GARİP YADİGÂR HAYTA

GARİP YADİGÂR HAYTA

 

 

Bize yaşamınızı anlatmanızı istersek bize neler söylersiniz, nerede, ne zaman doğdunuz, çocukluk günleriniz nasıldı?

 

1949’da Çorum’un Merkez Ömerbey Köyü’nde doğmuşum.

Bu arada fakirliğim önümde duran bir duvardı.

Bunun sebebi babam Mehmet’in 30 yaşında ölmesi, annem Satı’nın 3 çocukla 25 yaşında dul kalmasıydı.

Ben kırk günlükken ismim önce Kazım’mış. Babamın kucağına beni veriyorlar, babam hasta yatağında yatıyor, ben ağlayım, vah kadersizim, demiş. Bunun ismini değiştirin Yadigar olsun, demiş. Nitekim Kazım ismi babam vefat edince Yadigar olmuş. Benim garibim kimlerin kapısında kalacak, demiş. Garip Yadigar ismini babamdan almışım.

Köyümüzde okul yoktu. Aslında okul vardı ama yıkılmış veran olmuş. Benim abim ilkokul 3’den çıkmışlar.

Okul çağına geldiğinde ilk yapacağım şey okula gitmekti.

On on iki yaşlarına geldiğimde kuzu çobanlığına başladım köyde, abim davar çobanıydı ben de kuzu çobanlığını aldım.

Kuzu çobanlığı yaptıktan sonra terfi ederek koyun çobanlığına başladı. Abim de sığır çobanlığına terfi etti! Abim başka köylerin azaplığına duruken ben bu sefer sığır çobanlığına terfi ettik, anam ben ve kız kardeşim bu işi yaptık.

Böylece hayat devam etti. Çobanlık yaptığım dönemlerde okuma yazma da bilmiyorumdur. Koyun kuzu çobanlığı yaptığım dönemlerde alfabe aldım. Abim ilkokul 3’ten ayrıldığı için bana alfabe harflerini öğretti. Kuzu güderken çayın kenarlarındaki kumları düzeltip elimdeki çöplerle kumların üzerine yazı yapmaya başladım. “Ali al, topu tut” yazılarını öyle yazdım. Okuma yazmayı öyle geliştirdim işte. Sonradan şehirde dışardan imtihana girerek ilkokul diplomasını aldım, 18 yaşlarında. Tuğla fabrikalarında öncesinde üç dört sene çalışmıştım. Askere 1969’da gittim. Askerden geldikten sonra hayata başladık. İlk defa Çorum’da tırbıratör denen, bir zaman PTT’nin kullandığı küçük araçlar vardı, onları kullanırdım, şehir içi nakliyatçılığa başladım, eşya taşırdık hep.

1974’de Anadol marka bir taksi aldım. Ağır vasıta ehliyet aldım. Taksiciliğe başladım Çorum’da.

1978’de ise bakkal dükkânı açtım. Bakkal dükkânının kapısına bir güzel şiir yazdım. “Yeğin gidin dostlar bakkal bizimdir” diye. Gerçekten de bir de baktım ki dükkânda mal kalmamış, veresiye isteyene vermiştim, sonunda iflas ettim.

Ve Yunanistan’a gemici olarak kamorot olarak kaçak gittim. Yedi arkadaş gittik beşi geri döndü ikimiz kaldık. Elde sazda gittik, müzisyenim, dedim. Gemilerde çalışmaya başladık. Bu arada gemiyle Kıbrıs’a, İtalya’ya, Beyrut’a, Mısır’a ve Bursa Gemlik Yalova’ya kadar geldik. Tekrar geri dönüşte Madagaskar’a alçı götürürken Hint Okyanusu’na girdik, gemi orda battı. Gemi batarken ben de güvertede şiir yazıyordum. Akşam saatleriydi. Ali ismindeki arkadaşım gemi batıyor, dedi. Sazı elime aldım, 25 kişi mürettapı vardı. Eşyalarımızı aldık, dışarıya çıktık, gemi yavaş yavaş battı, elimde saz, valizler, öylece bakakaldım…

Uyarı fişeği attılar. Gemiler yaklaştılar bizi aldılar. Biz canımızın derdindeyiz, sen de sazının derdindesin, at şu sazını, dedi arkadaşım. Ben de dedim ki; onu atamam ben onu Türkiye’den getirdim, oraya götüreceğim, böyle bir anım var. Bizi kurtardılar. Kuveyt gemisi bizi Aden’e getirdi. Aden’den uçakla Kuveyt’e oradan Yunanistan’a gittik, ifade verdik, sonunda Türkiye’ye geldik. 6 ay orada çalışmış oldum. Bizi Türkiye’den geri alacaklarını söylediler ama bu hala olmadı.

Garip Yadigar pes etmedi bu sefer Almanya’ya gittim. Almanya için müracat ettim, Ankara Merkez Bankası’na. Dövizi Merkez Bankası veriyordu. Dediler ki, sen yurt dışından gelmişsin iki sene gidemezsin, dediler. Hanımefendi bir kağıt istiyorum, dedim. Ben orada bir şiir yazdım. O şiir elden ele dolaştı. Beni içeri aldılar, bana sordular, sen kimsin?, dediler. Ben de kendimi anlattım. Onlar da; bu işlem Garip Yadigar Hayta için geçerlidir, deyip bana bir iyilik yapıp az bir dövizle beni yine saldılar. Ben yine elimde sazımla yurtdışına çıktım.

Almanya’ya girerken otobüsü durdular, içindeki 45 kişiyi indirdiler, herkesin işçi olarak gittiği öğrenince onları bir kenara çektiler. Bana sordular ben de şiirlerimi, sazımı, basındaki yazıları gösterdim. Tercümana banimle ilgili sordular, o da doğru söylüyor, dediler. Ben de çalıp söyledim, polis sordu tercümana onlar olumlu şeyler söyleyince bana onay verdiler. Ben Almanya’da iki yıl kaldım ama iş bulamadım. Polisten hep kaçıyordum. Ama bir gün bir polis beni yakaladı. Bir çalışma kampı vardı ya oraya gidersin, ya da Türkiye’ye gidersin, dediler. Kampın durumu çok kötüymüş ben Türkiye’ye tekrar geldim.

Hayat devam etti.

Tabii bu arada üç çocuk var, onların rızıklarını temin etmek gayreti var. İnişli çıkışlı bir süreçte nice sıkıntılar yaşadım, İran’a da gittim, Irak’a gittim kamyon şöförlükleri yaptım. Çok da darbeler yedim.

Hayatı kolay geçiremedim, büyük sıkıntılarla bu yaşamı kendi gücüm ve ailemin desteğiyle kazandım.

1992’de her şeyimi kaybettiktden sonra İstanbul’a geldim. Burada seyyar köftecilik yaptım, çaycılık yaptım, milli piyangoculuk yaptım, selpak sattım, çorap sattım. Sonra çay ocağı açtım, köfte salonu açtım.

Çocuklarımı İstanbul’a getirdim. Çocuklarıma liseyi bitirttirdim. Üniversiteyi bitirttirdim. Üç çocuğuma da üniversiteyi bitirttirdim. Küçük kızımı şiirle, aşıklarla tanıştırabilmek için küçük iken saz evlerine götürdüm, Türk halk müziğini sevsin, diye. Türk Halk Müziğini sevdi iki üniversite bitirdi; İTÜ Şan Bölümü’nü bitirdi. Beş yılda İzmir’de Sinema Okudu. Şimdi de öğretmenlik yapıyor.

İşte Ayhan Dost çok büyük sıkıntılardan sonra bugünlere geldik. Şimdi emekliyim.

 

İlk şiirlerinizi ne zaman yazmaya başladınız?

 

İlk Mahsuni Şerif’i, Mahmut Erdal, Feyzullah Çınar gibi âşıklar Çorum’a konsere geldiklerinde en büyük ilhamlarım ozanlar olmuştu. Sözlerini ezberledim onları hem çalar hem ağlardım. Askerde bir albaya şiir yazmıştım. Ondan sonra Çorum’a geldiğimde Hamdi Gardaş diye bir şairimizi vardı. İlk onun yanına gittim, elimdekileri gösterdim, bunlar şiir mi değil mi siz ne dersiniz, dedim. Yazdığım şiirleri ona gösterdim. Onun sözleri beni teşvik etti. Sen güzel yoldasın, dedi. Sen ilerde kitap bile çıkarabilirsin dedi. Yazdığım şiirleri hep saklardım ki, kimse bu nasıl şiir demesin, diye. Hüseyin Çırakman’ın kitaplarını okurdum.

Çorum’dayken yerel gazetelerde şiirlerim çok çıkardı. O zaman Çorum Ozanlar Derneği’nde üyeydim. Oradaki ozanlarla dostluğum vardı. Şiir yazmayı hep sürdürdüm.

Hatta Çorum İl İdare Müdürlüğü benden 20 şiir istedi, Çorumlu ozanları bir araya getirmek istiyorlar.

 

Sonra?

 

İstanbul’a geldikten sonra Halk Ozanları Derneği’ni kurduk. Burdaki ozanları, aşıkları yakından tanımaya başladım. Mahmut Erdal, Ali Kızıltuğ gibi ozanları dinleme, onlarlarla tanışma fırsatlarım oldu. Şiirlerimi gösterdim onlar da onay verdiler bana cesaret geldi. Kitap yapmaya karar verdim.

 

Yayınlanan Kitaplarınız var?

 

2009’da Bir Garip Ozan isimli kitabım çıktı. Şu günlerde ikinci kitabımın hazırlığı bitti. İki kitap birden yayınlacağız.

 

Şu anda ne yapmak istiyorsunuz?

 

Oğlumun yanına Güney Amerika’ya gideceğim. Bu dördüncü sefer gidişim. Venezuella’ya gidiyorum.

 

Sizce Ozanlar kimlerdir, ozanlık nedir?

 

Ozanlık halkın dertlerini kendine dert edinmiş, hislerini düşüncelerini kendi beyninde yoğunlaştırmış, acılarını, sancılarını ırk, din, dil hiçbir ayrım yapmadan dile getirmiş; bütün insanların açılarını gözüyle görmüş ve bunu da saz ve söz ile dile getirenlere bence ozan, denir.

 

Nereden kalmıştır ozanlık?

 

Pir Sultan’lardan, Köroğlu’lular, Fuzuliler’den devam ederek bugüne gelmiştir.

 

Gerçek insanlık ne demektir?

 

Eline, beline, diline sahip olan gerçek bir insandır. İnsan olduğu gibi görünmeli, göründüğü gibi olmalıdır. Hiçbir insanı birbirinden ayırmayan gerçek insandır. Herkesi eşit gören ve eşit tutandır, gerçek insanlıktır. Barıştan yana olmak, tabiatı korumaktır gerçek insanlıktır. Evlatlarına en iyi anne baba olmak demektir gerçek insanlık.

Ben yaş ağacı kesemezdim, çobanken, kuru ağaçları değnek yapardım.

Çin’deki Yemen’deki bir insanın da acısını hissedemektir gerçek insanlık. Hep bana, hep bana düşüncesi yanlıştır. Düşenlere omuz vermek, ağlayanın yanında olmak gerçek insan olmaktır. İnsan kafasını yastığı koyduğu zaman vicdanıyla baş başa kaldıktan sonra rahat olan insana gerçek insan denir.

 

Çorum kültürü, ozanların çok olduğu bir yer Çorum. Çorum’da Alevilik var?

 

Köy...

 

Bizim köy bir Alevi köydür. 35/40 hanedir. Ama çevre köylerin hepsi Sünni’dir. Bizim arazilerimiz karışık, bizim köye en yakın Alevi köyleri en az 20 km.’dir. bizler onların baskısı altında hiç Aleviliği yaşamadan büyüdük. Bizim köyde okul yoktu, camii vardı. Bizler Aleviydik ama Aleviliğimizi yaşıyamıyorduk, çevre baskısı vardır. Ben ilk olarak 20 yaşından sonra ilk kez ceme gitmiştim, başka bir köye o da Şahturna gelmişti annesiyle babasıyla birlikte. İlk cemi orada görüp ilk kez orada ağladım. Ağladıktan sonra saz çalıp şiir yazmaya başlamıştım. Bizim köyde cem yoktu, dede yoktu, aşık yoktu, saz çalan yoktu yani. Bana gelene kadar saz çalan yoktu. Benden sonra sazlar oldu, sözler oldu, ustalar yetişti.

 

Sizce Alevilik nedir?

 

Bizler dede erkânını girmemiştim. Annemizin Aleviliği anlattığı, eline, belini, diline sahip ol, herkesi sev ol, derdi. Haram yeme, derdi. Kin, kibir, goğ yapma derdi. Beline sahip ol derken,

Yalan söylemez, söylememeli, haram yememeli, gözüyle görmediğini söylememil, kin gütmemeli, komşusu açken kendisi tok uyumamalı. İyi öğütler vermeli ve toplum için çalışmalıdır. İnsanlara ve doğaya faydalı olmaya çalışmalıdır.

İçimde bir Hz. Ali sevgisi olmazsa bu şiirlemi yazamam.

 

Çorum aslında nasıl bir yer, bir Çorum Olayları oldu değil mi?

 

Ben Çorum Olayları’nda Olayların merkezindeki Alaattin Cami’ne yakın oturuyordum. Çorum Olayları başladı, silahlar patladı. Biz dışarıya çıkamadık o arada. Akşam olunca çocukları evde bıraktım arazilerden geçip Alevilerin olduğu mekana gittim. Olayın mahiyetini öğrendim. Geç saatlerde ben geri geldim, Alaatitin Cami’ye baktım, camii yanmamış. Çoçuklarımızı aldık, başka mahalleye taşındık. En yakın bildiğimiz komşularımız, her gün beraber olduğumuz Sünni komşularımız olaylar başlayınca hepsi bize düşman kesildi. Şehirdeki olayda insanlar öldü. İyi tanıdığım kişiler vardı, Alevi olduğunu anlayınca traktörüyle yakılan insanları abimin evini yaktılar. Bu da Alevidir, dediler halbuki benim abim beş vakit namaz kılıyordu, (köyde baskı vardı demiştim, orucunu tutar, namazını kılardı) eşyalarını harap ediyorlar. Çalıştığı sanayiden bir arkadaşı onu saklamış. Bir iki gün orada tutmuşlar. Abim de en sonunda köye gitti.

Çorum’da insanlar birbirinden ayrıldı. Alevi Sünni karışık mahallelerde insanlar evlerini sattılar. İnsanlar birbirine kin duymaya başladılar. Olaylar devam etti. Askeriye hâkim olduğu kadar hakim oldu. Öldürülen Aleviler tarlalara atılmıştı.

 

Bir dede fırına atılmış?

 

Ben onu da iyi tanıyordum. O sebze halinde sebze satarlardı. Bıyıklı babayiğit, siyah saçlı bir dedeydi. Çok iyi, kimseye zararı olmayan bir dedeydi. Ona çok üzüldük. Dedeyi diri diri yaktılar, zalimler... Bıyıklarını görüp onun Kızılbaşın hası, deyip onu yakıyorlar.

Çok kötü günler geçirdik. Hatta Sünni arkadaşlarımızı vardı, bizim evimize geldi. O olaylara bakış açısı değişik olan çok değerli Sünni arkadaşlarımız da vardı, bizler onlara da çok şey borçluyuz. Onlara selam olsun diyorum, ölenlere rahmet diliyorum...

 

Bir barış ortamı bozuldu?

 

Maalesef. İnsanlar köylere gidemez oldular. Silahla gidiliyordu. İnsanlar arası ayrım vardı. Birlik beraberlik kolay sağlanmıyor. O günler çok kötü günlerdi.

 

Çorumlu ozanlar?

 

Bizim dönemimizde Allah rahmet eylesin Hüseyin Çırakman vardı. Şimdi Aşık Gülabi var. Haydar Öztürk vardı rahmetli. Daha çok var...

Ben de hafıza kaybı var. En yakın arkadaşlarımı bile bazen hatırlayamıyorum. Bu hayatın bana yüküdür. Ben neler çektim, neler çektim, neler çektim...

 

Yokluk çektim, çok yokluk çektim.

 

KASIM 2013, İSTANBUL

 

Şiir Kitabı: bir garip ozan, şiir, Ozan Garip Yadigar, Yön Basın Yayın Batbaacılık, İstanbul, Şubat 2009.

 

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER

 

BİZİM MEYDANIMIZ

 

İncitsek te incitmeyiz canları

Bizim meydanımız yar meydanıdır

Paklanmış biliriz ol mihmanları

Bizim meydanımız pir meydanıdır

 

Ser veririz sır veririz can dosta

Kırk yıldır kaynayan çıraktır usta

İnsanı hak bildik biz bu hususta

Bizim meydanımız har meydanıdır

 

Hakkı hakikatle barış biliriz

Her gönülden gönüle varış biliriz

Öz vatanı karış karış biliriz

Bizim meydanımız er meydanıdır

 

Bir gramı bin olsa da satılmaz

Mürşidi ehline münkir katılmaz

Göz ile görünmez elle tutulmaz

Bizim meydanımız sır meydanıdır

 

Enel Hakkım haktır haktan olmaktır

Hakka baş bağlamak hakkı bulmaktır

Paklanarak bir deryaya dalmaktır

Bizim meydanımız ser meydanıdır

 

Garip Yadigârım bir kuru yaprak

Kuru yaprakları var eden toprak

Gel gir cemimize inanmassan bak

Bizim meydanımız var meydanıdır

 

HİÇ UNUTMADIM 1

 

Vilayetim Çorum Ömerbey köyüm

Köyümdedir anılarım her şeyim

Bir yaşamdır şiir ben bahaneyim

Soy ağacım dut dalım hiç unutmadım

 

Yokluk ile geçti bunca yıllarım

Hep kırıldı tutunduğum dallarım

Yazdım şiir oldu gizli sırlarım

Canım Anadolu’m hiç unutmadım

 

Doğduğum köyümün hal ve hatırın

Ezbere bilirdim her bir satırın

Çamdede dibinde yatan yatırın

Serin gölgesini hiç unutmadım

 

Eğirtmeni fötründen tanındık

El öperdik bahşişi bol sanırdık

Satılmış Şahin’e çok inanırdık

Hasan’la Turan’ı hiç unutmadım

 

Hacı Sadık denen bir adam vardı

Oğlu Ahraz ile saman satardı

Binmezdi eşeğe gözü çok dardı

Papazın Dursunu hiç unutmadım

 

Veli Dayım çok severdi kumarı

Kumar başlarında bitirdi varı

Yokluk ile gitti Çin Anşa Garı

Rafet’le Römi’yi hiç unutmadım

 

Çil Dursun Emmim’in çatıktı kaşı

On kez öksürürdü sigara başı

Kımıdın Hakkı’nın çöpçü maaşı

Emsalın Sadığı hiç unutmadım

 

Cüceler cücesi bir hoca vardı

Herkesi severdi herkese yardı

Ramazanda müezinlik yapardı

Metiğin Apdulu hiç unutmadım

 

Kardeşim Yağcı’nın hakkı çok bende

Hesap etsek alacağı yok bende

Zarardan kar yaptı her ettiğinde

Ayhan’la Neclet’i hiç unutmadım

 

Tını Şevket dokuz gobel babası

Bir düzüne olsunadır çabası

Dırı Cemal Musoğlu’nun gaması

Saffeti Serdarı hiç unutmadım

 

Alamanlar efendiyi tuş etmiş

Bir gecede ambarları boş etmiş

Sık söğütte paçaları yaş etmiş

Bayram’la Sadığı hiç unutmadım

 

Bir tren var idi sığır güderdi

Yıl on iki hep çayıra giderdi

Saraçlar başına terziye verdi

Alişin Arabı hiç unutmadım

 

Karalinin Metin moçunun sarı

Bir düşeş gelmedi Tahsinin zarı

Kırk yıllık emektar çoban yaşarı

Ali’yle Turan’ı hiç unutmadım

 

Kör Kâmil Kör Hasan bir de kör Fazlı

Bayar mender mandırada ifrazlı

İlk defa bir motor almıştı gazlı

Veysalın Muradı hiç unutmadım

 

Cin git Bayram geç gidince askere

Jandar madan alamadı teskere

Gönlü harman derde derman ey bre

Hüseyin Keçeli’yi hiç unutmadım

 

Selahatti’nin hali ahvali durgun

Abiyisi İsmail nedense yorgun

Körüsükler kahpe feleğe kırgın

Necati Ürüsü hiç unutmadım

 

Coruk yaşar Müslim kardeşi aşır

Topal Münür evlat acısı taşır

Kırmendof kömbele oğlu mübaşir

Hasa’ la Ömer’i hiç unutmadım

 

Umuttur insanı hayatta tutan

Çok yaşamaz derdi içine atan

Güneşsiz hücrede yorgansız yatan

Issak ve Combiği hiç unutmadım

 

Gancanın Gızının can murat çelik

İbrağam Kaalin ibik emmisi tilik

Arif ile Selfet Şevketle Colik

Gidi gidi Memmedi hiç unutmadım

 

Bir kavak var idi ulumu ulu

Dibinde yatardı yenköyün dölü

Kesmiş dallarını çoynağın eli

Kara oğlan Zahleyi hiç unutmadım

 

Topal Ali eski muhtar çorapsız

Çorapsız baldızı anamdır Kör Gız

Selman ile Arap Zeynal’la Dıbız

Sebaat’le Sami’yi hiç unutmadım

 

Düğünlerde kurulurdu sofralar

Sofralarda koçbaşıydı rakılar

Derya deniz olmuş neşet fakılar

Gulalın Bektaşı hiç unutmadım

 

Kıcılı Emmi’nin bostan ekmesin

Gökmen Nene’ninse fidan dikmesin

Memduh Onbaşı’nın halay çekmesin

Bayram’la Atif’i hiç unutmadım

 

İbişin Şükrü’nün yığın yığmasın

Fadime Ana’nın koyun sağmasın

Deli Sabire’nin adam döğmesin

Hasan Bozbattal’ı hiç unutmadım

 

Kımıdın Sadık yolda bir tıra girmiş

Koca tırı ters yüz etmiş devirmiş

Belki bir ah almış belki de körmüş

Erdal Olukcu’yu hiç unutmadım

 

Bahri Kaya benim gemici dostum

Bilirim gönlünde serili posdum

Görürseniz söylen sanmasın küsdüm

Üsük’le Turan’ı hiç unutmadım

 

Mehmet Aykut Nihat keçeli Ekrem

Helal olsun koçum içtiğiniz dem

Aşkın iksiridir aslında zemzem

Zaten Efkarlı’yı hiç unutmadım

 

Çöntür Hasan Şükrü Faytoncu sadık

Bahattin’le Bayram nöretle yadik

Mutlu ile mutsuz edikle büdük

Bay gedik Hıdır’ı hiç unutmadım

 

Deli muhtar olmuş vali çağırmış

Bekçi arsanadan üç gün bağırmış

Köylü vurdumduymaz sanki sağırmış

Halil’i Zulul’i hiç unutmadım

 

Adil ile Noret Muharrem Özay

Var mı yazılmadık söyle ıravay

Boyalık ve Çam Dede’den Derinçay

Muhsin Dayım Arif’i hiç unutmadım

 

Garip Yadigarım dünya bir mola

Uzat kolun dostum boynuma dola

Sülçi lisan eylediysem af ola

Sizler unuttunuz ben unutmadım

 

21 7 1979

 

 

BİZİZ ANADOLU TÜRKÜ BİZLERİZ

 

Bir ulu çınarın dalları gibi

Biziz Anadolu türkü bizleriz

Can Yunus Emre’nin kolları gibi

Biziz Anadolu türkü bizleriz

Biz türküyü türkü gibi söyleriz

                             

                 Hünkâr Hacı Bektaş dalları biziz

                 Pir Sultan Abdal’ın gülleri biziz

                 Dost Âşık Veysel’in telleri biziz

                 Biziz Anadolu türkü bizleriz

                 Biz türküyü türkü gibi söyleriz

 

Afyon Çanakkale İzmir’den Muş’tan

Başı dik onurlu çıktık savaştan

Bir karınca izi yosunlu taştan

Biziz Anadolu türkü bizlerin

Biz türküyü türkü gibi söyleriz

 

                 Aslı Kerem Karacoğlan Köroğlu

                 Ferhat Şirin Leyla Mecnun Dadaloğlu

                 Arzu Kamber aksakallı Pir oğlu

                 Biziz Anadolu türkü bizleriz

                 Biz türküyü türkü gibi söyleriz

 

Ecdadım can vermiş bu topraklarda

Şehit kanı nişan al bayraklarda

Sazı sözü özü kul Yadigâr’da

Biziz Anadolu türkü bizleriz

Biz türküyü türkü gibi söyleriz

 

21.03.99

 

OZANLARIMIZ

 

Bir bayrak altında Anadolu’mda

Hep güleç yüzlüdür ozanlarımız

Nefretten arınmış nara yanmıştır

Kapkara gözlüdür ozanlarımız

 

Her birinin omzundaki dut dalı

Bunlar bu vatana kara sevdalı

Söylediği türkü Anzer’in balı

Elleri sazlıdır ozanlarımız

 

Yıldızlar fed eder güneşe yürür

Sarp kayadan serttir damladan erir

Söylemeden duyar bakmadan görür

Şahturna gözlüdür ozanlarımız

 

Bir ok gibi düzgün su gibi berrak

Kulak ver sözünün manasına bak

Allah bir Muhammed Rıza En-el Hakk

Hap açık sözlüdür ozanlarımız

 

Onların en öndeler gamda tasada

İsmi zikredilmez anayasada

Bölüşürken alın terin masada

Erkek ve kızlıdır ozanlarımız

 

Göz ile görünme elle tutulmaz

Ölçülmez pahası ve de satılmaz

Kolay lokma değil asla yutulmaz

Yiyene tuzludur ozanlarımız

 

Hakk’tan gelir yine Hakk’a yürürler

Bir post ile dosta rıza verirler

Âşık Veysel gibi kalpten görürler

MAHSUNİ gizlidir ozanlarımız

 

Yadigar’ım ben de ozan olsaydım

Yar yolunda yâre türkü çalsaydım

Ya mutlu olsaydım ya da ölseydim

PİRSULTAN özlüdür ozanlarımız

 

 

İSMİM YADİGÂR

 

Mahlasım Gariptir İsmim Yadigâr

Çorum’un ÖMERBEY Köyü’ndenim ben

Gönlümdeki hicran başımdaki kar

Kanlı Kızılırmak boyundanım ben

 

Hiç okul görmedim cahilim kendim

Damladım göl oldum yıktılar bendim

Sarı Saçlı mavi gözlü efendim

Kemal ATATÜRK’ÜN yapıdanım ben

 

Dünya dedikleri koca bir tandır

Tandırda yanarım inancım tamdır

İnsan erdir erişmişler sultandır

Dede Korkut Avşar beyindenim ben

 

Dost Âşık VEYSEL’İN gözüyle kaktım

Diyardan diyara sel oldum aktım

Muhlis Akarsu’nun katarına çıktım

Otuz yedi canın huyundanım ben

 

Hakikat ehliyim yalan döşürmem

Fakir ensesinde boza pişirmem

Ben yoğsun tutma zam karın şişirmem

Paslanmaz çeliğin suyundanım ben

 

Ben canla can oldum hep gönlüm bolda

Gözyaşlarım kaldı yattığım çulda

Mahsuni Şerif’in gittiği yolda

Göçmen kuşlarının toyundanım ben

 

Eğlen bire yolcu bir sual edem

İçmişim gözyaşım koynumdadır dem

Sevgidir en yüce şerefli erdem

Matemi muharrem ayındanım ben

 

Bizler nefsimizi yenerek geldik

El açtık el Hakk’a dönerek geldik

Asılarak geldik yanarak geldik

Pir Sultan Abdal’ın soyundanım ben

 

Saygım vardır benim bütün canlıya

Candan sevki canlı seni anlaya

Köle verin beni sevgi dinliye

O sevgi dinlinin kıyındanım ben

 

Ozan Garip Yadigâr, 20 Mayıs 2011

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile