DOĞAN TÜRKDOĞAN - OZAN DOĞANCAN –

DOĞAN TÜRKDOĞAN

-      OZAN DOĞANCAN –

 

AYHAN AYDIN

Sazıyla, sözüyle, cemlerdeki hizmetleriyle, genç yaşta Alevi yoluna turaplığıyla tanınan bilgili ozanlarımızdan Doğan Türkdoğan sorularımızı detaylı bir şekilde yanıtlıyor.

 

Medeni durumunuz?

Evli.

Eşiniz Alevi mi, Sünni mi? Eşiniz Alevi ise dede kızı mı, talip kızı mı?

Alevi.

Kaç Yaşındasınız?

45.

Mesleğiniz ya da İşiniz Nedir?

Emekli.

Aylık net ortalama geliriniz ne kadar?

230 milyon.

Şu anda hanenizde (evinizde) kaç kişi bulunmaktadır?

4 kişi.

Halen kiminle birlikte oturuyorsunuz?

Çocuklarımla.

Varsa çocuklarınızın isimleri nelerdir?

Emrah, Orhan Kemal, Selvican.

Sizce Türkiye’de ne kadar Alevi-Bektaşi vardır?

25 milyon.

Bağlama gibi bir çalgı kullanabiliyor musunuz?

Bağlama.

Hangi Alevi-Bektaşi anma etkinliğine katılırsınız?

Alevi kurum ve kuruluşlarının düzenlediği etkinliklere katılırım.

Muharrem Orucu’nu ne zaman ve ne kadar tutarsınız?

Kurban Bayramından 20 gün sonra.

Hızır Orucu’nu ne zaman ve ne kadar tutarsınız?

Şubat ayının ilk haftası 3 gün tutarım.

Hz. Ali’nin doğum günü olarak hangi günü kabul ediyorsunuz?

21 Mart.

Sizce “halk ozanlığı” neyi ifade ediyor?

Halkın ozanı demek, halkın dili, halkın sözü, halkın sesi, halkın kültürel, etnik bütün değer yargılarını taşıyan ve onları yarınlara aktaran kişi demektir.

Halk ozanlığının tarihsel geçmişiyle ilgili bilgileriniz nelerdir?

Halkın kültürünü temsil eden, halkın değer yargıları ile yetişmiş kendi içinden çıkan insanlardır. Onlar daima sazlarının ve sözlerinin her mısra ve beyitinde halka ve insanlığa yapılan, haksızlığı, adaletsizliği, vurgulamış, cehalet ve yobazlığa dur demeyi amaç edinmiş, yönetimlerce birçok işkencelere maruz kalmış, fakat ideal ve felsefelerinden bir ödün vermemişlerdir. Alevi ve Bektaşi kültürünün 7 uluları dediğimiz Hatayi, Nesimi, Mansur, Virani, Kul Himmet, Pir Sultan, Teslim Abdal.

Halk ozanlığı sizce ne zaman ve nasıl başlamıştır?

Halkın var oluşu, halkın zalime ve zulme başkaldırısı ile başlamış.

Çocukluk döneminizdeki ailesel ve çevresel şartlarınız nasıldı?

Çocukluğum 6 yaşıma kadar Kars’ın Laloğlu köyünde geçti; ben 6 yaşımda iken ailem Adana’ya göçtü.

Bade içme gibi bir durumunuz oldu mu?

İçmedim.

Ozanlıkta bağlamanın yeri nedir? Sazsız ozanlık olabilir mi?

Bağlama ozanın can yoldaşı, arkadaşı, sırdaşıdır.

Bağlama dışında bir çalgı kullanıyor musunuz?

Hayır.

Şiir yazarken özendiğiniz örnek aldığınız, ozanlar kimlerdi?

Ozanların etkisinde kalmadım, sevdamla, yüreğimle bir oldum.

Dünyaya bakışınız, insan, tabiat hakkındaki fikirleriniz nelerdir?

Dünya Tanrı’nın bütün nimetleri ve güzellikleri ile dolu; bunları insanoğlunun ve bütün canlıların hizmetine sunulmuş bir cennet bahçesi olarak görmekteyim.

Şimdiye kadar katıldığınız yarışmalar hangileridir?

Gazi Üniversitesi, Hacı Bektaşi Veli kürsüsü’nün düzenlemiş olduğu bir yarışmaya katıldım.

Anadolu Aleviliği hakkındaki fikirleriniz, bilgileriniz nelerdir?

Arabın, Acemin siyasal baskısına boyun eğmeden ayakta durabilmiş, Emevi Abbasi, Selçuklu, Osmanlı kıyımlarına karşı koymuş, günümüze kadar sazla, sözle deyişlerle kendini getirmeyi başarmıştır.

Sizce Hz. Ali nasıl bir insandı, en önemli özellikleri nelerdir?

Sancağının temsili, yiğitlerin yiğidi, cömertlerin cömerdi, daima zalime ve zulme meydan okuyan, mazlumdan yana olan tasavvuf ilminin, ilmi ledunun, ilmi kübra, cavidan ilminin piri, Kuran-ı natık, canlı Kuran’dır.

Kerbela ve Hz. Hüseyin için neler söyleyeceksiniz? Niçin tüm Alevi-Bektaşi ozanları sizce Kerbela için matem şiirleri yazmışlardır? Kerbela Olayı size ne ifade ediyor?

Kader özellikle Sünni inanış biçiminde, Allah tarafından bir kulun doğumundan itibaren öleceği güne kadar dünya üzerindeki yaşamı boyunca başına gelecek iyi ve kötü hallerin bir senaryo şeklinde hazırlanmış olaylar zinciridir ve bunlardan kaçınılması ise imkansızdır. Allah tarafından hazırlanan bu senaryo yazılırken o kişinin yeryüzünde iyi veya kötü yaşam biçimine sahip bir kul olacağı gene Allah tarafından bilindiği için senaryo buna göre devam etmektedir. Değişmesi imkansızdır, neler yazılmışsa onlar olacaktır. Bunlar güzellikler olduğu gibi, özellikle Kerbela’da olduğu gibi, büyük vahşetlerde, büyük zulümle de olmaktadır. Oysa ki bu vahşet ve zulüm sözcükleri ve fiilleri Allah’ın sıfatlarına uymamakta, ters düşmektedir. Şöyle ki: Esirgeyen, bağışlayan, rahim ve rahman olan alemlerin rabbı Allah’ın adıyla derken, Allah’ın rahman, rahim, esirgeyen ve bağışlayan olduğunu görmekteyiz. O esirger, bağışlar, yani kötü ve kötülükten hiçbir zerre taşımaz. Hal böyle iken, Kerbelada büyük bir vahşetle katledilen Hz. Hüseyin ve onun Ehlibeyti Allah’ın çok sevdiği Peygamber’inin öz torunu ve onun çocukları, ailesi. Ayrıca yine aynı Allah Kuranda Ahzab 33; Ey Ehlibeyt, Allah sizden her türlü kiri, kötülüğü giderip sizi tertemiz etmek diler. Siz her zaman abdestli ve taharetlisiniz, diyerek tertemiz ve pak eylemiştir.

Ahzap 56: Ey inananlar, siz de Peygamber’e ve onun Ehlibeytine selatu selam getiriniz, derken bütün insanların Ehlibeyt’e selatu selam getirmesini istemektedir. Şura 23: De ki, size getirdiğime karşılık bir şey istemiyorum. Sadece yakınlarıma sevgi ve hürmet istiyorum diyen bir emri Peygamber’e bildiren Allah nasıl oluyor ki, ayetleriyle tertemiz kılmış olduğu bütün inanmış kulların kendilerine selatu selam vermelerini istediği ve bütün inanmış insanların kendilerini sevmelerini istediği bu güzel, kutsal insanlara böyle bir kader çizgisi ile, böyle bir zulümle başbaşa bırakması Allah’ın sıfatları ile bağlantılı olamaz. Böyle güzelliklerle süslediği bu ulu insana ve Ehlibeyt ailesine dünyada bir eşi daha bulunmayan ve yüzyıllardır acısı dinmeyen, yukarıdaki ayetlerde de uygunluk göstermemektedir. Zaten böyle bir vahşetin sergilenmesinin de Allah’ın kendi sıfatlarına sığmayacağı, Kuran-ı Kerim’de belirtilir. Nisa 40: Allah zerre kadar zulüm yapmaz. Küçücük bir iyilik olsa onu kat kat arttırır, kendi katından da bir ödül verir. Yunus 44: Allah insanlara hiçbir zaman zulüm etmez. Ama insanlar öz benliklerine zulüm ediyorlar. Hac 10: Al işte bu iki elin önden gönderdiğidir. Şu bir gerçek ki Allah kullara asla zulüm etmez. Fusillet 46; kim barışa yönelik iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbim kullara asla zulüm etmez.

Yukarıdaki ayetlerde görülüyor ki; Allah kullarına zerre kadar zulüm yapmamakta her şeyi insanlar tarafından yapılmaktadır. Böyle bir vahşeti meydana getiren Emevi saltanatı ve onun başı Yezit ve taraftarları olayı tanrısal bir boyuta çekmek için de kader kılıfına koyarak bu olayların meydana gelmesinden nefret duyan ve bu vahşeti kınayan insanlara Tanrı’dan yazılmış ve çizilmiş olarak sunmaya çalışmışlardır. Olayı efsaneler halinde anlattırarak, hatta bu işlerin böyle olacağından Hz. Peygamber’i ve Hz. Ali’yi, Hz. Fatıma’yı bile haberdar etmekten kaçınmamışlar çünkü böylece olay tamamen bir ilahi kader boyutuna oturtulmuş olacaktır. Kerbela olayının meydana geleceği ve Hz. Hüseyin’in ve Ehlibeyt’inin böyle bir zulümle karşı karşıya kalacağını şöyle açıklama zorunluluğu duymaktadır. Emevi idaresinin yapmış olduğu bu kendi kurtarma ve olaya kaderci bir görüş verme, görüntüleme işini çeşitli, önemli ilim uleması ve hadis yazanları tarafından Alevi inancında ve kaynaklarından da yer etmesini sağlamış ve aynı kaderci inancı Ehlibeyt’i sevenlerin de paylaşması için azami gayret ve çabayı göstermiştir. Bunda bir nebze de olsa başarı sağlamıştır.

Hakikate Ermişlerin Bahçesinde Fuzuli şöyle anlatır: Hz. Hüseyin dünyaya gelirken Cebrail Hz. Peygamber’e torununun doğumunu müjdeledi. Beş dakika sonra Cebrail tekrar geri gelerek “Ya Muhammed doğan Hüseyin’i mazlumu Ninova deştinde Fırat kenarında zalim ümmetin şehit ederler” dedi. Hz. Muhammed ağladı, Hz. Ali'ye haber verdi, Hz. Ali ağlayarak Hz. Fatıma’ya haber verdi. Hz. Fatıma Hz. Muhammed’e gelerek sordu, Hz. Peygamber de kızım, Hz. Hüseyin’i benden, Hz. Ali’den, senden, Hz. Hasan’dan sonra Şatil Fırat desti Ninova’da şehit düşecektir, deyince Hz. Fatıma ağladı. Dedi ki: Ya etba mazlum Hüseyin’imin matemini o vakit kim tutar? Ancak gayıptan bir seda çağırdı ki: Ya Fatımatul Zehra senin mazlum Hüseyin için Hz. Muhammed’in has ümmetleri kıyamete kadar yas tutacaklardır. Hüseyin’in matemi dünya kaldıkça tutulacaktır.

Yukarıdaki olaya baktığımız zaman Hz. Hüseyin’in doğumundan beş dakika sonra Allah tarafından Hz. Hüseyin’in kaderi yeniden yazılmış bulunmaktadır. Halbuki o daha beş dakikalık bir masumu paktır. Dünyaya geldikten beş dakika içinde bu zulmü ne yapmış ki hak etmiştir. Davasında haklı olduğu herkes tarafından kabul edilmiştir. Aynı olay Alevi kaynaklarında şöyle anlatılmaktadır: Bir gün Hz. Muhammed torunları ile oynarken Hz. Hasan’ı ağzından, Hz. Hüseyin’i boğazından öptü. O zaman Cebrail geldi ve ya Muhammed, Hz. Hasan zehirletilecek ve Hz. Hüseyin’de boğazından kesilecektir, yine Hz. Muhammed ağladı ve Hz. Ali ve Hz. Fatıma durumu anlatınca onlar da ağladılar. Hz. Fatıma benim Hüseyinimin yasını kim tutacak deyince, Hz. Muhammed senin Hüseyin’in yasını mahşere kadar Ehlibeyti sevenlerin tutacaktır demiştir. Yine aynı olay dini kaynaklarda; Hz. Muhammed bir gün evinde oturan Cebrail kendisine üç şal getirdi, birinin rengi yeşildi, birinin rengi kırmızı idi, birinin rengi de siyahtı. Bunlar nedir sual edince, Cebrail yeşil olan İmam Hasan’ın, çünkü o zehirletilecektir. Kırmızı olan İmam Hüseyin’edir o da Kerbelada şehit edilecektir, siyah olan da Ehlibeyti seven canlar için yası matemi temsilidir deyince Hz. Muhammed ağlayıp durumu Hz. Ali’ye ve kızına bildirince onlar da ağlamışlardır.

Alevi/Sünni farklılaşması ve Alevilerle Sünniler arasındaki kaynaşma hakkında neler düşünüyorsunuz?

Alevi, Sünniler arasında yaşam tarzı, düşünce, etnik yapı, örf, adet, gelenek, görenekler İslamdaki insana bakış açısı, ibadet olayındaki inanç boyutu bunları sıralamak sayfalar dolusu olur. Aynı Allah’a, aynı Kuran’a, aynı Peygamber’e inanmış olan bizler çeşitli mezhep içtihatları yüzünden, hilafet kavgaları yüzünden çeşitlilik arz etmiş bulunmaktayız. Alevi-Bektaşi inancı ibadetini yer, zaman, vakit gibi belli kıstaslarla sınırlamamıştır.

Tasavvuf hakkında neler söyleyeceksiniz?

Tasavvuf; vahdet-i vücut, yani insanı kamil olma, hak ile hak olma, hakikat kapısını aşıp mürşidi kamil olma kavramları ile güzellikler bahçesine dönüşür.

Yunus Emre, Seyyid Nesimi, Hatayi, Pir Sultan Abdal gibi ozanların şiirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunlar yedi ulu ozan dediğimiz bu canların deyişleri ile bu kültür bugünlere kadar gelmiştir. Bu güzellikleri bu sevgiyi taşımaya bu güzellikler sebep olmuş, bu ozanlar araç olmuşlardır.

Atatürk ismi size neyi ifade ediyor? Atatürk’ün Türk insanına getirdikleri nelerdir?

Bir ışık gibi Anadolu’ya ışık vermiştir, şule vermiş, düşmanlarımızla birlikte cehaleti ve yobaz düşünceyi de silip süpürmüştür. Türk insanı her şeyden önce bütün varlığını ve yaşamını Atatürk’e borçludur.

Sayın Doğan bize kendinizi tanıtmanızı istesek, yaşamınız hakkında neler söylersiniz? Nasıl bir ortamda büyüdünüz?

Ben Doğan Türkdoğan (Ozan – Doğancan); asıl kökenim Dersim olayları sırasında Tercan’dan Kars’a göçmüş. Yoluna, yordamına, edep ve erkanına bağlı Kemalet sahibi bir dedenin torunuyum, daha sonra babamın Adana’ya göç etmesi ile 1960 yılından beri Adana’da ikamet etmekteyiz. Bizler, memleketimizden gelirken, elimizde İmamı Cafer’in Buyruğu, yolumuzla yordamımızla beraber geldik ve devamını sağlamaktayız.

Ben daha yedi yaşımda iken sazımızla tanıştım. Beraber getirdiğimiz o edep erkanı, yolu, süreği sazımızla ve sözümüzle yoğurarak otuz altı yıldır bu yolun bir hizmet eri olarak çalışmalarıma devam etmekteyim. Çalışmalarıma evvela Buyruğu defalarca okumayla başladım, sonra Halil Öztoprak Dede’nin İncilde Hikmet, Kuran’da Hakikat adlı çok değerli kitabını ve çalışmasını inceledim. Oradaki inançla alakalı, oruç, namaz, gibi konuları araştırmaya başladım. Böylece Kuranı Kerim’i mealinden olmak üzere, üç kere olmak üzere bir araştırmaya ve incelemeye girdim. Böylece bütün ayetleri konu ve içerikleri bakımından ayırarak gayet net bir çalışma meydana getirdim. Şu an bu konu hakkında “Kuran’daki İslamın İki Yüzü” diye, elimde basılmaya hazır bir çalışmam bulunmaktadır.

Zebur’dan başlamak üzere Tevrat’ı ve İncil’i de detaylı bir şekilde inceledim, Kuran’ın da İncil’in bir detayı ve devamı olduğunu ayetleriyle beraber, bazı görüşlerde aynı doğrultuda olduklarını, aynı mesajları verdiklerini “İncil’den takdim, Kuran’dan tasdik” adlı bir çalışmamla meydana çıkardım. Bu çalışmam da şu an elimde ve basıma hazır bulunmaktadır.

Bir çok Alevi ve Bektaşi çalışmalarını okudum inceledim.

Alevi ve Bektaşi edep erkanı hakkında, Türkçe on iki hizmet ceminin yapılması yürütülmesi konusunda kendimi yıllardır yetiştirmeye, hazırlamaya çalıştım. Bu yıllar arasında da yetmiş üç tane, nefes, beyit ve semah yazma ve saza uygulama çalışmalarım oldu. Bunları cem, cemaat ve çeşitli etkinliklerde icra etmekteyim. Bu çalışmalarımda “Ozan – Doğancan Divanı ve Nefesleri ile Türkçesiyle Alevi ve Bektaşi Toplumunda On İki Hizmet Ceminin Yapılması” adı ile basıma hazır bir hale getirmiş bulunmaktayım.

Hacı Bektaşi Veli ve Alevilik – Bektaşiliğin gündeme gelmesiyle Adana’da 1990’lı yıllarda ilk defa Hacı Bektaşi Veli Derneği’nin kurulmasında çalışma yapan ilk yirmi üç kişiden birisiyim. O günden bugüne kadar bu derneğin çeşitli kısımlarında görev aldım. Halen Adana Hacı Bektaşi Veli Derneği Merkez Şubesi Yönetim Kurulu üyeliğini yapmaktayım.

Halen oturduğum kendi mahallemde ve ara sırada başka semtlerde de ayini cemler yapmakta ve yürütmekteyim. Yazdığım çalışmaların en güzel örneği olan MİRACLAMA’yı Hz. İmam Cafer’in Buyruğu’ndan esinlenerek meydana getirdim.

Bu miraçlamayı, Kuran’ın genel temasını anlatan, Bu Kuran adlı çalışmayı ayrıca cennet ve cehennem adlı çalışmalarımı ilk yaptığınız toplantıda işimden dolayı gelemediğimden Adana’dan gelen Ozan arkadaşlarla bir dosya içerisinde sizlere göndermiştim ve gene bu dosyada, “zamanı geldi”, isimli bir çalışmam daha vardı. Ozan Canlar bu çalışmalarımı sizlere – Ozanlar ve Zakirlere ait toplantıda ulaştırdıklarını bana iletmişlerdi. Daha sonra Hacı Bektaşi Veli’nin Malakat’ını okudum, inceledim ve orada hakikatı bulmaya çalıştım. Kendimi, eline, diline, beline bağlı olarak dört kapı kırk makam içerisinde yetiştirmeye, işime, eşime, aşıma bağlı bir insan olarak kendi toplumuma faydalı olmaya çalıştım.

Çocukluğum kendimi bildim bileli Hz. Ali ve Ehlibeyt sevgisi ile yoğrularak geçti. Ekonomik sıkıntılar bütün insanımızın olduğu gibi benim de kader yoldaşım oldu. Tüm lise tahsili ve hatta iki yıllık eğitim enstitüsü yıllarım bile çeşitli işlerde çalışmayla geçti. Bu arada küçük yaşta saza ve söze merak duyduğumdan zaman zaman Adana’ya gelen ozanların sohbet toplantılarına, saz toplantılarına da katıldım. Özellikle oturduğum mahalleye yakın bir eve gelen büyük ozan Aşık Mahzuni Şerif’in zaman zaman gönül toplantılarına katıldım. Böyle toplantılar içimdeki aşkı ve isteği kamçıladı, edep erkana, yola olan bağlılığımı iyice pekiştirdi. İşte gençliğim ve çocukluğum bu sevda ve aşk içinde yoğrularak geçti. Halen bu sevdanın bir pervanesiyim.

Sizce dedeler kimlerdir, ne gibi görevler üstlenmişlerdir, Alevilik içinde?

Bu soru gerçekten aydınlanması gereken ayrıca herkesin, de cevap beklediği gerçekten zor bir sorudur. Bu soru hakkında kitaplar bile yazılabilir. Bana sorarsanız dede bir toplumda:

Öğretmendir: Bilgisi ile toplumu aydınlatır. İlim ve irfan kaynağıdır.

İnsanı Kamildir: Yaşantısı ve sosyal ilişkisiyle her kesim topluma örnek insan olur. Herkes onu örnek gösterir, ondan da feyz alır.

Üreticidir – Emekçidir : Gözü, başkasının malında, kazancında değildir, kendi kazancıyla yaşamayı bilir. Hz. Ali gibi gerekirse, bağ beller ve gerekirse Hacı Bektaş Veli gibi bostan beller, alın terini akıtarak geçinir.

Bir nevi adalet timsalidir: O toplumdaki müşkülleri, edep erkan ve yol itibariyle çözmeye çalışır, haksızlıkları giderir, toplumda barışı ve kardeşliği sağlar.

Her konuda topluma örnektir: Kendi özünü arındırmış, temiz bir aile yapısına sahip, iyi evlatlar yetiştirmiş bir aile babası olarak çevresine güzellikler aşılamıştır. Bütün bu meziyetlere sahip olmak zorundadır. Çünkü Alevi ve Bektaşi edep erkanı bunu gerektirmektedir. Yolumuzun temel taşlarından birisi de “Evvela özün arındır, sonra Hakk’a yarandır” denilmektedir. Toplumun yanlış saydığı davranışlarda bulunan kişi daha sonra da o topluma rehberlik yapamaz. Çünkü herkes ona önce kendisini düzeltmesini söyler.

Kişiler ancak ve ancak hizmetleri ile bir menzile ulaşırlar. Başkasının sırtına binerek, başkasının maskesini kullanarak, başkalarına yük olarak bir yere gelmeye çalışan kimseler avantacı ve asalak olurlar. Bu durum da Alevi ve Bektaşi temel kurallarına ters düşmektedir. Çünkü Hacı Bektaş Veli “Çalışmadan geçinenler bizden değildir” demektedir. Bence dedelik çalışma ile hizmet ile olur. “Hizmet et ki himmet alasın” demekteyiz. Bu konu hakkında yazdığım bir deyişten bir dörtlükle şöyle demekteyim:

 

Herkes hizmetinden aldı payını

Çıkar at gönülden benlik huyunu

Doğancan överse kendi kendini

Kamilim geçinen cahile benzer.

 

Açık söylemek gerekirse ne yazık ki yolundan ve erkanından uzaklaşan insanımız, her türlü düşkünlük suçları işlemiş, Alevi ve Bektaşi toplumuna yakışmayan suçları işledikleri halde, sadece bir ocağa bağlı oldukları için yaptıkları suçlara ve hareketlere bakılmadan, gene elleri öpülerek kendilerine “dede” hitabı eksik edilmemiş, hatırları sayılmıştır. İşin acı tarafı hatta bunlardan bazıları kendi inançlarını bile inkar etmişler, kendi evlatlarını gereği gibi yetiştirememişler, böyle kişilerle iç içe yaşadığımız için bu durumlara sıkça rastlamaktayız ve buna çok üzülmekteyiz.

Dedelik ve Babalık babadan oğula geçen bir miras olarak değil de hizmet ile olur. O da Hacı Bektaşi Veli’nin dört kapı kırk makam ilkesine bağlı olarak, onu aşarak kamil insan olmakla olunur. Bu amaçla Hacı Bektaşi Veli’nin yetiştirip Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderdiği gerçek yol erenlerine saygımız ve sevgimiz sonsuzdur. Ayrıca ceddine ve atasına yoluna ve yolağına sahip olan canlara saygımız sonsuzdur.

Anadolu Aleviliğinde ve Bektaşiliğinde Dedelik dediğimiz bel evladı ve hizmeti ile Babalığa ulaşmış olan babalar kurumu bulunmaktadır.

Bu kurumlar da zaman zaman bel mi uludur, yol mu uludur tartışmasını getirmiş bulunmaktadır. Bel evladı olmak yerine yol evladı olmak kanımca daha çok çalışma daha çok hizmet etmeyi gerektirir. Zaten Alevi ve Bektaşi yolu da hizmet ile olur. Çünkü “halka hizmet Hakka hizmet” olarak kabul görmektedir.

Fakat bel evladı olan bir kişi çalışma ve hizmeti ile de yol evladı olmuşsa ne mutlu o insana.

Hz. Muhammed’in “Belimden düşen değil yolumu süren evladımdır” demesi yol evladı olmanın ne derecede üstün bir nitelik olduğunu bildirmektedir. Bir kişi yoluna yordamına, edep erkanına bağlı değilse isterse kimin evladı olursa olsun yol itibariyle hizmet ettiği için bence pek makbul bir kişi değildir. Böylesine de hizmet etmek dede, baba demek doğru bir hareket olmasa gerekir. Bir dörtlüğümde şöyle demekteyim:

 

Düşkün iken dost bağına

Girene niyaz eylemem

Geçip Mürşidin postunda

Dursa da niyaz eylemem

 

Böyle hizmet etmekten yoksun, yoldan, erkandan uzak duran kişilerin Mürşid konumunda olmaları bile hiç önemli değildir.

Kısaca Dede: Dört kapıda, kırk makamda, on iki erkanda, ilmi kübra ilminden ve cavidan ilminden haberdar ola, Tarikatın işlemesini bile; eline, beline, diline, aşına, eşine, işine bağlı da. Bu kural ve kaideler içinde, evvela ailesinden başlamak üzere, tüm çevresine günlük hayatta örnek olmalıdır, çevresine ışık saçmalıdır.

Kendimi bir dede ya da baba olarak değil de, bir yol evladı olarak Hacı Bektaşi Veli’nin bir hizmet eri olarak görmekteyim. Bu yolu edep erkanı ile sürmeye çalışan bir ozanım, bir zakirim.

Dedeliğin doğuşu hakkında birçok kanı ve varsayım bulunmaktadır.

  1. Hz. Muhammed’in Miraç olayına baktığımız zaman: Hz. Muhammed Miraç’tan dönerken Kırklar Meclisi’ne uğrar ve orada 22 erkek ve 17 kadın olmak üzere bu canları ibadet halinde görür. Onlara edep, erkan, yol, hakikat hakkında sorular sorar. Onlar da Kırklar olduklarını ve Pirlerinin Hz. Ali olduğunu bildirirler. İmamı Caferi Sadık Buyruğu’na baktığımızda pirlik, taliplik, rehberlik Muhammed Ali’den gelmektedir. Edep, erkan, musahiplik, cem cemaat onların zamanından zamanımıza kadar gelmektedir. Günümüzde yaptığımız cemlerde Kırklar Cemi’nden örnekler yapılmaktadır.
  2. Hoca Ahmet Yesevi’nin Dergahında yetişen Hacı Bektaşi Veli’nin Anadolu’ya gelerek Hacı Bektaş’ta kurduğu Dergahında yetiştirerek, kendilerine şecere vererek Anadolu’nun çeşitli yerlerine gönderdiği hak erenleri bulunmaktadır.

Bunlar Baba Mansur, Abdal Musa, Geyikli Baba, Karadonlu Can Baba, Karaca Ahmet, Seyit Ali Sultan, Güvenç Abdal, Hıdır Abdal gibi Hakk erenleridir. Bunlar da gittikleri yerlerde Hünkar’dan aldıkları bu eğitimi ve sevgi yumağını daha da genişleterek yol, yordam sürmüş, nasip dağıtmışlardır. Kendilerinden sonra da bu edep erkanı, yolu süreği evlatları, zamanımıza kadar sürdürmüşlerdir. Ancak Hacı Bektaşi Veli Anadolu’ya gelmeden Anadolu’da Alevi ve Bektaşi edep erkanını sürdüren çizgi Baba İlyas, Baba İshak, Eba Müslim Horasani ile Ebul Vefa’ya kadar uzanmaktadır. Bu canların hepsi bu yolda birer ışık birer meşale görevi yüklenmişlerdir.

Hacı Bektaşi Veli’den sonra da Balım Sultan bu yola hizmet etmeye kendini adamış ve hizmet etmiş kişilere yaptıkları hizmetlerinden dolayı, babalık unvanı verilmiş kendilerine berat, belge verilmiştir. Bunların içinde zamanla postnişin olarak Hacı Bektaş Dergahı’nda postta oturanlar bile bulunmaktadırlar. Çelebiler kolu buna örnektir, ayrıca önemli çalışmaları bulunan Bedri Noyan Dedebaba gibi hizmet eden babalar bulunmaktadır.

Yakın zamanda bile hizmet ederek bu hizmeti ile Hacı Bektaşi Veli’ye gidip onun manevi evlatları sayılan Çelebiler’den hizmet etmek için berat alan ve babalık makamına yükselen canlar bulunmaktadır. Bu belge işini zamanımıza kadar veren rahmetli Feyzullah Ulusoy bilinmektedir. Çünkü Hünkar’ın mührünün kendisinde olduğu söylenmekte idi.

Dede yanında, pir, mürşit, rehber kavramlarına rastlıyoruz. Sizce bunların anlamı nedir?

Alevi ve Bektaşi toplumunda yol gösteren, yolu öğreten ve edep erkanın gereklerini yerine getirmede inanan canlara yardımcı olan gönül erlerine Dede, Baba, Pir, Rehber, Mürşid denir.

Bunlardan başka Seyidi Saadet, Evladı Resul dediğimiz zaman soyu Hz. Ali’den Hz. Muhammed’e ulaşan kişiler akla gelmektedir. Bunlara da Seyyid denilmektedir. Alevi ve Bektaşi toplumunda mürşidlik, pirlik, dedelik ve liderlik görevini yürütürler, Hz. Ali ve Hz. Muhammed’e soyca varmaları sözlerinin tutulmasına, nasihatlarının dinlenmesine, saygı ve hürmet görmelerine sebep olmaktadır. Ehlibeyt’e olan saygı ve hürmetten dolayı her zaman hatırları sorulmuş ve elleri öpülmüştür.

Mürşid:Kendisini Alevi ve Bektaşi yolunda yetiştirmiş, dört kapı kırk makamı tamamlamış, Tanrı’ya varma yolunda menzil almış, Fena Fillah, Beka Billah makamlarına gelmiş bulunduğu toplumda örnek bir insan olarak takdir gören, hizmeti ile çevresine bir ışık gibi feyz veren kimsedir, insan-ı kamildir. Pir Sultan Abdal şu dörtlüğünde kıymet verilecek en üstün insan olarak mürşidi göstermektedir:

 

Pir Sultan Abdalım sürem bu yolu

İnsanı kamilin olmuşum kulu

İster yağmur yağsın isterse dolu

Nidem ben ummana vardıktan sonra

 

Kamil insanın kulu olduğunu bildirmektedir Pir Sultan gibi bir Hak ereni .

Rehber: Taliplere edep erkan konusunda, hizmetlerin yürütülmesi konusunda önderlik eder. Talibin Hak yolunda yürümesinde ona kılavuz olur, eksiklerini müşküllerini gidermesinde ona yardımcı olur, yol gösterir, yol öğretir.

Ayini cemlerde, on iki hizmet cemlerinde, ikrar verme ve musahiplik cemlerinde talibin yola girmesinde taliple birlikte pir huzurunda dar olur, didar olur, talibe yardımcı olur, bunun içindir ki bir talibe yol öğreten rehberin :

Şeriatı, Tarikatı, Marifeti, Hakikati bilmesi gerekir. Rehber olan kişinin dili tatlı olmalı, sözü yumuşak ve tatlı olmalı, cömert olmalı, kimse onun elinden, dilinden, belinden, halinden incinmiş olmamalı, adil, merhametli olmalı, iyi huylu ve sabırlı olmalıdır.

Ben dede çocuğu yani bel evladı olmadığım için bir şecerem yoktur, ancak bu yolda hizmet eden bir yol evladı bir hizmet eriyim. Benim için önemli olan insanıma ve halkıma hizmetimdir. Çünkü halka hizmet hakka hizmettir. Hak da yapılan hizmeti karşılıksız bırakmaz inancındayım.

Çok eskiden şeceresi olan ocak sahipleri bulunmaktaydı. Fakat dedelik kurumu daha sonra değişti. Bir dedenin beş oğlu varsa hepsi dedelik yapmaya başladılar, fakat önceleri dede bu çocuklarından sadece birini dedelik yapmak üzere yetiştirir ve görev verirdi. Böylece dedelerin çoğalmasıyla dedelik kurumu bir yol öğreticisi yerine bir geçim ve menfaat kurumu haline getirilmiş oldu, tabii bu sözümüz bütün dedeleri kapsamamaktadır. Gerçek olanlara saygımız, hürmetimiz sonsuzdur.

Böylece menfaat ön plana çıkınca yol yordam, edep erkan geriledi ve yola olan bağlılık sevgi muhabbet azaldı, dedeler çoğaldıkça insanlarda yola muhabbet ve bağlılık azaldı. Bunlar ne kadar inkar edilse de Alevi ve Bektaşi yolunun gerçekleridir. Bir yüküdür, bir kamburudur.

Bir kişi elinde şecere ile değil, sözü sohbeti, hal ve hareketleri ile ilim ve irfanı ile, marifeti ve hakikatı ile çalışması ile topluma önder olabilir ve önderlik yapabilir.

Elime bir yerden bir belge geçmiş fakat yol hakkında edep erkan hakkında gittiğim yerlerde insanlara verecek bir bilgim görgüm yoksa belge ne işime yarar. Bence kişinin kendisi teorisi ve pratiği olmalıdır.

Benim dedem zamanında çalışmış, hizmet etmiş ve bu hizmetinden dolayı kendisine bir diploma verilmişse o diploma ona aittir. Şimdi ben bu diplomayı alıp benim diyebilir miyim? O diplomadan almam için benim de dedem gibi hizmet etmem, çalışmam, diploma almak için gerekenleri yerine getirmem lazımdır. Aksi takdirde başkasının hakkını gasp etmiş, başkasının malına emeğine konmuş olurum. Bu kişi babam da olsa değişmez.

Eğer bir dede ya da baba, dedelik ve babalık vasıflarına sahipse, iyi huyundan ve temiz karakterinden dolayı da kendi toplumu içinde saygın bir yer almışsa, hal ve hareketleriyle toplumuna kılavuzluk edebiliyorsa o dedenin, babanın şeceresi o toplumdur, o halktır. Çünkü Hz. Muhammed’e babasından ne bir belge kaldı ne de bir şecere kaldı. Çünkü biliyoruz ki Hz. Muhammed babası puta tapan bir putperest olarak öldü. Kişi kendi özünü bildikten sonra belgeye gerek yoktur. Bunun için bir dedenin belgesinin olması onun Hakk hizmeti yürütmesine mani teşkil etmez, gene hak hizmeti yürüten bir kişinin de illa ki bir dedenin evladı olması da gerekmez. Çünkü her şey yol içindir. Yol da kimsenin tekelinde değil, kimseye tabi değil, kimsenin malı değildir, yol Allah’ın yoludur, hizmetin karşılığı da cenabı Allah’tan umulmaktadır.

Ancak bu işe el atmış siz canlardan benim isteğim bir yol evladı olarak şudur: Bu yolu edep erkanı ile beraber Hacı Bektaşi Veli ilkesine bağlı olarak, kendisini böyle yoğurup yetiştirmiş yol erenlerine belli bir deneme ve puanlamadan sonra bir belge verilmesi güzel olur. Böylece her önüne gelen ben şu ocaktanım diyerek, filanın torunuyum, diyerek bir hizmeti ve gayreti olmadan insanlardan menfaat sağlamaya çalışanların önü alınmış olur. Böylece hizmet edenle, hizmeti menfaat olarak kullananlar birbirlerinden ayrılmış olur. Asıl güzellik de bundan sonra başlar.

Oturduğum semtte yakın çevremde oturan yüz tane dede ismi verebilirim. Ancak bana göre bunların içinden üç tane dedelik vasıflarına sahip olanı çıkmaz. Böyle düşündüğüm için beni bağışlayınız, zira bu yola yıllardır olan bağlılığımız, bu yola olan ikrarımız bizi biraz da olsa böyle sitemkar yapmıştır. Sitemimiz yola değil, yola taş atanlaradır.

Alevi inancıyla ilgili olarak ne zaman, nerede hizmet yürütmeye başladınız?

Bu yolun bir evladı olarak bilgi ve görgü dağarcığımı, öğrendiklerimi, yazdıklarımı çizdiklerimi, yol hakkındaki edep erkanı Alevilik ve Bektaşilik hakkındaki teorik bilgilerimi 1985 yılından itibaren fiili olarak hayata geçirdim ve 1985 Hacı Bektaşi Veli törenlerinden döndükten sonra kendi çevremde o yıl Hacı Bektaşi Veli’ye giden canlarla birlikte zaman zaman cem cemaat olayını gündeme getirerek ayini cemler yapmaya başladık. Bazen çevremizde takdir edildik, bazen de dinci ve yobaz tabirleri ile karşı karşıya kaldık; kendi insanımızdan gelen bu kırıcı davranışlar bizi yıldırmadı, bizi usandırmadı, bizi seven canlarla bu işlevlerimiz devam etmektedir. Ancak ilk zamandaki aşk ve şevk zaman zaman çoğaldı, zaman zaman da yavaşladı. Bu bence bir sitemkar hava yaratmıştı, bir dörtlüğümde bunu şöyle açıklamıştım:

 

Bir zaman ne güzel demde devranda

Kervan yürüdük ulu divanda

Çatallandı yürek kaldı gümanda

Sen bir yana ben bir yana dolandık...

 

şeklinde sitemkar olmuştum. Çünkü atılan taşlar kendi insanımızdan gelmişti bizlere.

Bir yol evladı olarak bu görevlerimi icra ederken de :

-       Hiç kimseye el öptürmedim yol için ben öptüm.

-       Hiç kimseden hiçbir şekilde en ufak bir menfaat gözetmek için hizmet etmedim. Hacı Bektaşi Veli yoluna bir hizmet eri olarak hizmet ettiğimi canlara her zaman açıkladım. Böyle maddi bir külfete de ihtiyacı olan kişi değilim. Hatta 1994 model Şahin arabamla canları çeşitli yerlere ve civardaki etkinliklere taşımaktayım ve hizmetimi halen devam ettirmekteyim. Bunu şu dörtlüğümle açıklamaktayım:

 

Doğancanlar Hakk’ı söyler

Bundan güzel nasip neyler

Hak meydanın pürnur eyler

Süpürgeci gel meydana,

 

derken bu nasibi haktan aldığımı belirtmekteyim. 1998 yılı Nevruz şenliklerinde sayın başkanımız Hüseyin Yalçın Dede ile birlikte Tempo TV’de dört saatlik bir programda Alevi ve Bektaşi yolunu sayın dedemiz bilgisi ve düşünceleri ile ben ve bir ozan arkadaşımda (İlhami) sazımız ve sözümüzle kamuoyuna en güzel şekilde aktardık ve gece saat 2:30 a kadar tüm Adana halkı bizimle birlikte idi. O geceki programımıza dört yüz tane telefon gelmiş ve insanların duyarlılığı bizi mutlu etmişti. Bu kasetimizin bir kopyası halen Hüseyin Yalçın dedemizde bulunmaktadır.

Dede olabilmenin sizce kuralları var mıdır? İyi bir dedede aranacak özellikler sizce nelerdir?

 a .     Teoride bilgi sahibi olmalıdır. Yol hakkında, edep, erkan hakkında dört kapı kırk makam hakkında bilgi sahibi olmalı her soruya, her müşküle cevap verebilmelidir. İslamı çok iyi bilmelidir. Kuran’ı iyice bilmeli, sorulan dini sorulara Kuran’ın ayetlerine uyarak cevap vermelidir. Kafadan ve hayalden konuşmalara kapılmamalı hurafecilik yapmamalıdır. Konuşmaları insanları cezbetmeli, güzel aksanla ve yumuşak bir aksanla insanlara hitap etmelidir. Başkalarına karşı bencil, kırıcı ve sert bir mizaçla davranmamalı, hitap etmemelidir. Başkalarının da bilgi ve beceri bakımından üstün olabileceklerini kabul etmelidir. Her şeyi en doğru ve güzel sadece dedenin bileceği olgusu Alevi ve Bektaşi toplumunda geçerli değildir. Bizler her meseleyi tartışarak en güzelini bulacağımızı bilen inanan bir toplumuz.

 b .     Pratikte ise bütün bilgi ve becerilerini önce kendi ailesinde uygulayarak, örnek bir aile olmalı, örnek evlatlar yetiştirmeli. Her zaman toplumda onun ailesi örnek gösterilmelidir. Böyle kişiler ancak içinde bulunduğu toplumu, çevresini iyiyi ve güzeli kılavuzlayabilir. Hırsızlık yapan bir kişinin, çıkıp da kendi toplumuna “Hırsızlık çok kötü bir şeydir sakın yapmayın” derse, o toplumdaki insanlarda ona “Peki sen niçin yapıyorsun” demezler mi? Kavgacı biri çıkıp insanlara kavga çok kötü bir şeydir derse, herkes ona en kavgacı sen değil misin demez mi? Dede olan bir kişinin teoride de pratikte de dört dörtlük bir insan olması gerekir. Çünkü bir kişinin fikri ayrı zikri ayrı olursa o kişi hiçbir toplumda itibar görmez, değer kazanmaz. Bu yüzden geçmişten farklı olarak aydın ve bilinçli olan insanımız dede olan kişilerde her türlü bilgi ve görgünün olmasını istemektedir. Eskiden bir konu hakkında dede bu böyledir dediği zaman o fikir ve iddia yanlış olsa da kimse cesaret edip ona hayır bu yanlıştır diyemiyordu. Ama zamanımızda yanlış konuşan ya da yanlış yapan dede de olsa baba da olsa yanlış yaptığı kendisine anında bildirmekte ve ikaz edilmektedir. Dede olsa baba da olsa kişinin evvela kendisini arındırması gerekir. Hacı Bektaşi Veli şöyle der :

“Evvela özün arındır, sonra Hakk’a yarandır. Nefsine ağır geleni başkasına uygulama. ”

Bu konuda Hz. İsa da şöyle demektedir : “Evvela kendi gözündeki çöpü gör, sonra başkasının gözündeki merteği gör. ”

Dedelik soydan yürüyen bir inanç kurumu. Ama babalar var veya dikme dede diye isimlendirilen dedeler var. Bunlara siz nasıl bakıyorsunuz?

Anadolu’ya Hacı Bektaşi Veli’nin gelmesiyle başlayan ve onun da görev vererek Anadolu’nun başka yerlerine görev verip gönderdikleri bu hak erenlerinin gittikleri yerlerde açtıkları dergahlarıyla ve yaptıkları hizmetleri ile dedelik ve babalık kurumu yeşererek filizlenmiştir. Hepsi Hacı Bektaşi Veli Dergahı’nda yetişmiş hepsi Hünkar’dan nasip olarak çeşitli bölgelere dağılmışlardır.

Bu Hakk erenlerinin kurdukları dergahlarının devamını onlardan sonra gelen evlatları ya da bu yolda hizmet etmiş canlar, yol evlatları günümüze kadar getirmişlerdir. Halen Anadolu’nun çeşitli yerlerinde simgesel olsa da bu ocaklardan bulunmaktadır. Çünkü bu Hakk erenlerinin kurdukları dergahlarına ayrıca ocak ismi de verilmiştir.

Bunlardan; Baba Mansur Ocağı, Baba Kureyş Ocağı, Abdal Musa, Karaca Ahmet, Şahkulu gibi dergah ve ocaklar bulunmaktadır. Ayrıca bu ocak sahipleri kendilerini soy zinciri itibariyle de Hz. Ali’ye ve Hz. Muhammed’e ulaştırmaktadırlar. Bunlardan Baba Mansurlar, Ağuçanlar, Kureyşanlılar, Seyid Sabunlular, Güvenç Abdallar, gibi ocakzadeler kendilerini Evladı Resul olarak topluma kabul ettirmişlerdir. Gittikleri bölgelerdeki insanları kendi kurdukları dergahlarında yol edep, erkan itibarı ile inanmış canları kendilerine bağlamış ve talip etmişlerdir. Özellikle aşiretlerin en yoğun olduğu Doğu Anadolu, Tunceli, Erzincan, Muş, Varto, Elazığ gibi yörelerdeki Alevi olan canları kendi aralarında bölüştürerek, Baba Mansur ayrı birkaç aşirete dedelik etmiş, Baba Kureyş başka birkaç aşirete dedelik etmiş yol yordam öğretmiştir. Onlardan sonra da evlatları aynı bu kural içinde bu aşiretlere dedelik ve babalık etmişlerdir. Bu durum halen günümüzde de devam etmektedir. O aşiretin görgüsü, sorgusu, o soydan gelen dede tarafından yapılmış yol hakkı çeralığı da o dede tarafından alınmıştır. Kimse kimsenin talibini kendine çekmeye çalışmamış ve günümüzde de böyle devam etmektedir.

Dikme dedelik kurumuna gelince, yani hizmet ederek, hizmeti ile dede – babalık mertebesine gelen ve kendilerine bu hizmetlerinden dolayı gidecekleri yerlerde cem cemaat yapma, sorgu ve görgü yetkisi verme, yol hakkı çerağlığı toplama gibi şeyleri yapabilme yetkisi verilen bir berat ya da belge ile hizmet edebilecekleri belirtilen Hacı Bektaşi Veli’nin yol erenleri olduğu kabul gören babalık kurumu Balım Sultan’la birlikte başlamıştır, günümüze kadar gelmiştir. Dedenin çocuğu soyu Hz. Ali’ye bağlandığı için dede olduğu için babanın çocuğu da baba olmuştur. Zincir bu şekilde devam etmiştir.

Hacı Bektaşi Veli’nin hizmet verip çeşitli bölgelere gönderdikleri tüm dedeler ve babalar aynı kategoride bulunmaktadırlar, hepsi hizmetlerinden dolayı hizmet alarak görevlendirilmişlerdir. Asıl işin hakikatı da budur, çünkü bizim yolumuz hizmet ve çalışma yoludur. Hizmetsiz emek olmaz temel düsturumuzdur. Mezar taşı ile övünülmez gene yolumuzun temel kaidesidir. Dikme dedelerin ocakzade dedelerden farkı sadece: Ocakzadeler bel oğlu olarak kabul görür, dikme dedeler – babalar yol evladı olarak kabul görür.

Ocakzadelerin belirli bir talip topluluğu olduğu halde dikme dede-babaların talipleri yoktur. Ocakzade dedeler başkalarına el verebildikleri halde, dikme dede-babalar başkalarına el veremezler. Dikme dedeler belirli bir talip topluluğuna değil de gittikleri her yerde yol yordam edep erkan sürebilir, canların görgüsünü yapabilirler. Kendilerine saygı, sevgi ve muhabbet eksik edilmez. Diğer dedeler gibi itibar görürler. Böyle hizmet ederek vesikasını alarak çeşitli yerleri gezerek görgü sorgu yapan canlara vesika verme işi yakın zamana kadar devam etmekte idi. Bu işe de Hacıbektaş’ta bulunan Feyzullah Ulusoy Efendi’nin el verdiğini bilmekteyiz. O hak ereni de rahmetli olduktan sonra bu işin kim tarafından yürütüldüğünü bilmemekteyim. Fakat yolumuzun temel kaidesi olarak “Er erden seçilmez, eri erden seçen kişi kördür” şeklindedir. Ancak er olan kişinin er olması gerek.

Sizce dedeler toplumsal olarak hangi görevleri yerine getirmişlerdir?

Dedelerin toplumsal olarak üstlendikleri görev ait oldukları Alevi ve Bektaşi toplumunu bilgi ve becerileri ile ilim ve irfanları ile her yerde en güzel şekilde temsil etmeyi bilmeleridir. Her şeyden önce dedelik görevini üstlenmiş bir kişinin Kuranı Kerim’i iyi bir şekilde bilmesi gerekir. Çünkü eğer sizler evlad-ı resul iseniz Kuran da sizin dedenize gelmişse neden onu bilmiyorsunuz ya da onun emrettiği şekilde yürümüyorsunuz? İşte dedelerin Kuran’ın gerçeklerini bilmesi gerekir. Namaz, oruç, cem, cemaat konularında Kuran’ın fikrini, gerçeğini, insanlara, TV. programlarında, çeşitli panellerde açıklaması gerekir. Sorulan sorulara Kuran dili ile cevap vermesi gerekmektedir. Bu şekilde elinde sağlam delil olduğuna inanılır. Aksi halde kafadan konuşmalarla ve hurafelerle iş yürümez. Ayrıca Alevi yolu, edep, erkanı, tüm gidişatı Kuran’ın içinde bulunmaktadır. Bu temsil yeteneğini kavramamız lazım kamuoyu önünde bize atılan çamurlara, iftiralara ancak bu şekilde cevap verebiliriz.

Toplum adına çıkıp da sonradan toplumun aleyhinde konuşan kişiler, dede olsa ne çıkar, baba olsa ne çıkar, böyle kişilerin toplumu temsil etmeleri tabii ki yanlıştır. Asıl yanlışlık onları temsilci olarak götüren, çıkaran, konuşturan kişilerdir sanıyorum.

Asıl namaz nedir, ne zaman kılınır, kılınma zamanı saati var mıdır? Asıl oruç nasıldır, Alevi ve Bektaşilerin orucu nasıldır? Aleviliğin Kuran’daki yeri nerededir? Bu konular hakkında görüşleri ayetleri ile bilmek ve sorulan sorulara böyle cevap vermek toplumu temsil eden her kişinin görevidir. Ayrıca o toplumdaki her ferdin bilmesi gereken bir görevidir.

Alevilik, İslam dininin ve dört kitabın özüdür. Kıblesi insandır, namazı insana niyazdır, orucu, zekatı, farzı eline beline diline sahip olmaktır.

Bunun içindir ki bir dede kendi temsil ettiği toplumunu her yerde ve her zaman, onurlandırmalı, gayreti ve çabası bu yönde olmalıdır. Bir TV programında izliyorum. Sayın İzzettin Doğan Dede’nin Yaşar Nuri Öztürk’e bir konuyu çok dağıtmasından ve hakikati iyice açıklamamasından olacaktı ki şöyle demişti: “Sayın Yaşar Nuri, ne şiş yansın ne kebap yansın istiyor”. Sayın Dedemizin bu kesin ve mert konuşması bizi duygulandırmış ve gururlandırmıştır.

Bütün dede ve babaların gayret ve çalışmaları böyle net olmalıdır. Toplumunu ve onun değer yargılarını korumasını bilmelidir. Bu değer yargılarını her yerde ve her zaman her konumda aktarmasını bilmelidir.

Dedelerin, babaların taliplerin Alevi ve Bektaşi olan tüm canların yol itibari ile,

 

Mum gibi doğru durmaları,

Yağ gibi erimeleri,

Fitil gibi yanmaları ve

Şule gibi ışık vermeleri gerekir.

 

Bunlar olursa o yer aydınlanır, çevre aydınlanır, bütün insanlar aydınlanır, cehalet gider, cahillik kör olur, herkes aydın ve güzel günlere kavuşmuş olur. Kardeşlik ve barış gelir, güzellik dolar her yer.

Sizce bir dedenin cem yürütebilmesi için belli özelliklerinin olması gerekli midir? Gerekliyse bu şartlar sizce nelerdir?

Cem cemaat yürütecek dedenin pek tabiidir ki belli bir yaşa ve olgunluğa gelmesi gerekir. İlkokul çağındaki çocuğun cem yürütmesi düşünülmediği gibi elden ayaktan düşmüş bir dedenin de cem yürütmesi tabii ki düşünülmez. Dedelik yapan kişide belli bilgiler, pratikler, işlevler aranır. Bunu kazanıp belli bir yaşa gelmek lazımdır tabii ki. Bir kere musahibi olmayan, musahiple beraber görgüsü yapılmamış kişi dede de olsa o kişi dedelik yapamaz. Çünkü Alevilik ve Bektaşilikte herkesin bir piri vardır. Dede de olsa baba da olsa herkes pirlidir. Herkesin görgüsü yapılır, bu da belli bir olgunluk yaşına gelmeyi gerektirir.

Buna karşın yaşı geçmiş, gözleri, aklı fikri zayıflamış, eli ayağı tutmaz olmuş kişinin de dedelik yapması doğru olmaz. Çünkü edep erkan kuralları içinde herkesle birlikte aynı doğrultuda hareket etmesi gerekir, zaman zaman bazı sıkıntılara katlanması gerekir. Çünkü Alevi ve Bektaşi cemlerinde bazen saatlerce diz üstü oturulmaktadır, göz yaşı dökülmektedir, semah, pervaz yapılmaktadır. Herkes diz üstü otururken, dede de olsa baba da olsa o kişinin ayaklarını uzatarak toplumda oturması, hele hele edep erkana çok ters gelen bir davranıştır, böyle yapan kişiler itibar görmezler, erkandan atılırlar.

Rızalık kavramı var. “Kul hakkı” meselesi Aleviliğin temel ahlak sembollerinden birisini ifade ediyor. Rızalık alınmadan hiçbir işe başlayamayız Alevilik’te. Rızalığın önemi nedir?

Rızalık Alevi ve Bektaşi toplumunun temel taşıdır. Bir olgu vardır “Allah benim hakkımı gasbederek gelin, fakat benim kulumun hakkına gasbederek benim karşıma gelmeyin der” insanların birbirinden razı olmaları çok önemlidir. Bu konu Kuran-ı Kerim’de de:

Fecr 27 – “Ey sükûna kavuşmuş benlik, ”

Fecr 28 – “Dön Rabbine razı edilmiş ve razı etmiş olarak” ayetleriyle Allah’ın emri bildirilmiştir. Rızalık kurumu Alevi ve Bektaşi inancının temelini teşkil eder. Her şeyden önce yola ve erkana giren canların görgüsü yapılırken, görgüsü yapılan kadının ve erkeğin birbirinden razılıkları alınır. Daha sonra o erkanda bulunan canlar görgüsü yapılanlardan razı olduklarını bildirirler. Bundan sonra görgü, edep erkan işi yapılır, aksi halde meseleler çözülmeden, rızalık alınmadan görgü, sorgu yapılamaz.

Ölen kişi Hakk’a yürürken kabire konulurken tüm canlardan defaten rızalık alınarak onun hizmeti yapılır.

Alevi ahlakının kökleşip yayılmasında Alevi dedelerinin, babalarının, ozanlarının, zakirlerinin görevi ne olmuştur? Kimseyi incitmeme felsefesinin bu insanlar tarafından uygulanması nasıl etkilemiştir, Aleviliği?

Alevi ve Bektaşi ahlakının kökleşip yayılmasında Alevi dede babalarının ve ozanlarının emeği çoktur. Alevi ve Bektaşi yolu dedelerin – babaların ozanların çalışmaları ve nefesleriyle günümüze kadar her türlü baskı ve sindirmelere karşın gelmeyi başarmıştır. Halen insanımıza ve toplumumuza bu baskı ve sindirmeler zaman zaman her türlü araçlarla, her türlü hareketlerle devam etmektedir. Sürekli yakılan, horlanan ve aşağılanmaya çalışılan ne yazık ki bizim insanımız olmaktadır.

Anadolu Aleviliği ve Bektaşiliği Türklerin Müslümanlığı kabul etmeleri ve Ehlibeyt’i sevmeleri ile bu sevgiyi kendi kültürleri ile yoğurmakla günümüzdeki inanç sistemini meydana getirmiştir.

Daima ezilenden ve mazlumdan yana tavır takınan insanımız Muaviye ve oğlu Yezit tarafından büyük zulümlere maruz kalan Ehlibeyt’e taraftar olarak, onun davasını savunucusu olarak tavır takınmış, bu yüzden Anadolu da özellikle Yavuz Sultan Selim’le başlayan kıyımlara ve kırımlara uğramıştır.

Anadolu’da yaşayan Alevi ve Bektaşiler hakkında zamanın Şeyhülislamlar tarafından katillerinin vacip olduğuna dair fetvalar verilmiştir. Bunlardan en önemlisi Kadızade Mehmet Efendi’nin: “Nerde bir Alevi ve Bektaşi taifesi varsa katli vaciptir” şeklindeki fetvası bulunmaktadır. Bu fetvaya dayandırılarak birçok insanımız haksız yere zulme uğratılmış ve zaman zaman katliamlara maruz kalmıştır. İşte bu Sünni mezhep anlayışında olan devletin baskısı Alevi ve Bektaşilerin dağlık yerlere, ücra köşelere, devletin uzanamayacağı yerlere göç etmesine neden olmuştur. Bu yerlere giden insanımız her türlü baskı ve kıyıma rağmen gene edep erkanını yolunu ve görgüsünü devam ettirmiş taviz vermemiştir. Ancak şer’i devlet idaresinin yerine Cumhuriyetin kurulmasıyla yeniden bir serbestliğe kavuşarak günümüz Türkiye’sinde filizlenmeye başlamıştır. Bir zamanlar kendisinin Alevi Bektaşi olduğunu söyleyemeyen insanımız artık, dernek ve vakıfların da yardımıyla, kamuoyunda kendi kimliğinin mücadelesini vermiş, üzerindeki korkuyu atmış bulunmaktadır. İnsanlarımız artık, her yerde Alevi ve Bektaşi olduklarını korkmadan söylemektedirler, kendi inanç sisteminin ve gereğinin yapılmasını icra etmektedirler. Bu durum Dede-Babaların ve ozanların nefesleriyle günümüze gelen azmin sonucudur.

Kimseyi incitmeme felsefesi Hacı Bektaşi Veli’nin “İncinsen de incitme” temel kaidesini oluşturur ve daima alçakgönüllü olmayı, insanları sevmeyi kendisine ilke edinmeyi, insanımıza öğütler.

Gene Yunus Emre’nin bu konu hakkında “Dövene elsiz, sövene dilsiz gerek” sözü alçakgönüllü olmayı salık verir. Aynı felsefe Hz. İsa’da da bulunmaktadır. Hz. İsa “sağ yanağına vurana, sol yanağına da göster” şeklinde bir nasihatte bulunur ve sevecen olmayı bildirir. Bence bunlar kişilere yapılan hal ve hareketlerden ibarettir. Çünkü birisi fert olarak şahsıma söverse, ben buna gülüp geçebilirim, ya da bana bir tokat vuranı bile hoş görebilirim. Bu yapılan hareketler ve hakaretler sadece benim kendi kişiliğimi etkiler, ait olduğum toplumu yaralamaz. Fakat birileri çıkıp da bir toplumun onurunu ve gururunu, inanç sistemini, sosyal yaşantısını zedeleyecek konuşma ve hareketlerde bulunuyorsa o toplumdaki fertlerin bu hal ve hareketlere karşı çıkması gerekmektedir. Çünkü Hz. Ali “Haksızlığın önünde eğilmeyin, hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz” demektedir. Hz. Ali’nin bu sözü haksızlığa karşı durmayı bize bildirmektedir. Haksızlık kimden gelirse gelsin değişmemektedir. Yoksa bir toplum olarak her zaman, sövene dilsiz gerek, dövene elsiz gerek ya da toplumun bütün kutsal değerlerine yapılan hareketlere rağmen incinsen de incitme derse, o toplum her zaman, incinmeye sövülmeye, hakarete maruz kalır. Burada gerçek mesaj Hz. Ali’nin sözü olmaktadır. Bunlardan başka “bir lokma, bir hırka gibi” böyle boş amaçsız ve insanın mücadele gücünü pasifize eden sözlerin bence Alevi ve Bektaşi camiasına mal edilmesi yanlıştır. Çünkü Alevi ve Bektaşi toplumu daima emekten yana olmuş, ilerici, üretken bir toplumdur. Alevi ve Bektaşi toplumunun yıllardır baskı ve zulümlere maruz kalması bu toplum fertlerinin daima hoşgörülü, sevecen, incinseler de incitmemeyi kendilerine ilke etmiş olmalarındandır. Bir toplumun kişiliğini ispat edebilmesi için kendisine atılan iftira ve çamurlardan kurtulması için çaba göstermesi çalışması gerekir. Artık zamanımızda susmak yerine konuşmak ve tartışmak gerekir.

Sövene dilsiz olmak yerine.... bir daha sövme demek gerekir.

Dövene elsiz olmak yerine.... bir daha dövme demek gerekir.

İncinsen de incitme yerine.... bir daha bizi incitme demek gerekir.

İnsanca verilecek en güzel cevap budur ki, karşıdaki kişi de yaptıkları hareketlerine bir ölçü getirebilsin, kendini frenlesin, yoksa devamlı susar, her şeye eyvallah dersek karşıdaki kişi de sürekli bize elinden geleni ardına koymaz, her zaman bize hakaret eder aşağılar.

Ehlibeyt sevgisinin sizce Alevilik için önemi nedir?

Ehlibeyt sevgisi Alevi ve Bektaşi toplumun inançsal hamurunun mayasıdır. Çünkü Alevilik ve Bektaşilik kendi adet ve geleneklerini de bu hamurla yoğurmuş bir güzellik, bir Hak lokması meydana getirmiştir, yetmiş üç milleti kucaklayan bir sevgi yumağını oluşturmuştur.

Alevilik ve Bektaşilik daima ezilenden, mazlumdan ve horgörülenden yana olmuştur. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Hz. Ali ve evlatlarına yapılan zulüm ve işkenceler, verilen acılar Alevi ve Bektaşilerin İslamı kabul etmelerinden sonra bu mazlum insanlardan yana tavır almalarına sebep olmuştur. Ehlibeyt sevgisi bir meşale gibi evlerinde günlük yaşantılarında yerini almıştır. Hz. Muhammed gerek hadislerinde gerekse, Kuran’daki ayetlerle tüm inananlara Ehlibeyt’i salık vermiştir. Ehlibeyt’e sevgi ve muhabbet duyulmasını istemiştir. Bazı hadisleri şöyledir:

“Benim Ehlibeyt’im Nuh’un gemisi gibidir, ona binen kurtulur”

“Size iki emanet bırakıyorum. Biri Kuran’ım birisi de Ehlibeyt’imdir”

Gene Ehlibeyt’i sevmek konusunda Kuran-ı Kerim’de:

Ahzab 56: “Ey iman edenler! Siz de Peygamber’e ve onun Ehlibeyt’ine selatu selam getiriniz. ”

Ahzab 33: “Ey Ehlibeyt! Allah sizden her türlü kiri, pisliği temizlemiş, sizi tertemiz hale getirmek diler. Sizler daima abdestli ve taharetlisiniz. ”

Şuara 23 : “De ki size getirdiğime karşılık bir şey istemiyorum sadece yakınlarıma sevgi ve hürmet istiyorum. ”

İşte Alevi ve Bektaşi toplumu bu ulu insanları Kuran’da da belirttiği gibi bir nur şeklinde lekesiz ve tertemiz görür ve severler. Ne acıdır ki Hz. Muhammed’in ölümünden hemen sonra Ehlibeyte yapılan işkence, verilen zulüm hiçbir kavmin ve milletin başına gelmemiştir. Dede olanların Ehlibeyt soyuna bağlı olmalarının kabulü onların sözlerinin dinlenmesinde, onlara saygı ve muhabbet gösterilmesinde kendilerinin evladı resul olarak bilinmelerinde çok etkili olmuştur. Sevgi ve saygı görmüşler, elleri öpülmüş, hayır duaları alınmış; birer derman veren, her türlü problemi çözen olağanüstü insanlar olarak kabul edilmişlerdir. Gene işin hakikatına bakılırsa her soru için bir kitap yazmak gerekir.

Hz. Ali kimdir? Alevilik için önemi nedir?

Hz. Ali :

Şeriatte: Hz. Muhammed’in amcasının oğlu, damadı, can yoldaşı bütün hayatı boyunca yanından ayrılmayan, Hz. Muhammed’in ilim ve irfanı ile yetişmiş Hz. Muhammed’in kendisine varis ve vekil tayin ettiği, göçü sırasında kendi yatağına yatırdığı, Gadiri Hum’da kendi yerine halife ve vekil tayin ettiği ulu bir velimizdir. Hz. Muhammed’e ilk biat edenler arasındadır.

Tarikatta: Şeriat Hz. Muhammed’in şanına; tarikat, marifet, hakikat Hz. Ali şanına gelmiştir. O tarikatın piri, velilerin velisidir. Hz. Muhammed’e nebilik gelmiş ve Hz. Ali’ye de velilik gelmiştir. Hz. Ali yolun piri, gidişatın başıdır. Miraç olayında aslan donuna girip Hz. Muhammed’in önüne çıkan ve ondan Hatem yüzüğünü alan, daha sonra kırklar meclisinde Hz. Muhammed’e veren keramet ehlinin piridir.

Hz. Ali tasavvuf ilminin piridir, batini gidişatın ekoludur. İslam ilminin kapısıdır. O insan-ı kamil Kuran-ı natıktır. Kendisi Kuran’dır. Kendisinin canlı Kuran olduğunu, Muaviye’yle yaptığı Sıffın Harbi’nde Muaviye’nin askerlerinin kılıçlarının başına Kuran sayfalarını yırtıp takmaları üzerine kendi askerlerinin “Biz Kuran’a kılıç çekmeyiz” demelerine karşı kendisi onlara: “Ben canlı Kuran’ım ve size vurmanızı emrediyorum” demiştir. Ne yazık ki askerlerine etkili olamamış ve Muaviye’yle barışmak zorunda kalmıştır. Zaten bundan sonra da kendi köşesine çekilmiştir. Hz. Ali hakkında İslam alimleri tarafından yüzlerce, binlerce yazılar yazılmış, Hz. Muhammed de Hz. Ali hakkında yüzlerce hadis vermiş bulunmaktadır.

-        Sevauk Hacer, kitabında, “Hz. Ali’nin, Kuran’da kuluvallahu ahad ayeti kadardır, demektedir.

-        İmam Subuti Cami Sagiri’nde: “Müminlere cenneti kafirlere cehennemi taksim eden Ali’dir” demektir.

-        İmam Subuti Cami Sagiri’nde “Ali’yi zikretmek ibadettir” demektedir.

-        İmam Subuti Cami Sagiri’nde Hz. Muhammed’in ve Hz. Ali cümle peygamberlerle geldi ve benimle aşikar oldu dediği yazılıdır.

-        İmam Caferi Sadık Hutbetul Beyanı’nda: Hz. Ali buyurur: gökleri kaldıran ve yücelten benim demektedir.

-        Cevahirul Babariy, sayfa 58. Hz. Muhammed buyurur; “Hz. Ali cümle velilerin efdalidir. ”

-        Tefsiri Tıbyan Ali, Allah’ın adının 36’ncısı Veli Allah’ın isimlerinden 55’inci ibnidir demektedir.

-        Hz. Muhammed’e Hz. Ali hakkında Gadiri Hum’da gelen ayetler vardır.

Maide 67. Ey Peygamber, Allah’tan indirilen emri bildir yoksa onun Resulluğunu yapmamış olursun.

Maide 68. Allah seni insanlardan korur demektedir. Bu ayetlerden sonra Hz. Muhammed, Hz Ali’yi kendisine vekil tayin eder ve bunu ilk defa Halife Ömer Hz. Ali’nin yanına ya Ali sen bizim ve cümle Müslümanların velisi oldun der, kendisine biat eder. Ne yazık ki Hz. Muhammed’in ölümünden sonra, bu biatını ilk defa bozan gene halife Ömer olmuştur ve o kılıcını çekerek Ebu Bekir’i halife ilan eder.

Böylece Müslümanlar arasında ilk defa ayrılık ve kargaşa tohumları atılmış olur.

Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesi sırasında Hz. Ali’yi yatağına yatırmasından dolayı kendisine ayet nail olmuştur. Kuran’ı Kerim’in:

Bakara 207: Öyle insanlar var ki Allah’ın rızasını kazanmak için adeta kendilerini satarlar ve Allah’ın rızasını alırlar. Allah kullarını pek sever ayeti Hz. Ali hakkında nail olmuştur ve o anda tüm melekler Hz. Ali’yi ziyaret etmişlerdir. Gene Uhut harbi sırasında Hz. Ali’nin kahramanlığından dolayı Cebrail tarafından kendisine “Le feta illa Ali, la seyfe illa Zülfikar” ayeti nail olmuştur. (Hz. Ali’den üstün kahraman ve Zülfikar’dan üstün kılıç yoktur) denilmiştir. Hz. Muhammed’in Hz. Ali hakkında birçok hadisleri bulunmaktadır. “Ey Ali benden sonra müminlerin velisi sensin”

Rumuzul hadis sayfa 415, Erenler Bahçesi – Fuzuli sayfa 219, İslam Tarihi M. Asım Köksal cilt 3. Sayfa 41,

Riyadun Nadıra (Teberi) sayfa 222’de,

“Benim zürriyetim Hz. Ali’den gelir” Hz. Muhammed demektedir.

Ramuzul Hadis sayfa 706 hadis 6193’te Hz. Muhammed diyor ki:

“Ya Ali Musa’ya göre Harun ne ise sen de bana öylesin. ”

İslam Tarihi sayfa 273, 274, 338’te, Erenler Bahçesi (Fuzuli) Hz. Muhammed diyor ki:

“Ben kimin mevlası isem Hz. Ali de onun mevlasıdır. ”

İslam Tarihi, M. Asım Köksal, sayfa 88. Sünen Tirmizi cilt 5, sayfa 300.

“Ya Ali sen benim kardeşim ve bana varissin ben de sana varisim”

Hz. Muhammed bir hadisinde :

“Ben ilmin şehriyim Hz. Ali de onun kapısıdır, şehre girmek isteyen kapıya gelsin” demektedir.

Hz. Ali gerçek ilimden yana olduğunu “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözü ile anlatmaktadır.

Alevilik ve Bektaşilik için Hz. Ali’nin en önemli yönü onun daima ezilenden, mazlumdan, yoksuldan yana tavır almasıdır. Onun yüceliği ululuğu bundan gelmektedir.

Alevilik – Bektaşilik kendisini Hz. Ali ve Ehlibeyt sevgisi ile yoğurmuştur. Hz. Ali’nin batini görüşü, tasavvufunu kendisine ilke edinmiştir. İnançsal boyutunu sevgi yumağı ile genişleterek tüm insanları sevmeyi kural saymış ve Hümanist bir görüş meydana getirmiştir. Onun bu Hümanist görüşü tüm dünya insanlarını kaplamış, bütün evreni ve yaratılan her varlığı kucaklamıştır. Hz. Ali’nin sarsılmaz kaide ve kuralları daima önümüzde kılavuz olarak ebediyen devam etmektedir. Hz. Ali hakkında söylenecek söz bitmez. O ulu insan her zaman ve her yerde işimizde, aşımızda, evimizde, cemimizde bizimledir, yanımızdadır. Hz. Ali hakkında bir beyitimde, Hz. Ali’yi şöyle tarif etmekteyim:

 

Giydi dervişlik hırkası

Cehaleti lal eyledi

Bakmadı dünya malına

Bir elinde kevser taşı

Sevgiyi bir yol eyledi 

Koştu müşkülün halına

Doğancanların sevdası

Kemaleti hal eyledi

Dolandı yobaz diline

Var mı Ali gibi dertli

Var mı Ali gibi dertli

Var mı Ali gibi dertli

 

Hz. Ali’yi Ali, veli yapan bu üstün meziyetleridir.

Cem içinde rehberleri görüyoruz. Rehberlik sizce nedir?

Şimdiye kadar yapılan cemlerde on iki hizmet yerine getiriliyordu desek yanlış olur. Çünkü on iki hizmet cemini eksiksiz yerine getirebilecek dedelerin sayıları parmakla sayılabilecek kadar azdır. Gördüğüm kadar, gelen dedeler karmakarışık bir düzen içinde çalar, söyler ve cemi yürüttüğünü söyleyerek çeralığını alır giderdi. Bunlar kısır cem olarak adlandırılırdı ve bu cemlerde Rehber, Çerağcı, Sakacı gibi on iki hizmet erlerinin görevleri pek ön planda tutulmadığı için cemi yürüten dede sadece kendi bilgi ve görgüsü dahilinde cemi yürütürdü. Böyle kısır cemlerde rehberin olması veya olmaması da pek mühim değildi. On iki hizmet ceminin yapılmasından, yürütülmesinden, her hizmetin yerine getirilmesinden rehber sorumludur. Dede ve Zakir ile birlikte cemin yürütülmesine yardımcı olur. Zaman zaman Dedeler - Babalar cem ayinlerinde hem dedelik hem de zakirlik görevlerini yapmışlardır. Bu nedenle rehberlik ve zakirlik hizmeti yapan canlara gerek duyulmamıştır. Özellikle Bektaşi Babaları cem ayinlerinde hem babalık hem zakirlik hem de rehberlik görevini yürütmektedirler. Alevi Bektaşilik’te yapılan, Musahiplik ceminde Rehber bu canlarla birlikte dedenin huzurunda bu canların yanlarına da dar/didar olur, onlarla birlikte o da bu hizmetlerden geçer, çünkü taliplerden öncelikle rehber sorumludur.

Cem içinde, Alevilikte Kuran’ın yeri nedir?

Alevilik inancı Kuran’ın özünü teşkil etmektedir. Alevilik ve Alevi cemi Kuran’sız olmaz. Çünkü Alevi ibadeti ve inancı Kuran’ın içinden gelerek gelenek ve göreneklerle yoğrulmuştur. Alevi-Bektaşi inanç sistemi Kuran’ın aşağıdaki ayetlerinde mevcuttur. Alevi-Bektaşi toplumundaki kadınlı erkekli bir mekanda ibadet edilmesi:

Ali İmran 61: “Ey Ehlibeyt gelenek, oğullarınız, oğullarımızı, kadınlarınız kadınlarımızı, kendiniz ve kendimizi çağıralım ve hep bir yerde dua niyaz yapalım. Allah’ın lanetini yalancının üstüne atalım” ayetine bakıldığı zaman kadınlı erkekli olarak aynı mekanda ibadet edilmesini bildirmektedir. Cem olayındaki ibadetin çerağ yakılarak başlatılması:

Nur 35: Allah göklerin yerin nurudur. Onun içinde çerağ bulunan bir kandile benzer. Kandil bir sırça içerisindedir. Sırça inciden bir yıldız gibidir ki, doğu, ya da batı, ya da nispeti olmayan bereketli bir zeytin ağacından yakılır. Bu ağacın yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık saçar nur üzerine nursun, o Allah, dilediğini kendi nuruna kılavuzlar. Allah insanlara örnekler verir. Allah her şeyi bilmektedir.

Nur 36 : Kandil Allah’ın adının yükseltilmesine ve isminin anılmasına izin verdiği evlerdedir. Orada sabah, akşam onu tesbih ederler. Ayetinde de bildirildiği gibi Alevi-Bektaşi toplumu da kandil cemlerinde bu kandilleri Allah’ın nuru olarak yakar.

Alevi ve Bektaşi cemlerinde yapılan semah ve zikir hakkında gene Saffat 1: And olsun o saf bağlayıp dizenlere, o saflar tutturup sıraya dizenlere, o kanatlarını açıp toplayarak uçanlara. Saffat 2: O haykırarak sevk edenlere, o göğüs gererek durduranlara, Saffat 3: O zikir okuyanlara Kuran’ın ayetlerinde belirtilmektedir. Görülüyor ki kadınlı erkekli aynı mekanda, çerağlar yakılarak, semah dönülerek yapılan cem cemaatın Kuran’daki yeri net bir şekilde belirtilmektedir. Bu kadar net olarak görülen inanış biçimini götürüp başka yerlere bağlamak en büyük yanlıştır.

Kuran’sız Alevilik ve Bektaşilik, inanış biçimi, cem, cemaat olmaz. Çünkü Alevi ve Bektaşi toplumunun dini kitabı Kuran’dır. Kuran gereği gibi incelendiğinde günümüz Müslüman Sünni inanışın yaptığı inanç biçimi ile o kadar da bir ilgisini ben görmemekteyim. Özellikle bu durum namaz, oruç, zikir, evlenme boşanma konularında, Recm konusunda belirgindir. Müslüman toplum Kuran’daki ayetleri kendi örf ve adetlerine uydurarak, ibadetlerini ve gidişatını sonradan kurulmuş olan imamların ihtiyaçlarına göre yerine getirmektedirler. İşin özü ile pek alakadar olmamaktadırlar.

Kuran’ın özü ve verdiği mesaj hakkında oruç, namaz, evlenme, boşanma, zina, Kuran’ın indirilmesi, okunması, diğer kitapları tasdiki, cennet, cehennem vs. bu konular hakkında yaptığım “Kuran’daki İslam’ın İki Yüzü” adlı çalışmam bu konuları gayet net bir şekilde ayetleriyle birlikte açıklamaktadır. Bu çalışmalarımı ileride bir kitap halinde bütün canların eline geçmesi gayreti içinde bulunmaktayım. Bu konuda sizin gibi canlardan da tabii ki destek beklemekteyim.

Alevi ve Bektaşi toplumu da Kuran-ı Kerim’in Cebrail aracılığı ile Hz. Muhammed’e indirildiğini kabul etmektedir. Fakat Allah’tan Hz. Muhammed’e yirmi iki yılda olayların akışına göre gelen emirlerin, ayetlerin, halife dönemi, özellikle Osman döneminde çok tahribata uğradığını dini kaynaklardan bilmekteyiz. Gene Halife Osman’ın Kuran’ın aslını yaktığını da bu İslami kaynaklardan bildirilmektedir. Ayrıca Kuran’daki ayetlerin eksikliği (Velayet ve Nübüvvet Sureleri) günümüze kadar gelen tartışma konusudur. Fakat şu bir gerçektir ki Arap toplumu zaman zaman Kuran’ı kendi örf ve adetlerine uydurduğu gibi zaman zamanda kendi örf ve adetlerini yasal hale getirmek için Kuran’ın ayetleri gibi insanlara lanse ettirmiştir.

Şeyhlerin şeyhülislamların verdiği fetvaları Allah’tan gelen emirler olarak insanlara aktarmışlardır. Hatta Kuran’ın karşı olduğu şeyleri bile Kuran’ın emri gibi göstermişlerdir.

Bunun en güzel örneği, Kuran’ın hiçbir yerinde görmediğimiz Recm, taşlayarak öldürme cezasıdır. Allah adına insan kanı akıtılmasıdır. Evlenme- Boşanma - Muta nikahı - Hulle - Kısas - Örtünme - Miras gibi konular adeta Allah’ın emirleri olarak insanlara bildirilmiş ve ayetler şeklinde Kuran’a yerleştirilmiştir.

Devleti yöneten bazı kişiler kendi saltanatlarını korumak için İslam dinini bir baskı, bir azap verici din, bir zorlama dini olarak yönlendirmişlerdir. Zamanımıza kadar akan kanların sebebi sadece iktidar olma hırsıdır. Bu yüzden halen Allah adına, din adına insan kanı akıtılmaktadır.

Cemlerde gördüğümüz su dağıtma olayı var. Niçin Aleviler cemlerde su dağıtır?

Cemde su dağıtma olayı Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehadeti ve orada susuz kalan canların anısına dağılmaktadır. Cem esnasında yapılan on iki hizmetten birisidir.

Su dağıtma işini SAKA yapar ve görevi hakkındaki bilgiyi Türkçesiyle on iki hizmetin yapılması bölümünde göreceksiniz.

Cemlerin yürütülmesinde en önemli görev dededen sonra Zakir ve Rehbere düşer. Zakirler hem zakirlik yapar hem de cemi yürütür. Zakir cemin her erkanında deyiş ve nefesleri ile ceme mistik bir hava bir güzellik katar, insanların duygularının coşmasına yardımcı olur.

Cem yürütür, canlarımızı cezbe ve mana alemine götürür, cemin sonunu bağlamayla yapar; Alevi ve Bektaşi cemlerinin daima sazlı ve duvaz beyitleriyle, nefeslerle yürüdüğünü, bu şekilde icra edildiğini biliyoruz.

Sizin yörede kaç tür cem yapılır, anlatır mısınız?

Cemler yapılacak hizmetlerin çeşitlerine göre bir kaç türden olurlar, bunlar:

On iki hizmet cemi,

Ayini Cem (Kısır Cem)

Talibi, erkana alma cemi,

Musahiplik erkanının yürütüldüğü cem,

Düşkün olanların düşkünlüğünü kaldırma cemi.

Bu hizmetlerin isimleri ayrı olsa da burada yapılan işlevler genelde aynıdır. Ana tema Tanrı aşkıdır, gönül rızalığıdır, niyazdır. Bütün cem ayini bu kurallar ve kaideler etrafında dolanır. Bu konular hakkında kitaplar yazılacak kadar bilgi ve donanım toplumumuzda bulunmaktadır. Önemli olan bu bilgi ve donanımın icraata geçirilmesidir.

Musahipliği anlatır mısınız? Musahiplik nedir?

Musahip - Musahip Alevi ve Bektaşi toplumunda Hakikat kapısının anahtarı olarak bir kutsallık arz etmektedir. Eski kutsiyetini koruyamamasına rağmen musahipsiz hiçbir kişi yola ve erkana giremez. Musahibi olmayan bir kişinin görgüsü, sorgusu yapılamaz. Musahip, bir kişinin, yol kardeşi, hakikat kardeşi, ahiret kardeşidir. Bir kardeş kendi anasından, babasından olan kardeşinin kızını kendi oğluna aldığı halde musahibinin kızını kendi oğluna alamamaktadır. Musahip musahibe kem gözle bakarsa suçu ebediyen düşkünlüktür. Bir musahibin bir musahibinin evine teklif ile varması bile yanlış sayılmıştır. Musahip candır, diğer musahibi cesettir. Can olmazsa ceset olarak kalır.

Musahip olma işi belli kurallar çerçevesinde musahiplik erkanı ile yapılır. Bu kural ve kaideler zamanımızda çok esnekleşmesine karşın yine de kendini sürdürmektedirler. İki kişinin birbirleriyle musahip olmaları için bazı şartlar ve kurallar bulunur. Bunlardan bazıları şunlardır:

- Herkes kendi yaşındaki yol evladı ile musahip olmalıdır.

- Zalim mazlum bir kişi ile musahip olamaz.

- Mürşit mürid ile musahip olamaz.

- Pirden dönenle pirli kişi musahip olamaz.

- Genç ile yaşlı kişi musahip olamaz.

- Musahibi ölenle yeni musahiplik yapılamaz.

- Musahipler bir köyde ve bir şehirde olmalıdırlar.

Musahipler bir köyde dertlerinde, kederlerinde, tasalarında, iyi ve kötü günlerinde yan yana olmaları gerekir. Alevi ve Bektaşi toplumunda önemli ikrarların başında, yola bend ikrarı, kirve olmak ikrarı ve musahiplik ikrarı gelir. Ayrıca bu toplumdaki kişinin ağzından çıkan her söz onun bir ikrarı şeklinde kabul edilmektedir. İki kişiyi musahip etmek erkan ile olur. On iki hizmet erkanında belirttiğim gibi, çerağlar yakılır, hizmet eden canlar belirtilir. Bütün canlar yerlerini aldıktan sonra önce musahip olan canların sorguları yapılır. Musahip olan canlar dedenin huzurunda dara durunca dede erkanda bulunan canlardan sorar:

 

Bismişah Allah Allah,

Yüzü yerde özü darda,

Muhammed Ali Divanında, pir huzurunda

Bu canlardan ağrınmış, incinmiş, olan varsa

Dile gelsin, bile gelsin, hakkını talep eylesin.

 

Bundan sonra bu canlardan razı olmayan varsa dara kalkar, kendi hakkını talep eder. Eğer böyle davacı olan varsa diyelim, onlar da dara durunca bu sefer dede bu canlara sorar:

 

Bismişah Allah, Allah

Cesedine can verdi,

Kalbine iman verdi,

Görmeye göz verdi

Söylemeye dil verdi

Ne gördük ne söylersin Allah eyvallah.

 

Davacı olan can konuyu anlattıktan sonra dede iddia edilen konu hakkında diğer davalı olan cana der ki:

Döktüğün var ise doldur, ağlattığın var ise güldür, yıktığın var ise kaldır. Allah eyvallah. Onu da dinler, sonra bu canların müşkülünü halleder. Herkes birbirinden rızalık alarak, birbirleriyle niyaz olarak, dardan geri çekilirler.

Sonra rehber kişi musahip olacak canları Pirin huzuruna getirir dara durdurur. “Hü erenler” diye dara durdurduktan sonra:

Pir sorar:

“Dede niye geldiniz?” der.

Rehber de:

“Bugün Mansur gibi dar, Fazlı gibi hançeri, Nesimi gibi bıçağı yemeye, tarikatı evliyaya ikrar verip, can vermeye ve canan olmaya geldik” derler.

Dede onlara,

“Bu bir ırak yoldur gidemezsiniz... ”

“Demirden yay, ateşten gömlektir giyemezsiniz, gidin geri” der.

Canlar geri gelip, eşikten yeniden Hü diyerek dedenin huzurunda dara dururlar ve üçüncü gelişlerinden sonra.

Dede onlara (sağ ellerini birbirlerinin üzerine koyarak, el tutuşturur ve ikrarlarını alır) şöyle der:

“Bu ikrarınızdan dönmeyeceğinize, bu yanımızdaki canlar şahit olsun mu?”

Onlar “Eyvallah” dedikten sonra dede bu canlara gülbenk çeker.

 

Bismişah Allah Allah

İkrarları kadim ola, muratları hasıl ola,

Verdiği ikrardan dönmeyeler, birbirlerinden usanmayalar

Rüz-u mahşerde ateşi nara yanmayalar,

Dünyada melanet ahrette azap görmeyeler

Şeytanın izine, münafıkın sözüne uymayalar,

Gönlünü gümandan, başını dumandan temizliye

On iki imamın katarından ayrılmayalar,

Allah - Muhammed - Ali Hacı Bektaşi Veli. Gerçeğe Hü.

 

der, sonra bu canların dördü birden Darı Mansur’dan ayakta durmaktan Dar-ı Fazlı’ya geçerler (yere uzanırlar).

Dede onların sırtına “Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali” üç defa pençe-i Ali Aba vurur ve sonra da “Kalkmanız bir Allah” deyince bu canlar da kalkarak tekrar darda dururlar.

Dede tekrar onlara sorar:

“Girdiğiniz hak kapısı, durduğunuz Mansur dar-ı ne gördünüz, ne söylersiniz? Eyvallah” onlar da eyvallah diyecekler,

Dede:

“Evvela özünüzü arayın sonra Hakk’a yarayın, kendi özünüzde nicesiniz” der canlara evvela dedeye sonra birbirlerine ve daha sonra da orda bulunan canlara niyaz olduktan sonra yerlerine geçerler ve bundan sonra, kurban ortaya getirilerek kurbanın nişanı alınır, tekbirlenmesi yapılarak pişirilmek üzere gönderilir. (Bu konular on iki hizmet ceminde anlatılmıştır. ) Ceme diğer cemlerdeki gibi devam edilir.

Eğer erkan cemi musahiplik için yapılıyorsa, musahiplik cemine musahibi olmayan canlar alınmazlar, ancak birbirlerine musahip olma sözü vermiş fakat daha erkanı yapılmamış canlar varsa onlar alınırlar; çocuklar ve bekar olan gençler, düşkünlük cezası almış olanlar bu ceme, erkana giremezler. Aslında Alevi ve Bektaşi camiasında cem ve cem ayinlerine, musahibi olmayanların, düşkünlük suçu işleyenlerin, toplumda kötü huylarından dolayı tanınan kişilerin alınmadıkları bilinmektedir. Fakat bulunduğumuz yörede herkes bir yerlerden geldiği için kimin şaşkın kimin düşkün olduğunu bilmezliğimizden, erkan cemlerinin, tam teşekkülü on iki hizmet cemlerinin yerine ekseri kısır ve görgü cemleri yapılmaktadır. Böyle yapılan cemlere de genellikle her kesimden insanlar gelmektedirler. Hatta artık bazen Sünni inanışta olan insanlar da böyle cemlere gelip katılmaktadırlar. Artık eskisi gibi cemlerimizi kapalı kapılar arkasında değil herkesin görebileceği bir ortamda yapmaktayız. Çünkü yıllardır gizlilik içinde yaptığımız ibadetten dolayı zaman zaman çirkin iftiralara maruz kalmış bulunmaktayız. Her şeyin açık bir ortamda icra edilmesi o insanlar hakkında söylenen kötü sözlerin bir daha tekrar edilmemesine olanak verir. Bu yüzdendir ki artık cemlerimizi genellikle her kesimin görebileceği açık ortamlarda yapmaktayız. Adana’da yaptığımız tiyatro salonundaki Hızır Cemi böyle açık cemlere güzel bir başlangıç ve örnek oldu. Ancak bu şekilde hakkımızda çıkan dedikoduları önlemiş, yapılan iftiralara çamur ve çirkeflere cevap vermiş oluruz kanaatindeyim.

Cemlerinizde hangi semahlar dönülmektedir?

Kozmopolitan bir yerleşim birimine sahip olduğumuz için her yöreden gelen insanlarla cem ayinlerimizi yaptığımızdan dolayı belli bir yöreye ait semah değil de genelde ritim olarak semah döndürmekteyiz. Genelde semahımız yavaş, hızlı ve sonuçta pervaz olarak üç bölüm halinde yapılmaktadır.

Buna karşın, kırklar semahı, turnalar semahı gibi semah çeşitleri bulunmaktadır. Cemlerde özellikle, Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali denilerek gereken yerlerde pençe-i Ali Aba dediğimiz el ele vurma, el ile gereken yerde sırtını sıvazlama gibi hareketler yapılır.

Fakat eskiden tarık kullanıldığını dedelerimizin anlattıklarından anımsamaktayız. Bildiğim kadarıyla Tarık dediğimiz değnek bir ucu ocakta yakılırdı. Yola gidecek canlar, dara kaldırılınca sorgu, sualleri yapıldığı zaman Tarık’ın değneğin altından geçerek bir nevi doğruyu söylediklerini, yada söyleyeceklerini belirteceklerini bildirmiş olurlardı. Yola giren taliplere, musahip olan canlara sorgu sualleri en son yapılırken dede onların sırtına Allah, Muhammed Ya Ali diye sırtlarına bu tarıkla, değnekle vururdu. Tarık’ın diğer bir manası yol demektir. Böylece tarık altından geçen talip yola girmiş sayılırdı. Ayrıca tarık altından geçen canın söylediği her söz hilafsız, yalansız olarak kabul görürdü.

OCAKLAR

Sizce ocak ne demektir?

Hacı Bektaşi Veli’nin kendi dergahında kendi ve irfanı ile donatarak, destek vererek Anadolu’nun çeşitli bölgelerine gönderdiği erenleri gittikleri yerlerde dergahlarını kurmuşlar ve bu yerlerde getirdikleri ilim, irfanı, yol, yordamı, edep erkanı insanlara aktarmışlardır. Bu dergahlar aynı zamanda ocak olarak insanların gelip her türlü çareyi aldıkları yerler haline gelmişlerdir.

Yani dergahların bir ismi de, inançsal boyutta, ocak olarak yerini almıştır.

Ocaklar böylece ortaya çıkmış ve inanan insanlarımızın manevi dünyalarında büyük bir yer almışlardır. İnsanımıza, umut ve dertlerine derman kapısı olmuşlardır. Hasta olan canlarımıza, çocuğu olmayan kadınlarımıza manevi şifa kaynağı olmuş; halen bu gibi insanların manevi yer olarak ocaklara, dergahlara gittiklerini her zaman görmekteyiz. Her ocağın bir kurucusu vardır.

Bunlardan; Hacı Bektaşi Veli, Abdal Musa, Baba Mansur, Baba Kureyş, Ağuiçen, Hıdır Abdal, Karaca Ahmet, Seyid Sabunlu, Şahkulu Ocakları, gibi yerler hem Dergah hem de ocak olarak inançsal boyuta girmişlerdir.

Ayrıca bu yolda hizmet etmiş hak erenlerinin mezarları da sonradan türbe haline getirilmiş, birer ziyaret yeri olarak inanan insanımız bu yerlere gitmekte, buralarda kurbanlar kesmekte ve niyaz etmektedirler.

Bu gibi yerler her bölgede bulunmaktadır. Bu yerlerden doğuda Düzgün Baba, Munzur Baba, Abdal Musa, Piri Baba, Şahkulu, Karaca Ahmet, Adana bölgesinde, Cabbar Dede, Yedi Kardeşler, Hızır İlyas, Maraş’ta Elif Ana bu gibi hak erenlerinin türbeleri her zaman ziyaret edilmektedir dolup taşmaktadır.

Siz bağlı olduğunuz ocak hakkında hangi bilgilere sahipsiniz?

Bizim dedelerimizin bağlı olduğu ocak Tunceli’nin Moğuntu beldesinde bulunan Baba Mansur Ocağıdır. Bildiğimiz kadarıyla Baba Mansur ve dedelerimiz olan Baba Kureyş evlatları aynı soydan gelmektedirler.

Çünkü Baba Mansur’la Baba Kureyş kardeş olarak bilinmektedir. Efsaneye göre, Kureyş (Büyük Kardeş) bir eline yılanı kamçı yapmış ve bir aslanın üzerine binerek, ileride duvar yapmakta olan Baba Mansur’a doğru (Küçük Kardeş) yürümüştür. Bunu gören küçük kardeş ise yapmakta olduğu duvarın üzerine çıkmış Ya Allah, Ya Muhammed, Ya Ali diyerek kendisine doğru gelen abisine karşı duvarı yürütmüş. Abisi Baba Kureyş bunu görünce “Biz canlıyı yürüttük siz cansızı yürüttünüz” diyerek küçük kardeşine niyaz olarak ona ikrar vermiş.

Aynı söylencenin Seyit Ali Sultan’la, Hacı Bektaşi Veli arasında geçtiğini de bilmekteyiz. Hacı Bektaş’taki At Kaya buna delil olarak gösterilmektedir. Kendim bu Baba Mansur ve Baba Kureyş’in keramet gösterdikleri Moğuntu’ya gitmedim. Fakat çevremizde olan Baba Mansur ve Baba Kureyşliler bu duvarın halen Moğuntu’da olduğunu söylemektedirler. Soy evladı olarak da Baba Mansur ve Baba Kureyş evlatlarının Hz. Ali’den Hz. Muhammed’e kadar gittikleri kabul görmekte ve günümüzde de Evladı Resul olarak hitap edilmektedirler.

Sizce tüm ocaklar aynı statüde midir?

Bütün ocakların kanımca işlevleri, statüleri, verdikleri hizmet hep aynıdır. Verdikleri manevi haz, coşku, cezbe, duygusal güzellikler birbirinden farklı değildir.

 

ALEVİLİK

Sizce Alevilik nedir?

Alevilik her şeyden önce İslamın özünü, ana temasını, ana mesajını teşkil eder. Allah’ın inananlara verdiği mesajların hepsi Alevi ve Bektaşi inancının ana fikrini oluşturmaktadır. Alevi ve Bektaşi toplumunda kıblenin insannı kamil olması ve aynı erkanda secdenin insana, yapılması Allah’ın, Hz. Adem’i yaratma efsanesine kadar gider. Kuran’ı Kerim’de de :

İsra 61.            : “De ki biz Ademe secde edin diye bütün meleklere emrettik. Cümlesi secde etti”,

İsra 62             : “Şeytan, onu çamurdan yarattık beni ateşten yarattın ben ona nasıl secde ederim”,

İsra 63             : “Var git işine kim sana tabi olursa cehennem azabına nail olur”,

Bakara 115     : “Güneşin doğup battığı yerler Tanrı Taala’nın mülküdür hangi tarafa yüz dönerseniz Allah’ın ibadet yeri orasıdır”,

Ayetlerinde görüldüğü gibi Allah Hz. Adem’i insanlar ve meleklere kıble olarak bildirmiştir. Yani açıkça kıble insandır, çünkü melekler bile insana secde etmişlerdir. Kıble insandır secde insana yapılır. Bu konuda bir dörtlüğümü aktarmak istiyorum:

 

Kıblemiz insandır görmez gayrıyı

Gönlümüz doğrudan bilmez eğriyi

Düşürme dilinden şahım Ali’yi

Katili Mülcene lanet okuna

 

Gene bir şiirimde insanın insana kıble olduğunu şöyle aktarmaktayım:

 

Geç otur karşıma edep erkanla

Sen bana kıble ol ben sana kıble

Murad alınır mı kuru bir canla

Sen bana kıble ol ben sana kıble

 

Yaratan yaratmış seni nurdan

Yakın olmuş sana şahdamarından

Bezemiş süslemiş sevdalarından

Sen bana kıble ol ben sana kıble

 

Seni şu aleme etmişler sultan

Emrine verilmiş koca bir cihan

Hakk’ın temsilisin insansın insan

Sen bana kıble ol ben sana kıble

 

Doğancan’ım sensiz varamam dosta

Hak himmet eder mi kuru bir posta

Cemaalinden ayrı hastayım hasta

Sen bana kıble ol ben sana kıble

 

*****

 

Sürelim erkanı, sürelim yolu

Dem Ali demi dem Veli demi

Pirimin elinden içmişim dolu

Dem Ali demi dem Veli demi

 

Erenler şahının piri rehberi

Kırklar meclisinden girdi içeri

Coş eyledi coşa geldi her biri

Dem Ali demi dem Veli demi

 

Bir üzüm danesi, verdiler ona

Ol daneden bade sundular cana

Cümlesi içtiler bak kana kana

Dem Ali demi dem Veli demi

 

Erkan Ali’nindir yol Alinindir

Bülbülün figanı dil Ali’nindir

Mecnun’un gezdiği çöl Ali’nindir

Dem Ali demi dem Veli demi

 

Ahu zar ederim, Ali dilimde

Dolanırım Kerbela’nın çölünde

Doğancanmecnunum Ali elinden

Dem Ali demi dem Veli demi

 

Cemlerde halkalar şeklinde cemal cemale (yüz yüze) otururuz. Dedemizin yüzü bize dönüktür. Diğer mezheplerdeki gibi hocaların arkası bize dönük olmaz. Alevi ve Bektaşilikteki Dedelik ve Babalık kurumunda gene ilahi bir görünüm bulunmaktadır. Çünkü Alevi ve Bektaşiler bütün Peygamberleri, başkaları gibi sözde değil hakikatte ve özde aynı sevgi ile severler. Bunlar arasında hiçbir ayrım yapmamaktadırlar. Bu konu hakkında Kuran’ı Kerim şöyle demektedir:

Nisa 15: “Allah’a ve Resullerine iman edip onlardan birini ötekinden ayırmayana gelince Allah böylelerinin ödüllerini yakından verecektir. ”

Al-i İmran 84: “De ki Allah’tan bize indirilene İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve onun torunlarına indirilmiş olana Musa’ya, İsa’ya, diğer nebilere rablerinden verilmiş bulunan inandık onlardan hiç birini diğerinden ayırmayız. Biz yalnız ona teslim olanlarız. ” ayetiyle de bu konuyu Allah’ın emri olarak bildirmektedir. Onun için Hacı Bektaşi Veli “Yetmiş iki millete bir gözle bakmayan bizden değildir” demiştir. Bu da yolumuzun temel taşıdır.

Al-i İmran 181: “Bizim yarattığımızdan bir ümmet var ki Hakk’a rehberlik eder ve onunla adalet sunar. ” demektedir. Dikkat ediliyorsa Allah’ın bu ayetinde de hiçbir millet, ırk, cins, ayrımı yapılmamaktadır. Sadece ümmet olarak Allah’ın ümmeti olarak bildirilmektedir. Allah’ın birliğine inanan herkes Allah’ın ümmeti olmaktadır. Çünkü o Rabbil alemindir. Cümle alemlerin, insanların Rabbi’dir. İşte Alevilik ve Bektaşilik bu insan sevgisini bu hümanizmayı kendi kültürüne katarak, Ehlibeyt sevgisi ile yoğurarak güzel bir sentezleme yapmıştır. Hıristiyanlık inancı bile birçok yönleri ile Alevi - Bektaşi gidişatına uygun düşmektedir;

Özellikle tek eşli olma ilkesi, boşanma ilkesi, ibadette kadınlı erkekli aynı mekanda ibadet edilmesi, ibadetin gösterişten uzak yapılması, oruç kavramının gerçek manası, insanı en üst varlık olarak kabul etme konusu. İbadette gösterişten uzak durma konusu gizli yapılması konusu, cennet, cehennem konuları hakkında aynı fikirleri paylaşmaktadır.

Bu konuyu “İncil’de takdim, Kuran’dan tasdik” adı altında bir çalışmayla geniş bir şekilde açıklamış bulunmaktayım. Bu çalışmayı bir gün insanımıza aktaracağım inancındayım. Çünkü basıma hazır bir şekilde beklemektedir.

Gene önceden de aktardığım gibi ayetleriyle de açıklamıştım. Çerağ, semah dönme, kadın erkek aynı mekanda ibadet etme olaylarının kaynağı Kuranı Kerim ve Allah’ın dini olduğunu ayetleriyle belirtmiştim.

Bizler Alevi ve Bektaşi toplumu olarak, gerçekten ve öz olarak İslamız. Gidişatımızın özünü de İslamın kuralları oluşturmaktadır.

Alevilikte ve Bektaşilikte ibadet olayı Kuran’ın ibadet yönünü izler. Görünüşe ve şekilciliğe önem vermek doğru sayılamaz. İtibar görmez.

Önceden de belirttiğim gibi, Alevi ve Bektaşilikte kıble insandır secde ve niyaz insanı kamile yapılır. Canlar ibadetlerinde cemal cemale oturarak (halkalar şeklinde) ibadet ederler. Böyle yapılan ibadet şekline cem toplu ibadeti denir. Bu ibadet olayının yapılması sırasında belli kaide ve kurallar bulunmaktadır. Bu kaide ve kuralları da Türkçesiyle on iki hizmet ceminin yapılması adlı ilave çalışmamda bulabilirsiniz.

 

ESERLERİ

Doğan Türkdoğan, Ozan Doğancan Divanı ve Nefesleri ile Alevi-Bektaşi Yolu, Koza Matbası, Adana.

 

ŞİİRLERİNDEN SEÇMELER

 

 

Derdine düşmüşüm derman isterim

 

Yetiş imdadıma yetiş carıma

Derdine düşmüşüm derman isterim

Yanıyor yüreğim aşkın narına

Derdine düşmüşüm derman isterim

 

Ben sana sarıldım umudum oldun

Senin aşkın ile yandım kavruldum

Hep seni aradım hep seni sordum

Derdine düşmüşüm derman isterim

 

Ben sana bağlandım dönmem yolundan

İster beni etseler de dilimden

Düşmüş isem gel tut kaldır elimden

Derdine düşmüşüm derman isterim

 

Sana niyazım var Şahların Şahı

Seninle doludur gönül dergahım

Dinle bu feryadım dinle bu ahım

Derdine düşmüşüm derman isterim

 

Nice çaresize yetişen sensin

Virane gönlümde ötüşen sensin

Gönüllerde goncasın gülşah sensin

Derdine düşmüşüm derman isterim

 

Eridi şu cismim aşkın zarından

Geçmişim yolunda canım serimden

Doğancanım sitem etmem halimden

Derdine düşmüşüm derman isterim

 

 

Erenler dergaha sefa geldiniz

 

Herkes niyazını almış eline

Erenler dergaha sefa geldiniz

Hakk’ın Divanına Kırklar Cemi’ne

Erenler dergaha sefa geldiniz

 

Hü erenler deyin içeri girin

Cümle canlar için secdeye varın

Darı Mansur olun divana durun

Erenler dergaha sefa geldiniz

Pirin huzuruna eli boş varma

İki gönül ile divana durma

Hakk’ı özünde bil ayrıdan sorma

Erenler dergaha sefa geldiniz

 

Sevgidir saygıdır bizim yapımız

Cümle insanlara açık kapımız

Gönül kabemizdir insan kıblemiz

Erenler dergaha sefa geldiniz

 

Marifet gömlektir arif olana

Hakikate varıp Hakk’ı bulana

Gönül gözü ile Hakk’ı görene

Erenler dergaha sefa geldiniz

 

Mürşidim Muhammed rehberim Ali

Gidişim batıni erkanım belli

Pirim Şah Horasan Bektaşi Veli

Erenler dergaha sefa geldiniz

 

Bu dergahta cümle canlar bir olur

Hakikat gömleğin giyen sır olur

Doğancansemah döner erkan kurulur

Erenler dergaha sefa geldiniz

 

 

*****

 

Bana Abdal deyip gaflete düşme

Ali gibi Şahı Sultanım vardır

Gönlümüz dost ile şenlenir bizim

Hakikat bağında bostanım vardır

 

Gerçek erenlere sevgimiz çoktur

İnsanın insana cemali haktır

Gönül kabemizdir duvarı yoktur

Can evimde böyle mekanım vardır

 

Biz insanı saygı ile sesleriz

Muhabbetin aşkı ile besleriz

Şu Hakk’ın mekanı gönüldür deriz

Yoluna koyduğum bir canım vardır

 

Eline beline diline sahip ol

Nefsini dizginle Hakk’a turab ol

Git mürşide bağlan pire talip ol

Hünkar Hacı Bektaş cananım vardır

 

Ahu zarım tutar cümle alemi

Candan erenlere verdik selamı

Doğancangönülden der bunca kelamı

Kırkların ceminde divanım vardır

 

*****

 

Bir aşkın içinde meşke düşmüşüm

Pervane gibiyim zar eder beni

Coşarım geçerim kendi cismimden

Ruhum bu alemde terk eder beni

 

Feryadım tükenmez gelir özümden

Hakk Muhammed Ali düşmez sözümden

Seni görmek güzel gönül gözüynen

Götürür bir zara gark eder beni

 

Bu ne hoş bir alem bitmez sevdası

Hakikat bağından gelir meyvası

Şahım Ali orda kevser sakisi

Götürür o nehre hark eder beni

 

Hakk Muhammed Ali diye yananlar

Masumu pak olur böyle cananlar

İçip aşk şerbeti meşki bulanlar

Doğancan bu gönülde hak eder beni

 

*****

 

Dinle beni Sofu Baba

Biz Ali’yi Hakk biliriz

Ta ezelden ikrar verdik

Ol neslini pak biliriz

 

Beraber bir karar kıldık

İkrar aldık ikrar verdik

Biz Hakk’ı Cemal’de gördük

Biz Cemal’i Hakk biliriz

 

Odur Veliler Velisi

Odur Nebiler Nebisi

Odur Hakikat kapısı

Gayrısını yok biliriz

 

Hasan ile Hüseyin’i

Hem de Zeynel Abidin’i

Muhammed Bakır ceddini

Düşkünlere el biliriz

 

Musai Kazım nurdandır

Caferi Sadık irfandır

Aliyul Rıza bir candır

Ol canı canan biliriz

 

Aliyul Rıza’dan geldik

Taki Naki’yi Hakk bildik

Ali Asker’le divan kurduk

Biz Mehdi’yi sır biliriz

 

Bu yola baş koyanları

Mansurla dar olanları

Hakkı özde görenleri

Nesimiyi hal biliriz

 

 

Horasan’dan geldi bir can

Ona selam durdu cihan

Kuruldu bu edep erkan

Biz Hünkarı Pir biliriz

 

Pir Sultanız ötüşürüz

Hızır olur yetişiriz

Doğancan aşka tutuşuruz

Şu alemi bir biliriz

 

 

*****

 

Hakk yoluna gönül ile bağlandık

Adem ile Nuh’a niyazımız var

Hakikatın ateşiyle dağlandık

Musa’ya İsa’ya niyazımız var

 

Muhammed Ali’ye ikrar vermişiz

Hasan Hüseyin’i rehber kılmışız

İnsanı Hakk bilip divan durmuşuz

Zeynel’i Aba’ya niyazımız var

 

Muhammed Bakır’dır keramet ehli

Caferi Sadık’tan öğrendik yolu

Musai Kazım’dan içtik bir dolu

Aliyul Rıza’ya niyazımız var

 

Taki Naki ile gönül bir ettik

Ali Asker ile erkan yürüttük

İmam Mehdi ile sırrı sır ettik

Bektaşi Veli’ye niyazımız var

 

Erenler saf olup divan kurmuşlar

Birlik sofrasından nasip almışlar

Doğancan bunca canlar gelip geçmişler

Mürşidi Kamile niyazımız var

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile