ADİL ALİ ATALAY'LA CAN TV. SÖYLEŞİSİ

Can Televizyonu’nda

ERENLER KATARI / 23.01.2019

AYHAN AYDIN

 ADİL ALİ ATALAY

 AA: Sevgili dostlar merhaba. Hepinizi en içten duygularımla selamlıyorum. Erenler Katarı yoluna devam ediyor. Bu sohbet ve muhabbet katarıdır. Dedelerin, babaların, araştırmacı yazarların, ozanların ve cümle gönül erlerinin hemhal olduğu, muhabbet meydanında buluştuğu bir programdır. Daha önce de kendisini ağırladığımız, günümüz halk ozanlarından, yayıncı, tüm ömrünü Alevi-Bektaşi araştırmalarına, bu yoldaki uğraşlara adamış ve Vaktidolu mahlasıyla anılan değerli bir simamızla birlikteyiz, Adil Ali Atalay. Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.

AAA: Hoş bulduk efendim.

AA: Nasılsınız efendim?

AAA: İyiyim hamdolsun. Sen nasılsın Ayhan?

AA: Şükürler olsun, diyelim. Hepimiz aynı iyilikte, güzellikte buluşalım. Bir ben iyi olsam ne çıkar?

AAA: Cümle alem, cümle alem…

AA: Cümle alem mazlum  olursa, cümle alem perişan olursa, benim iyiliğim bencilliğim olur, herkesi bir kardeş bilirsek, en güzeli herhalde. Siz de bunları en güzel söyleyensiniz. Evet dostlar, bugün, Aleviliğin temel değerleriyle ilgili, bütün hayatı bu değerler üzerine kurulu olan Adil Ali Atalay üstadımızla, büyüğümüzle sohbet edeceğiz. Diyeceğiz ki cem nedir, görgü nedir, ocak nedir, pir nedir, mürşit nedir… Kısa kısa bu bilgileri topladığımız zaman da sizlere güzel ilhamlar vereceğine inanıyorum. Güzel sultanım, siz küçüklüğünüzden beri cemlerde olan bir insansınız, dedelerin dizlerinin dibine büyüdünüz, ozanları, aşıkları tanıdınız ve dolayısıyla bu camianın yaşayan tanığısınız aynı zamanda. O yönünüz de çok önemli. Çok insan tanıdınız, onlarla yediniz içtiniz, konserlerde, cemlerde, muhabbetlerde oldunuz, onların kitaplarını kaleme aldınız, dergiler çıkardınız, dergilerde yer aldınız. Dolayısıyla toplumun hafızasısınız. Yani bu yönünüz çok önemli. Biz bugün, belki onu daha önce sizlerle yaptık başka programlarda, başka kanallarda çekimler yaptık ve daha da yapılması gerekiyor fakat ben diyorum ki bugün bütün okuduklarınızdan, izlediklerinizden, gördüklerinizden, yani bunları yaşayan bir insan olarak, hissederek yaşayan bir insan olarak bunları siz özetleyin bize. Diyelim ki örneğin, ocak ne demektir?

AAA: Teşekkür ederim Ayhancığım. Ayhancığım, ocak ne demektir? Biliyorsunuz, yetişmiş, tekamüle gelmiş, Anadolu’ya Ağuiçenler gelmiş, Baba Mansurlular gelmiş, Hacı Kureyşler gelmiş… Bunlar gelmişler, bir yere oturmuşlar, insanları eğitmiş, gerçekleri, Aleviliğin sistemini, ikrarı, tevhidi, cemi, cemaati öğretmişler. Öğrenenleri de her birini aynen, Alevilik askeriyeye benzer, askerde er, onbaşına şikayet eder, onbaşı çavuşa, çavuş astsubaya, astsubay, asteğmen, üsteğmen, öyle çıkar gider. Aynen öyle. İlkin musahiplik olgusunu oluşturmuşlar. Musahipler birbirinin noksanını tamamlamak, geçimini sağlamak, birisinde varsa öbürünü aç bırakmamak, yanlışa gidiyorsa ilkin musahip onu düzeltmeye çalışır… Düzeltemedi mi rehbere müracaat eder. Rehber düzeltti düzeltti, düzeltmediyse pire, pir düzeltmediyse mürşide intikal eder. Halk mahkemesi kurulur. Onu o suçunun cezasını ona çektirirler. Onu da gören adam o suçu işlemez korkusundan, halkın içinde rezil oluyorum diye. Halbuki vezir olur, suçunu itiraf edip arınmak kadar güzel bir şey yoktur. Borcunu ödemiş olur yani. Bir kişi borcunu ödedikten sonra daha bir daha adam bir şey ister mi ondan? İstemez. Her koyundan bir post çıkar. Allah, bu dünyada sorgusunu sualini verenin, öbür dünyada sorgu sual sordurmaz. Bu yol öyle bir yoldur işte.

AA: Evet bu yol… Ocak kavramının anlamı ne içerebilir mesela?

AA: Efendim ocak kavramı, karakol usulü gibi, tamamlıyorum, karakol usulü gibi, mesela demiştir Sarı Saltuk’a, sen filan yere gideceksin, orada mürid edineceksin, mürşit olacaksın, orada ocak kuracaksın, bu konumu orada yaşatacaksın. Karadonlu Can Baba’ya demiş ki Kemah’a gideceksin, Keykubat’ın ordusunu durduracaksın, sonra da orada bir ocak kuracaksın, oradaki köyleri kendine bağlayacaksın. Rehberin olacak, mürşidin olacak, pir olacaksın, belki rehber olacaksın, belki mürşit olacaksın. O da kademe kademedir. Aynı tahsil gibidir, okuma yazma gibidir. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite gibidir. Öbürüne demiştir ki sen Trakya’ya gideceksin. Aynen biraz evvel dediğim gibi. Ondan sonra Hacı Bektaş-ı Veli gelmiştir, aynen Hacı Bektaş-ı Veli de Rumeli erenlerini var iken de gelmiştir. Onları yetiştirmiş, mücizat sahibi yapmış, yani bilim sahibi yapmış, irfan sahibi yapmış, tekamüle getirmiş, 07.20 takvim yapmış. Yani Kur’an’ı natık yapmış. Onları da göndermiş. O da göndermiş. Bunların her birisi bir yerlere gitmiş. Orada ocak kurmuş. İnsanları yetiştirmiş. Kötülükten 07.40 almış. Gerçekten de Alevi köylerinde mahkeme yoktur. Yani şeriat mahkemesine hiç gidilmemiştir. Şahsım itibariyle daha ben bir karakola gitmemişim bugüne kadar. Gerçekten gitmemişim ki dedelerimiz de gitmemiştir. Köyde kavga olmuş, duymuşum, hatta boyundurukla kavga etmişler. Adamın, dövülen, yürümüş ki Kemaliye’ye gide, mahkemeye vere, arif kişi, köyün arif kişisi bağırmış, köyün karşısından: “Oğlum yarın bir gün dede geldiği vakit, ayak ayak üstüne koyduğun vakit, dara durduğun vakit ve ne diyeceksin?” demiştir. O dönmüş gelmiş, kendini dövenin boynuna sarılmış, hüngür hüngür ağlaşmış, barışmışlar. Bu şekil yani. Halk mahkemesi, hiç bilinen olay, bilhassa köylerde çok güzeldi, herkes birbirini tanıyordu, kim suç işlemiş, kim işlememiş belli oluyordu. Onu da halk mahkemesiyle hallediyorlardı.

AA: Peki cemin ve ocağın olmazsa olmazı, hep dardan bahsediyoruz, dar ne demektir?

AAA: Dar, efendim, Mansur darı vardır, Fatıma Ana darı vardır, o dara dikildiğin vakit dilsizsin, ölmeden evvel ölmüşsün, dilli başlısın diyene kadar hiç, Allah’ın huzurundasın, gerçekten Allah’ın huzurundasın. Cenab-ı Allah bütün insanlara nasip eylesin, o dara durduğu vakit bütün azalarıyla teslim oluyor. İstekli olan varsa onun hakkını veriyor. Bir de kimsenin haberi olmadan suç işlemişse onu da orada itiraf ediyor Allah’ın huzurunda, itiraf eder gibi. Yani ölüp de derler, öbür tarafta gizli kapaklı yoktur, derler ya, her insanın bir tuğba ağacı vardır, derler ya… Zaten bu vücut bir tuğba ağacıdır. El der ki ben tuttum, der, ayak der ki ben gittim, der, göz der ki ben gördüm, der, el der ki ben koyunu kestim, der, ağız der ki ben yedim, der. Hiçbiri inkar edebilir mi? İnkar edemez. Orada dört kapı hakkı için, her cezanın dört misli cezası vardır. Birisinin koyununu kesmiş yemişse dört tane koyun vermek mecburiyetindedir. Birisinin tarlasını yedirmiş ise, kaç 10.12 buğday çıkar diye, oradaki halk mahkemesi, elli 10.17 der, onun dört mislisini ama öbür adam almaz. Der ki çıkan buğdayımı  versin, benim bir koyunumu versin, ben almıyorum, der fakat halkı rahatsız ettiği için, cemaati rahatsız ettiği için, cemaate de ya bir kurban keser, gücü kadar, ya bir lokma getirir. Cezası orada aklanır.

AA: Evet. Şimdi dedik ki Mansur darı var, Mansur darı Hallac-ı Mansur’dan geliyor sanırım?

AAA: Evet.

AA: Peki Hallac-ı Mansur nasıl bir bedel vermiş ki ismi hala yaşıyor?

AAA: Efendim Hallac-ı Mansur’un eşi Kırklar Meclisi’ne gidermiş geceleri. Hallac-ı Mansur da demişler ki o zaman kadınların dışarı çıkması çok yasak, biliyorsunuz, hala… Biraz evvel söylemiştiniz, kadınları daha hala insan yerine koymayanlarımız var, Allah onları da uyara… Eşin gece gidiyor, başı açıklık yapıyor, der. Demiş ki benim eşim başı açıklık yapmaz. Bu gece uyumadan sen keşfet, derler. Gider. Uyumaz. Bacı eşinin uyumadığını bilir ama erenleri bekletmemek için, üstünü giyer, çıkar gider. O da peşinden gider. Peşinden gider. Kırklar Meclisi’ne girer girmez, kapı açılır açılmaz, 11.50 geldi, derler. Sakallısına varana kadar herkes ayağa kalkar ki bacı tam olgun, Fatıma-tı Zehra gibi, o meclisin bir Fatıma-tı Zehra’sı olarak kabul edilir. Mansur da kapıda öylece kalır. Hani bir söz vardır, “Bu mecliste nice başlar kesilir, hiç soran olmaz…” derler ya, Mansur’u ya orada öldürecekler, yok edecekler, yoksa gelip tabi olacak o meclise, tabi olacak çünkü tabi olmazsa, o sırrı verirlerse, onların hepsi öldürülecek. Ta Güruh-u Naci’den beri, hep zalimler mazlumları yok etmiştir ya, anladın mı? Mansur, özünü dara çek, derler. O anda özünü dara çeker işte, tamamen teslim olur. Özünü dara çekmek demek, tamamen, bütün mevcudiyetiyle, ruhuyla, bedeniyle, varlığıyla çünkü gelenin malı, dönenin canı, derler ya, çok ağır bir meseledir ikrar vermek. Orada dara çeker özünü. Orada ve Ene’lHakk…

AA: Dediği için?

AAA: “EynelHakk” der, “EynelHakk” der, yani benim eşim hakk, suçlu değil, demek ister. Ene’l Hakk’a döner. Zaten onu hançerledikleri vakit, ben Ene’lHakk dediğim vakit hançerleyin, demediğim vakit vurmayın, o zaman hissediyorum, duyuyorum, demiştir. Anladın mı? Ene’lHakk, “Ben Allah’ım” dedi diye, o zamanın yobazı, dünün yobazı, bugünün yobazı, yobazlar onu katlederler. Paramparça ederler.

AA: Yani hiçlik makamına ulaşırken, Ene’lHakk, “HakkAdem’dedir” dediği için derisi yüzülerek bedelini ödüyor…

AAA: Derisi Seyyid Nesimi’nin yüzülüyor?

AA: Hallac-ı Mansur’un da yüzülmüyor mu?

AAA: Yok, onu paramparça ediyorlar.

AA: Parçalıyorlar. Evet, parçaladıktan sonra, bedelini ödediği için postla ismi anılıyor. Yani Aleviler onu ölümsüzler kervanına katarak anıyorlar.

AAA: Evet. Canıyla ödüyor. Evet, hani ser, baş, başıyla ödüyor. Biz daha terimizi vermedik, onlar serlerini verdi.

AA: Evet. Gelenin malı, dönenin canı, gelme gelme, dönme dönme lafı da oradan geliyor.

AAA: Evet oradan geliyor.

AA: Dolayısıyla o postun önünde duranlar da sanırım ki ikrar verirken bunları hatırlatılarak ikrar veriliyor? İkrar verilip ikrar alınmak ondan?

AAA: Evet. Zaten ikrar verilirken, Nesimi gibi yüzülmeye razı mısın, Mansur gibi asılmaya razı mısın, Pir Sultan gibi asılmaya razı mısın, diye ikrar alırlar. Yani 12 İmam orucu Hakk mı diye, KerbelaHakk mı diye, kul hakkı Hakk mı diye, musahip Hakk mı diye, rehber, pir, mürşit Hakk mı diye, Hakk olanın Hakk yardımcısı olsun, Hakk’ı Hakk’lamayanın boynuna kement olsun mu, diye ant içtirirler yani. ?

AA: Evet bütün bu sembollerin anlamı var. Peki post ne demektir?

AAA: Post ne demektir? Şimdi şeriatin postu ayrıdır, tarikatin postu ayrıdır, marifetin postu ayrıdır, sırr-ı hakikatin postu ayrıdır. Sırr-ı hakikatin postu bu vücuttur. Sembol olarak, dedenin oturduğu yere post derler. Sembol olarak. Yani Hakk-Muhammed-Ali’nin postu, yani o oturmuş ya oraya, bu da dedenin postu, işte Hakk-Muhammed-Ali’nin postu, derler ama post, dedim ya, tarikatte o döşektir, marifette değişir, hakikatte değişir. Oralarda marifet ehli oldukları vakit, onlar söylenmez, yaşanır. Bak, bunlar söylenmez, yaşanır. Yaşayanlar bilir.

AA: İşte 12 post var, 12 hizmetle bir bağlantısı var mı?

AAA: Var. Orada da var. Oraya da geleyim. Daha oraya gelmeden ben başımdan geçen bir olayı anlatayım. Ben bir sohbetimde dedim, Fatıma-tı Zehra’nın sırlarına eren bütün sırlara erer, dedim. Eşim ile ben gönül birliğindeyim, aramız şeffaf, hiç perde yok. Eve geldik, dedi ki Fatıma-tı Zehra’nın sırrını bana anlatır mısın, dedi. Dedim ki anlatamam, dedim. Niye, dedi, aramızda perde mi var, dedi. Dedim, o yaşanır, dedim. Yaşadığı vakit boynuma sarıldı, ağladı. Haklısın, dedi. Yaşanıyormuş, dedi. Yaşanır. Yaşayan Alevi’dir. Demiştim ya, yine söylüyorum, yaşayan Alevi’dir. Alevi’den doğan Alevi değildir. İnsan olan insandır. İnsan donuna giren insan değildir. Nasıl kabul edilirse edilsin, gerçekleri söylüyorum. Anlatabildim mi şimdi?

AA: Evet, 12 post ve 12 hizmet, dedik.

AAA: Evet 12 hizmet efendim, bu da 12 hizmetin dostları vardır,1’incisi rehberdir, rehber gelecek, köye gelecek. 2’ncisi peyiktir fakat peyki ta 6’ncıya, 7’nciye, 8’inci sıraya koymuşlar beylikte. Ben şimdi, Almanya’dan bir kitap geldi, onda koymuş, ben 2’nci sıraya koydum çünkü ilk iş peyke düşer. Pir bir köye geldiği vakit, peyik gezer köyü, dede geldi, der, filan evde toplanılıyor, der. Yani ilk iş onundur. 2’ncisi kapıcınındır, 3’üncü gözcünündür. Kapıcı gireni çıkanı kontrol eder. Ondan sonra gözcünündür. Gözcü nedir, sükuneti sağlar. Adaleti sağlar, adaleti sağlar orada. Yani konuşanları susturur. Anlatabildim mi? Kapıcı kapıyı bekler. Ondan sonra post, esasında post diye ortaya serilen cecimi, cecim gelir, duası alır serilir. Delilci delili yakar ışıtır. Abdesti suyu getirir. Süpürgeci, sembolik de olsa süpürür. Ayakkabıcı ayakkabıları bekler. Kurbancı kurbanı tekbirler, kurbanı keser. Pişirici pişirir. Lokmacı dağıtır.

AA: Peki bunların her birisinin bir piri var, deniyor, yani bu yol önderleri, bu bir yol, yolun hizmetleri var, darın pirleri var, o postların pirleri var, hepsi birbiriyle bağlantı kurduruluyor… Yani bir kozmos, evren, Alevi-Bektaşi düşüncesinde her sembolün, simgenin bir anlamı var. Tarihte bir yeri var. İsimler değişik olabilir, şahıslar da değişik olabilir ama bu yol öyle gelmiş ki bunlar birbiriyle uygulanarak, yaşanarak gelmiş. Çok güzel söylediniz, yaşanan Aleviliği, Bektaşiliği arıyoruz ama yaşanmadığı için kavga dövüş çok fazla. Post kavgası da oradan geliyor herhalde, posta oturmaya layık gerçek dedeler, gerçek mürşitler azalınca post kavgaları çıktı. Şimdi, camiye çok benzeyen cemevlerinde, minaresiz cami diyorlar, boşuna da demiyorlar çünkü o cemevlerinde yaşanmayan bir Alevilik var. Alevi kurumlarında yaşanmayan bir Alevilik var. Hepimiz Alevilikle ilgili konuşuyoruz. Ben de baştayım, ben burada yayındayız diye, senin demin söylediğin ulviliğe sığınarak, biz de birer filozof oluyoruz, insanlara bilgi verdiğimizi sanıyoruz. Ne kadar yaşıyoruz? Ne güzel, ikrar veren, kaç kişi ikrarlı, kaç kişi musahibini biliyor, kaç kişi dara duruyor, kaç kişi kurban kesiyor, kaç kişi özünü biliyor? Bunu sormak lazım. Alevi’yim diyen milyonlarca insan var.

AAA: Ayhancığım, oraya gireyim canım. Ayhancığım, 60 yılına kadar Anadolu’da köylerde gerçekten gerçek cemler yapılıyordu. Cemler tevhidledir. Tevhid. Tevhid var ya, birlik, tevhid, anlatabildim mi? Lâ mevcuda illâ Hû, bütünlük. Bütünlük olmayan yerde hiçbir şey olmaz. Oraya 12 kişi, 14 kişi, 17 kişi, kendisine güvenen, çarpılırsın oğlum, dikkat et, arı isen, temiz isen, yalan söylememiş isen, 21.03 gıybet eylememişsen, kendine güveniyorsan, gel buraya otur. 12 kişi oturur, 3 bin kişi, 5 bin kişi, o 12 kişiye bağlanır. O 12 kişiye bağlanır. 14 kişiye bağlanır. Tevhide bağlanır. Anlatabildim mi canım ciğerim? Onun içindir ki… Sorduğun sorunun bir kısmını kaçırdım herhalde, olsun, tevhidle ceme başlanır. Cem, kişiyi aşka düşürür. Aşka düşürdüğü vakit, Hakk’a yol açılır. Marifete yol açılır. Aşka düşmeyen, marifete yol açamaz. Aşka düşenin ne dini vardır, ne mezhebi vardır, ne efendim malı vardır, ne canı vardır, hiçbir şeyi yoktur. Aşktır. Aklı fikri aşktır. Allah’ın aşkıdır. Kul aşkından Allah aşkına yönelir çünkü Allah kulun gönlündedir. Alevilik’te tanrı-insan özleşimi vardır, özleşmiştir. Gökyüzünde dağda bayırda değildir, her gördüğünde Allah’ın varlığını görür. Marifette hakikate giren adam, şu gördüğü suda, şu bardakta, Allah’ın varlığını görür, bu Allah’ın parçasıdır. Allah’ın parçası olmayan hiçbir şey yoktur. Allah’tan başka hiçbir şey yoktur, diye şeriatte bile kabul ediliyor. Her şey Allah’ın bir parçasıdır. Bunu hakikatliler anlayabilir, hakikate gidenler bilir. Yoksa sen sensin, ben benim, şeriatte sen sensin, ben benim, tarikatte hem sensin, hem benim, hakikatte ne sensin, ne benim, hepsi Hakk. Bu bir kural. İlkokul, ortaokul gibi, sınıfı geçmeyene diploma verirler mi? Diploma vermezler. İlkokulu bitirmeyeni ortaokula alırlar mı? Ortaokulu bitirmeyeni liseye alırlar mı? Liseyi bitirmeyeni üniversiteye alılar mı? Peki ordinaryüs profesör olmuş ise daha ilkokula mı gelip öğretmenlik yapacak? İlkokula gelip talebelik mi yapacak?

AA: Ama ordinaryüs oldum, diyen, şekilde…

AAA: Dur, hatrıma geldi sorun. Dedeler bir post kavgasında, dediniz. Dedeler post kavgasında olamaz efendim. Hiçbir dede post kavgasında olamaz. 30 yıl Alevilik yozlaşmıştır. Dedeler inkar edilmiştir. Dedeler reddedilmiştir. İnkara gidilmiştir. Şah-ı Merdan Ali bütün kaleleri fethetmiştir, inkar kalesiyle fâş kalesini fethedememiştir kardeşim, anladın mı şimdi? Dedeler dedeliği unutmuş, talipler Allah, Muhammed, Ali ismini hiç öğrenmemiş ki akşam da değindiği yerler hep hatrımda adamın, çocuklarımıza, Alevi’yiz demeyesin, denilen bir devrede yaşamış bu Alevilik. Çocuğu okulda, ben Alevi’yim diyememiş, arkadaşına, ben Alevi’yim, diyememiş ki Velieddin Efendi bir örnek verdi, adamın birisi mühendismiş herhalde, bir köye gitmiş, gitmiş ki sınırlar bozuk değil, demiş ki bu köy herhalde Alevi. Yok, demişler, ilkin olsak ne olacak, demişler. Korku. Bir mühendisten, bir tek mühendisten bir köy korkuyor. Olsak ne olacak, demişler. Yahu, tebrik ederim, demiş. Sınırlarınız bozulmamış, demiş. Tebrik ederim sizi.

AA: Ah nerede o Alevilik? Kavgasız, dövüşsüz, mahkemesiz  Aleviler kalmadı?

AAA: Şimdi, teşekkür ederim. Onları kırk defa söyledim, on defa söyledim, bir daha söyleyeyim, Alevilik, yaşayan Alevi Alevi’dir. Mahkemeye giden Alevi, Alevi değildir. Benim 10 tane çocuğum varsa, 5 tane çocuğum varsa…

AA: Peki neden yaşayamıyoruz, bu eskiden yaşadı da…

AAA: Düzelecek Ayhancığım, birdenbire olmuyor. Bakın şimdi, kozmopolit oldu, bak şimdi: Ağuiçen talibi var, Baba Mansur talibi var, efendim, o diyor ki benim pirim seninkinden daha üstün, diyor, o diyor ki benim pirim daha üstün, diyor. Üzülerek söylüyorum, terbiyesizlik yapacağım şimdi… Beni bir dedeler toplantısına çıktım, dedenin birisi davet etti, çıkmayınca, dedim ki abdestim yok, dedim. Dedi ki… Dedeler odasına giremem, abdestim yok, dedim. Dedi ki kütüphanede, senin bulunduğun bir kütüphanede, oraya gittim… Veli Dede dedi ki gel çıkak kirve, dedi. Çıktık. İşte, söylesem, doğruyu söyleyeyim…

AA: Mirahi…

AAA: Ha şimdi… Çağırdı, yönetici yanına oturttu beni, dedeler, baktım ki hep soylarını anlattılar, sıra bana geldi. Ben dedim ki dedeler, vallahi şaka zannetmeyesiniz, hepinizi tebrik ederim, dedim. Dört dede bir arada, dedim, birlik edemez, dedim, bu kadar bir araya toplanmış, bu bina çökmemiş, dedim. Hepinizi tebrik ederim, dedim. Yani bunu aslında parola olarak herkesin beynine bir soru işareti bıraktım ben.

AA: Evet, güzel sultanım, canlar canı, şimdi aşıklar, sadıklar, kamberler, dedik, dedeler, dedik, postlar, dedik… Anadolu’da, Balkanlarda, her nerede Alevilik, Bektaşilik denilen sistem, yol, erkan, kim ne derse desin, bu varlık var iken, varlığın değerini bilemedik. Şehirlere geldik, işte dedelerimiz, efendim, bekçi oldu, çocuklarımıza, susun, Alevi olduğunuzu söylemeyin, dedik. Bunlar yaşandı. Tabii dünyada bunu yaşayan çok topluluk var. Ben bir Alevi’yim, annem babam Alevi, çok şükür ki… Benim de kusurlarım, hatalarım çok. Kişiselleştirmeyeceğim ama bu bahanelerin arkasına fazla sığınıyoruz. Herkes kendi yol ve erkanınca, kendi üstlendiği görevi yerine getirmiş olsaydı, bu kadar parçalanmayacaktı gibi geliyor. Yani herkes, senin dediğin gibi, ne demek istiyorsam, kendi üzerimize alalım, dedeler de babalar da ozanlar da yazarlar da aydınları da dernek başkanları da hepimiz aynı suçun ortağıyız.

AAA: Ortağıyız.

AA: O yüzden, bunu gelin hep beraber giderelim, dediğimiz zaman da 35-40 yıl oldu, menziller alındı, yollar aşıldı ama yine de sizin demin söylediğiniz yere varamıyoruz. Ben de diyorum ki bir muhabbet eyleyelim. Peki insanlar ceme niye gider?

AAA: Arınmak için gider.

AA: Peki niye gitmiyorlar bugün, çok mu arındılar da Aleviler, ceme gitmiyorlar, gerçek ocak dedelerini bulmuyorlar, o gerçek ocak dedeleri taliplerini bulmuyor? Neyin lüksünü yaşıyoruz biz.

AAA: Ayhancığım, ele eli yuyar, el döner yüzü yuyar. Şimdi bir beyaz gömlek ile adam girmiş, arabanın altında cıvata sıkmış, oradan yağ damlamış ise, gömleği siyahlanmış ise, beyaz gömlek… Alevilik beyaz gömlektir, o atılmaya muhtaçtır artık o gömlek. Her ne kadar oya da olsa, öte beri de olsa, temizleyici maddeler de olsa eski halini almaz. Kirlenmişiz. Şimdi kirlendiğimiz için birdenbire oraya gelemiyoruz. Adamın suçu olmaz.

AA: Ben demiyorum ki… Yani geçmişin ideali olmaz zaten, devir değişti, zaman değişti, her güzelliği yaşayamayız ama en azından bizi biz yapan temel değerlerimizi yaşayamıyoruz. İki yüzlüyüz mesela, yani burada konuşuyoruz, buranın dışına çıkınca… Burada yüz yüze gelince, oo eline ayağına kapanıyoruz, öpüyoruz, çıkınca aleyhinde atmaya başlıyoruz. Tutarsızız.

AAA: Efendim, Muhammed Aleyhisselam’ın güzel bir sözü vardır, ağır gelir belki duyanların bazılarına…

AA: Gelsin canım, gelirse de gelsin.

AAA: Eşinin birisi orada bir çirkin bir adam gelmiş, Muhammed’in yanına, gidince, onun haline gülmüş, aleyhinde konuşmuş, bu ne kadar kötü adam, demiş. Hemen bir tas getirin, demiş, tası getirmişler, tükür, demiş, şu tasa. Tükürünce, parça parça et parçaları gelmiş. Demiş ki ölülerin etini yedin, demiş. Bir kişinin aleyhinde konuşmakla ölülerin etini yedin, demiş. Bu ta 1400 yıldır bu söz ne çürümüş, ne arınmış, erinmiş, ne efendim, süzülmüş, hala, kıyamete kadar devam edecek, demode olmayacak bir sözdür. Anladın mı? Aşığın birisi der ki herkes kazancına bir hile kattı, doğru dürüst helal yiyen kalmadı, diyor. Gene bir dörtlüğünde de diyor ki dikkat eyle dostum, haramı yeme, haram helali de alır götürür, lisanını düzelt, yalanı deme, yalan söz imanı talar götürür, diyor. Kişi bir yalan söylemişse on yalan söyleyecek ki onu kapata. E o yalan yüz olacak. Hayatının sonuna kadar yalan söylemek mecburiyetinde ki bir yalanı bitirsin.

AA: Tekrar ediyorum, muhabbet eylemek bu yaralarımızı nasıl sarar?

AAA: Efendim, muhabbetten Muhammed doğar, Muhammed’siz muhabbet olmaz. Anladın mı şimdi? Sözlerin bazısı gerçek de olsa aleyh görünür. Ali’yi sevip Muhammed’i sevmeyen, Muhammed’i sevip Ali’yi sevmeyen ne Müslüman’dır, ne Sünni’dir, ne Alevi’dir, ne de insandır benim nazarımda.

AA: Dediniz ya insanlık, bir ozan da demiş ki bütün bayrakları yıkıp tek bir bayrak dikerdim dünyaya, benim gücüm yetmiş olsaydı. Diller ayrı, renkler ayrı, boylar ayrı, kilolar ayrı ama insanın ruhu aynı. Peki neden insan olamıyoruz?

AAA: Aynen dediğim gibi Ayhancığım, kötü yükü sırtlamışız, sırtımızda kötü yük var, o kötü yükü atmadan güzel yükü alamayız.

AA: Yani benlik mi buna engel, çıkar mı, rahat mı, keyif mi?

AAA: Benlik efendim.

AA: Yani niye o yük orada? Bizim hepimizde birer yük var. Bütün insanlar kendilerine baksa… Benim çok kilom var, bu bir yük, atmıyorum, iştahımın benciliyim. İşte başkasının başka bir yükü var, onun başka bir yükü var. İlk önce kişi kendini arındıramıyor. Bunu bırakalım, bu şahsi meseleleri. Biz toplum olarak neden bu yükleri taşıyoruz. Hamallığını niye yapıyoruz? Atalarımız güzel bir yol kurmuşlar ve biz bu yolun yolcusuyuz, diyoruz, lafta Alevileriz, sözde Alevileriz, yaşanmayan bir Alevilik var, diyoruz. Sen de aynısını söylüyorsun.

AAA: Ayhancığım, ben yine toplumdan ferde bir gireyim, ondan sonra topluma döneyim. Şu Perşembepazarı’da bu Kuledibi’nden yukarı bir Yüksekkaldırım var, bilir misin orayı sen? Ben hamallık yaptım Perşembepazarı’nda. 70 kiloluk bir saman hararı var sırtımda. Alttan yukarı gittim ki sizin gibi 5-6 tane erenler 50 kiloluk bir külçe altın var, bu altını Amerikan Konsolosluğu’na, kime güvenip de göndereceğiz, diyorlar. Götürmez, diyorlar, ya altını, diyorlar, şimdi bir hamalın sırtına versek bunu götüremez, diyorlar. Fakiri görüyorlar, hah buna güveniyoruz, diyorlar. E güveniyoruz, diyorlar ama benim sırtımda 70 kiloluk saman hararı var, onun üzerine 50 kiloyu koyup beni gönderebilirler mi? Gönderemezler. İlla ki ben o çuval samanı sırtımdan atacağım ki o cevheri sırtlayabileyim. Bunun da kuralı gerçekten cemevidir, ikrardır. Cemevine gidecek, ikrar verecek, haram yemeyecek, gıybet eylemeyecek, kötülük yapmayacak. İki kelime; eline, diline, beline, işine, aşına, işine, sözüne, özüne, izine, bu 3 kurala sahip çıkacak. Başka bir şey yok.

AA: İlimden gidecek, ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlık çünkü. Bu olmazsa olmazımız.

AAA: Ozanlar hakkında bir şiir okuyayım istersen?

AA: Son olarak onu okuyalım, evet, zamanımız doldu.

AAA: “Halk ozanı hiç ayırmaz kimseyi / inancı, milleti ne olsa olsun / derdiyle dertleşir, zevkiyle güler / diniyle inancı ne olsa olsun // haksızı görünce suçunu yazar / görüşü yüksektir yürekten sezer / bir ezilen görse canından bezer / halbuki o kişi kim olsa olsun // seçmez asla zengin ile fakiri / ezen faşistlerin tutmaz fikiri / ezileni görse yanar fitili / ırkı rengi dili kim olsa olsun // yazar insanlığın yüceliğini / unutmaz doğanın inceliğini / ayırmaz genç ile kocalığını / sever sevdiğini kim olsa olsun // sevgidir aşığın dini imanı / sevgi verir sevgi alandır canı / sevgisiz dolaşmaz damarda kanı / sevgiye kul olur kim olsa olsun // sevdi ise güzel çirkin istemez / sevdiğine din ve mezhep soramaz / sevdiğinin suçu olsa göremez / yeter ki sevmiş ya kim olsa olsun // doğayı insanı asla ayırmaz / haksızlık yapanı sevmez kayırmaz / mazlum olanlardan yüzün çevirmez / hiç yabancı bilmez kim olsa olsun // tüm dünya insanın bir yapmak ister / yasakları kırıp hür yapmaz ister / demokrasi halkı bir tutmak ister / milliyeti ırkı kim olsa olsun // ben dilerim cümle alem birleşsin / gönüllere sevgi gelsin yerleşsin / kin nefret yerine bir barış gelsin / fikri düşüncesi ne olsa olsun // silahı istemez halkın ozanı / asla sevmez sömüreni ezeni / bugünkü harp sanki katran kazanı / barış sevgi ister kim olsa olsun // tüm dünya insanı bir oluşalım / insan sevgisinde gel buluşalım / vahşetle kavgayla hep yarışalım / sevip sevilelim kim olsa olsun // vakti dolu sözüm asla tükenmez / bin yıl yazsam derdin arkası gelmez / bizi bilen bilir bilmeyen bilmez / gene de hepsine saygım var kim olsa olsun” demiş efendim.

AA: Eyvallah. Aşk olsun. Yüreğinize, gönlünüze sağlık, var olun, sağ olun. Evet sevgili dostlar. Gönül telleri böyle çalar, dillerimiz böyle söyler. Dostluk meclisidir bu, sürç-i lisan ettiysek affola ama bizlere de düşen bu çağın tanıklığını yapmaktır. Doğru görüp doğrusu söylemeyen Murai’dir, sizin dediğiniz gibi…

AAA: Evet, gökten aşağı indirse ayı, mirayidir, mirayidir, mirayi.

AA: Evet. Tabii biz ne kadar dürüstçe yaşıyoruz, ne kadar doğruları söylüyoruz, tam bilemiyoruz. İnsandır, kusursuz olmaz ama amacımız, Erenler Katarı’nda gittiğiniz söyleyen canların yüreklerine, gönüllerine bir su serpebilmektir. Dolayısıyla yolumuz doğrulukla kurulmuştur. Doğru gidenlerin, erenlerin yoludur. Yol cümleden uludur. Cana can olan canlar, Can TV’nin güzel izleyicileri, bizi izleyen dostlar, emek verenlere çok teşekkür ediyoruz. Kamera arkasına olan dostlara.

AAA: Ayhancığım iki üç sefer dediniz ki bizlerde de suç vardır, dediniz. Ben ne derim biliyor musunuz, ben derim ki bir cahil yüz tane suç işlese, bir kilo gelirse, biz eğer, Allah göstermesin, bir tane suç işlesek yüz kilo gelir. Yüz kilo gelir. O kadar sorumluyuz. Yani o zaman ne olur, kurum başkanları, dedeler, zakirler, rehberler, yazarlar, ozanlar, hepsi, hani sizinle bir program yapmıştım, yine aynı bu sözü de söylemiştim, demiştim ki dedeler, yazarlar, kurum başkanları, ozanlar, benim Ali’me karışmayın, benim Ali’m ister Arap olsun, ister İngiliz olsun, ister Fransız olsun, ne olursa olsun, o benim Ali’m, benim Ali’me karışmayın, dediğim gibi, dürüstlüğe karışmasınlar. Dürüst olsunlar. Dilerim. Bütün insanlık dürüstlüğe gele, barışa gele, diyeyim. 8 milyar kardeşimize barış diliyorum. Cenab-ı Rabb-ülAlemin yurdumuzun bütünlüğünü bozmaya, kardeş kanı döktürmeye, Cenab-ı Allah ötekileştirenleri de insanlığa, hidayete getire. Kim olursa olsun. İsim de vermiyorum. Ben yapıyorsam ben de hidayete geleyim, ben de ötekileştirmeyeyim. Hiçbir ferdi ben ötekileştirmiyorum. Kendimi severim, kendimi sayarım, hepsi kendimdir. O suçlar da benimdir. Ben suçları bile üzerime alırım. Anlatabildim mi? Ne yapabiliyorum? Ona karşı ne kadar hedef yapabiliyorum, ne kadar engel olabiliyorum, onu da düşünmem lazımdır. Hepsi de düşünsün. Can TV’ye teşekkür ediyorum. Gençlere de teşekkür ediyorum. Ta oradan buraya bizi buraya kadar da getirdiler ve çektiler.

AA: Eyvallah, gül yüzlü sultanım.

AAA: Yeni programlarda buluşmak dileğiyle, hoşça kalın, dostça kalın, gönlünüzdeki sevgi ışıkları hiçbir zaman sönmesin. Görüşmek üzere.

 

Söyleşi: Can Tv., 23.01.2019

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile