MUSTAFA DOĞAN
(OZAN MEFTUNİ)
Maraş’tan Fransa’ya uzanan hayat serüveninde sazı ve şiirlerinin gücüyle ünlenen ve sevilen halk ozanlarımızdan Mustafa Doğan, yani Ozan Meftuni; hayatı boyunca aslında üç mesleğe aşıkmış: öğretmen, tiyatrocu, ozan. Kendi deyimiyle içinde yanıp tüten bir özlem olan bu mesleklerden ozanlığı bilinçli olarak seçip, sürekli okuyarak kendisini geliştirmiş.
AYHAN AYDIN
Sizi tanıyarak başlayalım söyleşimize; ne zaman ve nerede doğdunuz? Doğumum 11. 11. 1949.’dır. Köyüm ise K. Maraş merkeze bağlı Öksüzlü köyüdür. Birinci Dünya Savaşı’nda savaşa gidenler köye tekrar dönmemişler, kadınlar dul kalmış, çocuklar öksüz kalmış; o nedenle köyün ismi Öksüzlü köyü kalmış. Çocukluğum köyde geçti. Çocukluğumda çapa işçiliği yaptım, hayvan otlattım. Benim küçükken bütün amacım okumaktı, ama okuyamadım. İmkansızlıklardan dolayı ilkokul mezunu kaldım. Kafamda hep üç şey geçirdim; ya köy öğretmeni olmak, ya tiyatrocu olmak, ya da halk şairi olmak. Bu üçünden bir tanesini olabildik.
Gerçekten çok, çok mu istediniz bu meslekleri? Bu üçünün topluma çok faydalı olduğunu, ezilenden yana olduğunu, toplumu eğiten bir yöntem olduğunu bilerek faydalı olmayı seçtim. Bilinçli bir seçimdi benimki.
Yine de öğretmen olmak, tiyatrocu olmak ister miydiniz? İsterdim.
Öğretmenliği betimler misiniz? Öğretmenlik demek, gelişen dünya önünde insanı layık olduğu yerlere getirmek, yaşam tarzı olarak topluma geniş pencereler açarak onu ileriye götürmek gibi çok değişik bir misyonu olan bir görevdir.
Gerçek bir öğretmende olmazsa olmazlar nelerdir? Gelişen dünyaya hazırlıklı olmak, hayatta değişmeyen tek şeyin değişim olduğunun farkında olduğunu bilmektir.
Ya tiyatro? Tiyatronun mizah yoluyla, insanları daha kolay eğiteceğini düşünerek tiyatrocu olmayı düşünmüştüm.
Peki o zaman rol yapabilecek miydiniz? Yaparım.
Ama ozanlıkla nasıl bağdaşacak? Mizah halk şairliğinin özünde de vardır.
Biraz açalım mı? Her ne kadar şaka gibi, güldürücü bir yapısı olsa da içinde her zaman gerçekleri anlatır ikisi de.
İlkokuldan sonra neler yaptınız? İşçiliğe devam ettim, evimizin günlük işlerine katıldım. On beş yaşlarında saz öğrendim.
Sazı nasıl ve kimden öğrendiniz? Çevremizde en iyi zakirlik yapan Ulu Ahmet’ten yani amcamdan öğrendim.
Nasıl bir eğitim aldınız? Ulu Ahmet geçmişteki bütün aşıkların türkülerini müziklendirirdi. Halk cemiyetlerinde semahlar, düvazde on ikimamlar, deyişler okurdu, seslendirirdi. Seçkin bir zakirdi kendisi. Ben bu duyguları öğrendikten sonra kendime bir yön vermeye hazırlandım. Artık toplumumdaki ve benim bireysel sıkıntılarımdan dolayı yazmaya ve söylemeye başladım.
Bu ilk öğrenme ne kadar zaman aldı? Bir buçuk yıl filan sürdü. Öğrendiğim sazla da İstanbul’a gelip Her Şeyin Başı Paradır Para, diye bir plak okudum.
Yıl? 1968.
Hangi firma? Doğu bank İşhanı’nda, Sirkeci’de, Aşkın Plak’ta.
Sonra? Can Plak’ta plaklarım çıktı. Aziz Plakta plaklarım çıktı. 28 tane taş plak yaptım.
Bu dönemdeki hayat serüveni nasıldı? Bu dönemde yaptığımız işlerde hiç para kazanmadık. Her zaman emeğimizi sömürdüler ama biz bu sömürmeye karşı boş durmadık. Bizler ara işlerde çalışarak hayatımızı idame ettirirken, üretimlerimize de devam ettik.
İstanbul’da bu dönemde birçok ozanla buluştuk; Aşık Mahsuni Şerif, Aşık İhsani, Nesimi Çimen, Davut Sulari, Aşık Beyhani, Ruhi Su, Haydar Akbaba, Aşık Daimi, Hüseyin Kaçıran, Aşık Mechuli… Artık o dönemlerde ozanlar olarak birlikte karar alıyorduk. Halkla dayanışma içindeydik. Saygı sevgi alanımız çok örnekti. Birlikte konserlere gidiyorduk. Bireysel hareket etmiyorduk, daha örgütlüydük.
Dernek var mıydı? Dernek yoktu ama dernek gibi çalışıyorduk. Ayrı gayrı yoktu.
Toplumsal etkinizi ölçebiliyor muydunuz? Ölçüyorduk, aramızda da ozanlarla tartışıyorduk. Toplumun bizim hakkımızdaki olumlu veya olumsuz düşüncelerini, bizden büyük olan ozan ağabeylerden dinlerdik, onlardan ihtar alırdık. Onların sözlerine uyardık.
Siyasi politik bir duruşunuz, yanımız oluştu? Bizler eskiden TİP.’li idik ozanlar olarak. Türkiye üzerinde emperyalist oyunlara karşı mücadele etmeyi ilke olarak kabul etmiştik. 6. Filo’ya karşı üniversitelerle birlikte yürümüştük. Onlarla birlikte saz çaldık. İstanbul’da, İzmir’de mitinglere, gösterilere katıldık. Gençlerin bizlere ilgisi çok yoğundu. Açıkçası halkın sevgilisiydik.
Niçin devrimci mücadelede aktif rol aldınız? Biz ezilen toplum olarak doğasal olarak devrimciliği benimsedik.
Devrim ne diyordu, ne diyor? Devrim, ne ezen ne ezilen hakça bir düzen, özlemiyle belirlenmişti. Hakça adaletli bir gelir dağılımını hedefliyordu. Biz de bu büyük kavgada yerimizi alalım dedik. Zaten Mustafa Kemal’in ilkesi de buydu. En büyük devrimci Mustafa Kemal’dir.
Ozan’ın, halk ozanının görevi toplumu aydınlatmak mıdır? Evet.
Peki sazı yanında özgün şiirleri de onun en büyük silahıysa, halk ozanı bu silahı yeteri kadar etkin kullandı mı? Kullandığına inanıyorum. Çünkü bizler bir Asya ülkesi olarak az gelişmiş ülkelerin hepsinden daha iyiyiz. Bu Atatürkçü ilkelerin ışığında halk ozanları olarak, geçmişteki kötü yaşantıları göz önünde bulundurarak, ileriye doğru ışık vermek için hep uğraşı verdik. Ve şu anda karamsar olamaya gerek yok, çok güçlü bir Türkiye’miz var.
Peki bu büyük mücadele de çok madur edilen, ezilen isimlerden birisiniz, çok uzun yıllar yurt dışında yaşamak zorunda bırakıldınız. 18 yıl bu ülkeye gelemedim ben.
Yazdığınız şiirlerinden ötürü mü? Hem şiirlerden, panellerden, konserlerden, eylemlerimizden ötürü. Ama bunu bilinçli yaptıklarına inanıyorum. Bizim ülkemize halkımıza bir kötülüğümüz de olmadı, bunu hiç düşünmedik de, düşünmüyoruz da.
Nerelerde yaşadınız? 1987’de Fransa’ya gittim. 21 yıldan beri Paris’te kalıyorum.
Peki vatan özlemi, aşkı? Ben oradayım ama beynim, yüreğim Anadolu’da, Türkiye’dedir.
Ozanlık geleneğini geleneksel koşullar dışında daha çok bilinçli bir şekilde okuyarak mı geliştirdiniz? Benim bir farkım halk şairliğini bilinçli olarak seçtim. On üç yaşında sürekli okuyarak kendimi geliştirmeyi bir ilke edinmiştim.
Halk ozanlığı hakkındaki görüşünüz nedir? Dede Korkut’tan günümüze kadar, toplumları aydınlatma yolunda eserleriyle, sanatlarıyla, kültürüyle mücadele etmiş, ağır bedeller ödemiş, halk ozanlarının hayatını okudum, inceledim ve onları kendime şiar edindim. Bundan güzel bir aydınlık yol bulamadım. Biz nota bilmeyiz. Otantik çalar söyleriz. Do re mi’nin yerine dramı seçtik bizler.
Alevilik için neler söylersiniz? Aleviliğin dünya ülkelerinin içinde çok ayrı bir özelliğe sahip olduğunu biliyorum. İnançlarında sürekli insanı kaynak almış, sorulduğunda en iyi şekilde örneklerini verebilen, asla insanın ayrılıklarına müsaade etmeyen, ezilenden, haklıdan yana olan, 72 millete bir nazarla bakan, Pir Hacı Bektaş’ın felsefesi doğrultusunda aydınlık bir görüşe sahip olduğu için Alevi olmaktan gurur duyuyorum.
Köyünüzde, yörenizde Alevilik nasıl yaşardı? Köyümüzde dedelerimiz yılda bir kez gelirdi. Küskünleri barıştırırlardı, yanlış yapanları cezalandırırlardı, toplum dışı bırakırlardı. Hatasını düzeltene kadar bu cezası devam ederdi. Köy halkı da o hareketinden, yanlışlarından vazgeçtiğini gördüklerinde onu affederler, o da tekrar topluma katılırdı. Cemlerimizde Allah, Muhammed, ya Ali üçlemesiyle zikirlerimiz yapılırdı. Dedelerimiz bize öğüt verirlerdi: asla kötülük yapmayın, kötülük yapan insan olamaz, derlerdi. Bu öğütten dolayı da dedelerimize minnettarız. Biz her ne kadar ibadet, ticaret, siyaset dışına itildiysek de özümüzü kaybetmedik, yeniden bu üç ayak üzerine kendimize inşa ederek ülkemizde var olan her konuda ortak hareket etmeye hazırlanıyoruz.
Fransa’dan Türkiye’ye nasıl bakıyorsunuz, Türkiye şu anda nerede duruyor? Aslında Türkiye’nin AB.’ye ihtiyacı yoktur. Avrupa Türkiye’ye zayıflatarak içine almak istiyor, istediği gibi kullanabilmek için. Hem stratejik alanda, hem coğrafi alanda, hem de kültür alanında küçültüp istediği alanda kullanmak; yer altı kaynaklarını, en büyük yatırım kaynağı olan genç insanları çok ucuz bir şekilde elde edip kendi potasında eritmek istiyor. Bundan Türkiye kazançlı çıkmayacaktır. Bundan Avrupa yararlanacaktır.
Peki Ozanlarla anılarınıza tekrar dönelim. Mahsuni Şerif’in sizin yanınızda çok ayrı bir yeri vardı sanırım. Bundan bahsedelim biraz daha? Çevresinde her ne kadar yakın dost bildiği insanlarda umduğunu bulamadı, ama kahır da edip mücadelesinden vazgeçmedi. Hem teolojik, hem psikolojik, hem sosyolojik olarak kültürün bütün alanlarını özüne uygun olarak öz Türkçe topluma en duygulu müziklerle en ince anlamlı sözcüklerle hitap etmesini eksiksiz yerine getirdi. Ama şuna çok üzgünüm, ozanlar ölmeden gerçek değerleri verilmiyor. Bizde sadece cenazeye mi saygı vardır, bunu herkese soruyorum.
Şiirleriniz şimdiye kadar toplu olarak yayınlandı mı? Evet. Halk Ozanlığı Ateşten Gömlek isimli bir kitapta şiirlerimi topladım. 2005’de yayınlamıştım.
Şu anda neler yapıyorsunuz? İlk işim köyüme bir bahçeli ev yapmak oldu. Çünkü ben o havayla soluyarak büyüdüğüm için her zaman köyüme özlemim vardı. Ben sevdayı, üzüntüyü, aşkı, yoksulluğumu, hayata umutlu bakışlarımı, hep o köyde yaşadım. Köyümü hiç unutamadım.
Peki çok uzun zaman Türkiye’ye gelememenizin etkileri başka neler oldu? Babam 1997 yılında öldüğü halde gelip cenazesine katılamadım, onu göremedim. Bunu anlatmak çok zor. Ben Avrupa’da kültürümüzün Anadolu’daki gibi yaşamadığını görünce bunalımlara düştüm, çok zor günlerim oldu.
Şimdi Türkiye’de daha uzun sürelimi kalacak mısınız? İzne geldikçe artık kendi evimde kalmayı istiyorum.
Söyleşi: 2007
SEVDAYA DÜŞELİ
Dağa taşa yoldaş oldum
Ben bu sevdaya düşeli
Her mahluka kardeş oldum
Ben bu sevdaya düşeli
Bilirim ne yapar oldum
İnsanlığa tapar oldum
Pir elinden öper oldum
Ben bu sevdaya düşeli
Yastadır Meftuni yasta
Yarı sağlam yarı hasta
Ah çekerim her nefeste
Ben bu sevdaya düşeli
OLMADIKÇA
Bu dünyayı neyleyim ben
O yar benim olmadıkça
Nasıl gönül eyliyem ben
O yar benim olmadıkça
Vefasız bakmadı bana
Ben tükendim yana yana
Yönümü dönmem o yana
O yar benim olmadıkça
Dostu görmek haç sayılır
Başta altın taç sayılır
Yüz yaşasam hiç sayılır
O yar benim olmadıkça
Bana deymeyene deymem
Haksızlığa boyun eğmem
Kendimi Meftuni saymam
O yar benim olmadıkça
BEBEĞİM
Senin için ne planlar kuruldu
On beş yıldan sonra doğan bebeğim
Belki de hakkında idam verildi
On beş yıldan sonra doğan bebeğim
Zalimler ne bilir mazlum halinde
Vicdansızlık yatar tüm hayalinde
Perişandır enflasyon elinde
On beş yıldan sonra doğan bebeğim
Gerçek bir düzende hakkın alırsın
Yoksa yol boyunca gider gelirsin
Belki göz altında kayıp olursun
On beş yıldan sonra doğan bebeğim
Meftuni bakınca belliyiz bizler
Türküler söyleriz ellerde sazlar
Acımadan seni yakar yobazlar
On beş yıldan sonra doğan bebeğim
YOK
Saz çalan çoğaldı ozan azaldı
Yaratana selam bile veren yok
Yiğit gider hakkı için ölüme
Diriltene selam bile veren yok
Tabip deneyimsiz yara derinde
Yeterince ders almamış pirinde
Sap ile samanı biri birine
Ayırtana selam bile veren yok
Her türlü derdine çare arıyan
Şurada kaç kişi var işe yarayan
Meftuni’dir değerleri koruyan
Yürütene selam bile veren yok
OLUR İSEN
Korku görünmez gözüme
Sen yanımda olur isen
Hükmederim yeryüzüne
Sen yanımda olur isen
Her şey önceden bilinir
Önceden tedbir alınır
Ölüme çare bulunur
Sen yanımda olur isen
Hak nazarını taşırım
Kayıplarda dolaşırım
Dünya ile savaşırım
Sen yanımda olur isen
Aşkına doymadım açım
Yolunda ağardı saçım
Yok olur günahım suçum
Sen yanımda olur isen
Aşıklar aşk ile coşar
Güzellikler için koşar
Bütün insanoğlu şaşar
Sen yanımda olur isen
Gerçeği gören kör olmaz
Yalancıdan hiç yar olmaz
Mutlu yaşamak zor olmaz
Sen yanımda olur isen
Gökyüzünde rahmet bitmez
Denizde gemiler batmaz
Karaya yıldırım atmaz
Sen yanımda olur isen
Meftuniyem dokunurum
Sanma korkar sakınırım
Dört kitap da okunurum
Sen yanımda olur isen
YATMIŞ GİBİYİM
Yoksul düştüm gurbet gurbet gezerim
Dikenler üstünde yatmış gibiyim
Hep kendime sitem edip kızarım
Hayat boyu oruç tutmuş gibiyim
Hak deyip secdeye durduğum zaman
Anlı açık zikre girdiğim zaman
O yarin yüzünü gördüğüm zaman
Yedi defa Hacca gitmiş gibiyim
İnsanlar kaçıyor biri birinden
Bu da beni yaralıyor derinden
Yel esiyor insanlığın yerinden
Hayret edip dilim yutmuş gibiyim
İnsandır felsefem güneşim ayım
Bin yıldır ağlamış gülmemiş soyum
Meftuni canımız der ki ben buyum
Duyun diye nara atmış gibiyim
Kitap: Ateşten Gömlek, Aşık Meftuni,(Mustafa Doğan) Papirüs Basım, İstanbul, Ekim 2004