GÜLAĞ ÖZ

Sevgili Gülağ Öz; ülkemizde uzun yıllar Kültür Bakanlığı’nda çalışan bir araştırmacı olarak, sayısız seyahat yapıp Alevilik Bektaşilik konularında eserler veren bir yazarımızsınız. Hüseyin Gazi Derneği (Vakfı)’na büyük emek verdiniz. Buradaki çalışmalarınız devam ediyor. Ayrıcılıklı bir konuma sahipsiniz.

 

Yayınlamak istediğim kitapta yer almasını istediğim sorulara gerekli yanıtları vereceğinize inanıyorum.

 

Şimdiden teşekkür ediyorum…

 

Muhabbetle kalın…

 

Cumhuriyet döneminin en ünlenmiş ozanı olan Âşık Veysel (Şatıroğlu)’nun köyünden bir insansınız. Gerçekten köy yaşamını tam yaşayabildiniz mi? Bize köyünüzden, doğup büyüdüğünüz bu coğrafyanın kültür-sanat-edebiyat düzlemi içindeki sosyal yaşamından bahsetseniz, aklınızda neler kaldı bugüne? İnsan ilişkileri ve “kültür” dediğimiz yapının izlerini sonradan sürdüğünüz zaman Sivrialan ve çevresi hakkında bize neler söylersiniz?

 

Sivrialan Köyü Alevi olmanın avantajıyla ismini duyurmuş köylerden birisidir. Sivrialan denince ilk akla gelen şüphesiz Âşık Veysel’dir. Ancak onu büyüten bugünlere getiren olguları bilmeden söylenen her söz havada kalır.

 

Tabi Âşık Veysel Sivrialan’da önemli bir unsurdur. Onun geçmişine gitmeden, yaşadığı koşulları irdelemeden bu konularda söyleyecek sözümüz olmasa gerek.    

 

Sivrialan köyü tarihi çok eskilere gitmez. 18. Y.y.’da kurulmuş kozmopolit bir köydür. Bütünüyle akrabalar topluluğuyla kurulmuş bir köy değildir. Anadolu’nun farklı alanlarından konargöçer guruplar halinde gelmiş, bugünkü Alevi köylerinin ortasına yerleşmiş bir köydür. Eskiler anlatırdı. Köye ilk gelenler Ağagiller, daha sonra yine Erzincan, Sivas, Kayseri, Malatya, Diviği’nden gelen aileler Sivrialan isminde birleşmişler. Köye gelenler hep Alevidir. Ancak Alevi olmanın kurallarını yerine getirmek için koşulların oluşması gerekir. Çevre köyüne yeni yerleşen Hıdır Abdal Ocağına mensup dedeler vardır. Bu dede ailesiyle görüşüp Sivrialan köyünde toprak ve arazi verilerek dedelerin de bu köylü olması sağlanmıştır. Bu dede ailesi geleneksel olarak eğitilmiş dedeler olduğu için onlara Mollalar denmiş. Mollalardan Gözelağa dede cem yapmaya başlayarak bir köy birliği daha kolay sağlanmıştır.

 

Sivrialan Köyü de diğer Alevi köyleri gibi devletten uzak, eğitim, ulaşım, haberleşme gibi devlet çarkından yararlanmayan köylerden birisidir. Çocukluğumda Sivrialan köyü ve diğer Alevi köyleri ortaçağı yaşamaktaydı hala. Köyde ne bir okul, ne bir radyo, ne sağlık ocağı, ne bir elektrik vardı. Toplumun kaderi kaderiyle baş başa bırakılmıştı. Çocukluğumda akşamdan sabaha kadar yapılan cem törenlerini anımsarım. Orada verilen toplumsal eğitim bir bakıma halkı kucaklıyordu. Köyde herkesin musahibi vardı. Toplumsal dayanışma bu nedenle tüm halkı kucaklıyordu. Köyde eğitimi dedeler ve babalar vermekteydi. Yani köylü kendi kendisini eğitip bilinçlendiriyordu. İşte Veysel’e de bu pencereden bakmak gerekiyor.

 

Gerçekten Âşık Veysel Türk ozanlık geleneğinde neler ifade ediyor? Âşık Veysel kimdir, eserleri neden bu kadar sevildi?

 

Ozanlık geleneği içinde Âşık Veysel’in büyük bir yeri olmasının nedenleri vardır. Bunun başında Veysel’in bu geleneği çok küçük yaşlarda özümsemiş olmasıdır. O bu geleneği tekke kültüründen beslenerek almıştır. O’na ne kadar Cumhuriyet ozanı gözüyle bakılsa da, o kaynağını tekkeden yani Alevi- Bektaşi ocağından beslenmiştir. Şüphesiz Veysel’e Cumhuriyet ozanı demek ne kadar yakışırsa da beslendiği kaynakların önemi o kadar büyüktür. Bu konuda şunu söyleyebilirim. Âşık Veysel Tekke Edebiyatının Cumhuriyete bir armağanıdır.

 

Barış Yayınları arasında çıkan “Âşık Veysel” kitabınızı okudum. Orada Âşık Veysel’i besleyen bir verimli topraktan bahsediyorsunuz. Âşık Veysel’i besleyen damarlar nelerdi, onu etkileyen insan ilişkileri, ozanlar, tekke, ocak, baba, gibi değerler sistematiğinden ayrıntılarıyla bahseder misiniz?

 

Elbette bir canlıyı besleyen temel maddeler vardır. Veysel’de kendisini burada toprakla özleştirerek kendini yaratan kaynakları o kadar bonkörce şiirlerine yansıtmıştır. Âşık Veysel’in yetişmesinde önemli bulduğum kaynaklar şöyledir.

 

Birinci Dünya Savaşı’nda Sivrialan Köyünden İbrahim adlı bir genç (yıllarca Veysel’le birlikte Anadolu’yu dolaştılar) ile Zaralı Kasım adında bir asker arkadaşı askerlikten firar ederler. Firarda yolları Veysel’in köyünde kesişir. Bu sıralarda Veysel köyün altındaki bahçede armut ağacını bekler, geceleri armudun dibinde yatar. Firarilerle Veysel aynı yaştadır. İbrahim’in arkadaşı olmasından dolayı geceleri Veysel’in bahçesinde birlikte armut beklerler, gündüzleri de köyün karşısındaki ormanda saklanırlar. Bir süre sonra savaş sona erer. Kurtuluş savaşı kazanılınca ortaya çıkarlar. Veysel arkadaşı Kasım’ı ailesiyle tanıştırır. Karaca ailesi Kasım’a kocası savaşta ölen Kamer adlı kadına içgüveysi yaparlar. Kasım’la Veysel’in evleri bitişiktir. Can yoldaşı olurlar. Köylüler ona Kürt Kasım derler. Kasım keman yapar ve iyi de keman çalar. Bu anlamda Veysel’le ortak çalışmaları olur.

 

Veysel akrabalarından köyün en güzel kızıyla evlendirilir. Dört yıl evli kalan Veysel’in eşi komşularından Hüseyin adlı bir kişiyle kaçar. Bunalıma giren Veysel’in imdadına Kürt Kasım yetişir. Veysel’i ikna ederek memleketi Zara’ya götürür. Zara’da bir kahveye konuk olurlar.  Veysel Sazını çıkartıp türkü söylemek isterken kahvedekiler, “üstü başı perişan olan bu zavallı ne söyler ki” diye küçümserler. Kürt Kasım sinirlenir, bir kez dinlemelerini ikaz eder. Veysel türküsünü bitirince, kahvedekiler birkaç kez tekrar ettirirler. Sonra ortaya bir mendil serilir ve Veysel’e para toplarlar. Bu Veysel’in ilk konseridir.

 

Veysel’in asıl ozanlığını belirleyen Zara, Divriği, İmranlı çevrelerinde yaptığı üç aylık gezide kendi şiirleriyle ortaya çıkmaya ve kendini kanıtlamaya başladığı dönemdir. Alevi-Bektaşi ocaklarında oldukça etkilenmiştir.

 

Bu dönem tasavvuf şiirlerini yazmaya başlamıştır. Örneklersek:

 

“Göklerden süzüldüm tertemiz indim

Yere indim yedi renge boyandım

Boz bulanık bir sel oldum yürüdüm

Çeşit çeşit türlü renge boyandım

 

Veysel yoktan geldim yok oldum geçtim

Ben diyenler yalan gerçeği seçtim

Bir buhar halinde göklere uçtum

Kayıp oldum sırlı renge boyandım

***

 

Saklarım gözümde güzelliğini

Her nereye baksam sen varsın orda

Kalbimde saklarım muhabbetini

Koymam yabancıyı sen varsın orda

***

Göz gezdirdim dört köşeyi aradım

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

İstersen dünyayı gez adım adım

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

 

Hayyam’a görünür kadehte meyde

Neyzen’e görünmüş kamışta neyde

Veysel’e görünür mevcut her yerde

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

 

Bu ve benzeri şiirler Âşık Veysel’in tasavvuf algılayışının söylemleridir. O Tanrı’yla öylesine bir söyleşi yapar ki Veysel’i ustalığa taşıyan da budur.

 

Sık sık Yalıncık Tekkesi’ne gitmeye başlar. Burada Bektaşiliğin edep erkânı konusunda kendisini geliştirir. Bu ara dergâhta bulunan Gülizar adlı Bektaşi dervişine âşık olur ve köye dönüşte ailesini göndererek Gülizar’ı kendisine eş olarak seçer.

 

Veysel’in yetişmesine etki eden ikinci bir etken ise, Sivrialan Köyü’nde yapılan cem ibadetleridir. Küçükten beri ceme girmeyi ilke edinmiştir. Cem yapılan evde bulunan yatak yığınları ve erzak çuvallarının akasına gizlenerek sabaha kadar cemi izlemesidir (bu konuyu bana bir röportaj sırasında anlatmıştı).

 

Yöreden ozanlar, âşıklar gelip cemlerde zakirlik yapmaları Veysel’in etki kaynaklarıdır. Bu âşıklar bugün bile adları ön planda olan âşıklardır. Âşık Veli, Âşık Kemter, Ağahi, Kul Sabrı başta köylüler olmak üzere Âşık Veysel’de bu pınardan beslenmiştir. Dedeler ve Babaların Âşıkların, Veysel üzerinde büyük etkileri vardır.

 

Üçüncü bir etki ise Sivrialan’a yaya yirmi dakika mesafede olan Meçit Köyüdür. Burada Bektaşi Babalarından Salman Baba’nın dergâhı vardır. Veysel buradaki muhabbete haftada üç gün katılır. Bu dergâh adeta bir edebiyat okuludur. Veysel üzerinde büyük emeği vardır. Sivrialan Köyünde bulunan dedeler Veysel’in yakın dostlarıdır. Onlarla sohbetleri de başka bir etkileşimdir.

 

Veysel böylesine bir okul sonrası 1932 yılında ilk kez Sivas Âşıklar Bayramına katılır ve burada onu cumhuriyete kazandıran Ahmet Kutsi Tecer’le dostluk kurar. Tecer Veysel’i cumhuriyet aydınlarından Yaşar Kemal, Sabahattin Eyüboğlu, Erdoğan Alkan, Ruhi Su,  Bedrettin Tuncel’lerle tanıştırır. Veysel’in deyimiyle bendi yıkan Tecer sonrası aydınlar. Sivrialan’lı Veysel’in Âşık Veysel olmasını sağlarlar.

 

Aleviliği nasıl tanımlıyorsunuz? Bektaşilik nedir? Alevi ocaklarının, Bektaşi tekke ve dergâhlarının Türk sosyal yapısındaki önemi ve yeri nedir?

 

Alevilik algısı çok çeşitli yorumlarla dile getirilir. Ancak bütün söylemlerin özü bir noktada birleşir. İnsana saygı, tanrıya saygı, laik düşünce ve demokrasiyi içinde barındıran bir inanç ve düşünce sistemidir. Özünü tanrı insan birlikteliğinden alır. İslami özü de kendine katarak Hak Muhammed Ali kavramlarını diğer inanç sistemleri ve kültürleriyle de birleşerek bugünkü söylemiyle Anadolu Aleviliğini var eder. Alevilik İslam’ın kendisidir, aslıdır demek Aleviliği özünden soyutlar. Bütün din ve kültürlerden bir şeyler vardır Alevilikte. Bektaşilik ve Alevilik özü ve aslı değişmeyen bazı ritüeller farklı da olsa bir birini bütünleyen inanılırlıktır.

 

Bektaşi tekke ve dergâhlarının sosyal yapımızda bir bağlayıcılığı ve bütünleştiriciliği vardır. O Alevliğin ve Bektaşiliğin okullarıdır. En üst düzeyde eğitim veren tarihsel bir geçmişimizdir. Onlar olmasaydı, tümüyle Arap ve Fars kültürünün kuşatmasından bu toplum kurtulamayacaktı. Bugünkü dilimiz bu tekke ve dergâhlar sayesinde Arap işgalinden kurtulmuştur.

 

Yurt dışında birçok ülkeyi gezdiniz. Oradaki Türk ve Alevi varlığı, özellikle Alevi kimlikli ozanların, erenlerin türbe, ocak, yaşam alanları çevresindeki kültürel yapıya doğrudan seyahatleriniz oldu. Sanırım bu gezileri fazla da yazmadınız. Biraz o atmosferden, o dünyadan bahseder misiniz? Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Azerbaycan’da olmak nasıl bir duygu verdi size? Orada kimleri tanıdınız? Orada sizlere gösterilen ilgili, Türkiye’ye gösterilen ilgiydi bir ölçüde, bu ülkelerdeki insanlar Türkiye’ye, Türk insanına, Türkiye’deki Alevilere, Alevi önderlerine nasıl bakıyorlar?

 

Tabi düşünsel ve yapısal farklılıklar olsa da bir noktada ortaklık buluyorsunuz. O’nun da soyut bir ortaklık olduğu hemen göze çarpar. Anadolu bir başka şeydir. Kendine özgü bir yapısı vardır. Oralarda bu özü bulamazsınız. Örneğin Azerbaycan kimlik ve inanç bakımından tarihsel birliğimiz varken, bugün özden uzaklaşarak soyut bir Alevilik vardır. Bize kıyaslayınca içi tamamen boşaltılmış kuru bir söylem kalmıştır. Tabi bağımsız bir devlet olunca çevresel etkiler bu boşluğa hücum etmişlerdir. Burayla bağ kurmayan sadece Türkiye Alevileridir. İran, Irak ve Suriye için de durum böyledir. Tarihsel geçmişimiz içerisinde çok ortak yönler bulabiliriz. Bunu hem inanç hem kültür değerleri üzerinden rahatlıkla görebiliriz. İran ve Irak’da her ne kadar Şiilik öncelikli olsa da, bize benzeyen, bizim gibi inanan topluluklar hissedilir derecede vardır. Suriye içinde benzer bir durum mevcuttur. Bizim bir parçamız durumundaki Kıbrıs halkının geçmişi tümüyle Alevi olmasına karşın bugün Türkiye Sünniliğinin kuşatımı altındadır.

 

Bu ülkelerdeki ozanlık geleneği bozulmadan yürütülmektedir. Bunda dil birliğinin önemi fazladır. Ama inançta farklıdır. Örneğin Irak’ta Şii bölgelerine yakın Türk Aleviliği Şiilikle oldukça yakınlaşmıştır.

 

Özellikle İran’a seyahatiniz çok tartışıldı bir dönem. Niçin İran’a gittiniz? Orada neler gördünüz, izlediniz? İran nasıl bir ülke? Gerçekten Şiilerin Alevilere bakışı nasıldır? İran’daki Alevilerden bahseder misiniz?

 

Evet 2003 yılında İran’a bir gezi düzenledik. Birinci derecede amacımız, Türkiye’de ilk kez Şah İsmail-Hatai Sempozyumu düzenledik. O amaçla İran’da Erdebil Tekkesi ve Şah İsmail illerini görmek tanımak amacındaydık. Tabi o zamanlar Türkiye’de gerici bir olay olduğu zaman hep birlikte “ Mollalar İran’a” sloganı atardık. Oysa İran’da gördük ki bunların hepsi hayal ürünü. Bir kere İran Türkiye’den sonra en büyük Türk devletidir. Her alanda senin dilin konuşulur, yabancılık çekmezsin. Camilerde beş vakit gürültülü ve bir birine karışan ezan sesi duyamazsın. İranlılar senin inancına, kültürüne karışmazlar. Bize burada anlatılanların hiç birinin gerçek olmadığını görürsün. Tabi İran Şii bir inanç taşımaktadır. Ancak bizim gibi düşünen ve inananların da oldukça çok olduğu görülür. Cemevleri vardır, cem yaparlar.

 

Hüseyin Gazi ve üzerinde kurulan dergâhın günümüzde yaşamı için bir dernek – vakıf- kurdunuz. Büyük mücadeleler verdiniz ve vermeye devam ediyorsunuz. Bu süreci bize özetler misiniz? Ankara’daki inanç merkezi olarak “dergâh”, yani tarihsel kökleriyle var olan bu yapı Ankara için ne ifade ediyor? Şu andaki sıkıntılarınız nelerdir? En son sanırım Alevi Bektaşi Federasyonu’na dâhil olan bir kurumsunuz?

 

Hüseyin Gazi Dergahı tarihimizde en eski dergahlardan bir tanesidir. 13.yy da kurulmuş, bir kez 1527, ikincisi 1826 da, üçüncüsü 1925 yılında kapatılmış bir Alevi-Bektaşi tekkesidir. Son kapatılmasının ardından inanç sahipleri yasaklara rağmen geleneklerini sürdürmüşler, kurbanlarını kesip dualarını yapmışlardır. Bir dönem bu dergâh gericilerin denetimine geçmiş, onlar burayı rant amacıyla kullanmışlardır. 1997 yılında Ankaralı Alevi aydınlar tarafından Hüseyin Gazi adında bir dernek kurarak burasını gerçek kimliğine dönüştürerek sahiplenmişlerdir. Yirmi yıldan fazla burada Alevi meşalesi yanmıştır. Ancak gerici güçler arkalarına alarak burada varlığını sürdüren Alevi inancına karşı bir saldırıya geçmişlerdir. Dernek ve Vakıf bu anlamda orada var olmaya çalışmaktadır. Bu anlamda boz atlı Hızır Alevilerin yardımına koşsun diyoruz.

 

Bir sempozyum (bilgi şöleni) yaptığınız Türk dünyasının ve Alevi Bektaşi edebiyatının klasikleşmiş ulu ozan ve düşünürlerinden Fuzuli kimdir, yaşamı, sanatı, eserleri hakkında bize bilgi verir misiniz?

 

Düşündüğümüzde çok ortaklıklar bulabiliyorsunuz. Ankara’da Hüseyin Gazi Kültür Sanat Vakfı Azerbaycan’la ortak üç önemli sempozyumu birlikte yaptı. Şah İsmail-Hatai, Nesimi ve Fuzuli.  Daha yüzlerce ortak değerlerimiz vardır. Bunlar bizi geçmişimizle yüzleşmeye götürmektedir

 

Söyleşi: Ocak 2015

 

 

Gülağ Öz’le Söyleşi

 

Bu derneğin başkanı ve diğer dostlarımızın da temsilcisi olması bakımından Gülağ Öz’e bir iki soru yönelteceğiz. Gülağ Bey, bu dernek düşüncesi nasıl oluştu ve bu dernek nasıl doğdu?

 

Türkiye’deki dernekler özellikle Alevi dernekleri, 1990’dan sonra çoğalmaya başladı.

Alevi insanı kendisini örgütlemeye, ifade etmeye başladı kısa sürede.

Bununla birlikte Aleviler de kendi inanç bölgelerini kendi inanç yerlerini açıktan ziyaret ederek buralara kurbanlar götürdüler buralara sahiplenmeye çalıştılar bu esnada Hüseyin Gazi Türbesi ile ilgili fazla bilgimiz yoktu.

1997’yılında Cemal Dede’nin arz ettiği gibi buraya kurban için gelmiştik ve burada insanların yoğunluğu, ilgisi, eski tarihi kalıntılar benim dikkatimi çekti, burayla ilgili araştırma yaptım. Öncelikle Hüseyin Gazi kimdir, buraya ne zaman gelmiş buranın amacı nedir? Bu soruların yanıtlarını araştırdım.

Burada benim edindiğim sonuç; burada 13. yüzyılda yapılmış bir Bektaşi tekkesinin varlığının olduğu yönündeydi. Buradaki dergahın 1925 yılına kadar süren bir varlığı var.

Burada ve buranın da işlevi tamamen Anadolu’da Türk kültürünü yaşatmak yaymak, Arap, Fars kültürüne karşı Anadolu’da gerek Selçuklu döneminde olsun, gerek Osmanlı döneminde olsun, var olan fakat kendi halkına hizmet etmeyen medreselere karşı bu tekkelerin varlığıydı.

Anadolu’nun çeşitli yerlerine açılan tekkelerden bir tanesi de Hüseyin Gazi’ye açılmış, bu dağın zirvesine burada yapılmış olduğunu tespit ettim.

Burada kitabe kalıntıları vardı. Bunu çözdüğümüzde 13. yüzyılda yapılmış olduğu anlaşılıyordu. Kitabenin 1476 yılında tamir gördüğü, Hüseyin Gazi Tekkesi’nin Yıldırım Beyazıt döneminde tamir gördüğünü gördük ve bura ile ilgili uzun araştırmaları Evliya Çelebi’nin Seyahatnamelerinden izledik.

Evliya Çelebi 1632 yılında burada cem yapıldığını söylüyordu ve bu alanda yüz tane dervişin görev yaptığını gerçekten doğruluyor. Çünkü buradaki binaların kalıntıları da burada büyük bir yerleşim yeri olduğunu, burada Hüseyin Gazi Vakfiyesinde de geniş arazi ve toprak üretimine sahip olduğunu gösteriyordu.

Ayrıca 1826 yılında 2. Mahmut döneminde burasının kapatıldığını kayıtlardan elde ettik.

42 yıl sonra Abdülaziz törenle açarak burasının Bektaşi’lere devr edildiğini gördük.

1925 yılında burası kapatıldıktan sonra halk hala geleneğini göreneğini inancını sürdürdü. O dönemde yığınlarca insanların burada olması çok güzel bir şey. Burasının yönetiminin tamamen burayla ilgisinin olması bizi şaşırttı. Ve buraya sahip çıkılması gerektiğini, burada yüzyıllardır var olan bir Bektaşi tekkesinin şeriatçıların elinde olması onların burayı kötü amaçları uğruna kullanmaları ve insanlardan topladıkları yardımlarla buraya hizmet yapmamaları bizleri tedirgin etti.

Ben bununla ilgili yaptığım çalışmalar sonucu buranın gerçek sahiplerinin elinde olması gerektiği kanaatine vardım. Ankara’da bulunan birkaç vakıf ve derneğe önerdim bu konuyu; böyle mekan var, buraya sahip çıkın, burayı alın, amacına uygun şekilde değerlendirin, dedim.

Dernekten ve vakıftan çok fazla ilgi görmeyince aydın çevreden bazı arkadaşlar bir araya geldiler ve bu derneği kurarak toplumumuza kazandırmayı ilke edindik.

 

Hayırlı olsun. Güzel bir çalışma yapmışsınız gerçekten de.

Şöyle bir olay var; yüz yıllar içerisinde tamamen Kalenderi, Hayderi, Vefai, Heterodoks Türk zümrelerinin, Alevi-Bektaşi-Kızılbaş zümrelerinin mekanları olan bu dergah yapıları zaman içerisinde maalesef farklı zihniyetlerle gerçek sahiplerinin dışındaki ellere geçmişler ve böylece özünden uzaklaşmışlar.

Bu çalışmalarınız önemli, diğer dernek ve vakıfların her birinin bir birinden güzel çalışmaları olduğunu biliyoruz.

Siz buna çağdaş bir boyut da eklediniz zor olanaklarla dergi de çıkardınız.

Türkiye’de böyle bir derginin çıkması da zor bunu da başardınız. Böylece derneğin hemen dergi hamlesi yapması buranın tarihi zenginliklerinin tanıtılması yanında, bu kültüre katkılarda da bulunmayı gerçek amaç edinildiğini de gösteriyor.

 

Bu dağdaki mekanımıza binlerce insan geliyor.

Bu insanlarımızı hangi doğrultuda eğitelim hangi doğrultuya doğru yönlendirelim? Bu da çok önemlidir.

Hüseyin Gazi Derneği’ne bağlı olarak dergi gitmektedir. Çünkü biz Hüseyin Gazi Derneği’ni kurarken, bilimsel temellere otursun dedik. Bu dernek sadece insanların inançları ile ilgili değil sosyal yapıları ile de ilgilensin, bu ilgilenme içerisinde Anadolu insanına Türk kültürü, Aleviliğin temellerinin gerçek anlamlarını da öğretsin, bu doğrultuda bilimsel çalışmalar yapsın, dedik.

Biz burayı yaptırırken önce bir festivalle başladık işe. Alevi toplumuna sahiplendirmek için bunun arkasından Hüseyin Gazi Kütüphanesi ile bu işi devam ettirdik.

Hüseyin Gazi Derneği olarak araştırma alanında, yayın alanında çok eksiğimiz var. Bunların ucundan tutmak gerektiğine inandık, bilimsel dergi çıkaralım dedik ve bu işe başladık. Yol adı ile iki sayı çıkardık. Önümüzdeki dönemde iki sayı daha çıkarırsak yaza kadar bu derginin kesintisiz devam edeceğine inanıyoruz.

 

Ahmet Yaşar Ocak, İrene Melikoff ve Oktay Efendiyev gibi Alevi/Bektaşi araştırmacılığının en önemli isimlerinden olan değerlerimizi ağırladığınızı duyduk, burada?

 

Evet. Biz buraya dünyanın önde gelen üç bilim adamını davet ettik ve geldiler ziyaret ettiler. Burayı hayranlıkla izlediler. Buraya sahip çıkılması gerektiğini de yazdılar.

 

Çok teşekkür ederim, hizmetlerinizin devamını bekliyoruz.

 

CEM DERGİSİ, SAYI: 97, OCAK 2000

 

 

ÂŞIK VEYSEL ŞİİRLERİ

 

Göklerden süzüldüm tertemiz indim
Yere indim yedi renge boyandım
Boz bulanık bir sel oldum yürüdüm
Çeşit çeşit türlü renge boyandım

Azgın azgın çağlayarak akarak
İnsafsızca tahrip edip yıkarak
Ne utandım ne kimseden korkarak
Kusur günah kirli renge boyandım

Bir kuru sevdanın peşine düştüm
Nice kayalardan taşlardan uçtum
Irmağa kavuştum kendimden geçtim
Utandım da kirli renge boyandım

Yüzlerimi yere vurdum süründüm
Çok dolandım ırmak oldum göründüm
Eleklerden geçtim yundum arındım
Kamilane karlı renge boyandım

Irmak olup kavuşunca denize
Dalgalandık coştuk taştık biz bize
Çok zaman seyrettim aya yıldıza
Aydın parlak nurlu renge boyandım

Veysel yoktan geldim yok olup geçtim
Ben deyenler yalan gerçeği seçtim
Bir buhar halinde göklere uçtum
Kayboldum o sırlı renge boyandım.

 

////

 

 

Saklarım gözümde güzelliğini
Her neye bakarsam sen varsın orda
Kalbimde gizlerim muhabbetini
Koymam yabancıyı sen varsın orda

Aşkımın temeli sen bir alemsin
Sevgi muhabbetsin dilde kelamsın
Merhabasın dosttan gelen selamsın
Duyarak alırım sen varsın orda

Çeşitli çiçekler yeşil yapraklar
Renklerin içinde nakşını saklar
Karanlık geceler aydın şafaklar
Uyanır cüml'alem sen varsın orda

Mevcudatta olan kudreti kuvvet
Senden hasıl oldu sen verdin hayat
Yoktur senden başka ilanihayet
İnanıp kanmışım sen varsın orda

Hu çeker iniler çalınan sazlar
Kükremiş dalgalar coşar denizler
Güneş doğar perdelenir yıldızlar
Saçar kıvılcımlar sen varsın orda

Veysel'i söyleten sen oldun mutlak
Gezer daldan dala yorulur ahmak
Sen ağaç misali biz dalda yaprak
Meyva çekirdeksin sen varsın orda

 

 

////

 

Göz gezdirdim dört köşeyi aradım

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

İstersen dünyayı gez adım adım

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

 

Coşar deli gönül misâl-i derya

Mecnun’a sahrada göründü Leylâ

Gördüğün güzellik hepisi Mevlâ

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

 

Her nesnede mevcut her cesette can

 Anın için dedik biz ona cânân

Evvel âhir odur onundur ferman

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

 

Bahar gelir çiçek olur açılır

Zaman zaman yağmur olur saçılır

Ehl-i aşka mey görünür içilir

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

 

Neyim ne olacak elde neyim var

Karac’oğlan Dertli Yunus soyum var

Mansur’a benzeyen bazı huyum var

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

 

O cihana sığmaz ondadır cihan

O mekâna sığmaz ondadır mekân

O devrana sığmaz ondadır devran

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

 

Hayyam’a görünmüş kadehte meyde

Neyzen’e görünmüş kamışta neyde

VEYSEL’e görünür mevcut her şeyde

Ne sen var ne ben var bir tane Gaffar

TOPRAK ŞİİRİ

 

Dost dost diye nicesine sarıldım 
Benim sâdık yârim kara topraktır 
Beyhude dolandım boşa yoruldum 
Benim sâdık yârim kara topraktır. 

Nice güzellere bağlandım kaldım 
Ne bir vefa gördüm ne fayda buldum 
Her türlü isteğim topraktan aldım 
Benim sadık yarim kara topraktır.. 

Koyun verdi kuzu verdi süt verdi 
Yemek verdi ekmek verdi et verdi 
Kazma ile döğmeyince kıt verdi 
Benim sadık yarim kara topraktır.. 

Adem'den bu deme neslim getirdi 
Bana türlü türlü meyva yetirdi 
Her gün beni tepesinde götürdü 
Benim sadık yarim kara topraktır.. 

Karnın yardım kazmayınan belinen 
Yüzün yırttım tırnağınan elinen 
Yine beni karşıladı gülünen 
Benim sadık yarim kara topraktır.. 

İşkence yaptıkca bana gülerdi 
Bunda yalan yoktur herkes de gördü 
Bir çekirdek verdim dört bostan verdi 
Benim sadık yarim kara topraktır.. 

Havaya bakarsam hava alırım 
Toprağa bakarsam dua alırım 
Topraktan ayrılsam nerde kalırım 
Benim sadık yarim kara topraktır.. 

Dileğin var ise iste Allah'tan 
Almak için uzak gitme topraktan 
Cömertlik toprağa verilmiş Hak'tan 
Benim sadık yarim kara topraktır.. 

Hakikat ararsan açık bir nokta 
Allah kula yakın kul da Allaha 
Hak'kın hazinesi gizli toprakta 
Benim sadık yarim kara topraktır.. 

Bütün kusurlarım toprak gizliyor 
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor 
Kolun açmış yollarımı gözlüyor 
Benim sadık yarim kara topraktır.. 

Her kim olursa bu sırra mazhar 
Dünyaya bırakır ölmez bir eser 
Gün gelir Veysel'i bağrına basar 
Benim sadık yarim kara topraktır.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile