ABİDİN ÖZGÜNAY'LA SÖYLEŞİLER (3)

ABİDİN ÖZGÜNAY

YAZAR, YAYINCI VE CEM DERGİSİ KURUCUSU

(1934/ 14 MART 2005)

 ABİDİN ÖZGÜNAY’LA ALEVİLİK/BEKTAŞİLİK ÜZERİNE...

 Ayhan Aydın

 (III.)

 

Alevi neye göre yaşıyor?

Aleviliğin bir takım ilkeleri var ona göre yaşıyor.

Bu ilkeler nereden ilhamını alarak yaşama intikal ediyor? İlkelerin meydana çıkmasına sebep olan illeti bulmak lazım, bu illeti Aleviler bulamıyor, yazılı kaynaklarda da bulamıyor.

Ben Alevilik araştırmalarımda Ali’nin, Veli’nin, Hasan’ın, Hüseyin’in dediklerine değil; Aleviliğin itikatine giren temel bazı unsurların nereden alabilirse doğabileceğini, doğmuş olabileceği düşüncesi ile hareket ettim.

Örneğin; devlet nedir, hilafet nedir, hilafet anlayışının topluma bakışı nedir?

Ben bunu düşündüğüm zaman ulul emre itaat şarttır, diyen Ehli sünnete, devlete karşı boynum kıldan incedir, diyen Sünni anlayışın bu anlayışa nereden rahatsız olduğu düşüncesini ararken; bunun hikmetine ilk insanın yaratılış usturasinden gelebileceğini düşündüm.

Ehli sünnete göre Adem hilafet-i nebeviyesidir.

Yani Allah yeryüzüne halifesini gönderecek, Adem’i gönderiyor.

Ehli Sünnet’in anlayışında Adem nebidir, resuldür.

Adem resul olunca onun sulbünden gelen devletin sahipleri de, peygamberleri de resul oluyor.

Tabi resuldür ama peygamberlere riayet eden halifeler de, peygamber adına hükmediyorlar.

Peygamber adına hükmettikleri zaman da Allah’ın mülkünün sahibi oluyorlar, zillullah oluyorlar, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi oluyorlar.

Bunların elindeki devlet, Allah’a revan bu mülkün tasarrufunda birinci derece de yetkin insan oluyor.

Alevi düşüncesinde hilafet-i Ademi’ye var, hilafet-i Nebeviye değil, hilafet-i Ademiye.

Adem resul değildir, nebi değildir, beşerdir.

Beşer olduğu için bu hilafette rısaletten kaynaklanan hilafet makamı Allah’ın yeryüzündeki zillullahlığını temsil etmez.

Beşerin bir unsuru olarak oradaki temsil edilen bir insanı ortaya koyar, onu temsil eder, bunun elinde de Tanrının mallarını tasarruf etme yetkisi yoktur.

Dolayısıyla da her insan Tanrının mülkünden eşit şartlarda tasarrufa hak sahibidir.

Bu aynen Kuran’ın bir ayetinde de var, ama şimdi bakıyorsunuz; devlet Allah’ın mülküne sahip, hilafet o mülkün yönetimini üzerine almış, padişahlar, halifeler bunun sahipliğini yapıyor, fakirler ise Allah’ı malına zenginler tasarruf ederken, Allah’ın yeryüzündeki gölgeleri istediği gibi tasarruf ederken, ağzının suyu aka aka seyrediyor.

Şunu demek istiyorum; Alevi itikatinin her rütmü bir temel ilmiyetten gücünü alıyor ama sokaktaki adam hilafet-i nebeviye ile hilafet-i Adem’iye arasındaki farkı bilmezse, bugünkü devletin çalımı ile devlet kapısında kulluk yapan insanın zaruriyetinin kader olduğunu zanneder ve buna boyun eğer, aslında böyle bir durum söz konusu değildir.

 

Siz 1966 Temmuz’unda ilk kez yayımlanan Cem Dergisi’nin başındaki isimsiniz.

Alevi/Bektaşi camiasında bir Cem Dergisi gerçeği var. Biraz daha detaya girelim, kuruluş öyküsünü sizden dinleyelim…

Onun mimari olarak, o dönemi Abidin Özgünay biraz daha anlatsın bize.

 

Alevilik Türkiye’nin gündemine ancak Alevilere yönelik bazı tecavüz olaylarının ve kınama olaylarının vesilesi ile geldi.

Anadolu’da bu tip olaylar çok yaşandı.

Nitekim Cem’in çıkarıldığı ilk dönemlerde biz bunlarla yakından ilgilenmek mecburiyetinde kaldık.

Mesela; Maraş’da bir Alevi savcısı halk tarafından linç edilmek istendi.

Malatya’da yine bir Alevi avukatın cenaze namazı kılmak için camiye sokuluşu engellenip olay yaratıldı.

Yine söylediğim gibi, dönemin Diyanet İşleri Başkanı Aleviliğin ölmüşlüğüne fetva verdi.

Ayrıca kocasının gözleri önünde eşine tecavüz olayı yaşandı.

Bütün bunlar o dönemin, yani 1960’lı yılların, yani Aleviliğini karşı karşıya bulunduğu tehlikelerin ve anlayışsızlığın tipik örnekleri idi.

Ve bu örnekler her sene benzer olaylarla tekrar ediliyor yani Aleviliğin gündeme gelişi bu idi.

Bu olaylar Türkiye’de mevcut Alevi sayısı nazar itibara alındığında önce olmaması gereken ve devletin de bu noktada Aleviliğin bu kadar kaderine terk edilen bir inanç olarak görmemesi gerektiğini ortaya koyar.

Ama maalesef devletin yapısı Aleviliğe sahip çıkma noktasında hiçbir zaman hassasiyet göstermedi ve son olay da dahil, Madımak Olayını kast ediyorum, dikkat ederseniz, devleti yönetenler; bereket halk ile asayiş kuvvetleri karşı karşıya gelmedi, diyebildiler.

Yani asayiş kuvvetleri Alevileri diri diri yakmak isteyen insanlara engel olmak isteyecekti de engel olunmak isteyenler de bu direnişe karşı duracaklardı da, birbirlerine karşı geçmiş olacaklardı.

Yananlara değil, böyle bir şey olmamasına şükreden bir anlayış yapısı devletin başında.

Bunlar 1990’lı yıllarda oluyor.

Ama 1960’lı yıllara gittiğinizde bu örneklerin çok daha kötüleri ile Alevi camiası ve toplumu karşı karşıyaydı.

Cem Dergisi’ne yönelmem, Cem Dergisi’ni çıkarmam az önce söylediğim gibi sadece Diyanet İşleri Başkanının sözleri ve Muğla/Ortaca olayının tarihine de bağlanmamalı, aslında içimizde biriken kızgınlığın, üvey evlat muamelesi görmenin, var iken yok sayılmasının, acısına bir yerde de tepki idi.

Cem Dergisi’nin 1960’lı yıllarındaki basım alemine girişi, Aleviliği görmezlikten gelen anlayışa karşı bir isyan hareketi, artık yeter biz de varız! deme hareketinin somut örneği idi.

Ama biz dünya varken bizi isyana sevk eden bu davranışımızı derginin sayfalarında bizden olmayanlara karşı bir hakaret vesilesi yapmadık; tam tersine Alevi/Sünni aydınlanmasına ihtiyacı olduğuna dolayısıyla görevimizin Sünnilerin, Alevileri ve Alevilerin  de Sünniliği anlayışla karşılayabileceği ve karşılıklı olarak birbirlerini anlamaya gayret gösterecekleri bir hizmetin seferber edilmesi olayıydı.

Bu gayretimizin böyle oluşunun en büyük delili de Alevi olmayan, Sünni yazarların bize yazılarını esirgemeden vermeleri idi.

Örneğin, Prof. İsmail Hakkı Baltacıoğlu ilk sayımızdan itibaren, hatta birinci sayıyı çıkarmadan bize seve seve Alevilikle ilgili yazısını verdi.

Cahit Tanyol yine çekinmeden yazısını verdi.

Ayrıca asistan olan, üniversiteden bazı insanlar yazılarını verdiler.

 

Mehmet Eröz vardı sanırım?

 

Mehmet Eröz benim okuldan arkadaşımdı.

Sevdiğim, dürüst bir insandı. Onun araştırmalarını yine uzun süre dergide görmeye başladık.

Bizim anlayışımız ki, gayret ve gayemizdeki samimiyettir ki, Alevi olmayan düşünürler de bize yazı vermekten çekinmediler.

Ama daha birinci sayıda Durum başlıklı bir yazım nedeniyle o zaman bana ağır ceza verdiler.

Bugün hala Sulhi Dönmezer profesör, (2004’de vefat etti) o benim hakkımda niyetimle beni suçlayan bir rapor tanzim ederek, suç işlemiş olmam itibari ile beni ağır cezada mahkeme günlerinin yolunu açtı.

Ayrıca benimle beraber sorumlu müdür Sadık Göksu’nun da mahkemesi vardı.

Sadık Bey, Dergiyi ilk çıkardığımızda sorumlu müdür idi.

Daha sonra Kemal Şeker o görevi yüklendi. Sadık baba tarafından Alevi ve aydın bir arkadaşımızdı.

Sulhi Dönmezer’in iddiası ile mahkemeye verildik, netice de beraat ettik.

 

1991’de tekrar Cem Dergisi’ni çıkardığımda yine bizi mahkemeye verdiler, yine beraat ettik.

 

Kızıldeli’yi çıkardığımda yine birinci sayısında bizi Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne sevk ettiler.

 

Farkına vardığım olay şu idi; Türkiye’de Alevilikle ilgili yayın organlarının içeriği devlete yalakçı anlayışın görevlileri tarafından, savcılarımız tarafından, aba altından sopa göstermek sureti ile bir bakıma daha başlangıçta disipline edilmek isteniyor; haberin olsun senin tependeyiz, mesajını bize vererek, uslu uslu yazılarınızı yazmanız, adeta bize telkin edilmek isteniyordu.

Bu dikkatimi çekmişti, her seferinde de bu böyle oldu ama her seferinde de netice itibarı ile hüküm giymedik, beraat ettik.

Beraat etmemiz sürpriz değildi. Çünkü Alevilik muhtevası itibarı ile, İslam’ı yorumlayışı itibarı ile barışçı olmayı, insanlığın ulviyetine saygılı olmanın gereğini ve insanların birbirleri ile renk, ırk, dil, din farkı gözetmeden kardeşçe yaşamalarının bir bakıma öğretisi idi.

Bu öğreti insanlara düşmanlık aşılayamazdı, ikilik aşılayamazdı, fitne sokamazdı.

Elbette Türkiye’de adaletten yana olan hakimler vardı ve bunlar yazılarımızdaki Aleviliğin temel ilkelerine saygın yazımızda suç bulamayacaklar ve bulamadılar.

Cem Dergisi’nin çıkarılması Anadolu’da, Türkiye’deki Alevi hayatının düşüncesi ile, yapısı ile, kaderi ile içinde bulunduğu şartlar ile sıkı sıkıya ilgiliydi.

Bir keyfi, bir bireysel çıkış… kimse böyle addetmemeli, bireysel çıkış değildir; bir zaruriyetin, yapılması gereken hizmetin ifadesidir.

Şu kapaktaki figürü kendi elimle çizdim (Cem Dergisi’nin ilk sayısını göstererek), bunun aslı bendedir, bu çok tutuldu. Avrupa’da bazı yayın organları bunu koydular, logolara konuldu, dernekler koydu, kitaplara konuldu.

Çizimde gördüğüm insan yaratılışına aykırı bazı haller var. 

Onlar hiç görülmedi önemli olan bu. İmam Ali’nin zülfükarı ellerinde. Kızıldeli de düzelttim.

 

Dergi’nin yankıları ne oldu, ne kadar satıldı? Ne şekilde dağıtırdınız Dergi’yi, dağıtım şirketleriyle mi?

 

Tanıdıklara posta ile gönderdik.

Dağıtım şirketi ile iş bilen şirket olmadan bu işin Anadolu genelinde olmayacağını düşündüğümüz için de birinci sayıdan itibaren, o zaman Gameda diye bir şirket vardı, oraya müracaatımızı yaptık. Gameda Şirketi, inceleyelim, dedi.

O sırada bizim dergimiz devam ediyor ve bu arada Alevilerle ilgili bir istismar basında almış başını gidiyordu. Bunun da başında Tercüman Gazetesi geliyordu.

O zamana kadar inceleyelim, diyorlardı.

Biz bu arada Anadolu’da şehirlerde belirli yerlere dergileri posta ile gönderiyorduk.

Bunlar neticede bize gelin anlaşma yapalım, dediklerinde “Basında Alevileri Sömürenler” diye yazı çıktı. Biz burada Tercüman’a yazımla bir darbe indirmiş olduk.

Gameda’nın en iyi ortağı Tercüman imiş.

Biz mukaveleyi imzalamaya gittik, bana maalesef sizinle bu anlaşmayı yapamayacağız, dediler.

O zaman Sabriye Özakar diye bir dağıtımcı vardı, özel dağıtımcı, ona müracaat ettik.

Anadolu’ya dağıtması konusunda dergilerimizi ona verdik.

Ama o da tahmin ediyorum yine bizim yolumuzu kesmek isteyenlerin baskısı ile dergilerimizi maalesef Anadolu’ya dağıtacağına kendi deposunda muhafaza etmeyi yeğlemiş oldu.

Neticede hesap yapmaya gittiğimizde bize depoyu açarak; “dergileriniz burada hepsi iade geldi”, tarzında bir açıklama yaptı.

Oysa dergilere baktığımızda iade değil, bizim kendisine teslim ettiğimiz paketler açılmamış, içinde öylece durduğu görülüyordu.

Birinci sayıyı çıkardık, ikinci sayıya başladık.

İzzettin Doğan bana geldi, ben de hizmet etmek istiyorum, beni de Dergi heyetinin içine al, dedi.

İzzettin Doğan ile gerçekten akrabalığımız vardı, ayrıca kendisini severdim, güvenirdim.

Okulunu iki sene Üsküdar’da bizim evimizde kalarak devam ettirdi, anam analık yaptı, babam babalık yaptı.

Olur, dedim ve Dergi’ye 3. hamur kağıt gönderdi.

 

Dergi’de ilk olarak Mehmet Yaman, Muharrem Naci Orhon, Lütfü Kaleli isimlerini görüyoruz.

Yazı vermenin dışında size kimler yardımcı oldu aktif olarak?

 

Mehmet Yaman ve Hasan Gülşan ilk çıkış sürecinde beraber olmayı düşündüğüm arkadaşlardı. Ama daha sonra bunlarla beraberliğimiz gerçekleşmedi.

Onun dışında İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mehmet Eröz, Cahit Tanyol… Bunlar zaten benim ilişki kurduğum insanlardı.

İzzettin Doğan girdikten sonra Çetin’den (Özek) bir yazı alıyor, bir de Hüseyin Hatemi’den bir yazı alıyor.

Muharrem Naci Dergi’nin devamlı yazarlarından biri olma durumdaydı, yazı olarak onun yardımlarını gördüm.

Lütfü Kaleli devamlı destekleyen bir arkadaş olarak yazılarını gönderdi.

 

Anadolu’daki yankılar nasıl oldu Cem Dergisi’nin?

 

Malatya’ya göndermiştik.

Malatya’da kitapevine gönderiyorduk, Mehmet, Malatya’da lise müdürlüğü yapıp sonradan kitapevi açan birisi. Ondan bir mektup geldi elinizde ne kadar dergi varsa hemen gönderin, diye.

 

1966’lı yıllarda tirajı neydi Cem Dergisi’nin?

 

Şu anda anımsamıyorum ama ilk çıkışımız 1000 civarındaydı.

Daha sonra sayıyı biraz arttırdık ama ne kadar arttırdık?

Anadolu ile temaslar kurdukça mesela Sadık’ı (Göksu) Anadolu’ya gönderdik. Gitti, görüştü herkesin istediği talepleri edindi ona göre tirajı arttırdık.

Ama bizim gözümüzde bunun getirisi değil, bu mücadelenin halka mal edilmesi önemlidir. Bizi müthiş gururlandıran, bize zevk veren hatta gözümüzden yaş akıtan mesajlar alıyorduk, hatta Kızıldeli’de de bunları alıyorduk.

Bunu yayımlayışımda da aldım, beni kutsal Alevi büyükleri ile eşdeğer tutan iltifatlara nail oldum, böylesine yazılar aldım.

Hatta siyasete girerken de bir çok kişi senin o güzel, bizim nazarımızda çok yüce olan kimliğinle siyasete atılmanı kınıyoruz diye, mesajlar da aldım.

 

Kongreler var, geceler var, cem geceleri oldu değil mi?

 

Bir gece yaptık, spor sergi sarayında yaptık. İsmail Hakkı Baltacıoğlu konuştu, ben konuştum, Cahit Tanyol konuştu.

Niye konuşuldu? Bir aydınlanma hareketi olarak meseleye bakıyorduk.

Aleviliğin ne olup ne olmadığı ile ilgili bize insanlar inanmayabilirdi ama o zaman İsmail Hakkı Baltacıoğlu çok önemli bir isimdi, Cahit Hoca yine öyle.

Cahit Tanyol. Kendisi Nizip’li. O Türkiye için, Türk varlığı için, Türk medeniyeti için, Türk kültürü için birinci derecede etkinliği olan bir ulusal varlık olduğunun bilincinde olan ender insanlardan birisi.

Alevilik/Sünnilik denildiği zaman, Cahit Hoca’nın Alevi düşüncesine olan puanı ve hayranlığı Sünniliğe vereceği puanın on katıdır.

Cem Dergisi’ni ben de düşünmüştüm isim olarak.

Çünkü Aleviliği remz edecek en güçlü isimlerden bir tanesi bizim cemlerimizin adı idi, insanların aklına ilk gelişi de cem olabilirdi.

Yine böyle üç kişi masada otururken ne isim verelim, diye konuşuyorduk; Mehmet Yaman cem adını verelim dedi, bu ismi o önerdi.

Benim de kafamda olan bir isimdi.

Cem adı ile başladık.

Kızıldeli de ise yine epeyce isimler toparladım ama ben Kızıldeli ismini düşünemedim, yine Mehmet Yaman buldu Kızıldeli ismini.

O önerirken Kızıldeli’yi Balkanlar’daki Kızıldeli olarak ve bir de şarap anlamında düşünüyordu, oysa ben Kızıldeli’yi öyle anlamadım, ben Kızıldeli’ye başka bir yorum verdim. Kızıldeli’de kızıllığı ve Kızılbaşlılığı ele aldım, deliliği de; akıllı olup da bu memleketi idare edenler memlekete ne verdiler, biraz da deli-dolu olmak lazım.

 

Cem’in 16 sayısı var, ilk yayınlandığında?

 

17 sayı çıktı. Ama 17’nci sayısı bu ciltte yok. (kendisinde ciltli olan dergileri gösteriyor.)

 

Daha sonra Dergi’ye ara verdiniz. Nasıl bir düşünce ile bıraktınız dergi yayınını?

 

Daha sonra hedeflerimizden birisi Aleviliğin ölmüşlüğüne fetva veren Diyanet İşleri Başkanının görevden alınması ile ilgiliydi çalışmalarımız, ikincisi; Aleviliğin horlanmasına karşı bir savunma idi.

Bu hakaretlere cevaptı. Ayrıca da Aleviliğin meşruiyet kazanmasını ancak siyasal platformlarda, siyasallaşan ekipler vasıtasıyla kurtarılabileceği düşüncesiydi, çalıştık, Diyanet İşleri Başkanını görevden aldılar.

Bir parti kurduk.

O parti de daha sonra 8 milletvekili ile parlamentoya girdi.

Bütün bunlar bende verilen hizmet ve buna mukabil alınacak sonuçların yerine geldiği kanaatini uyandırdı ama benim bir mesleğim vardı; matbaacılık yapıyordum.

17’nci sayıdan sonra kapatmanın, kendi geleceğimizin hizmetlerine yönelmemizin gereğine inandım dergiden elimi çektim.

 

1990’lı yıllardaki süreç nasıl oldu?

 

İkinci derginin çıkışında dış tahriklerden ziyade, Aleviliğin iç bünyesindeki kaos ve dengesizlikler beni  Dergi’yi yeniden çıkarmaya tahrik etti.

Şehir hayatına intikal ettiren Aleviliğin teori ve pratiğinden epeyce kaymalar olduğunu gördüm ve Alevilik bir bakıma yağma edilircesine kullanılmaya başlandı.

Kimileri Aleviliği, Kürtçülüğün Türkiye’de egemen kılınmasına vesile yapmaya çalıştılar, kimisi Marksizm’in yerleşimi vesile yapmaya çalıştılar, kimisi ateizmin, dinsizliğin yayılmasını rehber etmek istediler, kimisi şeriatçı, din anlayışının rehberliğine Aleviliği soyundurmak istediler, kimisi de menfaat haline, mesela Ehlibeyt öyle çıkmıştı…

Aynı yıllarda çıkardık.

Aslında ben Cem Dergisi’ni çıkarmadan önce, Cem’in çıkartılacağı ile ilgili önceden konuşuldu, bunu yaparken de biraz da toplumun nabzını yokluyordum.

Daha sonra olaylar gelişti dergiyi çıkardım.

Onlar da Ehlibeyt Dergisi çıkaracaklarını söylüyorlardı, onlar Ehlibeyt’i, Cem’den önce çıkardılar.

Çıkardıkları gazete dört sayfaydı, daha ziyade maddiyata yönelikti.

 

Bir de Gerçekler diye bir yayın organı vardı?

 

Gerçekler, küçük ebatta, Mehmet Yaman’ın çıkardığı bir yayın organı, iki veya üç yapraklı bir yayındı.

 

İkinci dönemde yeni yazarlar girdi, Cemal Şener ve Reha Çamuroğlu gibi?

 

İkinci dönem dergiyi çıkarışımın ana nedeni, birinci de olduğu gibi Alevi olmayanların, Aleviliğe yönelik tahrik edici, tavır ve davranışlarından ziyade, Alevilerin kendi içinde, Aleviliği parçalara bölüp her birini kapıp bir tarafa götürmek istediği bir Alevilik olgusunun bizi tahrik etmesi neticesinde tekrar Cem Dergisi’ni çıkardım.

Çünkü o tehlikeyi gördüm. Herkes kendine göre bir Alevilik icat ediyordu ve bunda da başarılı oluyorlardı.

Çünkü Alevi, kırsal kesimden şehir hayatına indikten sonra aşağı/yukarı ikinci nesil gündeme gelmişti, yeni nesil Aleviliğin ne olduğunu bilmiyordu, Aleviliğin şehir hayatında pratiğini yaşayamıyorlardı, gelecek teorisinden de uzak kalmışlardı, bir kaos hali vardı, bunu gören bir takım kişiler Alevilik nedir, diğeri Alevilik şudur diyerek her biri kendine göre bir şeyler yaptı, yorumladı Aleviliği parçalar haline getirmek istidana yöneldiler.

Bunun tehlikeli olabileceğini ve bizim algıladığımız zihnimizde ve bilgimizde oluşan Alevilikle bağdaşmazlığını gördüğümüz için yeni bir toparlanma hareketi olarak Cem Dergisi’ni tekrar gündeme soktuk.

O noktada bu hareketimizin içinde birincisinde İzzettin Doğan yoktu, ama ikincisinde İzzettin Doğan vardı. Şöyle vardı, benim bu düşüncem, bu ürküntüm devamlı ortaya koyduğum bir fikirdi, bu yozlaşma ile bu dağılma ile ilgili bir toparlanmanın gerekli olduğunu ve bunu önleyebilmek için de iki şeye ihtiyaç olduğunu, bir derginin tekrar gündeme sokulması, bir de örgüt çalışmaları yapılması… Bu konuda İzzettin Doğan ile fikir birliğine vardık.

O zaman ben Cemal’i  (Şener) tanımıyordum, Cemal’i bana İzzettin Doğan yönlendirdi. Ona yönlenirken de Cemal, Alevilik Olayı adında bir kitap çıkarmıştı. İçeriği ile pek fazla ilgilenmedim.

Benim amaçladığım hizmet noktasında da o kitabın olup/olmadığını bilemiyorum, ama yeni bir kadroya, yeni bir çıkışa ihtiyaç vardı, Cemal bunlardan birisi idi.

Daha sonra Reha Çamuroğlu bir makale ile geldi. Makaleyi net ve açık görmedim ona bazı tavsiyelerde bulundum ona göre bazı şeyler istedim, Reha ile ilişkimiz böyle başladı.

Dergiyi çıkardıktan sonra arkadaşların devamlı yazıları oldu ve ayrıca da onlar derginin elde edeceği gelirden bir pay onlara verilecekti.

 

Payları verildi mi?

 

İkinci çıkışımız da 10 bin tane bastık. İlk satışımız 5 bine yakındı, iyi bir rakamdı, böyle devam etti.

Arkadaşlar derginin gelirlerinden olanak nispetinden yararlandılar.

 

Nefes Dergisi olayı vardı?

 

Hüseyin Erdoğan’ın ekonomik desteği ile yayınlanmıştı.

Orada bir harekete geçtiler, bu hareket Cem’in de sonu olacak, diye düşündüler.

Ama benim net tavrımı bilmiyorlardı.

Nitekim Cem yoluna başarı ile devam etti. Ortada kalan yine onlar oldu.

Derginin yazılarında bir sıkıntım olmadı.

Abone konusunda ciddi bir çalışmaya yönelmeye fırsatım olmadı.

Özellikle yurt dışında iyi organize edilebilirdi onu hep ihmal ettik, üzerinde hiç durmadık.

 

Bu arada Niyazi Öktem var?

 

Benim, Niyazi’nin Alevilik bilgilerine güvenim ve itimadım vardır.

Üniversite de benimle ilgili dipnotu vardır.

Niyazi Hoca ile temaslarım hep devam etti.

 

Demirtaş Ceyhun, Afşar Timuçin, Muharrem Naci, Lütfü Kaleli bunlar yazı bakımından bizim hep destekçimiz oldu.

 

 

24 KASIM 2002, MECİDİYEKÖY

 

(Ayhan Aydın, Abidin Özgünay, Yazar, Yayıncı ve Cem Dergisi Kurucusu, Niyaz Yayınları, 2008, İstanbul, Sayfa: 34-43)

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile