hbib Neccar Camii’nde bulunan Kuran kursuna kaydoldum.

Kuran-ı Kerim  kursunu bitirdikten sonra aile büyüklerinden dini bilgileri, din edebiyatını,  tefsir, din ilimlerini büyüklerimden öğrendim. Kuran-ı Kerim’in dili Arapça olduğuna dair biz tefsirini bilen kişilerde bilmek avantajına sahibiz. Çünkü ana dilimiz ve Kuran-ı Kerim Arapça’dır. Onun içindir ki bizim için uygundur. Medeniyetimiz  kültürümüz dinimizin dili Arapça olduğu için bunu biliyoruz, anlıyoruz. Ben Kuran-ı okurken tefsire başvurmaya hacet görmüyorum. Çünkü ana dilim Arapça’dır.

50 yıldan beri Kuran-ı Kerim-i okuyorum. Onun için ki  manasını kavrayabiliyor, anlıyorum ve mümkün olduğu kadar tatbik etmeye çalışıyorum.

 

Arapça dediğimiz zaman  aklımızda  tek bir dil var,  yani Araplar’ın kullandığı dil. Fakat  tabii ki Arabistan, Suriye, Irak, Türkiye var herkes birbiriyle çok rahat anlaşabiliyor mu? Bütün Araplar aynı Arapça’yı mı kullanıyor,  yoksa bazı farklılıklar oluyor mu arada? Evet, bazı farklılıklar oluyor. Arap ülkelerinde özel olarak Mısır, Suriye ve Irak Arapça’larında  (aralarında) fark görülebiliyor. Bilhassa Mısır’ın Arapça’sını diğer Araplar zor anlayabiliyorlar. Onların Arapça’sı  derin, kendilerine  özel olarak binlerce kelimeleri vardır. Bizim Arapça’mız (yani Hatay) hemen hemen tüm Arapların lehçelerine uygun olan bir Arapça’dır. Yani bir yörenin tesiri altında kalmış değiliz. Biz Suriye’nin, Irak’ın Arapça’larını da iyi anlarız. Çünkü bizim Arapça’mız Kuran-ı Kerim-e uygun olan bir dil’dir. Bilhassa Antakya’da yaşayan din adamlarının Arapça’ları tam uygun şekilde bir Arapça’dır.

Mesela Mısır’da Arapça  konuşan bir Mısır’lı “C “ harfini kullanırken “G “ harfini kullanır. Misal Cemal diyeceğine Kemal der, halbuki Arapça’da böyle bir şey yok. Yani o memleketin bir lehçesidir. Bizler böyle bir tesir altında kalmamışız. 

Arapça’mız özel bir Arapça’dır. Fakat çocuklarımız okullarda Arapça okumadıkları için gittikçe zayıflıyor esas Arapça ama ben bu yaştayken babamdan-dedemden-büyüklerimizden intikal edilen şekilde öğrendik. Fakat yeni çocuklar bu Arapça’yı maalesef bizler kadar öğrenmiyorlar.

 

Ailenizde Arapça konuşuyordu, sizler bunu öğrendiniz. Ama yazı yazmak ayrı. Bunun için ayrı bir eğitim lazım değil mi? Evet. Arapça yazmayı, öğrenmek oldukça zordur. Mesela Türkçe’yi bilen biri İngilizce’yi rahatlıkla okuyabilir, çünkü harfler aynıdır. Fakat Arapça bütün dillerin aksisidir. Diğer diller soldan başlarken Arapça ise sağdan başlar, harflerin özellikleri ayrıdır. Bundan dolayı Arapça dillerin en zorudur, en genişidir. Arapça’yı tam öğrenmek için en az 5-6 yıl sürekli  okumak gereklidir.

 

Peki siz nasıl öğrendiniz yazı yazmayı? Ben babamın yani bir öğretmenin yanında yaşadım. Bu süre zarfından okumayı ve yazmayı öğrendim (yani babam bir öğretmen, bir hocaydı, nasıl öğrenilmezdi?)

 

Peki sizin babanız inanç bazında hangi kimliğe sahipti? Davutoğulları   denildiği zaman bu kutsal aile yani bir dini  önder, kanaat önderi, toplumun önde gelen inanç önderi, buranın inancına göre eğitim veren bazı ibadetleri yapan biri miydi,  yoksa kendisine yetiştirmiş alim, ulema, kendisine saygı duyulan biri miydi? Kendine bağlı aileler, soylar var mıydı, yoksa tek başına böyle bir kimliğe  mi sahipti? Kendisi toplum tarafından sevilen, taktir edilen bir şahsiyetti.

Dini ibadetlerini tatbik eden, ya da  insanlara ettiren bir şahsiyetti. Yani iki taraftan sevilen, Alevi cemaatleri tarafından ibadet şekillerini yürütmeye mükellef olan şahıslardandır.

 

Öyle ise sizin ailenizde Anadolu’da gördüğünüz şekliyle Alevilerin önemli bir kısmında belli bir ailenin, belli kişilerin  kutsallığı vardır. Bunlara Dede, Seyid, Ocakzade denir. Belli bir Ocağa mensup insanların bir kutsiyetinin ötesinde bir ayrıcalıkları vardır. Daha doğrusu bu bölgede Anadolu Aleviliğinde olduğu gibi bir Dedelik benzer bir kurumu var mı?  Vardır, tabii. Bizim ailemiz bu dedelik meselesini yaşatır. Bu Alevi kutsallık yönü bizde 250 seneden beri  değil,  500 seneden beri vardır. Yani biz dedelerimizi sayarsak 20 Dedeyi sayabiliyoruz. Benim babam Abdullah, babası Davut, babası Ali, babası Davut, babası İbrahim, babası Hasan, Mehmet, Recep … yani bin seneye kadar bunların tümü din hocalarıdır, önderleridir.

 

Sizin burada din önderi mi deniliyor, yoksa hoca mı? Burada kelime yönünde o kadar ehemmiyetli değil hoca denir, şeyh denir, önder denir. Yani illa şudur, diyemiyoruz. Mesela bazıları soruyor:  Seyyid misin, hoca mısın? Bizde kelime manası yönünde o kadar fark yoktur.

Bu kişilere dede de denir, hoca da denir, imam da denir, seyyid de denir.

 

Peki siz şu anda yerleşmiş olduğunuz yere atalarınız nerelerden gelmiş? Ana yerleşiminiz hangi coğrafyada? Ailemizin dedesi yani Şeyh Davut ailesinin  büyük dedesi Şeyh Hasan 250 sene önce Laskiye’den (Suriye) gelmişler. Laskiye’de şimdi hala bizim yaşadığımız köy biliniyor. Bazı yakınlarım hala orada yaşamaktadırlar.

 

Bunu daha öteye taşıyacak olursak, bu Alevi cemaatleri nereden gelmişler? Bizim kökümüz asıl Alevi cemaatindendir. Yani özel olarak Nusayri, Bektaşi gibi bölümler önemli değildir.

Bizim atalarımız 1000-1400 yıl önce Medine halklarından Laskiye’ye tarafından Ensar’lardan gelmektedir. Nusayri kelimesinin özü ve esası NASIRAT kelimesidir. Nasırat kelimesi zafer anlamındadır. Ben kendi kitabımda buna yer vermiştim. Nusayrı kelimesinin nereden kaynaklandığını anlatmıştım. II. Halife Ömer Bin El Hattap tarafından Übeyde bin Cerrah kumandasında Suriye ve Şam taraflarına bir kuvvet gönderiliyor. Bu kuvvet burada bulunan kuvvet karşısında zayıf kalmıştır. Medine halkından  tekrar bir yardımcı kuvvet istenilmiş, 450 kişi gönderilmiştir. Bu 450 kişilik kuvvetin askerlerin çoğu Alevi kişilerdir, yani Hz. Muhammed’e yardım eden kişiler ve böylece alınan yardım sonucu zafere ulaşmışlardır. Buraya gelen Alevi cemaatleri buradaki yeri  havayı suyu benimseyerek buralara yerleşmişlerdir. İşte bizim atalarımız onların torunlarıdır.

 

Asıl Aleviyiz,  diyorsunuz? Evet açık bir şekilde söyleyeceğim ad, lakap Aleviliktir.

Başka şeyi kabul etmiyorum. Ben Aleviyim.  Mevlevilik-Kızılbaşlık-Bektaşilik-Nusayrilik gibi bir sürü isimler var. Ben bunu kabul etmiyorum. Bazen diyorlar ki siz Nusayriler, Muhammed Bin Nusayri’ye tabisiniz. Muhammed Bin Nusayri kimdir? Bu Ehlibeyt’in 11 İmam-ı olan Hasan El Askeri’nin yanında hizmetçi olan bir kişidir.

Ben Hasan El Askeri’yi Hz. Muhammed’in torunu olarak kabul ediyorum. Ehlibeyt’in ferdidir. Ehlibeyt’in meziyeti ne ise o da aynı onun kadardır. Hz.Muhammed ve Hz. Ali’den sonra en çok sevdiğim şahıs odur. Ben hizmetçisiyle adlandırılamam ben Askeriyim, ben Caferi’yim. Ehlibeyt’in herhangi birisiyle beni  adlandır onu kabul ederim. Fakat hizmetçiyle adlandırılamam.

Benim kitabın Kur’an-ı Kerim. Peygamberim Hz.  Muhammed. Nusayri’nin ayrı bir kitabı yok.

Belki ayrı bir yorumu, tefsiri olabilir. Sorun herhangi bir Alevi’ye kitabınız nedir?, diye sorsanız ne diyecektir? Kur’an-ı Kerim, diyecektir.  Peygamberiniz kim? derseniz,  Hz.Muhammed; vasiniz kim? derlerse Hz.Ali; itimat ettiğiniz kişiler kim derseniz? Ehlibeyt’tir. Ne kaldı ki ortada?

 

Peki bir çok kişi bu konuya ilgi gösteriyor. Hatta sempozyumlar, toplantılar düzenleniyor; makaleler, kitaplar yazılıyor. Siz bu konulardaki genel-geçer görüşe, sizlerin Nusayri olarak isimlendirilmenize ve Nusayrilikle ilgili yazılanlara karşı çıkıyorsunuz. Bu konuyla ilgilenenler kendi görüşlerini temellendirmek için ispatlar sunuyorlar, işte belli bir inanç yapısından, belli bir kutsal  kitaptan, kurallardan, kaidelerden bahsediyorlar. Fakat siz bunların anlamsızlığını söylüyorsunuz. Peki sizce ne yapılıyor, onların sizce yanlışları nelerdir? Bizleri sevecek veya  sayacak olanlar tabi ki bizleri rahatlatacak şeyleri yazarlar. Bizi rahatlatmayan şeyler yazanlar bizi sevmeyen kişilerdir. Elbette niye yazıyorlar, gelin bize sorun siz nesiniz? Buna ne dersiniz. Mesela Alevilikten dönen birisi, uygun olmayan şeyleri yazan o da: Süleyman El Kuzeyn’dir. İşte bu adam belli ki Alevi tarihinde yazıldığı gibi kişi sürekli Alevilikten Hıristiyanlığa, Yahudiliğe geçiyor. Demek ki bir dinden başka bir dine dönen kişinin ifadesi geçerli değil. O adam bizi temsil edemez biz onu kabul etmiyoruz. Hakim gerçek ifadeyi kimden alır, sahibinden alır. O adama getirir mahkeme önünde ifadesini alır. İşte senin hakkında şunlar söyleniyor, denir. Sen ne dersin? Bu adam hakkında çok yalanlar, iftiralar söylenmiş olabilir ki bu tür yalanlar Alevi düşmanlarının hesaplarına (işlerine) gelen yalanlardır. Haddi zatın da bu söylenenlerin çoğu yalandır. Belki bazı konuların esası var ise de çoğunun yalan olduğunu söyleyebilirim. Esasları ve hakikatleri insanlar bizden öğrenecekler yalancı ve Alevi düşmanlarından ve bizi küçültmek isteyenlerden değil. Ben bunu açıkça söyleyebilirim. Gerçek İnsanlık ve Din  kitabımda Nusayrilerin nerden geldiklerini Nusayri kelimesinin gerçek anlamını açık bir şekilde ifade etmişimdir.

 

Biraz önce de belirtiniz ama yine de böyle yorumlar ifadalar, yazılar var. Ben inançsal boyutu daha iyi anlayabilmek için şöyle diyelim siz Nusayri ifadesini, nitelendirmesini benimsemiyorsunuz. Mesela Arap Aleviler deniliyor, buna nasıl bakıyorsunuz? Daha değişik kelimeler de var siz benimsemiyorsunuz biz Aleviyiz, demek sizin için yetiyor. Fakat sizin Arapça kullanmanız ve Arap olmanızdan dolayı  diyelim ki sizi nitelendirmek istedirler. Bunu benimsemiyorsunuz ama öyle bir zorunluluk olsa hangi kelime kullanılabilir? Fellah kelimesinin anlamını düşünecek olursak siz Arapça bilmiyorsunuz ve bu Arapça bir kelime Fellah kelimesinin anlamı çiftçi demektir. Çiftçilik bir din midir? Alevilik midir, nedir, bu boş. Şimdi fellah kelimesi nereden kaynaklandı. Yavuz Sultan Selim’in zulmü esasında Aleviler büyük bir zulmü uğramışlar ve katledilmişler ve göç etmişlerdir. Sünni ağaların yanlarında murabi olarak yaşamışlar. İşte o Murabiye‘ye Fellah denir. Onların kastları çirkin bir  Alevi fakat kelime anlamı yönünden bu bir çiftçidir. Yüce Allah’ın katında, dinlerinde Kuran-da Mezhepler de fellah kelimesi var mıdır? Yok. Demek ki bu bir yakıştırmadır. Bu bir ithamdır, küçültmedir. İşte sen Fellahsın, sen aşağı bir tabakadasın, manasında. Halbuki bu kalktı artık fellahlık meselesi yok. Rafızi kelimesin  önceden açıklamıştık. Rafızi kelimesi (Rafd)  Reddetmek’tir. Alevilerin I. Halifenin halifeliğini reddettikleri için bunlar genellikle Alevilere Rafızi adı verildi. Halbuki Rafızi kelimesin yüce Allah’ın emirlerini Rafz eden, demek değildir. Bu ad bize verildi. Yani bizlere denilenler; birincisi Fellah, ikincisi Rafızi, üçüncüsü Nusayri. Ondan sonra Bektaşi-Kızılbaş bilmem binçok kelime söylendi. Bunların hiç birinin Allah katında anlamı aslı, yok. Allah’ın katında İslam dini var. Kimdir  gerçek Müslüman? Hz. Muhammed’e göre; ‘El Alem’ elinden, dilinden, gözünden, kalbinden kurtulan kişi Müslüman’dır.

Düşünün ben oların dilinden, eziyetinden kurtulmadım, onlar Müslüman olabilirler mi? Nedir bu yakıştırmalar, filan dinsiz vb. bırakın bu tür şeyleri diğer milletlere baktığımızda bizi her yönden geçtiler. Biz hala birbirimizle uğraşıyoruz.

Nusayrilik nedir? Bak bu insanın siciline neler var, çalmış mı,  vurgunculuk yapmış mı,  herhangi bir kimseye eziyet etmiş mi? bunları araştır.

Ne yapacaksın bu Nusayri, bu Bektaşi, bu Fellah, bu Rafızi… Hala biz bunlarla uğraşıyoruz. Peki  Avrupa topluluğuna girecek  olursak Avrupa bunu soracak mı, kiminiz Fellah, kiminiz Rafızi, Nusayri… diye? Bizden istedikleri bu kanunları tatbik edin, ayrım yapmayın, her insanı eşit görün, Avrupa bizden bunu istiyor. Bu meseleler eskiden beri başımızı ağrıtan meselelerdir.

Allah‘a bin şükürler olsun bizim Hatay’ımız Anavatan’a intikal ettikten sonra ulu önderimiz Atatürk, laiklik ilkesini benimsetip Türkiye Cumhuriyeti’nde yerleştikten sonra biz Aleviler biraz nefes aldık.

O zamandan sonra bizler rahat ettik. Şimdi ise birisi gelip de sen Nusayri’sin veya başka bir şey diyemez. Sen nesin? Ben Aleviyim. Benim dini önderim Hz. Ali’dir. Gerçek bir şekilde çekinmiyorum, utanmıyorum, korkmuyorum kimseden. Benim kitabım Kur’an-ı Kerim. Bütün meselelerimizi Kuran’a dayalı bir şekilde yürütüyoruz. Kuran’da olmayan bir şey varsa bizde o batıldır.

Ama yorum yönünden diğer kişilerden farklı olabilir. Örnek bütün Müslümanlar genellik ibadet esnasında kıbleye yönelirler. Doğru, biz de kabul ediyoruz. Biz kıbleyi inkar eden kişilerden değiliz, ben kıblenin ne demek olduğunu herkesten daha fazla anlayabilirim. Fakat Kuran’ı Kerim diğer bir (geniş kapsamlı bir ayetinde) ayetinde cenabı Allah, diyor ki “yüzünü nereye çevirirsen çevir, yüce Allah’ın mübarek yüzü oradadır”.

Bizde gerçek kıble işte oradadır.

Şimdi bazıları derler ki sen kıble’yi inkar ediyorsun. Hayır inkar etmiyorum, hatta en çok seven ve sayan  kimselerdenim. Fakat Kıble’yi daha geniş ve kapsamlı anlatan ayetler vardır, Kuran-ı Kerim‘de Batıni  yorumları vardır, herkes anlayamaz.

Her şeyin bir iç, bir de dış yüzü vardır. Kuran’ı Kerim’in bir iç bir de dış yüzü vardır. Farz edelim Cenabı Allah Kuran’ı Kerim’de yemin ediyor zeytin ve incir ağacı hakkı himmeti için.

Cenabı Allah incir ağacıyla için yemin eder mi?

Acaba bunun bir iç yüzü yok mu? Olması lazım.

Cennette dört tane nehir akıtıyormuş. Birincisi bal, ikincisi su, üçüncüsü yoğurt, dördüncüsü şarap. Bazıları hazırlanıyorlar Allah kısmet ederse oraya gidersek doya doya şarap içeceğiz, diye.

Sarhoşların yeri mi orası?

Cenabı Allah Kuran’ı Kerim’de her mümin’e bilmem ne kadar huri düşecekmiş, ne Alem’i orası işte bu yönden Kuran’ı Kerim’in iç yüzleri vardır. Bunu ancak alimler bilirler.

Bu ilim erbapları nereden almışlardır bu ilimleri? İlim kaynaklarından Ehlibeyt’lerden almışlardır.

Cenabı Allah şöyle buyuruyor, “bilmiyor iseniz zikir ehline sorunuz”.

Zikir ehli Ehlibeyt’tir. Gerçek ilimler onlardan alınır. Hz. Muhammed şöyle buyuruyor; “Ben ilim şehriyim, Ali onun kapısıdır. İlim şehrine varmak isteyen varsa kapıdan girsin.”

Peki bu hadisin aslı  olduğunu itiraf edemeyen bir insan kapıdan girip de ilim şehrine hasıl olabilir mi?

Fakat biz gerçekten inandık ilim şehrinin kapısı Hz. Ali’dir. Varisleri Hz. Ali’nin sülalesi, Ehlibeyt, Oniki İmamlar, gerçek İlimler onlardır.

Kuran-ı Kerim ‘im gerçek Batini ilmi onlardadır. Bizde o ilimlere vakıf olan kişilerdeniz.

 

Evet çok güzel, engin, doyurucu açıklamalarda bulundunuz. Suriye’ye gidip geliyor musunuz? Hayatımda bir kere gittim.

 

Nereye gittiniz? Mekke’ye giderken Suriye’den geçtim, yani özel olarak gitmedim. Çünkü orada işimiz yok. Ben 15 yıl önce Suudi Arabistan’da umreye  gittim. Tabi ki Suriye’den, Ürdün’den geçtim. Karayoluyla gittim o mübarek yerleri ziyaret ettim.

 

Geçerken gördünüz, nasıl bir ülke Suriye? Sadece geçerken gördüğüm için nasıl bir yerdir anlatamam. Mesela siz Adana’dan geçtiniz, nasıl bir yer olduğunu anlatabilir misiniz?

Gördüğüm kadarıyla buraya benzer toprağı, insanları. Yakın bir yer, aramızda 100 km. var.

Suriye hemen hemen bize yakın, karakterimize, vasıflarımıza.

Biz oradan gelmekteyiz. Ama onlar bize geldiklerinde bizim ne kadar değiştiğimizi  iyice anlayacaklar,  daha medenileştik çünkü. Türkiye Cumhuriyeti hemen hemen orda şartlardakilerin en medeni ülkesidir. Fakat   diğer ülkelere gidildikçe benzerlik azalıyor; Ürdün,  Arabistan gibi ülkeler bizlere benzemiyorlar.

 

Peki oradan buraya gelenler oluyor mu? Evet gelenler oluyor. Bizler fazla gitmediğimiz için bize fazla misafir gelmiyor. Fakat oradan gelenler  buradan gidenlerden daha fazla çünkü burası daha fazla özlenilmiş bir yerdir. Ben Suriye’ye neden gideyim, ne var ki orada?

 

Aleviler olabilir,  ya da hısım akraba olduğu için gidilebilir. Biraz da akrabınız, hısmınız var mı,  anlamında  soruyorum, soruyu. Belki bu inanılmaz gibi görülebilir; Hatay ve Suriye birbirine yakın, neden gidilmesin, diye düşünülebilir ama biz oraya gidip-gelmeye, fazla düşkün değiliz. Mesela ben bir defa gittim fakat kardeşlerim hiç gitmemişlerdir.

 

Peki sınırdan  geçmek kolay mı,  vize gerekiyor mu,  ya da vize alırken zorluk çıkıyor mu? Pasaportla gidiyoruz. Çok fazla sorun çıkmıyor, eskiden biraz daha zormuş,  mesela biz Ankara’ya gidip Suriye için vize aldık. Fakat Suriye’den Suudi Arabistan’a geçmek için biraz  daha zorluk çektik.

 

Hatay bölgesindeki Alevilerin, Arap kökenli Alevilerin  Adana’da, Mersin’de olsun nüfus yoğunluğu nedir? Oralarda vardır fakat Hatay kadar değil, esas Alevilerin yoğun olduğu yer Hatay’dır.

Adana’da  yerleşen Alevilerin çoğu Hatay’dan gitmedir.

Eskiden fakirlikten dolayı Adana’ya ve Mersin’e yerleşmişlerdir. Fakat gittikçe onlar Arap dilini kaybetmeye başlamışlardır. Şimdi ki çocuklar okula gidiyorlar. İlkokul-orta-lise ve üniversite bu süreçte her şey Türkçe veriliyor, Türkçe konuşuluyor, yani Arapça’yı unutacak hale gelmişlerdir. Yani bölgede en çok Arapça konuşulan yer Hatay’dır (özel olarak Antakya-İskenderun-Samandağ). 

 

Peki tahminen Hatay’daki Aleviler ne kadardır? Bizim tahminimize göre Hatay’daki Aleviler buranın  %30’nu  teşkil ediyor. 

 

Hatay’ın nüfusu ne kadar? Yaklaşık 1 milyona yakın, bunun %30 Aleviler. Şimdi şöyle bir şey söyleniyor. 500 bin Arapça konuşan, Arap Alevi’si yaklaşık o kadardır.

 

Evet siz kaba taslak inanç ve ibadet boyutunu  anlattınız. Fakat biraz daha anlatabildiğiniz ölçüde her şey anlatılmaz konuşulmaz ama yine de biz öğrenmek istiyoruz kayıtlarımızda bulunmasını istiyoruz. Hatay’da, Mersin’de,  Adana’da aynı kökten gelen Arapça’yı konuşan Alevilerin inanç ve ibadet dünyalarını merak ediyoruz. Fazlada bir bilgimiz yok sizin ağzınızdan dinlemek istiyoruz. Mesela kutsal topraklar dediniz. Hac vazifesini yerine getirdik, dediniz, Kuran-ı Kerim her şeyi ile bağlandığınız kitap, dediniz.

Şimdi siz İslamiyet’i nasıl yorumluyorsunuz, size göre Kuran-ı Kerim nasıl bir kitap? Ne var içinde, neleri kapsıyor? Olayın biraz  daha teknik  boyutuna ulaşalım. Hani ahrete, dünyaya, medeniyete ilişkin hükümler var, Kur’an’da. Bu nerdeyse bir bilim olmuş. Kuran tefsiri, fıkıh, hadis değişik değişik konular gündeme geliyor. Bunlara girelim. Daha sonra İslamiyet’in beş şartı, imanın altı şartı ve sizin ibadetleriniz var. O yüzden baştan başlayalım. Din Nedir?

 

Din Allah’ın kanunudur. İnsanlara insanlığı öğretmek için öğretilen bir prensiptir. Din yüce Allah’a kulluk, ibadet etmek için ama emredici değil, esas gaye insanları insan etmek için gönderilen bir kanundur. Yani dinin vazifelerini yerine getirirken insanlıktan uzak kalırsa o din değildir. Din sayılmaz. Mesela Din doğruluktur. Hz. Muhammed’in hadisleri vardır diyor ki: “doğruluk, haya-utanma, temizlik, sabır, kanaat, hak, Ali Ümmeti  imandandır”. Bunlar yüce Allah’a hizmettir. Ben temiz olursam, doğru olursam hem kendime hem de diğerlerine faydalı olurum. Esasen din budur. İnsanlara insanlığı öğretmektir. İnsanlıktan uzak kalmak demek değildir. İnsanlık, medeniyet, kültür, çalışmak, adalet, eşitlik,  sabır her iyi olan şeye din denir.

 

Peki İslam  kelime manasıyla nedir? Din olarak nasıl bir dindir? Cenabı Allah Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Allah’ın katında makbul olan din İslam’dır”.

Düşünelim peki Hz. İsa Hıristiyan’dı yani dinsiz miydi? Ne diyeceğiz biz Allah’ın ruhu yani kelime yönünde (Allah’ın ruhu Allah’ın can’ı Hz. İsa) eğer bildiğimiz gibi ise Allah’ın katında İslam dini makbuldür, geçerlidir dersek Hz. İsa’nın Hz. Musa’nın dinleri neydi?

Biri Hıristiyan, diğeri Yahudi. Hz. Musa Yahudi’lerin Peygamberi, Hz İsa Hıristiyanların Peygamberi.

Hz. İsa yüce Allah’ın katına yükseliyor, Hz. Musa Allah’ın kelimi oluyor. Peki İslam dini nerde, bizde mi, onlarda mı? Düşünün yani bu meseleler ortaya geldiğinde ortalık karışır.

 

Karışmaz. En büyük nimet bakın su.  Siz de su gibi arı ve duru olun, diyor siz de su gibi berrak sözler söylüyorsunuz. O yüzden bir sakıncası yok her şeyi konuşabilirsiniz. Bakın cenabı Allah Kuran-ı Kerim’de  diyor ki; “Biz sudan her şeyi canlı kıldık”. Yani su her şeyin hayatıdır. Peki birisi su nehrine düşerse boğuluyor bunun bir anlamının olması lazım. Eğer her şeyi canlı kılıyorsa suya, denize, nehire düşenlerin boğulmaması lazım. Ama maalesef boğuluyor. Peki acaba nedir gerçek su?, demin dediğimiz gibi cennet te yoğurt, bal, su, şarap Kuran-ı Kerim’de zikri geçiyor.

Bakara suresinde  karınca, arı, kuş acaba bunlardan kast, gaye nedir? Elbette bir şeyler vardır. Hz. Muhammed buyurdu ki benden sonra pahası biçilmez iki büyük eser  bırakıyorum. Birincisi Kuran-ı Kerim, ikincisi Ehlibeyt’imdir. Bazı kişiler bunu başka bir şey yorumladılar. Birincisi Kuran-ı Kerim, ikincisi sünnet’imdir, dediler. Sünnet halledemiyor  bunları;  fakat Ehlibeyt bunları halledebilir.

Gerçek hata buradan kaynaklanıyor. Biz hal edemediğimiz durumlarda Ehlibeyt’e yönelmeliyiz. Bu zor durumları onlar hal edeceklerdir.

Bakınız efendim İmam Cafer El Sadık onun zamanında ortaya çıkan imam mezhebi Ebu Hanife. Ebu Hanife İmam Cafer El Sadık’ın yanında 2 sene ders  görüyor. Baktı ki bu 2 yıl olmasaydı  helak olacaktı. Eğer 2 yılla ilmi öğreniyor ise acaba Cafer El Sadık’ın durumu nedir? Bunun karşısında böyle baş kaldırılır mı? Ondan sonra Ebu Hanife İmam El Azam adı verildi. (yani herkesten üstün peki Cafer El Sadık’tan üstün olabilir mi?) onun karşısında ancak talebe olabilir.

Demin sormuştunuz nedir Müslümanlık, din nedir, diye. Bunlar çok derin. Meselelere inmek gerekiyor.

Din nedir?Allah’ın  kanunu dedik tabii Müslümanların, Hıristiyanların, Yahudilerin  bir kanunları vardır. Onlar da iddia ediyorlar Allah’ın kanunu diye ama aralarında farklar vardı değil mi?

Fakat Cenabı Allah diyor ki; “Allah’ın katında tek din vardır o da İslam dini’dir”. Peki Hz. İsa var ortada o Müslüman mı, Hıristiyan mıydı?

Demek ki gerçek Müslümanlık gerçek insanlık ve hakikattir. İster Hıristiyanlarda, ister Yahudilerde, ister Müslümanlarda olsun.

 

Yani içinde gerçek İslam’ı taşıyan herkes Müslüman’dır? İnsan olan Müslüman’dır.

Kimdir insan? Hz. Muhammed’in tarifine göre “her kim El Alem’de elinden, gözünden, dilinden ve kalbinden kurtulan kişi Müslüman’dır”. Bu sıfatlara sahip olmayan kişi Müslüman değildir. İsterse Hz.Muhammed’in oğlu olsun.

 

Çok önemli bir şey söylediniz, burada çok önemli bir  mesaj var. İnsan olmadıktan sonra Peygamberin oğlu, kızı, soyu olmuş, onun mezhebinden gelmiş hiçbir kıymeti yok, diyorsunuz? Kıyamet gününde mezhep sorulmuyor, (sen kimin oğlusun denilmiyor) sen nesin, ne yaptın, deniyor.

Misal bir doktor hastayı muayene ettiği zaman kalbini dinliyor, babasının kalbini dinlemiyor.

Din’de de aynı şekilde bir durum var. Kuran-ı Kerim’de Cenabı Allah diyor ki “kıyamet gününde mezhep sorulamaz”.

Hz. Nuh’un oğlu tufan esnasında oğluna dedi ki gel bizimle gemiye bin, oğlu kabul etmedi ben bir ağaca, dağa çıkarım, dedi. Sular taştı. Hz. Nuh feryat etmeye başladı. Cenabı Allah benim oğlum senin oğlun yok, dedi o Salih değildir. Bu büyük bir örnektir.

Bakınız Hz. Salman Farisi nereden gelmektedir? Hz. Muhammed’in yakınlarından olmuştur ve Hz. Muhammed buyurdu ki Salman bizden, Ehlibeyt’tendir. Düşünün uzaklardan gelmiş ve Hz. Muhammed’din yakını olmuş. Peki Hz. Muhammed’in amcası Ebu Cehil ve Ebu Sufyan ne olmuştur? Onlar ateşlik olmuşlardır. Akrabalık Allah’ın katında sökmez.

 

Ama bazıları nerdeyse putperestçe akrabalık, soy gütme, bir yere bağlanma konularına o kadar önem veriyorlar ki insan şaşırıp kalıyor. Siz bunlar geçersiz, diyorsunuz.

 Hep Kuran diyoruz, demin söylemiştim Kuran-ı Kerim nasıl bir kitap,  içinde neler var,  insanlığa neler sunuyor?  Kuran-ı Kerim ilahi bir kitaptır. Her şey, içinde ne isterseniz vardır.

Hak’ı Batıl’ı ayıran, eksiği olmayan bir kitaptır. Cenabı Allah Kuran-ı Kerim’de şöyle buyuruyor  “eğer insanlar ve cinler  bir araya toplansalar bu Kuran-ı gibi kitap yazmalarına imkan yoktur.” Demek ki bu kitap gerçekten güvenilir bir kitaptır. Hatta ben bir kitapta okudum ‘Allah vardır, Kitabı’dan diyor ki Kuran gerçekten lahuvti bir kitaptır. Bu kitabı inkar eden bir kişi bütün gerçekleri inkar etmiş sayılır.

Ben Hz. Muhammed’in zamanında bulunmadığım için üzülüyorum.

Fakat bu zamandan sonra Hz. Muhammed’in karşısında hürmetle eğiliyorum. Bismark bunu Allah Vardır, kitabında söylüyor. Bakınız Hıristiyan olan biri bunu itiraf ediyor. Bazı kişiler Kuran-ı Kerim hakkında bir takım şeyler söyleseler de onların anlayış kusurlarından doğan bir şeydir. Yoksa bütün insanlara mesaj veren Fatiha  suresinin 1. ayetinde “Elhemdü İlahi Rabbi Alemin Tüm alemlerin Rabbi olan yüce Allah’a hamd ve selamlar olsun” bununla başlıyor Kuran-ı Kerim. Burada Alem deniliyor, Hıristiyan Müslüman, diye söylenmiyor. Alem kelimesinin neleri kapsadığını yalnız Allah biliyor. Çünkü biz bilemeyiz ne kadar alem var, geçmiş, gelecek, bu sonsuz fezada neler olduğunu Allah bilir.           

 

Peki her okuyan bunu göremiyor. Her okuyan bunu göremiyor acaba o gözler var mıdır? Bakın Kuran’da neler var. Gerçekten gözler kör olamaz. Kör olan kalplerdeki gözlerdir. Mühim olan kalplerdeki gözlerdir. Haddi zatında insanların arasında ayrım yapan insan değildir. İnsanların haklarına tecavüz eden bir kişi  insan değildir. Bırakın Müslüman olmasını insan değildir.

Maalesef Müslümanlık kelimesi var ama Müslüman yok.

Avrupa’nın peşinden koşuyoruz niye adam mı edecek bizi onlar Hıristiyan, biz Müslüman’ız. Eğer 50 yıldan beri kendimizi ve hukuklarımızı muhafaza etmiş olsaydık Avrupa’nın peşine koşacak mıydık?

Bunlara üzülüyorum. Kendimiz adam olalım, haklarımız, insanlarımızı koruyalım, hak ve hukukumuzu yerine getirelim. Bırakalım Avrupa’nın peşinden koşmayı. Biz kafir değiliz, biz Müslüman’ız. Müslümanlığın anlamı bu.

Niye onlar bizi geçtiler?

Onlarda yalan, hile, vurgunculuk yok. Bizde deprem oluyor binaların tümü sahtekarlıkla yapıldığı için yıkılır, tabi ki bu binayı yapan mühendis Müslüman değil, insan da değil (çalıyor çimentodan, demirden nereden alabiliyorsa alıyor). Onun altında insanlar ölüyor.

 

Eskiden beri bir iddia vardır: Kuran-ı Kerim’in  bazı ayetleri, sureleri  değişmiştir, çıkarılmıştır,  gibi söylentiler  geniş kitleler tarafından benimsenebiliyor. Ne diyorsunuz bu konuda? Kuran-ı Kerim bu şekilde bizi intikal etmiş oluyor Kuran-ı Kerim-in  ayetleri durumu Ehlibeyt’in zamanında geçerliliğini sürdürüyordu. Hz. Muhammed’in vefatından 300 sene Ehlibeyt’in hükümleri sürüyor, evet Ehlibeyt dünya siyasetinden vazgeçtiler fakat din siyasetini kendileri yürütüyorlardı. Gerçek siyaset Ehlibeyt’in elinde idi. Onların zamanında bu Kuran geçerliydi. Biz bu şeklide Amel edersek bize kafi gelir. Peki biz buna itiraz edecek olursak bilmem ne değişmiş, hiç geçerli değil bu kelime yerinde  bile değil. Ben bunu kabul  edemem. Siz bu şekliyle Amel edin gerisini Allah’a bırakın. Peki Kuran- Kerim’de bizim hesabımıza gelmeyecek şey nedir? 

 

Ondan ziyade çıkarılmıştır deniyor. İşte Ehlibeyt’le ilgili ayetler  çıkarılmıştır,  deniliyor. Beyefendi geri kalanlar bize kafi’dir. Ehlibeyt hakkı için Kuran’da bir sürü ayetler vardır. Ehlibeyt’in İmamiyetini, faziletini ispatlayacak olan deliller vardır. Bakınız şurada Ehliyet’in faziletini anlatacak bir hadise; Mubahale olaydır. Şimdi  bu olayı  iki taraf itiraf ediyor gerek Sünniler gerekse Aleviler iki taraf kabul ediyor. “Hicretin 10. yılının İslam tarihinde Elçiler yılı olarak tanındığı bilinmektedir. Hz.Muhammed bu yılın sonlarına doğru yarım ada çevresinde ve dışındaki gayrimüslim kabilelerine yönelttiği İslam’a çağrı’yı Necran Hıristiyanlarına da yöneltmiş ve mubahele olayı bunların Medine’ye geldikleri sırada vukuu bulmuştur.

Hz. Peygamber Necran halkına bir mektup yazarak onları İslam’a çağırmıştır. Mektubu alışlarından bir süre sonra Necran Hıristiyanları 60 kişilik bir heyeti Hz. Muhammed’le görüşmek üzere Medine’ye gönderdiler. Heyettekilerin 14’ü dini liderdi. Gelen heyet Resul’ün huzuruna çıkar ve kabul edilir. Allah’ın Resulü onlara Kuran’dan  ayetler okuyarak kendilerini İslam’a davet eder, onlar biz senden önce Müslüman’ız,  diye ters bir cevap, bir karşılık verdiler.

Hz. Peygamber dedi ki; Vallahi yalan söylüyorsunuz sizi engelleyen Allah’a çocuk isnat etmeniz, taşa tapmanız, domuz eti yemenizdir. Böylece münakaşa başladığı sırada Ali İmran süresinin 61 ayeti iner. Ayet şu mahaldedir. Sana İsa’nın Allah’ın kulu ve resulü olduğuna dair bilgi geldikten sonra bu konuda seninle tartışmaya girene de ki; Gelin oğullarımızı ve oğullarınızı kadınlarımızı ve kadınlarınızı, nefislerimizi ve nefislerinizi yani bizleri ve sizleri çağıralım sonra hepimiz niyazda bulunup yalvaralım da Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun.

Allah’ın Resulü’nün bu mübahale teklifi Necran’lıları  endişelendirdi ve mühlet istediler. Kararı bildirmek üzere yarın geliriz, dediler.

Ertesi gün Hz. Muhammed kucağında Hüseyin, elinde  Hasan, arkasında Hz. Ali ve Hz Fatima olduğu halde Baki-i denilen buluşma yerine geldi. Allah’ın resulü böylece ayette geçen çocuklarımızı karşılamak üzere torunlarını, kadınlarımız karşılamak üzere Hz. Fatima’yı, kendilerimizi yani nefislerinizi karşılamak üzere kendisiyle birlikte Hz. Ali’yi getirmiş oluyordu. Hiç şüphe yok ki Hasan ve Hüseyin Hz. Peygamberimizin çocuklarıdır. Hz. Fatima aynı zamanda kızıdır ve Hz. Ali de Hz. Muhammed’in ayeti kerime gereğince nefsi sayılmaktadır.

Bu hiç itiraz kabul etmeyen bir gerçektir.

Necra’lıların reisi Ebu Harise  başta olmak üzere heyetin ileri gelenleri Allah’ın resulü Ehlibeyti ile birlikte yere çökmüş ve Allah’ın lanetini yalancıların üstüne davet etmek üzere bekler halde görünce şöyle dediler; vallahi Peygamber’in çöktüğü gibi çökmüş ve eklediler şu yüzler öyle yüzler ki eğer onların hürmetine dağların yerinden söküleceğine yemin etseniz yalancı olmazsınız.

Hz. Muhammed Ehlibeyti ile birlikte ile aba ile örtünür, ve dua’ya şu şekilde başlar “Ey Allah’ım bunlar benim Ehlibeytim’dir, benim nefsim kadınlarım ve çocuklarındır. Bunların hürmeti için haklıyı ortaya çıkar yalancıya azap yağdır. Bu sırda Baki’de yer sarsılmaya başlar, gökten Aba üzerine melekler iner çıkarlar.” Necran Üskufu  babası Ebu Halis bu durumu görünce dehşete kapılır ve şöyle der; biz yer Ehli ile mübahale etmeye geldik, gök ehli ile değil. Vallahi bunlara karşı koymaya devam edersek yer yüzünde tek bir Hıristiyan kalmayacaktır.

İşte bu hadiseyi teyit eden ve Ehlibeyt’in erdemini gösteren Kuran-ı Kerim’de Ali Ümran suresinin 61 ayeti inmiştir.

Bu münasebet ile bu beş kişiye Ehlibet ve Ehli Aba denilmektedir.

Bu ayet bunu tasdik ediyor. Ehlibeyt’in fazileti için bu ayet bu bırakın diğer ayetleri  bu ayet yeterlidir.

Kuran’ı Kerim’de bu gibi ayetler çoktur. Fakat demin söylediğimiz gibi kalp gözleri açık olan kişiler için geçerlidir.

Evet şimdi bu söylediklerimin anlamı Kuran-ı Kerim’de bizim için söylenen ayetler yeterlidir kafidir.

Kuran-ı Kerim’in tarifi için değişmiştir veya bu gibi şeyler söz konusu değildir.

Bunlar bahanedir, bu ayetlerle yetinmeliyiz.

Her dilediğimiz konu hakkında bir ayet mevcuttur.

 

Bunları değişik boyutlarıyla tekrar konuşacağız. Çünkü meseleler birbirleriyle bağlantılı.

Şimdi tabi Türkiye de en az 15 milyon  Alevi var ve bunların içerisinde farklı isimlerle farklı gelenekleri yaşatan farklı gruplarda var. Ama özü itibariyle hepsi Ehlibeyt’e bağlı büyük bir kitle.

Fakat her şeye açıklıkla  ortaya koymak gerekiyor maalesef  15 milyonun önemli bir kısmının çeşitli inanç ve ibadetler  bakımında  tümüyle birbiriyle örtüştüğü, bağdaştığı, birbirini tamamladığını, aralarında ayrılık olmadığı söylememiz imkansız maalesef.

Bunlardan biri de bu işte Kuran-ı Kerim, Hz. Peygamber meselesi.

Ehlibeyt konusunda ittifak var ama ibadetler meselesi, İslam’ın ve imanın şartları  meselesi ve bunların hayata geçirilme konusunda sıkıntıların olduğu da kesin.

Her şeyin konuşulduğu bir çağda dönemde Alevilerin de kendi içlerinde yaşamış oldukları problemleri tartışmaları gereklidir.

Tabi ki Aleviliğin ulviyetine, güzelliğine inanç boyutuna zarar vermeden ve Aleviliği farklı mecralara sürükleyerek İslam Dinin’den çıkarmaya, yozlaştırmaya ve Aleviliğine hakarete varan, Alevilikle ilgisi olmayan yorumlara katılmadan bunu yapmak zorundayız.

Yoksa ki bazı bölücülerin, ayrımcıların, kendini bilmezlerin, bazı yazarların, devlet başkanlarının hatta ve hatta inanç önderlerinin bir kısmının nerdeyse Aleviliği yok etmek eş anlamlı olmak  üzere Aleviliği yorumlarken  halkı çok yanlış yönlendirdiklerini görüyoruz.

Bizim maksadımız hiç biri değil ama yeri geliyor bazı şeyler konuşuluyor, konuşulmalı da. Örneğin; Kuran-ı Kerim konusu.

Ben biraz da Kuran-ı Kerim’i sorarken bu kapıyı açmak istedim.

Şimdi bir Müslüman kelime-yi şahadet getiriyor, Allah’ın varlığına, birliğine, Peygamberin Hakk’ın resulü olduğuna inanıyor, Kuran-ı Kerim’e inanıyor; Alevi veya Sünni  diyelim. Ama bir de bakıyoruz bazı Müslümanlar Kuran-ı Kerim’e inanmıyor, ya da tam inanmıyor, veya değişti, diyor peki bu ne nasıl  oluyor?Olmaz bu kabul edilemez. Kuran-ı Kerim inkar etmek olmaz.

Hz. Muhammed bizim Peygamberimiz onu inandığımız gibi Kuran-ı Kerime de inanmamız lazımdır.

Çünkü kendisiyle birlikte yüce  Allah tarafından gönderilen bir Anayasadır Kuran-ı Kerim.

Onun inkar etmek reddetmek, Hz. Muhammed’i kabul etmek olmaz. Zaten Hz. Peygamberimizin Peygamberliğini tasdik  edecek olan kitaptır. Hz. Muhammed diyor ki “benden sonra iki paha biçilmez eser bırakıyorum biricisi Kuran-ı Kerim, ikincisi Ehlibeyt’imdir”.

Yani Kuran-ı Kerim inkar edenler niçin inkar ettiklerini bence kendileri de bilmezler. İster Sünni olsun, ister Hıristiyan, Alevi olsun, niye inkar ettiğini bilemiyor. Çünkü bu bir gerçektir. Bunlar Kuran-ı okudu mu, inceleyip araştırdı mı,  anlamını biliyorlar mı? Her akıllı insan Kuran-ı Kerim’i kabul etmeli.

Bu kitapta öyle bir akıl, medeniyet, hak ve hukuk var ki insan bunu tahmin bile etmez. Çünkü yazan kim? Allah. Bakın aradan 1400 yıl geçti medeniyet, ilim ne kadar ilerledi fakat Kuran-ı Kerim   aynı devam ediyor.

Hz. Peygamberimiz hadisi şerif-i şöyledir; “Ali Kuran, Kuran Ali iledir” birbirlerinden ayrılamazlar.

Hz. Muhammed, Hz. Ali’ye Konuşur Kuran lakabını vermiştir.

Demek oluyor ki Kuran Hz. Ali’dir, hemen hemen bunu söyleyebiliriz.

Bunu reddedenler bunun anlamını anlamayan kişilerdir. Niçin reddettiklerini  kendileri de  bilmezler.

Biri bana dedi ki Kuran-ı halife Osman yazmıştır. Ben de dedim ki bir milyon Osman gelse böyle bir şeyi yazamaz, dedim.

Ne alakası var Osman’la. Düşünün Fatiha Suresi’nin birinci ayeti “tüm alemlerin rabbine hamdu ve senalar olsun” yani Müslümanlığın sembolü yüceliği bu kelimeden anlaşılıyor. İnsanlar arasında sen Müslümansın, sen Yahudsin, sen Hıristiyansın gibi söylemler Allah katında yoktur. 

 

Şimdi yine ana konularımızdan biri olan İslam’ın ve imanın şartları var. Bir din’e mensup olmak demek o dinin vecibelerini yerine getirmek manasına geliyor. Tabi ki Kuran’ı Kerim’i herkes okuyabilir ve yorumlayabilir ama içindekilerin özünü ve değerlerini görmek kişiden kişiye değişir.

İnsanın ilmine, eğitimine, sahip olduğu inanç ve mezhebe göre değişebilir, bu ayrı mesele. İnsanın  Peygamber’e olan sevgisi de farklı olabilir.

Birisi gerçekten canından çok sevebilir, birisi de Peygamber olarak İslamiyet’in kurucusu, Allah’ın resulü olduğu için sevgiyle bağlıdır. Birisi Aşk halinde, zikir halinde onu sever.

Kimisi Ehlibeyt’e ekmek, su gibi bağlıdır. Onun canı kendi canı, kendi canı onun canıdır, öyle akıl almaz bir yoğunluk vardır. Kimisi de Ali’yi Peygamberin yeğeni, damadı onun sevdiği kuldur, diye sever.

Bunlar bile İslam Dini içerisinde farklılıklar olduğunu gösteriyor.

Yani Alevi ve Sünni’siyle bu büyük kavramları insanların algılamaları değişik.

Siz ısrarla hep İslam ve Müslümanlık üzerinde durduğunuz için soruyorum, siz temel olarak tüm Müslümanların kabul edip uygulayacakları ibadet ritüelleri  olarak neleri görüyorsunuz?

Yani İslam’ın şartları ve İmanın şartları var bunları siz nasıl yorumluyorsunuz?

Sizce Alevlisiyle, Sünni’siyle herkes bunu nasıl yorumlamalı?

Diğer yorumlar insana, inanca göre değişebilir fakat İslam’ın ve imam’ın şartları konusunda siz ne diyorsunuz,  namaz, hac, oruç… konularında ? Bu meseleler açıldığında önümüzde bir sürü kapılar açılır. İbadet dediğimiz zaman, ibadet nedir? Kulluk demektir. Düşünün Hz. Muhammed dünyaya geldiğinden 40 sene sonra Kuran-ı Kerim’in birinci ayeti nazil olmuştur. Eğer Müslümanlığın şartları var ise (namaz, hac) acaba Hz. Muhammed bu zaman içerisinde tatbik etmiş olduğu şartlar nelerdir? Acaba bunları biliyor muydu, bilmiyor muydu, bunlar gerekli miydi, değil miydi?

Fakat Hz. İsa  ilk doğduğunda dedi ki ben Allah’ın resulüyüm, Peygamberiyim beni oruçla, namazla, zekatla emretti.

Peki Hz. Muhammed ancak 40 sene sonra Kuran-ı Kerim birinci ayeti nazil oluyor.  O zamanlarda Hz. Muhammed’in  ibadet nasıldı?  Eğer gerçekten ibadetin tek şekli var ise o zaman Hz. Muhammed’in ibadetsiz olduğunu kabul etmeliyiz. Çünkü daha o zaman bildiğimiz namaz şekli yoktu, camii,  minare yoktu, namazın talimatları daha gelmemişti. Fakat Hz.Muhammed Hira Dağı’na giderdi ve yüce Allah’a ibadet ederdi.

Nasıl ibadet yoktu?, bunu düşünmemiz lazım.

Şimdi bazıları diyordur ki eğer ben gerçekten o şekilde ibadet etmiyorsam ben ibadetsiz sayılacağım, bu yanlış bir düşünce. Allah’a ibadet insanın kendisiyle Tanrı arasında ki bir bağlılıktır. Demin ki ayeti yorumladık “nereye yönelirseniz yönelin yüce Allah’ın mübarek yüzü oradadır”. Farz edin Hz. Muhammed Kıbleye dönüyordu, Hz. İsa ise doğuya yöneldi. Acaba hangisi geçerli? Çünkü ikisi de Peygamber, her ikisi de geçerliydi. Şimdi farklı ibadet şekillerinden dolayı insanlar birbirlerini tekfir ediyorlar. İşte o kişi ibadetsiz bence onun ibadeti geçerli değil, gerçek ibadet insanlık, ve doğruluktur. Sen bunları tatbik ettikten sonra Allah’a istediğin şekilde zikredebilirsin. Şimdi Müslümanlığın şartlarını Allah’ın varlığına inanmak, şahadet getirmek, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek.

Evet bunlar Müslümanlığın şartları ama daha ehemmiyetli olan şeyler vardır.

Hz. Muhammed hadis-i şerifinde diyor ki;  “doğruluk imandandır”. Peki bu şartları yerine getiren Müslüman doğru değil yalancı ise, şöyle düşünüyorlar gençliklerinde istedikleri gibi davranıyorlar nasıl olsa 60 yaşında Hacca gider yıkanır gelirim, diye.

Peki bu Hac bir ibadet  şekli midir? Yoksa günahların yıkanmasına vesile mi oluyor, yoksa insan kendi kendisini mi aldatıyor? Acaba Hac yalnız orada mı yapılır?

Hacı Bektaşi Veli ne diyor “Her ne ararsan kendinden ara Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir”.

Bu yönden insanlar arasında büyük çapta ihtilaf doğuyor. Kendilerine göre namaz işte bu şeklide yapılır. Benim kanaatimce bende istediğim bir şekilde  Allah’a  inanıp yönelirim.

Doğuya-batıya istediğim şekilde yönelir ibadetimi yaparım.

Allah’ın emirlerine riayet ederim, insanların haklarını korurum bu da bir ibadettir.

Kuran-ı Kerim bütün  bunlara fırsat vermiştir. Bakınız Kuran-ı Kerim’de şöyle bir ayet geçiyor:  “Yüce Allah’a yerde ve gökte bulunan her şey tesbih etmektedir”. Nasıl tespit ediyor biz farkında değiliz.

Diğer bir ayette ise: “görmedin mi Yüce Allah’a güneş, ay, yıldızlar, dağlar ağaçlar, hayvanlar secde ettiklerini”. Secde ediyorlarmış. Yani bize kalacak olursa hayır diyeceğiz.

Yüce Allah Hz. Muhammed’e yöneltiyor bu hitap görmedin mi diyor? Peki Kuran-ı Kerim’e inanmadan insan Müslüman olamaz. Müslüman olacaksan Hz. Muhammed ve kitabına da inanacaksın. Demek ki bir insan da insanlık görüldükten sonra o insan ibadet ediyor. Ama şekilde ibadet edildiğini Yüce Allah bilir. Ben ibadet ederim ve ibadet şeklini benden sormaya hiç kimsenin hakkı yoktur.

Eğer siz rahatsanız kendinizden size kafi gelir. Benimle ne alakanız var. Nasıl ibadet ediyorsun geçerliz mi, geçersiz mi, diye. Cenab-ı Allah istiyor mu böyle bir şey? Hayır. Siz kendinizden sorumlusunuz. İnsanlar yersiz bir şekilde birbirlerini itham ediyorlar. Kendilerine vazife olmayan şeyleri konuşuyorlar. İbadet kul ile Allah arasında bir bağ, bir ilişki, bir yönelmedir.

Ama cemaatler toplanarak istedikleri şekilde  Allah’ı zikrederler birbirlerine nasihat, öğüt, insanlık, medeniyet öğretilir bu da bir ibadettir.  İnsanlara  yapılan her türlü fayda Allah’a ibadettir.

Mesela kurban kesiliyor. Peki Allah mı yiyor bunu, kurbanı? Hayır. İnsanlara fayda sağladığı için Allah’a yakınlık oluyor. Kurban kelimesi yaklaşma demektir. Yoksa insan Yüce Allah’a yaklaşır. Bu tür şeylerle yani insanlara faydalı şeyler yaparak sağlanabilir.

 

Peki Anadolu’da genel olarak Aleviler de, Bektaşilerde değişik gruplarda ibadetler var. Dedeler var, kanaat ve inanç önderleri Ehlibeyt soyunda geldiklerine inanıyorlar. Özellikle  Ocakzade dedeler ve  bir Cem olayı var; bağlama eşliğinde kutsal sözler söylenerek hatta Kuran-Kerim’den ayetler tevsir edilerek çeşitli hizmetler  sembolize edilip yerine getirilir. (Oniki hizmet, oniki imam, oniki post vardır.) Bunların arasında da bir bağlantı olduğunu görüyoruz.

Fakat bu her zaman genel bir kural da olamayabiliyor. Yani Oniki post varsa bunların hepsi Onikiimamları temsil etmeyebilir. Oniki hizmette öyle ama oniki lafı bile bir bağlantı olduğunu gösteriyor.

Bunlar çeşitli simgeleri canlandırırlar mesela abdest alma, su dağıtıyorlar, süpürgeci gözcü gibi… bir çok ritüeler var. Aslında çok yoğun kuralları ve sistemi var okunacak dualar… başka şeylere baktığın zaman bir kitaplık iştir Cem olayı. Aleviler Tanrı’ya ibadetlerini  bu şekilde kılıyorlar. Kurban bayramında, şeker bayramında oruç her zaman olmasa bile namaz oluyor. Fakat dediğiniz gibi maksat yaklaşmaksa Aleviler de kendi ibadetlerini yapıyorlar.

Siz bu ibadetleri hiç gördünüz mü? Okudunuz mu? Neler  duydunuz, ne diyorsunuz bu konuda? Evet duyduk ama görmedim, aralarında bulunmadım. Fakat bir kısmını duydum hepsini de duymuş değilim  o kadar da meraklı değilim. Bana ne ben sorumlu değilim. İnançlarına göre ibadetlerini yapıyorlar. Fakat siz Abdest kelimesini yani temizlik bunu önceden dile getirmişsiniz. Bu çok önemli.

Hz. Muhammed bir sözü vardır. “doğruluk imandandır” yani doğruluk neredeyse imanın alametidir. Utanmak imanın alametidir. Utanmayan bir insan mümin değildir.

Sabır imandandır yani felaketlere dayanmayan en küçük şeylerde kızan insanlar iman adamı değildir.

Temizlik te imanın alametlerindendir.  İbadet esnasında insan temizliliğini muhafaza etmesi gerekiyor. Temizlik her şey için önemlidir. Sadece ibadet için gerekli değildir.

Hz. Muhammed “temizlik İmandandır” diye hadiste belirmiştir. Biz genellikle  bu kaidelere riayet ederiz. Mesela Kuran’da Ehlibeyti zikredecek hayatları çok. Yüce Allah’ın kudretini azametini bildiren ayetler çok. Hz. Muhammed’in resul olduğunu beyan eden ayetler vardır. Bunlar okunur zikredilir. Huşu ile yasak edilen şeyler bildirilir, anlatılır  bunlar birer ibadettir. Yani orada bulunan insanları ne kadar ilmi fayda sağlanırsa o iman daha geçerli olabilir. Yani iyi yetişmiş iman sahibi  hocalara vazife verilirse daha makbule geçer bu ibadetin özüdür. Yüce Allah’ın azameti, Ehlibeyt’in faziletleri, hilal ve haram olan şeyler  anlatılır.

Hz Muhammed diyor ki “Ali’nin zikri ve sevgisi ibadettir.” Ama nasıl zikir neye dayanarak bütün bunların dayandıkları  temel Kuran’dır.

Dinin kurallarını biz Kuran-ı  Kerim’e dayamışız. Herhangi bir şey Kuran-ı Kerim’e dayanmıyorsa o bizde geçerli değildir. Evet zikir ibadettir. Kuran-ı Kerim’de cenabı Allah diyor ki “kim nefsini bütün kötülüklerden arındırıyorsa yüce Allah’a  zikrederse o ibadet etmiş sayılır”. Ondan sonra namaz kelimesi Türkçe bir kelimedir.

Bunun karşılığı Arapça‘da, SALAT yani birleşme anlamındadır. İşte Allah ile bağlantı kurmak, yani namaz kelimesi Allah ile görüşmek veya onunla bağlantı kurmaktır. Ama nerede, nasıl, ne zaman?, bu mevzu bahis değildir.

Her zaman Allah ile bağlantı kurulabilir, zikredebilir. Ama değerli ve temiz bir şekilde bunu yapmakla mükelleftir. Namazın anlamı işte budur.

Farz edin oruç. Oruç’un bir sürü anlam vardır. Oruç bir şeylerden sakınmaktır. Mesela sadece yemekten kesilmek bu kafi midir?

Kuran Kerim’de oruç tutmayana lanet olsun, denmemiştir.

Fakat yalancıya lanet olsun, defalarca söylenmiştir.

Demek ki esas oruç yemek ten mi kesilmektir. Helal olan şeyden mi? İşte bu en zahiri anlamıdır orucun. Fakat Batini anlamı en değerli olan oruç insan nefsine hakim olabilmektir. Ben kötülüklerden sakınacak olursam ne kadar değerli bir oruç olur. Ben 1 ay oruç tuttum kimlere faydalı oldum? Benim komşum benden eziyet görüyor ise, ben kendilerine gözümü dikiyorsam, dilim uzatıyorsam  ama oruç tuttum diye bunun  zerre kadar faydası yoktur. Bunu herkese söyleyebilirim. Gerçek olan oruç insanoğlunun nefsine hakim olabilmesidir. Kuranı Kerim’de “her kim nefsine hakim olacak kimse onun barınacağı yer cennettir.”

Fakat Kuran-ı Kerim’de   ramazan ayında oruç tutanın barınacağı yer cennettir, denilmemiştir.

Ama nefsine hakim olan kimsenin barınacağı yer cennettir. Düşünün bütün ibadetlerin özü sebebi hedefi nedir?

İnsanoğlunun bu hayattan sonra iyi bir yerde barınması içindir.

Onu nasıl hasıl olabilir? İnsanın nefsine hakim olmasıyla. Bir insan yalanlardan kötülüklerden eziyetten sakınırsa insanlara faydalı biri olursa daha değerli biri olur. Maalesef son zamanlarda Müslümanlar gerçek oruç ramazan ayında sabah yiyeceksin, akşam yiyeceksin  gibi şeylerle her şeyin hallolduğunu sanıyorlar. Böylece kendimizi aldatmış oluyoruz. Namazda da  böyledir. Oruçta da böyledir, Hac da böyledir.

Hz. Cafer El Sadık buyuruyor ki; Her kim kardeşinin işini görürse Hac farizası  kadar sevap ona yazılır”, ona eziyet yapma hacca gitmiş kadar olursun.

Ama biraz önce sordunuz İslam’ın şartları nedir diye bunları sayacağız. Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekat vermek, şehadet getirmek.

Bunlarla iş biter mi? Bütün Müslümanlar cennete giderler o zaman.

Acaba giderler mi? Bütün Müslümanlar cennete gidecek olursa biz geride kalmış olmayacaktık. Dünyanın en ileri ülkelerinden olacaktır. Çünkü cennete namzet zapt  olan insan bu dünyada da üstün insan olması lazım. Ama bu dünyada sefalet, rezalet, haksızlık   içinde olan insan ise ne zaman cennet gidecek? İbadetle verilmiyor bunun için ama onların temelleri vardır.

 

Ehlibeyt’ten çok söz ettik. Tabi ki Ehlibeyt’in kimlerden oluştuğu ve özellikleri az çok bilinen şeyler. Bütün İslam aleminde de, inkarcılar ve nankörler dışında, Ehlibeyt’in ismini zikretmeyen, ululuğunu kabul etmeyen  bir kitle de yok aslında.

Caferiler, Şiiler, Aleviler… değişik inanç grupları var İslam dini içerisinde. Onların Ehlibeyt’e bakışıyla diğer inanç yapılarının bakışlarında farklılıklar da var.

Sizin konuyla ilgili bir de kitabınız olduğunu biliyoruz; İlk Alevi Kimdir?, diye.

İman-ı Caferi Sadık’tan bahsettik.

Bir yolun kurulduğundan bahsettik. Genel olarak az çok Aleviler bu konuda hemfikirler. Şiiler, Aleviler, Caferiler, Anadolu’daki değişik Alevi grupları da  bu konuda hemfikir; İmamı Cafer Sadık’ın nasıl bir din ulusu olduğu ve diğer İslam alimlerinden ayrılarak Hz. Muhammed’in ve Hz Ali’nin görüş ve düşüncelerine en yakın inancı yorumlayıp bazı kurallar ortaya koyduğuna inanıyorlar.

Fakat değişik kaynaklar da farklı farklı yazılar yazıyorlar.

Gerçekten İmam Cafer-i Sadık farklı bir İslam mezhebi kurmuş mudur?

İmam Cafer Sadık’ın savunduğu fikirleri,  uyguladığı sistemi biz nasıl yorumlamalıyız bugün? Sizce Anadolu’da bu doğru bir şekilde yorumlanıyor mu?

İmam Cafer-i Sadık Hz. Peygamber’den, İmam Ali’den başlayarak atalarından ne almış ki çok ayrıcalıklı bir konuma yükselmiş?

 

Hz. Cafer El Sadık Hz Muhammed’in torunudur. Yani sülale yönünde Hz. Muhammed’e mensup ulu bir zattır. Ehlibeyt yani kısa anlamda (Hasan-Hüseyin-Fatma -Ali )  ve yahut Onikimamlar bunların tümü Hz. Muhammed’in hadislerine dayanarak Hz. Muhammed’in çizmiş olduğu kaidelere uyarak Hz. Muhammed’in dileklerinden hiçbir şey değiştirmeden taşımış oldukları gerçekler bunlardır.

Hz. Cafer El Sadık ayrıyetten  kendisi bir mezhep sahibi değildir.

Onun mezhebi Hz. Muhammed’in  mezhebidir. Ve aralarında hiçbir fark yoktur. Bütün kural ve dayanakları Hz.. Muhammed’e  dayanıyor.

Kendisi der ki ben babamdan,  baba dedemden, dedem dedesinden  …. Hz. Muhammed’e  ulaşıncaya kadar hep aynı şeyi almışız. Bunlar hiç değişmeyen kurallardır.

Ehlibeyt’in mezhepleri ayrı bir mezhep değil. Hattı zatında İslam dininde mezhepler ve tarikatlar yoktur. Tek bir din, Kuran tek, Peygamber niye ayrılsın? Şimdi karşı tarafta dört mezhep olurdu.

Bizim cemaatler tarafından artık bizim de bir İmam’a dayanmamız gerektiğine hissettiler. Onunu için Cafer El Sadık diye ortaya çıkarıldı. Halbuki bu Cafer El Sadık mezhebi değil, Hz. Muhammed’in yoludur, tarikatıdır, mezhebidir.

Hz. Cafer El Sadık dediğimiz zaman Hz. Muhammed’i göz önüne alacağıç. Hz Peygamber diyordu ki, benden sonra Ehlibeyt herhangi anlayamadığını durum karşısında ehlibeyte başvurunuz. Çünkü onlar sizi daima doğru yola sevkederler. Hz. Muhammed’in öğüt ve vasiyetleri ne ise İmam Cafer El Sadık’ta görülebilir. 

 

Şimdi ben uzun yıllar önce bir kitapta okumuştum, rahmetli dedem de bu konulara ilgi duyuyordu. Prof   Ebu Zehra sanırın Mısırlı bir alim olsa gerek tam bilmiyorum, İslam Mezhepleri diye bir kitap yazmış. Orda İslam mezheplerden bahsederken bir iddiayı çürütüyor bu iddia  Aleviler tarafından ortaya atılan bir iddia, İmam-ı Cafer Sadık’a gizli bir ilim verildiği, bir Batın ilme sahip olduğu  yönünde bir görüş. Yanlış söylemek istemiyorum, bir cevhr, bir batın ilmi verildiği yönünde bir görüş var. Yüce yaratıcı tarafından öyle bir ayrıcalığı sahip kılındığı söyleniyor ve kitapta da bunu bir gerçekle alakası olmadığı söyleniyor.

Ama Alevilerin bir kısmında hala bu inanç var.

Yani İmam  Cafer Sadık bir mezhep kurmasından ötesinde de bir gizli  ilme sahip bir inanç önderi miydi? Beyefendi ben de teşekkür ediyorum bu konuya değindiğiniz için. Ben gerçek bir şeklide bütün samimiyetimle söylüyorum bu  bizim inancımıza aykırı.

Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Ali  Zeynel Abidin, Muhammed el bakır, Cafer i EL sadık, Musa El kazım…. Bunların onikisi var ya bunların arasında tek bir zerre kadar fark yoktur. Ne ilim, ne irfan, ne yücelik, ne de derece bakımında Allah katında tek bir derecededir bunlar.

Fakat Cafer El Sadık konuşmaya gerek gören bir kişiydi. Çünkü onun zamanında mezhepler çoğaldı. Diğer imamların zamanında bu mezhepler ortada  yoktu. Mezhepler ortaya çıktı onun için imam Cafer El Sadık’ın konuşması gerekiyordu. Mesela Hz. Muhammed daha geniş bir şekilde Kuran ile gelmiştir. Hz. Nuh’un zamanında o kadar konuşulmadı. Niye? Çünkü o zaman bunu gerektiriyordu.

Hz. Cafer El Sadık’ın bütün  imamların aynı derecede olduğunu söyleyebiliriz. Yani bütün söylentiler boş. Bu Hz. Cafer El Sadık’ın kim olduğunu, ilminin ne olduğunu, kimden aldığını, bizden daha iyi bilen yoktur, bunu açıkça söyleyebiliriz.

Bizde diğer söylentilerin aslı ve yeri yoktur. Babası Muhammed El Bakır bütün ilmini babasından almıştır. İmam Cafer Sadık herhangi bir şeyi anlatırken Muhammed El Bakır’dan aldım, babası der ki, ben  Ali Zeynel Abidin den aldım, o der ki ben babamdan El Hasan’dan aldım, diye bu şekli de devam eder… Hz. Ali der ki,  ben Muhammed’den aldım. Hz. Muhammed der ki ben Cebrail’den aldım, Cebrail der ki ben Allah aldım. Bakın meseleler nereye kadar gidiyor. Bütün Ehlibeyt’in mezhepleri bu şeklide  ta Allah’a kadar dayanır.

 

Peki Allah’ın nuru cümle sevenlerin üzerine  olsun. Şimdi bir inanış var. Kainat yaratılmadan yüce yaratıcı Nur’ken kendi özünden kainatı yaratmışken aynı zamanda  Muhammed ve  Ali’yi o özden ve nurdan yarattı ve dünya yaratılmadan önce kainatta bu iki nur vardır.

Ve bu iki nurun yüzü suyu hürmetine bu canlılar yaratıldı. Bu din kuruldu ve bu kervan yürüdü. Doğal olarak ta Ehlibeyt’in ışığını taşıyanlar Tanrı’nın ışığını taşıyor deniyor. Buna ne diyorsunuz.?

 

Yazmış olduğum İlk Alevi Kimdir? kitabında yüce Allah’ın varlığını belirlemek ve içinde yaşadığımız kainatı meydana  getiren molekülleri hayata getirmek için nurundan beş makam yaratmıştır. Mizan, arş, kürsü, levhi mafhuz ve kalem bu yüce makamların  kimlikleri marifettullah kapısında yazılmıştır.

Bu olguda Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran Kerim temel anlamlarından defalarca ifade edilmiştir.

Nur aleminde işte bu makamlar, tecirli alemlerinde işte bu beş makam Hz. Muhammed, Hz. Ali. Hz. Fatima, Hasan ve Hüseyin bu yüce makamların içtikleri şarap  Kevser Suyu’dur.

Kevser suyu ilim, ahlak ve sevgi anlamıdır.

Şimdi biz soruyoruz ilk Alevi kimdir?  Meleklerin secde ettiği Adem mi?, yoksa Yusuf’a secde eden güneş ay, yıldız, onbirimamdan biri mi bunu Arif ler bilir. Arif olmaya talip olalım, bu kutsal şarap bütün insanlara nasip olsun.

 

Peki Mehdi El Sahibi Zaman? Bu da Aleviliğin İslamiyet’in bir konusu. Ne diyeceksiniz bu konuda? Hz. Peygamber’in söylemiş olduğu hadislere dayanarak son zamanlarda El Alem’in fesadında Cenabı Allah Hz. Mehdi’yi bu dünyayı ıslah etmesi için kendisini göndereceği hakkında hadisler vardır. Evet önceden Hz. İsa’nın geleceğini söylenmiş. Zaten  haddi zatında Hz İsa kim?, Hz.Muhammed kim?,  Mehdi kim? Bütün bunları gönderen Allah’tır.

Demek ki Allah göndermiş ise Allah‘ın katında bunların arasında hiçbir fark yoktur.

O zamanlarda Hz. İsa gönderilmiş, sonra Hz. Muhammed gönderildi, sonrasında Ehlibeyt’in devamları olan onbirimam devam etmişlerdir. Sonu Mehdi ile son bulmuş bu imamlar Cenabı Allah son zamanlarda Mehdi’yi göndereceğine dair hadisler mevcuttur, biz buna inanıyoruz.

Ama inanmayanlar var ise sabrederiz son zamana kadar gelirse gelir.

 

Peki siz reenkarnasyon (yeniden doğuş) denilen ve büyük ölçüde yüzyıllardır insanların kafasını meşgul eden, bazılarınca kabul gören, bazen de sert bir şekilde red edilen eleştirilen, inkar edilen bir olayı da savunuyorsunuz, bu konu kitabınızda da var.

Yine söyleşi olduğu için bu konuda alalım fikirlerinizi Biz buna gerçek bir şekilde inanıyoruz.

Bir insan oğlunun bir defa dünyaya gelmekle ne cenneti hak edebilir, ne de cehennemi insanoğlu dirasetini bir yaşamda bitiremez. Bu bugün bile Profesör olmak için 40-50 yıl uğraşmak lazım. Cennetlik olabilmek için 1 yıllık iş değildir. Hiçbir üniversiteye  kaydedilmeden bir kişi Prof,  doktor, bir hakim olur mu? Akıl ve mantık bunu kabul eder mi? Örnek Hıristiyan bir çocuk  doğuyor ve ölüyor Müslüman değil o daha iman’a davet edilmedi bir şey yapamaz o ne cenneti ne de cehennemi hak etmez. Cenabı Allah nereye götürecek onu? insan bunu düşünmüyor mu? Aklı selim’e  olan insan bunu düşünecek olursa peki Allah‘ın adaleti nerede kaldı? Biz buna gerçekten inanıyoruz fakat biz fikrimizde yalnız değil yüce Allah‘ın kitabına dayanarak, gerçeklere dayanarak bunlara inanıyoruz. Ve gözümüzle mütadip defalarca hadiseler görmüşüz.

Yüce Allah imanımızı güçlendirmek için bu hadiselerin çoğunu Hatay’da gösteriyor.

Tabi yalnız Hatay’da değil, dünyanın her tarafından tekrar dünyaya gelen insanlar mevcuttur.

Vardır  kesin bir şekilde vardır.

Ama bunu inkar edenler kendileri bilirler. Ben bunu kitabımda yazdım, yaratıcının azameti ve Kuran’daki reenkarnasyon Kuran’ı Kerim’e dayalı bir sürü ayetler vardır. Ondan sonra yalnız biz değil ilim adamları ileri gelenler doktor Prof. Dr Rafet Kayserilioğlunun iddiası ilahi adalet ancak yeniden dünyaya gelmekle sağlanır, demiştir.

İnsanların öldükten sonra  ruhlarının başka başka bedenlere tekrar dünyaya geldiğini iddialarının en kuvveti savunucularından biri bir defa dünyaya gelmekle ilahi adaletle bağdaşmaz diyen doktor Kayserilioğlu, ruhun her dünyaya gelişinde biraz daha olgunlaştığını iddia ediyor. Ben bunu gazeteden aldım bakın ilginç bir hadise; ağladı hayatı kurtuldu. Çöpten bebek çıktı. Düşünün bir bebek dünyaya geliyor. Annesi babası utançlarından bu bebeği çöp tenekesine atıyorlar. Bu bebeğin suçu ne?  eğer bu hiç dünyaya gelmemiş ise Cenabı Allah bunu bir zulme uğratmamış mı? Düşünün Cenabı Allah hiç kimseye zerre kadar zulüm etmeyeceğine dair vaatte bulunmuştur. Bu bebek bir dava açabilir. Niye beni bu kötü ailenin yanına götürdün yoksa kendisi mi seçti bu aileyi?, yoksa hiçbir değeri olmadan karmakarışık bir şekilde insanlar dünyaya gönderiliyorlar.

Reenkarnasyon bir gerçektir. Bu bir haktır, akıl ve mantığın kabul edebileceği şeydir.

Kuran’da bir sürü ayetleri vardır. Bir çok filosoflar bunu kabul ediyor. Eflatun, Sokrates, Celalettin Rumi, Hıristiyanların ulemaları Cebran Halil, Mikail Naim, bütün bunlar reenkarnasyon kabul ediyorlar. Neden diyorlar ki yalnız Hataylı’lar kabul ediyor diye?

 

Bizleri birçok konuda ayndınlatıyorsunuz. Tabii daha konuşacak çok konu var.

Burada bazı bayramlardan bahsediliyor bazı inanç pratiklerinden, bazı geleneklerden bahsediliyor. Anlatılanların hepsi doğru olmayabilir ama doğru olanların var olduğunu sizlerde onaylanınız.

Sizlerin ibadet olarak pratikte  uyguladığınız sistemler nelerdir? Anlatabildiğiniz kadarıyla bizlere aktarabilecek misiniz? İbadet olarak Tanrı’yla bütünleşmede, yakınlaşmada hangi yöntemlere başvuruyorsunuz? Yani bayramlarınız, özel günleriniz var. Bilimiyorum bazı önemli kural ve kaideleriniz var, bunlara kesin uyuyorsunuz, her şeyi de söylemiyorsunuz gerek yok diyorsunuz, bazı şeyleri anlatmak istemiyorsunuz. Ama Arapça konuşan bir Alevi Hatay ve Antakya’da dini pratikleri nasıl öğrenir, nasıl uygular, neler uygular? Dinin pratik uygulamaları; mesela ibadetlerde ne var bu çok merak ediliyor. Başta Kuran-ı Kerim birinci suresinin adı Fatiha’dır. Fatiha demek iftitah (yani başlangıç) ibadetlerimizin tümünün başlangıç ve sonu fatiha’dır. Yenim ediyorum Allah’a bu birincisi, bütün ibadetlerinizde Kuran’ı- Kerim’in seçme ayetler var; yani ibadetlerle ilgili ayetler var.

Kuran-ı Kerim’de Batıni yorumlara sahip ayetler var. Kuran’da  söylemeyebilir ki hemen hemen ancak Aleviler de bulunacak olan yorumlar vardır.

Bu ayetlerde Kuran-ı Kerim’de çok derin ayetler vardır. Biz şimdiye kadar insanlara Hz. Muhammed din “Ben ilim şehriyim Ali onun kapısıdır“ dediğini hala inandıramıyoruz.

İnsan oğlunun tekrar dünyaya geleceğine dair ayetler var. Geliyor, diyoruz, geçerli değildir diyorlar. Biz o gerçek ilimleri ortaya katacak olursak  bizleri tekfir ederler.

Emin olunuz ki dayandığımız bütün dayanaklar Kuran-ı Kerim’de, yemin ediyorum.

Şimdi ben size anlatırsam mesela Kuran-ı Kerim’de geçen zikri geçen zeytin ağacı var. Nedir bu? Düşünebiliyor musunuz bunun  mukaddes bir şahsiyete delalet ettiğini. Elbette olması lazım ama diğerleri kabul etmez. Ben bunu açıklayacak olursam büyük bir bela başıma açmış olurum.

Gelin artık kurtarın kendinizi. Geçenlerde İzzettin Doğan Hocamız  bunu söylemişti. Sizlerde cevher vardır neden bunu açıkla mıyorsunuz, diyordu? Dedim ki sayın Hocam Allah’a bin şükürler olsun, cevherimiz var ama maalesef saman pazarındayız, biz.

Onu  satın alacak kimseler yok. İnsanların çoğu samanlarla uğraşıyorlar.

Gelin  o cevheri satın pazarlarda. Kuran-ı Kerim’de bir ayet “gerçek din yüce  Allah katında kayyim dini’dir. Fakat insanların çoğu bilmezler”. Artık düşünün bu kelime neyi kapsıyor.

İyi düşünen insanlar için Allah Kuran-ı Kerim de “Benim kullarımın arasında az olan kişiler şükrederler gerçek bir şeklide iman edenler az kişilerdir.”

Fakat ben bunu söyleyebilir ki benim ibadetlerim, kurallarım, bütün dayanaklarım Kuran -ı Kerim’e dayalıdır.

Bayramlar var ya, birisi İm gecesinde, birisi Salib bayramı bunların Kuran-ı Kerim’de yerleri vardır.

Mesela  Hz. Muhammed gökyüzüne yükselmiş yedi kat gökyüzüne yükselmiş bu bayram da değil de;  Hz İbrahim’e bir kuzu getirilmiş kurban kesilmiş bütün İslam alemi kurban  bayramını  kutluyor. Halbuki o daha ehemmiyetsizdir.

Daha ehemmiyetli  bir bayram Hz. İsa Yahudilerin söylentilerinden  kurtulup gökyüzüne yükseliyor bu büyük bir bayram değil mi?

Ama diyeceksiniz ki o Hıristiyanların bayramı hayır o Hıristiyanların bayramı  benim bayramımdan daha  fazla değildir. Geçenlerde bir Hıristiyan dedi ki, hocam ben Hıristiyan’ım dedim  ki vallahi ben senden fazla Hıristiyan’ım. Neden?, çünkü ben Hz. İsa’yı senden fazla seviyorum ve onun hakikatini senden daha fazla biliyorum. Kim daha fazla Hıristiyan?

Ama sen Hz. İsa’nın gerçekten çarmıha gerildiğine inanıyorsun, fakat bunu ispatlayamıyorum.

Hz. İsa gökyüzüne yükseldi, siz şüphe altında kaldınız.  

Bakın Aleviler ne yapıyorlar? Kendilerini dövüyorlar. İran da, Irak ta, Lübnan da, doğu Anadolu da biz o günde bayram kutluyoruz. Hz. Hüseyin  öldürülmedi ama diğer Müslümanlar bunu duyduklarında bize gülerler.

Ne yapıyorsunuz diyorsunuz, yapıyorsunuz diye. Ama son zamanlarda artık kendilerine gülünüyor.

Demek ki gerçek bizdedir. Hz. Hüseyin öldürülmedi, kimse elini uzatamaz Hz. Hüseyin’e. Fakat bu imtihandır, insanlar için. Ama bunların zannettiği gibi değil öldürdüler zannettiler fakat ellerinde gelseydi öldüreceklerdi. Onun için bizim ibadetimiz biraz gizli kalıyor.

İnsanların çoğu buna tahammül edemez.

 

Çok iyi anladım. Peki sizi de haylide yorduk. Bilgiler verdiniz biz de bilgiler aldık.

Anadolu’ya bakıyoruz. Dedeler, babalar, kanaat önderleri var. Gerçekten toplumu aydınlatacak bilgi seviyesine ulaşmadıktan sonra belli şeylerin eğitimi alıp tedrisatını yapmadıktan sonra örneğin en azından İslam Tarihi hakkında bilgi sahibi olmadıktan sonra, genç nesillere, Sünni İslam inanışına  sahip olan insanlarımıza karşı  bir açıklama yapılacağı zaman başarısız olunduktan sonra, daha doğrusu  bir eğitim ve kültür sahibi olmadıktan sonra bir rütbenin, hiçbir mevkiin  anlamı olmasa gerekir. 

Peki ne yapılacaktır sizce bu konuda. İnanç önderlerinin eğitimi konusunda. Cem Vakfı ne yapmalı?  Dedelerin-Babaların eğitimi 15-20 milyonluk büyük  bir kitlenin inanç bakımından yaşadıkları sancıları, sıkıntıları çözebilecek formüller hakkında ne diyorsunuz? Zaman ilim ve fen zamanı, teknoloji asrı deniliyor.

Şimdi susuz bir yerde su temin edebilmek için 200 metre yer deliniyor yere doğru inliyor. Oradan su alınıyor. Neden? O insanları hayata kavuşturmak için. Emin olunuz ki o suyu almak için uğraştığınız kadar o insanlara ilim temin etmek içinde o kadar  uğraşmak lazım.

200 metre de su almak ne kadar zor ise bilgili insanları araştırıp getirmek o insanlara can vermek lazım, o da zordur. İlim sağlamak lazım, öğretmek lazım.

Öğrenmeyen bir kişi cahildir.

Hz. Ali’nin bir söze vardır. Cahiller Alim’lerin düşmanlarıdır. Cehalet en büyük düşmanımızdır. İlim insanın ruhudur. İlim e sahip olmayan bir ölü sayılıyor.

Öğrenmek lazım, öğretmek lazım. Bunu netice budur  başka çıkarı yoktur.

Kuran-ı Kerim dayalı aramızda böyle bir diyalog kurularak elimizde gelen faydayı sağlayabilirsek biz mutluluk kazanmış oluruz.

İnsanlar ölüdürler her kim birini ihya ederse bütün insanları canlandırmış sayılır.

 

Çok sağ olun varolun sabrettiniz bizim sorularımıza ve bizi aydınlattınız, minnettarız. Ben de çok teşekkür ediyorum, sorularını memnuniyetle karşılıyorum.

Zaten insanlar birbirleriyle  görüşmekle anlaşıyorlar.

Yoksa herhangi biriyle görüşmediğiniz taktirde ne olup bittiğini  anlayamazsınız yoksa uzaktan uzağa, kulaktan kulağa söylenenlerle  olmaz.

İnşallah başka bir zaman bunu tamamlarız.

Söyleşi: 2004, Hatay (Antakya)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile