ADİL ALİ ATALAY’la Muharrem Söyleşileri (İkinci Söyleşi)
ADİL ALİ ATALAY’la Muharrem Söyleşileri (İkinci Söyleşi)
AYHAN AYDIN
Canım ozanım yüreklerimizin yandığı bir gündeyiz?
Hasan Ali Yücel güzel bir söz söylemiştir, demiştir ki; “Eskiyi unut, yeni yolu tut, Türklüğe umut sen ol çocuğum” demiştir. Ama biz maalesef hep eskiye dönüyoruz. Şahı Merdan Ali derki; “Çocuklarınızı yeniye doğru götürün, eskiye dönmeyin. Çocuklarınıza dönün, siz çocuklarınızı size dönderirseniz zamanı geri çeviririsiniz” demiştir. Ben de şimdi burada Hacı Bektaş-ı Veliyle Kemal Atatürk’ün birleştirici bir beytimi okuyayım. Çünkü Hz. Muhammed demiştir ki:
“Nerede bir ilim, bilim bulursanız o sizin mirasınızdır onu alınız.” Şahı Merdan Ali demiştir ki; “İlim Çin’deyse de gidin alın” demiştir. Hacı Bektaş-ı Veli ilim hakkında demiştir ki; “Bilimsiz gidilen yolun sonu karanlıktır” demiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’te; “En büyük mürşit bilimdir” demiştir. 1400 yıl evvel Hz. Muhammed, Şahı Merdan Ali, 700 yıl sonra Hacı Bektaş-ı Veli, 700 yıl sonra da Atatürk demiştir bu üç sözde aynı manayı teşkil eder. Üçünün sözü özü birdir derim. İnşallah bir 100 yıl sonra da bir Atatürk gelir. Ben 700 yılı beklemeyelim diyorum derken de;
İnsanlığı olgunluğa getirir
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
Âşık etmiş bülbül gibi inletir
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
Bize ilham veren ikisi inan
Kâmildir, ariftir, mürşittir insan
Vücudumda duran ikisi bir can
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
Kadına erkeğe aynı hak veren
Köylü şehirlisi eşittir diyen
Laikliği ana yurda getiren
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
Hümanizma ile tam fikir olan
Her ne dediyseler çıkmadı yalan
Bütün varlıkları millete kalan
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
İnsanlık örneği aynı er olan
Fikir de bilimde hep özgür olan
Yüz yıl bin yıl bile aynı bir olan
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
Köylü emekçiye saygı duy dedi
Ayırmadı zengin fakir bir dedi
Kurdukları ordu zulme dur dedi
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
Adil Ali Vaktidolu yok tasa
Bir vücut misali ayrılmaz asla
İkisi kurmuştur aynı bir yasa
Hacı Bektaş Veli Kemal Atatürk
Evet, canım burası çok önemlidir. Gerçekten Kemal Atatürk olmasaydı yurdumuz tarumar olmuş idi, barış için harp etti. Yani bunu da önemle vurgulamak istiyorum, altını çiziyorum; Atatürk bir yeri kazanmak için harp etmedi, yani hudutları genişletmek için harp etmedi, yurttan düşmanları kovmak için harp etti. Bittiği gün “dünyada sulh yurtta sulh” dedi ve varlığını da Türk’e terk etti. Eğer Atatürk’ün yerinde demek ki şimdiki liderlerimiz olsaydı Türkiye’yi kendi üzerlerine tapu ederlerdi. Atatürk’ünde tek bir tapusu yoktur. Bunun içinde iftihar ediyorum, seviyorum.
Şimdi Adil Ali Atalay değerli ozanımız, araştırmacı, yayıncı ve yazarımız Ehlibeyt sevgisi ve Kerbela konusunda görüş ve düşüncelerini anlatmaya devam edecek.
Teşekkür ederim canım, Sayın Cem Radyosu dinleyicileri ve tüm insanlık diyeceğim ben. Hangi radyoyu dinlerlerse dinlesinler hoştur efendim. Kuran-ı Kerim’de Cenabı Allah buyurmuş ki; “Levlaka levlak lemahakul eflak” “Ya Muhammed Ya Ali ben sizi yaratmasaydım cihanı yaratmazdım” diyor. On sekiz bin âlem Ehlibeyt’in ve Muhammed’in Ali’nin yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Böyle iken ne yazık ki çıkarlar Ehlibeyt’in üzerine o kadar bir katrandan yapılmış, bir perde çekmişler ki simsiyah bir perde hiç tanınmasın, görülmesin. Eğer zaten Ehlibeyt’in kim olduğunu bilseler herkes sevecek. Sevmeyenlere ben çok görmüyorum bilmiyorlar. Çünkü Cenabı Resulullah buruyor ki; “Her şey bir şeydir cahil hiçbir şeydir” “Bilmeyen kişi bilenle bilmeyen hiçbir olur mu” diyor gene Cenabı Resullullah. Onun içindir ki Ehlibeyt bilinmediği için sevilmemiştir. Ehlibeyt Pençe-i Ali Aba’dır yani beş kişidir; birisi Muhammed Aleyhisselam’dır, biri İmam Aliyyel Mürteza’dır, birisi Fatımatül Zehra’dır, birisi İmam Hasan-ı Müçteba’dır, biri de İmam Hüseyin-i deşti Kerbela’dır. Gerçek olarak herhangi bir Müslüman, herhangi bir İslam, herhangi bir insan bilseler ki Ehlibeyt bunlar ve bunlar sevilir efendim. Çünkü bunlar tatirdir, bunlar arınmış arıdır. Onun içindir ki bugün Muharremin yedisidir. Gerçekten tüm bilim adamları öteden beri alır gelirler. Muharremin onunda Adem Havva’ya kavuşmuştur, Nuh Gemisinden kurtulmuştur, Yusuf kuyudan çıkmıştır, Yakup Yusuf’a kavuşmuştur say sayabildiğin kadar bütün peygamberlerin mutlu günleridir bu doğrudur. Ama ne zaman ki Muhammed Aleyhisselamdan sonra hilafet adı altında Emeviler 82 yıl saltanatı sürdüler. Muaviye denilen o Ebu Sufyan’ın oğlu daha sağlığında Yezid’e biat edilmesi için biat toplamıştır. Böyle iken Yezid Kerbela Olayını yaratmıştır, Kerbela Olayında Ehlibeyt’in suyu kesilmiştir.
Ehlibeyt mucizesiyle, kerametiyle kurtulabilirdi ama Şah Hüseyin’in şurada çok güzel bir sözü vardır. Biz üç beş kelimeden sonra Şah Hüseyin’in diliyle buna cevap verelim, “Çöl de güneş kumları kavuruyor susuzluktan dilleri kuruyanlar güneş ateş parçası olarak başlarına düşmüş gibi çadırlara girelim diye, çadıra yönelenler içeriden su, su, su diye yavruların feryadı birer kızgın hançer gibi yüreklerine saplanıyor. Bu durumu gören o yüce insan, Hz. İmam Hüseyin Aleyhselam, atına binip zalimler ordusunun karşısında duruyor. Ömer denilen meluna, o kadar enteresandır ki Ömer’in babası Ehlibeyt’e hizmet ediyor, Ömer Şah Hüseyin’e karış geliyor. Evet Ömer İbn-i Sad burası yanlış anlaşılmasın Kerbela ile diğer Ömer arasında kaç yıl vardır. Yani Hür’ün babası da Ehlibeyt’e kastederken Hür hürlüğünü Kerbela’da alıyor, hür oluyor. “Hiç kimsenin emrinde değilim ben ancak vicdanımın emrindeyim” der onun için Kerbela defterinin baş sayfasına yazılıyor, mekânı nur olsun. İşte orada Şah Hüseyin şöyle diyor, “Ey zalimler kabul edelim ki ben cengâverim bu kadar zalimlik olmaz. Ehlibeyt Hanedanı emzikteki yavrulara varana kadar bu kızgın çöl de susuz bırakmak hangi düşünceye sığar. Gelin beni kılıçlarla, oklarla parçalayın zalim Yezit melununa götürün. Yalnız insanlık yaşadığı müddetçe insanlığa yüz karası olan bu tutumdan vazgeçin. Bırakın ki Ehlibeyt’imiz bu işkenceden kurtulsun, gitsin.” Melunlar karşıdan şu cevabı veriyor, “Ya Hüseyin sana ve Ehlibeyt’ine bir damla su verilmeyecek gel sen Yezit’e biat et, canını ve Ehlibeyt’ini kurtar. Yoksa Yezit’in emri kesindir” diyor. Şehidi Şühedaların başı olan o mazlum Hüseyin –ben mazlum Hüseyin diyeceğim çünkü çölde arkasından kaçtık onu yalnız bıraktık- şöyle sesleniyor; “Ey Ömer hiç duydun mu ki mert namerde biat etsin. Babam Hz. Ali “her kim haksız kişiye iyi derse o da haksızla beraberdir” demiş. Biz hiçbir zaman haksızla, zalimle, imansızla beraber olmamışız olmayacağız da” der. İşte o zaman o zalim kabul etmeyince masumlara su vermeyince Hz. Abbas su almaya gidiyor.
Hz. Abbas’a su almaya gittiği yeri az sonra anlatacağım.
Evveliyatını bilmeyen gelecekte ayakta duramaz yani izini bilemez yani evveliyatı bileceksin ki gideceğin yeri bilebilesin bu bir gerçektir. Bir de İslam dediniz siz orası beni çok düşündürdü ve ben yıllardır bunun üzerinde duruyorum. Ben diyorum ki Âdem Aleyhisselam İslam’dı diyorum, Nuh İslam’dı diyorum doğru mu efendim, Yakup İslam’dı, Davut İslam’dı, Yusuf İslam’dı, Musa İslam’dı, İsa İslam’dı, Muhammed Aleyhse lam da İslam’dı. Hatta Bakara Suresinde Cenabı Allah diyor ki; “Ya Muhammed Peygamber oldun diye sakın zinhar yeni bir din çıkarmayasın” diyor, “Sen İbrahim’in dinini devam ettir” diyor doğru mu yanlış mı? Ben Arapça’dan pek anlamam.
Ben Türkçe söylerim neme gerek, beni dinleyenler Türkçe anlayacaklar, Arapça söylersem kimse anlamaz. Ben biraz evvel yine Kerbela’dan bıraktığım yerden devam edeceğim. Ondan sonra siz gene devam edersiniz. Ne zaman ki Şah Hüseyin o zalimlere meseleyi anlattı onlarda bir damla su vermedikleri vakit o zalimlerde insanlık denen şeyden bir eser olmadığını görünce tekrar geri döndü. Bunu duyan Hz. Abbas, hani Celal Abbas diyoruz ya efendim o da Hz. Ali’nin oğludur, Hz. Hüseyin’den savaş için izin istedi. O anda Şah Hüseyin-i Kerbela’nın gözlerinden yaş boşaldı, yüzünü Necef’e doğru döndürdü hazin bir sesle halini arz etti; “Bu gamlı çölde melun masum durmuşum/Bu ne haldir diye ben kendime sormuşum,/Zalimler kolları kesilmeden evvel/Gönülden Abbas’ı kolsuz görmüşüm.” Daha Hz. Abbas gidip tulumları getirirken kolları kesilmeden Şah İmam Hüseyin, çünkü geldiği vakitte demişti ya, “sizin bildiğinizi ben biliyorum ama benim bildiğimi siz bilmiyorsunuz” demişti Kerbela’ya gelirken. İşte o manevi gözüyle Hz. Abbas’ın kollarının kesileceğini görmüştür.
Kardeşi Celal Abbas Hz. Hüseyin’e iyice yaklaşır “Hidayetler Sultanı, miraç sahibinin varisi, Kevser sahibinin göz bebeği, Mazlumların sultanı Kerbela sakisinin kardeşi, Fırat suyuna muhtaç olan Sultan selamın aleykim” der. Hz.İmam selamını şöyle alır; “Ben-i Haşim Zehra’nın sırrı, Şahı Velayetin nişanesi, Kerbela’nın sakisi Abbas Aleykümselâm” anda Abbas “Ey zamanın İmamı başın sağ olsun, bu kızgın çölde yarı yarenin, beş biraderin şehit oldu, cümle ahbabın doğrandı, Habip’in aksakalı kan oldu. Sakın gözyaşı döküp de perişan olma, cümlesi sana kurbandır kardeş” der.
Şah Hüseyin gözyaşlarını sildikten sonra Abbas’a cevap verir; “Ehlibeyt’im bütün göçenlere tutar yas,/Senin sadakan olsun cümle göçenler Abbas,/Sen sağ oldukça eylemem dünyada ah,/Almasın elimden ne olur kardeşim seni Allah” der. Ama bir de bakar ki çadırda masum paklar emmi su, su, su der hele o Sakine Sakine’yi çok seven Hz Abbas’ın bir türlü gitmesine razı olmamaktadır.
İmam Abbas’la birlikte çadıra doğru yönelirler. Çadırlarda su, su diye gelen inilti seslerinden büyük küçük, kadın erkek hepsinin susuzluktan bitkin olduklarını görürler. O anda mazlum Sakine “emmi bana su ver, su, su” der. Bu durumu ikisi de görüp, duydukları için Hz. Abbas’a Fırat’tan su getirmesine izin verir. Tulumları alan Hz. Abbas atına biner bir yıldırım hızıyla o zalim ismi, Müslüman kendileri zalim olan askerleri yarar Fırat suyuna gider. Gider ama nasıl gider, oradan o zalimlere seslenir,
“Bu gelen iki cihan serverinin torunu,
Bu gelen Şahı Merdan’ın sevgili oğlu,
Bu gelen Kerbela’da su bekleyenlerin sakisi,
Bu gelen susuzlar su içmeden, su içmeyenin varisi,
Bu gelen Şah Hüseyin için can verenlerden birisi,
Bu gelen su, su, su, diyen mazlum Sakine’nin emmisi,
Bu gelen Hayber’den, Hendek’ten gelen bir ses,
Bu gelen namertler karşısında etmeyedir pes,
Bu gelen kişinin kalbinde yok zerrece pas,
Bu gelen kolları kesilip kalem olacak Abbas.”
Abbas’ta bilir kollarının kalem olacağını, işte o zaman Abbas suya yaklaşır, Abbas’ın altında ki at ayaklarını suya vurur, gözler ki Hz. Abbas insin bir damla su içsin ki günlerdir su içmemiş o çölde hayvan - ben öylesi hayvana kurban - o hayvan suyu içmez, Hz. Abbas’ın su içmesini bekler. Hz. Abbas hakikaten susuzdur dermanı kesilmiştir ama gönlünden bir su içmek gelirken bir de Sakine’nin sesleri kulağını çınlatır, “Emmi, emmi bana su ver” der. O yücelerin yücesi Şah’ı Merdan’ın oğlu, o kahramanların kahramanı, o Şah Hüseyin’in kardeşi değil ki su içmek çocuklar su içmeden, mazlumlar su içmeden su içmeyenlerin varisidir bu. O mazlumlar suyu içmediği müddetçe suyu içmeyen bir kişi, ne kadar pehlivan olursa olsun, ne kadar düşman karşısında olursa olsun işte o kişi tulumları doldurur ama alır atına biner geri döner.
Zalimler pusu kurmuşlardır, sağ kolunu uçururlar sol eliyle tutar, sol kolunu uçururlar ağzıyla dişleriyle tutar. O zalimler bu su giderse mazlumlar su içecek ne vahşettir ki tüm vahşi hayvanlara müsaade edilen o Fırat suyu şefaat bekledikleri, o güzel Muhammed’in torunları, biraz evvel Mehmet Dedenin dediği gibi, “Ehlibeyt’imi seven beni sever, beni seven Tanrı’yı sever. Ehlibeyt’e eza eden bana eza eder, bana eza eden Allah’a eza eder” diyen o güzel Muhammed’in torunlarından bu suyu keserler, bu su giderse bunlar canlanırlar diye ok atarlar tulumları delerler. O yüce insanın iki kolu değil iki bacağı da gitse, bacaksız oraya ulaşacağı yerde sular gidince ben susuz o mazlumların yüzüne bakamam diye o anda attan düşer. Nedir bu vahşet canlar? Bu sözler de yalansam gelseler keşke dilerim beni yalan çıkarsalar da ben bu kadar yanmasam. Gerçek ise bu gerçeği bilmeden o günü bir canlı yayında Barış Radyosunda bir tanesi bana bir soru sordu; Siyaset Meydanında yazarın, profesörün bir tanesi Mehmet mi dedi iyice de çıkaramadı ismini, Şah Hüseyin’e Yezid’in taht kavgasıdır diye adlandırılmış. Bu kişi ne yazık ki gerçekleri okumamış, saygı duyarım ilmine ama hangi ilmine? Muaviye’nin 80 deve yükü yazdırdığı sahte kitaplardan okumuş, ben ona derim ki gelin karşılaşalım, birleşelim, gerçekleri ortaya koyalım. Bu gerçekleri söyleyenlere, bu yası matem tutanlara hor gözle bakmayalım, gerçekleri öğrenelim.
Mevlana’ya demişler ki, “aşk nedir” demişler, demiş ki “ya âşık ol ya da ben ol ki bilesin” demiş. Gelsinler Kerbela’nın aşkına giriftar olsunlar baksınlar ki yas nedir, oruç nedir, gerçeklik nedir; ele, dile, bele, aşa, işe, eşe, söze, ize, öze, ize sahip çıkmak nedir, ne kadar güzel olur. Dünya insanlığına, tüm dünya insanlığını ben burada barışa çağırıyorum. Gerçekten gerçekleri ortaya koyalım, hakaret ettiklerimizden özür dileyelim. Ben birisine hakaret edersem özür dilemediğim müddetçe o ne gelir boynuma sarılır ne de bir barışır. Bu da hele de şu devirde, 21. Yüz yıla girmek üzereyken tüm dünya insanlığına barış lazım. Çünkü bu kadar fen ileri gitmişken, bu kadar insanlar tanışmışken yani dünya küçülmüşken yani bir avuç, bir televizyonun içerisine girmişken ben Amerika’yı rahat rahat seyrediyorum, Hindistan’daki acıları seyrediyorum, efendim Rusya’dakini seyrediyorum, Bosna Hersek’te ölenleri, Güneydoğu’da ölenleri seyrediyorum, şehit düşenleri seyrediyorum. Bin bir ayak bir kaba girmişiz, bir ayak kadar bir malzemenin içerisine bin bir kişiyi sokuyoruz. Aklıselim tüm insanlığa sesleniyorum, sonra Muharrem ayında oruç tutup bir başkasının kalbini kırmışsa hiç boşu boşuna ağzını bağlamasın. Sen oruç tutmuyorsun, sen şusun, ben buyum gerçeğin birisi diyor ki; “Sen şusun, ben buyum deme risvay olursun âleme” diyor. Ben burada Mehmet Dedenin İslam konusunda görüşünü almak istiyorum. Biraz hararetli konuştumsa af ola.
Şimdi o kadar güzel mesajlar verdiniz ki barış, barış, barış dediniz.
İnanın ki dostlar o gün bugün bugün o gün Kerbela hâlâ devam ediyor. Kerbela’nın bittiği gün söz veriyorum oruç tutmayacağım.
Onlara zalimlere, insanlık düşmanlarına, insana kastedenlere, insanları asanlara, kesenlere, yakanlara herhalde bu dileğiniz. Yani Yezid bir sembol, Kerbela bir sembol Yezit kötülüğün sembolü, Kerbela yiğitliğin, mertliğin, güzelliğin sembolü. Orada inancı uğruna ölenler, öldürenler karşısında o kadar büyümüşler, o kadar büyümüşlerdir ki bugün de milyonlarca Alevînin, Bektaşi’nin, Mevlevi’nin gönlünde silinmez yerler edinmişler bu yaralar kapanmayacak ama onların sevgisi hiç bitmeyecek, onlara duyulan özlem doğruluğa, dürüstlüğe, insanlığa Kerbelalar devam ediyor diyoruz. Kerbelalar hâlâ yaşanıyor diyoruz, insanlar öldürülüyor diyoruz. İşte o yüzden Kerbela’nın, Kerbelaların anlamı daha da artıyor, daha da fazlalaşıyor. Çünkü o trajedi kolay bir trajedi değil, o trajedi 1400 yıldır gönüllerde yanan bir ateşin trajedisidir, Hz. Hüseyin’in, Hz. Ali’nin evlatlarının trajedisidir Ehlibeytin trajedisidir.
Dağlarda dumanda olsan
Dost gönlümün içindesin
Hindistan Yemen’de olsan
Dost gönlümün içindesin
Hasretlik yıllar sürse de
Zaman eriyip dursa da
Yolları engel sarsa da
Dost gönlümün içindesin.
Bir şiirinizde böyle diyorsunuz Ozanımız Adil Ali Atalay.
Gurbet elde hasret kaldım gülümden
Bir göl yaptım iki gözüm selinden
Aşkı bilmez aşksız softa elinden
Has bahçede solmuş güllere döndüm
Diyorsunuz. Dost diyorsunuz softa diyorsunuz. Dost ve softa yani bu sohbetimizde biraz da bunlara girerek, halk ozanlığına girerek sizin o derin düşüncelerinizi halka aktaralım diyorum. Çünkü halk ozanlığı yüz yıllardır halkın gönlünden geçenlere tercüman olmuş onların dili gerçekten eli, sazı, gönlü her şeyi olmuş insanlar. Ama diyorsunuz ki dost var softa var dünya bir alem.
Teşekkür ederim Ayhan Aydın çok yerinde söyledin. Ben Sayın Cem Radyo dinleyicilerine numaramızı yeniden hatırlatıyorum. Ben istiyorum ki onlar şiirleriyle, sözleriyle, sorularıyla katılsınlar. Yani bir kabın tadı ayrıdır, kabı ayrı olanın tadı da daha ayrıdır. Onun için istiyoruz. Çok güzel bir konuya değindin İbn-i Sina der ki,
“Bana kâfir demek kolay değildir
Yok, imanım gibi kimsede iman
Ben bir tane olam hem dahi kâfir
Yeryüzünde yoktur demek Müslüman”
Diyor. Yani yobazlar gerçekleri, dinsiz anlarlar niçin dinsiz anlarlar? Tasavvufu anlamazlarda yanlış anlarlar. Kuran-ı Kerim vardır başımızın tacıdır o Kuran’ı samittir ama insan-ı kâmil Kuran-ı natıktır. Kuran-ı natıktan anlamayan kâğıdın üzerindeki Kuran-ı okur, okur yorulur. Başka bir şey yapamaz. Niçin, neden? Mesela Yunus Emre şöyle der,
“Sayri olmuş iniler
Kuran ününü dinler
Kuran okuyan kendi
Kendi Kuran içinde”
yani kendi Kuran’ın içinde olduğunu bilmez, Kuran-ı okuyanda kendidir. Kitap orda durmasın bin yıl dursun insan onu okumadıktan sonra ne anlaşılır ne anlar. Muhittin Abdal şöyle söyler,
“Görünen haktır gözünde
Söyleyen haktır sözünde
İnsanın hattı yüzünde
Hattı Kuran’ı gösterir”
yani senin şu gördüğümüz bacının vallah billah hattı Kuran gösteriyor, senin ki hattı Kuran-ı gösteriyor, tüm insanların cemalinde hattı Kuran-ı gösteriyor. Zaten Kuran’ın tüm harfleri vücuttan alınmıştır. Kalender Abdal ne der, “Dilberin vechinde bismillah oku” hani ben cemaline baktığım vakit Bismillahirrahmanirrahim’i okumam lazım. Yoksa onun etinden budundan meselesi değildir burası çok önemlidir ve pek çok önemlidir. İstirham ediyorum gelsinler ne olursunuz dünya küçüldü diyorum gerçekten küçüldü birbirimizi tanıyalım. Gerçekleri birbirimize aktaralım, uyaralım bir uyuyan adamın gözü görmüyorsa kulağı duymuyorsa sen ona hiç durma Ahmet, Ahmet diye seslen uyanmadığı müddetçe o sesi duyamaz bu bir gerçektir. Virani ne der,
“Biz anın veçin’de gördük
Mai ümmül kitap sureti Hak
Mazharı rahmanımızıdır Murtaza”
diyor. Yani bizim rahmanımız haktır, rahmanımız Murtaza’dır diyor. Adil Ali ne diyor?
Adil Ali Kuran sende
Bak aynaya oku hem de
Sen seni bildiğin demde
Bildin ise hak sendedir.
Diyor. Gerçekten ben beni bilmiyorsan benim alnıma bin tane din yazsanız, mezhep yazsanız, Kuran yazsanız bu ümmül kitaptır deseniz ben beni bilmediğim müddetçe ben Hkk’ı tanıyamam bir vakit bugünkü Başbakan 3 saatte Kıbrıs’a çıkartma yaptı, 3 günde Maraş’a çıkartma yapamayan benim Başbakanım orada Ecevit diye gömlekler giydiler. Hiç birisi Ecevit olabildiler mi, hiç birisi olamadı sırtındaki gömlekte yazılıydı o. Ama Ecevit yerindeydi, Ankara’da makamındaydı. Edip Harabi ne demiş, “Hak kendini halka bildirmek için insanı kendine timsal eyledi tıpkı kendine benzetti” diyor. “Kuran’ın natık tefsiri için Kuran-ı samiti inzal eyledi.” Yani Kuran-ı, natıkı, insan-ı kâmili bildirmek için bu Kuran-ı 6666 ayet olarak ki şimdi maalesef 400 küsürü yoktur. Bunlar tartışma götürür ki tartışmalara hiç girmeyeceğiz burada. Çünkü Muharrem’in bugün 7’si ben ciğerlerim sızlıyor. Biraz evvel aşığımızın çaldığı ney benim bütün ciğerlerimi parçaladı inanın. Gene bir ozan diyor ki,
“Nebiye nübüvvet veliye kudret
Âşıklara sevda şahlara devle
Âlimlere ilim arife hikmet
Kevni muhit olan ummandır Elif”
diyor. Biz elifi bırakıyoruz daha bir elif bu kadar kevni muhit oluyor, yani nihayetsiz manası olan bir elifi daha tefsir etmeden biz Kuran’ı tefsir ettik diyoruz. Pekâlâ, canım bir iki örnekten sonra bir şey söyleyeceğim, Teslim Abdal ne diyor,
“Vallahi kurandır senin sözlerin
Yasin-i şerife benzer yüzlerin
İnnefetahna Suresi gözleri
Vedduaha inmiştir dilin üstüne”
diyor. Âşık Daimi ne diyor, “Tevratı yazabilirim, İncili dizebilirim, Kuran’ın çözebilirim mademki ben bir insanım” diyor. Çok önemlidir burası o ki ben insanım insan olmasa Kuran’ı kim tanıyacaktı, Allah’ı kim tanıyacaktı diyor. Gerçekten mahlûk çok ama Allah’ı tanıyan eşref-i mahlûk olan insandır. Biz de bir mahlûkuz, bizde bir hayvanız, yanlış anlaşılmasın hay demek diri demek yani. Bizde diriyiz ama biz idrak eden diriyiz. Ve birkaç söz, Feriddin Attar diyor ki, “Nefsinle yapacağın savaş en büyük savaştır” diyor. Bir er kişi diyor ki, “Sebatlı çalışma kötü talihi bile alt eder” diyor. Biraz evvel şerden hayırdan bahsetmiştik, o bile söylüyor. İbn-i Sina diyor ki, “Tanrı özü yönünden iyilik olduğu için kötülük onun iradesinden meydana gelmez” diyor. Pekala şimdi ben şunu soruyorum bütün siz araştırmacı kardeşlerime, siz dedelerime, dinleyicilerime, büyüklere, küçüklere, şeriatçısına, tarikatçısına, marifetçisine, sırrı hakikatçisine biraz evvel dedik ki Âdem, Tanrı, sevgi üçlüsü evet. Âdem, Tanrı, sevgi üçlüsünde bileşildiği vakit hiçbir şey kalmıyor, her şey bitiyor esasında. Pekâlâ, kardeşim bugün saygı duyduğum Yaşar Nuri Öztürk bir Kuran-ı Türkçeye çevirmiştir. Süleyman Ateş çevirmiştir, bir avuç Alevî var diyen zavallı efendim eski Diyanet Başkanlığını yapan o, mesela, gerçekten yazmışlardır. Pekâlâ, kardeşim bugün evliya olan Muhiddin Arabî gibi, Viranî gibi, Pir Sultan gibi, Hatayî gibi âşıklar Kuran-ı tefsir etmemişler midir? Bizim cemlerimizde âşık şu sazı al eline yavrum bir ayet söyle de dinleyelim deriz. Şimdi dedenin yanında söylüyorum desin ki Adil Ali sen yalan söylüyorsun, yanlış söylüyorsun desin ben yalanımı da yanlışımı da kabul eder özür diler kalkarım.
Bir canımız diyor ki secde nedir?
Ayhan Bey bacıma teşekkür ederim. Şimdi efendim secde, secde ben-i Âdemedir yani Secde Suresinde Cenabı Allah secde ben-i Âdemedir, ben-i Âdeme olduğu için biz gider bir gerçeğin elini öptüğümüz vakit cemaline niyaz ettiğimiz vakit karşıdaki der ki, secden Hakka der. Yani secde gerçekten doğru toprağa denilmiş ama insanın vücudu topraktır esasında. Cenabı Allah diyor ki, “Ben topraktan yarattım insanı, bir vücut yarattım ona da ruh verdim silkindi kalktı” diyor. Vücut topraktır, bunun tasavvuf yönünü bilmeyen kişi gerçekten insana secde etmeyi hor görüp taş duvara karşı secde yapar buna çok güzel cevap vermiştir. Evet tekrar bir
Telefonumuz var herhalde.
Efendim Hz. Ali demiştir. Yani hiç puta secde etmemiştir, puta tapmamıştır. Onun secdesi Hakk’adır Hak da insandır, insan hakda hak insan diye âşıklar bunu tevsir etmişlerdir. Bunun işlenmesi gerekir yani biraz evvel Mehmet Dede dedi ki, hakikata göre hareket etmeniz lazım dedi çok doğru söyledi.
Tabi ki burada sözler belki yanlışanlaşılacak fakat Hak Âdemdedir.
Demek ki o zaman gene Hz. Ali’de secde etmiştir öyle mi?
Etmiştir tabi efendim ne demek.
Evet, biraz önce yarım kaldı Adil Ali Atalay bir şeylere girmişken telefon geldi, telefona yanıt verdi fakat burada önemli bir meseleye girilmişti ki tam yanıtlanmadı. Halk ozanları üzerinde niçin çok fazla duruyoruz, dedeler diyoruz ama aynı zamanda halk ozanları diyoruz. Dedeler, babalar inançsal yönden elbette ki Alevîlik, Bektaşilik inancını, kültürünü bugünlere kadar getirmiş büyük değerlerimiz. Fakat unutulmaması gereken bir şey var, o da zaman içerisinde ozanlarla dedeler arasındaki bağın zayıflatılması her ikisinin birbirini besleyen kaynaklar olmaktan çıkarılmasıdır, şimdi temel sorunlarımızdan birisi bu. Halk ozanları, halktan aldığını çok derin bir duygusallıkla yoğururken aynı zamanda içine birçok bilgi yüklerler şiirlerine. Şiirleri onların kutlu sözler manasına geçer, onların her birisi halk aşığı olduğu kadar hak aşığıdır da. Yani hakka âşık olmuştur, Tanrı’ya, yaratana âşık olmuşlardır. İçlerinde büyük bir inançsal sevgi vardır, kendi yollarının devamcısı, kendi yollarının kurallarını bilen belli bir tekkede, belli bir ocakta, belli dergâhlarda yetişmiş değerli insanlardır âşıklar, ozanlar. O yüzden onların sözleri, görüşleri, davranışları, yaşamları her birisi bize birer örnektir. Bugün elimizde eğer Türk Halk Edebiyatının en büyük eserlerini bu yolun yolcuları vermişse bunda da bir mana aramak gerekir. Tabi bunlar kolay ve basit şeyler değildir. Evet, bir ozanımızın dediği gibi elbette ki Kuran’ın kutsi sözleri halk ozanlarının şiirlerinde tecelli etmiştir. Yani Kuranla halk ozanlarının yaratmış olduğu eserler arasında büyük bir benzerlik vardır niçin? Her ikisi de sevgi, aşk, doğruluk, dürüstlük diyor yani en azından Alevîler Bektaşiler buna inanıyor. Bu konuya girelim, açalım yani halk ozanlarının şiirleri öyle bir kenarda, kıyıda, köşede bırakılacak gibilerinden değil. Yani bunlar şu ana kadar hep üstü örtüldü, örtülü geldi bugün bile yaşayan halk ozanlarımız var, bu konuda çalışmalarımız var bu halk ozanları yaşıyor, eser üretiyorlar, bu geleneği sürdürüyorlar. Ama çok ilginçtir, çok değerli gerçekten değer verdiğimiz sanatçılar bu ozanların eserleriyle ünleniyorlar, onların eserlerinden çıkan değerli sözlere ezgiler uyduruyorlar, ezgilerle beraber türküler oluşuyor, müzik oluşuyor. Fakat o eserleri yaratanlar ozanlardır, yani günümüzde halk ozanlığı geleneği sürüyor, o halk müziği kültürünü de halka sevdiren yine ozanların kutlu güzel sözleridir. O yüzden halk ozanlarının dertlerine, düşüncelerine, dileklerine daha fazla kulak vermemiz gerekir. Kendisi de bir halk ozanı olduğu için Adil Ali Atalay bu konu da elbette ki birçok şeyi söyleyecek, bizimle paylaşacak. Biraz da dertleşeceğiz sanırım öyle değil mi bir halk ozanısınız ama dertli, bütün halk ozanları gibi birçok derdiniz var. Sevgi, aşk, keder, gurbet var ama bir de halk ozanı olmanızdan kaynaklanan sorunlarınız var.
Şimdi efendim eski Türkler biliyorsunuz Hakanlar ozanlar gelmeden doğan çocuklarının isimlerini koymazlardı. O zamanın din adamları da ozanlarıydı, gerçekten o topuzu çalanlar, o sazı çalanlar, o şiiri yazanlar, o sözü söyleyenler. Napolyon der ki, “Dahiler ve ozanlar çağlarını aydınlatmak için yanmağa mahkûm gök taşlarıdır” demiştir. Biz yanmağa mahkûmuz zaten biz ağlayan ile ağlayan, gülen ile gülen, sevilen ile sevilen biraz evvel de demiştim ben bugün Bosna-Hersek tarafında bir harp varsa Kerbela olayı diyorum, Doğu’da bir ölen varsa Kerbela olayı diyorum, Hindistan’da açlıktan ölen varsa Kerbela olayı diyorum. Hatta sağ olsun ozanımız ney çalarken çok duygulandım ağladım, o zaman ben dedim ki Kerbela bitsin ben oruç tutmayacağım dedim. Kerbela daha bitmedi ki halen bitmedi yani, dedenin dediği gibi bitmezde. Napolyon’un dediği gibi Tacettin Küçük ne der,
Âdem çok kutsal kitaptır
Oku kendin kendin oku
Gönlün yıkma gönül yaptır
Oku kendin kendin oku.
Bu Kuran’ın dışında mıdır soruyorum yani bütün insanlara sorayım ben.
Âdemdir yüceden yüce
Gündüz yapar varken gece
Edison gündüz yapmış burada bak karanlıktayız, hiç pencere var mı burada pencere yok ama ışıktayız.
Kendi güzel gönlü ince
Göreceksen gel Âdeme
Diyor. Âdeme gelindiği vakit her şey bilinir. Âdemin dışında hiçbir şeyin aranmaması lazımdır. Çünkü aşığın birisi diyor ki, “İnsan çok büyüktür tarif hiç gelir, tarif etsem haktan bana suç gelir” diyor. Tarif edemem insanı mümkünde değildir,
gerçekten Âdemin tarifi mümkün değildir. Kadri Baba der ki,
“Eğer akil isen dinle bu bendi
Bir muazzam beytiz hak binasıyız
Hakaretle gönül yıkma efendi
Biz bu kâinatın iptidasıyız”
diyor. Gerçekten evvel gelenler şimdi gelenlerdir, şimdi gelenler evvel gelenlerdir birbirinin aynasıdır. Aynayı bulduğu vakit görür kişi, aynayı bulmadığı vakit göremez ki. Ayna olmayan duvara bak bakayım sen tıraş olabilir misin? Ama aynayı gördüğün vakit aynaya baktığın vakit tıraş oluyorsun, aynayı bulacaksın aynayı bulduğun vakit kurtarıyorsun. Bu bir gerçektir. Bağdatlı Nesimi ne der; “Seni bu hüsnü kemal eya, lütf ile gören korktular hak demeye döndüler insan dediler” diyor. Bakın şimdi Bağdatlı Nesimi söylüyor yani diyor “senin cemalin Allah’ın cemali ama Allah demeye korktular döndüler insan dediler.” Hani burada biz insan Allah’tır demiyoruz ama Allah insandır yani Allah insan olabilir. Yani Âdem, Tanrı Âdemin zaten gönlündedir, diyor ki “beni hiçbir yerde aramayın bir yıkık gönülde arayın” diyor, Kuran-ı Kerim söylüyor bunu ben söylemiyorum. Gene Âşık Daimi diyor ki,
“Kâinatın aynasıyım
Mademki ben bir insanım
Hakkım varlık deryasıyım
Mademki ben bir insanım
İnsan hakta hak insanda
Arıyorsam bak insanda
Hiç iyi eksiklik yok insanda
Mademki ben bir insanım”
diyor. On sekiz bin âlem bir insanda mevcut. Bu dünya bir âlem böylesi on sekiz bin âlem bir insanda mevcut ama biz de olan bu dünyada mevcut değil. Yani bir insanda olan bu dünya da mevcut değil. Zaten haberdar olan katredir umman gizlidir. Haberdar olan zerre de güneş gizlidir. Zerredir ama güneş gizlidir onda, katredir ama umman gizlidir onda haberdar olmayan koşar ki deryaya gitsin.
Enel hakkın ismim ile
Hakka erdim cismim ile
Benziyorum resimim ile
Mademki ben bir insanım
diyor. Kime benziyor, Hakka benziyor. İşte hakka benzediği için tasavvuf çözüldüğü vakit kurt koyunla yayılacak. Çünkü karşındaki insandır sen insana nasıl hakaret eder de Tanrı’ya yalvarırsın hiç imkânı var mı? Ben bir insanı yakacağım Tanrı’ya da yalvaracağım vay babam vay, ben sizin kalbinizi kıracağım Tanrı’ya yalvaracağım. Olmaz bunlar gerçekten olmaz insan haktadır. Şah Hatayî de öyle diyor,
“Gel bir pire hizmet eyle
Emek zayi olmaz ola
Mürşit eteğin mükten tut
Kimse elinden almaz ola”
diyor. Mürşitsiz kâr haramdır kardeşim ustasız kâr haramdır. Ben şimdi gidip de bir hastayı ameliyat edemem ama genç bir doktor, benim yarı yaşımda olan bir doktor, gider onu rahatça ameliyat eder apandisitini temizler ölümden kurtarır. Ama ben onu
açacak olsam iyice öldürürüm çıkarım işin içinden.
Evet dediğimiz gibi ozanların bu sözleri, ozanların anlam yüklü sözleri bizi bugünlere kadar getirmiş. Bize aşk vermiş, bize mesaj vermiş, bizi uyarmış, bizi ayakta tutmuş kutlu sözler. Söz, saz, ses bunlar yaşamımızdan eğer biraz ayrılırsa hayat o kadar yavanlaşıyor, o kadar kısırlaşıyor ki şiirsiz, müziksiz, sözsüz, sohbetsiz bir hayat geçmiyor geçmezde. Evet, ozanlar dedik ozanlarda kaldık Adil Ali Atalay.
Efendim Edip Harabi diyor ki, “Yok iken âlemde Havva Âdemle Hak ile hak idik sırrı müphemde” diyor. Gerçekten Âdem ile Havva gelmeden diyor biz hak ile hak idik sırrı müphemde diyor. Bunu çözmediğimiz müddetçe ne olsa böyle görüntü bir insan 50–60–80–100 kiloluk et, kemik, kan pıhtısından bir çuval saymayalım dostum. Eğer biz bunu böyle sayarsak zaten Âdem’i çözemeyiz, Âdem’i çözmemize imkân yoktur. Abdal Musa ne diyor, “Kırklar özün bir araya koydular anlar cenazesin susuz yundular.” Diyor. Hadi şimdi gelin bunu çözelim nasıl çözeceğiz, nasıl susuz yundular. Gerçekten gerçeğin birisi diyor ki, “Usullerde usul nedir, kusullerde kusul nedir, şeriatı su pak eder tarikatta gusul nedir” diyor. Yani bir defa temizlik denildiği vakit hangi temizliğin ne olduğunu bilmediğimiz müddetçe bir şişeye çifeyi doldurup ağzını tıpalayıp dereye atsak onun içinin temizlenmesine imkân var mıdır yoktur. Tabi ki temizlik imandan gelir imandır, yüzü temiz olmayanın özü de temiz olmaz tabi ters anlaşılmasın. Tabi ki yani yüzü temiz olacak fakat içi temiz olmadığı müddetçe Nesimi öyle diyor, “Sen hiç durma istersen bilmem neyi hamama götür sok yıka o yine odur” diyor, ismini vermeyeceğim. Şimdi Hilmi dede baba ne der “Dost cemalin görmeye her bir azam göz oldu, peyine yüz sürmeye içim dışım yüz oldu” diyor. Yani onun ayağına yüz sürmeme ben dostumun ayağına yüz sürmek için benim içim dışım hep yüz oldu diyor. Dost cemalinin görmeye de her bir azam göz oldu diyor. Yani iki tane gözüm vardı gördüm demiyor. Bunların çok güzel açıklanması, çözülmesi gerek, çözülmedikçe zorluklar buradan başlıyor zaten. Efendim Mısırı Niyazi diyor ki;
“Sırrı küntü kenzi olduk agâhı
Aynımda görünce cemalullahı”
diyor. Kişi Hakkı kendi özünde bulmadıkça hak ile hak olamaz. Gerçekten onun sırrına erişmediği müddetçe onun imkânı yoktur ki çözülsün. Buda neden olur efendim, biraz evvel bacımızın birisi Şahı Merdan türaptır tabi ki türaptır yani bir ismi de türabıdır Şahı Merdan’ın. Onun içindir ki biz de türaptan gelmişiz biz toprağız zaten bak öldüğümüz vakit vücudumuzu toprağa veriyoruz. Topraktan geleni toprağa veriyoruz, Âdem’den geleni de Âdem’e gönderiyoruz. Ama düşüncemiz hayvan ise
Hayvana gönderiyoruz.
Şimdi demek ki Ehlibeyt’in aşkıyla ihate olan buz ile su gibi buz mudur su mudur meselesi gibi o buz gibi ihate olan verimlidir çünkü onun içerisindedir. Bak şimdi elektriğin düğmesine basın kararır, düğmesine basın yanar ışır onun düğmesi hazır basarsın yakarsın diyorsun. Tabi ki toprağın hepsi böyle olsa diyorsunuz Veysel ne güzel diyor ki, “Koyun kurt ile gezerdi fikir başka başka olmasa” yani toprak başka başka olmasa hep verimli olsa zaten verim verimden bilecek diyorsunuz.
Burada herhalde tasavvufa girdik. Evet, tümü tasavvuf, peki İslam tasavvufu, Alevî Bektaşi tasavvufu, felsefesi dediğimizde bunun tarihi kökleri var, bunu aydınlatan öncüler var, tasavvuf erbabları var, mutasavvuflar var. Ozanları, dedeleri bunlardan ayırmıyorum fakat bu yolun öncüleri var. Yani bir Hacı Bektaşi Veli’yi, bir Hallacı Mansur’u, bir Seyit Nesimi’yi, Beyazıd-ı Bestamiyi diğer sizlerin çok daha iyi bildiği uluları anmadan geçemeyeceğiz herhalde yani onlarla başlamış bu yol.
İmkânı yok tabi ki onlar olmazsa zaten dedelere tabi ki saygımız var üç telli saz ile gelmiştir. Fakat âşıkların ayetleriyle halka sunmuşlardır. Âşıklar canını kurban etmişlerdir. Aşığın birisi der ki, “Yılda bir kurban keserler el alemi toy için benim her an canım sana kurban ya Ali” diyor. Yani aşığa kurban-ı kaza demişler, âşıklar hayvan kesmezler. Kendisi kurban yani hayvan kaç para onun yanında kendi canını Kurban etmişler.
Efendim bir yerde aşk hakkında şöyle demişim;
“Aşka verdim bu dünyada namusumu arımı
Hem esrarım hemi ruhum, hemi canım aşktır aşk
Tanrım aşksız almasınlar vallah vermem canımı
Gelip gitmem konup göçmem her zamanım aşktır aşk” diyor.
Bir şiirinizde benim önümde sizinle daha önce bir söyleşi yapmıştık, Yurtta Birlik Gazetesinde yayınlanmıştı hatırlarsanız. Orada soru olarak yöneltmişim size yenileyeceğim;
Kapısının kulu idim bilmedi
Aşkıyla yandım yüzüm gülmedi
Bir kez olsun gözüm yaşım silmedi
Arzularım yaktı yıktı ne deyim diye sesleniyorsunuz.
Efendim o gün için şikâyet varmış ben şikâyeti de pek sevmiyorum. Ne şikâyeti severim ne de efendime söyleyeyim işte başkasına göre de ben iyiyimdir demeyi sevmem. Bir başkasına göre bir hırsıza göre, bir arsıza göre af edersin bir sahtekara göre de ben iyiyim dedem, benim iyi olmam lazım ki iyi olayım. Ben onları da kaldırmıştım, şimdi bir derece vardır yani doğrudur, benim çocukluk şiirlerimde ki duygularım daha güzeldir esasında onları hiç meydana koymamışım nasip olursa çıkarabilirsem, başkasının kitabını çıkarmaktan zaman bulamıyorum,
Gene bir dörtlüğümde şöyle demişim;
Mest eyledi divaneyim beni aşkın hicranı
Uğrunda feda olsun verem böyle bin canı
Hem dolaşan hem yaşatan vücudumda al kanı
Gafil bilmez çeken bilir kanım canım aştır aşk.
Şimdi aşka girmeyen, giriftar olmayan bilmez arkadaşım.
Aşkın ateşiyle yanacak.
Muhakkak yanacak yanması lazımdır çünkü Gaybi diyor ki, “Yanacağın mükerrer yanmazsan aşk oduna” yani muhakkak yanacaksın cehennem oduna yanmamışsa cehennemde yanacaktır o, nefs oduna yanacaktır, yani aşk oduna yanan hâşâ ki ben cehennem ateşine yanacağına inanmıyorum. Yani burada yanıp zaten yok edecek. Bak biraz evvel ne dedik “Aşka verdim namusumu arımı” diyor her şeyimi vermişim ben aşka diyor.
Gene bir dörtlükte diyor ki,
“Bu aşk ile Mecnun oldum halden bilen olmadı
Zerre aşkı olmayanlar zaten hakkı bulmadı
Kıyamet koptu deseler aşk bağladı salmadı
Her nereye baksam gene görürümdür aşktır aşk.
Gerçeğin birisi diyor ki, “Bir kişi tüm dünya zerrelerini sadaka dağıtsa her nefesi de Allah dese dürüst makbul bir insan olur yalnız Tanrı ona cemalini ancak aşk yoluyla gösterir” diyor. Âşık olmazsan Tanrı’nın cemalini göremezsin hemi de, onu çömezsin diyor.
Ama aşk dediğimiz zaman tabi bir sevgili, bir yaradılana, bir yaradana, bir tabiat, çocuk türlü türlü sevgi çeşitleri var, aşk çeşitleri var. Çok farklı ama evet buyrun. Yani şöyle diyebilir miyiz şimdi insanoğlu bir şeylere tutuluyor, bir şeyleri seviyor, bağlanıyor.
Mutlaka zaten şimdi bir insanı severken eğer ki o sevgide art niyet yoksa o sevgide menfaat yoksa o güzel sevgidir, o sevgi de şehvet yoksa o güzel sevgidir. Şehvet sevgisi de vardır. Öyle değil mi Sevgili Adil Ali Atalay.
Ben buna sizin bu konuyu esas Molla Cami’nin bir sözüyle daha güzel açıklığa kavuşturup devam edeceğim.
Burası çok önemlidir ama inanın altı çizilip on sefer okunacak bir yerdir.
“Eğer aşk insan cinsinin kemal bulması olmasaydı
Eğer aşkın avazı cihandan kaybolmuş olsaydı
Eğer nefsin şehveti aşk olmuş olsaydı
Eşek ve öküz âlemde âşıkların baş defterine yazılırdı.” diyor.
Söyleşimize kısa bir aradan sonra devam edeceğiz. Alevî-Bektaşi-Mevlevi düşüncesinin özü, temeli, Anadolu’da halk kültürünü yaratanlar, Anadolu’da barış, sevgi diyenler, Anadolu’da dost diyenler evet Alevîler-Bektaşiler-Mevleviler ozanlar, âşıklar evet sevgili Cem Radyo dinleyicileri bir duygu harmanı, bir duygu seli. Bunu kelimelerle ifade etmek mümkün değil burada bir cem, cem olma var, cem de dostluk var, birlik var, beraberlik var, güzellik var, güzel nasihatler var, öğütlük var. Öğütler hep güzele, güzelliğe doğru öyle değil mi?
Öyledir canım, aciz bir dörtlükte demişim ki,
Ancak sevenler bilir
Sevmeyen sevgi bilmez
Her şeye hile gire
Sevgiye hile girmez.
Kardeşim girmez. İnanın ki sevgiye hile girmez. Halil Cibran o kadar güzel vurgulamış ki, “Aşk insanda küllü iradenin yaşaması demektir” diyor. Küllü irade yaşamıyorsa o kişideki aşk madde aşkı ise paraya da aşk, kumara da aşk der. Doğru Kuran-ı Kerim der ki, “Küllü maksudun mabut küllü mabudun maksut” kişinin sevdiği Tanrısıdır der üstelik. Bu bir gerçektir ama biz burada ulviyle süflüyü şehvet ile lezzeti ayırmazsak hayvan meselesidir. Nebatat, hayvanat, insan at, insan-ı kâmil dört öğe vardır, dört öğe gibi dörtte derece vardır. Bu derecelerde nebatattan, hayvanattan, insanattan çıkıp insan-ı kâmil olanlar Tanrı’nın yeryüzünde görüntüleridir. Ben bunu bir gün Yaşar Öztürk’e söyledim de dedi ki, “Hayır Tanrı’ya götürücüler, cahilleri Tanrı’ya götürücülerdir” dedi. Orada bir arif kişi vardı dedi ki, “Hocam sizin düşünceniz bilim yönünden onunkisi tasavvuf ve gönül yönünden” dedi. O da doğru o da doğru dedi cahile göre senin sözün doğru dedi. Ama kâmile göre dedi gerçekten dedi insan-ı kâmiller Tanrı’nın yeryüzünde görüntüleridir. Mikail Aksoy ne güzel demiş,
“Sevgide bir olur can ile canan
Katreler birleşir var olur bir can
Sevginin nurundan geldi bu insan
Sevgi haktır hak sevgidir efendim”
diyor. Peki, sevgi olmasaydı ister ona şehvet deyin, ister süfli deyin, ister ulvi deyin. O sevgi olmasaydı insanın yaratılması nasıl olacaktı, iki sevgi bir arada olmazsa, ruhlar birleşmezse o iki gönül bir olmazsa yaratılış nereden gelecekti. İki gönlün birleşmesinden yaratılıştır bu bir gerçektir. Gaybi ne güzel söylemiştir,
“Aşksız kişi hayvandır
İnsan değil şeytandır
Gerçek şu ki insandır
Eren can esrarına
Aşk ehli kabre girmez
Münkir nekiri görmez
Aşkı olmayan ermez
Allah’ın didarına
demiş ki biraz evvel demiştim ben zerreler sadaka dağıtsa her nefese Allah dese makbul bir insan olur ama ancak Tanrı yüzünü aşk yoluyla gösterir demiş. Bu gerçekleştiriyor. Hatta nasıl kabul ederseniz edin anonim bir söz vardır, “Dün gece yar bahçesinde yastığım bir taş idi altım çamur üstüm yağmur yine gönlüm hoş idi” diyor. Üstüme yağmur yağıyor altım çamur yastığımda taş ama dostun bahçesindeyim çünkü gönlüm hoş diyor niye çünkü dostun bahçesindeyim. Sokrat ne demiş, “Akıllı aşk ihtiraslı aşktan iyidir” demiş. Ama Yunus ne demiş, “İşitin ey yarenler aşk bir güneşe benzer, aşkı olmayan gönül misali taşa benzer” demiş. Demek ki aşk olmayan bir taş gibidir. Ama Mevlana ne demiş, “Aşk öyle bir engin denizdir ki ne kenarı vardır ne de ucu bucağı” demiş. Fuzuli ne demiş, “Aşk odu evvel düşer maşuka andan âşıka” demiş. Şemni görkim yanmayınca yakmadı pervaneyi yani mum yanmadan o pervane yanmaz demek istemiş. O kadar güzel söylemiş. Efendim devam ederken Âşık Hüdayi’de güzel bir söz söylemiş,
“Ben aşığım meşrebimi sormayın
Meşrebim aşk imanım aşk dinim aşk
Benim inancımdır ayrı görmeyin
İnancım aşk imanım aşk yönüm aşk”
demiş. Ama Şemsi Tebrizli ne demiş, “Şaşarım seven insan nasıl uyur, aşıka her türlü uyku haramdır” demiş. Demek ki âşıklara uyku da haramdır, gerçekten uyku haram. Ama Adil Ali ne demiş, “Aşka kurban olayım aşk gibi var mı” demiş. Nimri dede ne demiş, “Meğerse aşk imiş canın mayası ona mihrap imiş yüzün ayası” demiş. İsmail Şeyh ne demiş,
“Aşktır sinemi yakıp dağlayan
Aşktır gözümden akıp çağlayan
Aşktır bizleri hakka bağlayan
Aşkımız Muhammed Ali’den gelir”
demiş. Biz Muhammed Ali’ye aşığız, biz Ehlibeyt’e aşığız, biz hümanist aşığız bireysel değil yani kendimize olduğumuz âşık kadar tüm cihana aşığız. Biz doğaya aşığız insanda bir doğadır ama gülüm Neyzen de ne demiş,
“Düşme di elimden aşkın rebabı
Okunsun anlımda çile kitabı
Neyzen gibi günahkârın hesabı
Mezara girmeden sorulmuş olsun”
demiş işte aşkı olmayan mezara girmeden sorgusunu, sualini veremez. Aşkı olan gelir huzura aklanır, paklanır der ki arkadaşım Mehmet Dede ben senin filanca yerde kitabını aldım veyahut bir kolonyanı aldım gel bu hakkını helal et. Dört kapı hakı için dört tane vereyim, yalvarayım bu hakkını helal ettiğin vakit ne olur bu aklanmış olur. Ama yine Yunus ne demiş, “Aşk ehli ölmez yerde çürümez yanmayan bilmez ateşi aşka” demiş. İşte ya ben olacaksın demiş Mevlana ya âşık olacaksın demiş. Emiş bacının da güzel bir sözü var, “Yemişim aşkın sillesin aşkı aşk ol ki bilesin Şah Hüseyin’in çilesin gibi çile versen değer” diyor. Ben âşık olduktan sonra zaten o uğurda yansam, onun gibi çile çeksem daha çok değer diyor. Eşref Oğlu ne diyor, “Aşkla geçen bir demimi vermem aşksız olan ömrümün bin yılına” diyor. Aşklı geçen bir anımı bin yıl ömür yaşasam ben o bin yıl ömre vermem diyor. Ama yine Yunus ne diyor,
“Aşksızlara verme öğüt
Öğüdünden alır değil
Aşksız adam hayvan olur
Hayvan öğüt bilir değil”
diyor. Şimdi hayvan öğüt bilemez gerçekten efendim, mürşidim Ahmet Dedenin aşk hakkında bir sözü var, “Aşk çağımızda dünya yörüngesine fırlatılan füzeye benzer, değişmeceli olarak kullanılırsa füze patlar, beraberce yok olunur, ilahi olarak kullanılırsa yörüngesini tamamlar menziline döner” diyor. Efendim yine Gayreti burada program yapmıştık biz İsmail can ile tasavvuf programında fakir program almıştım, onu konuk olarak getirmiştim. O da demiş ki, “Canı aşka yakmadıkça coşup coşup akmadıkça cümleye bir bakmadıkça hak yoluna ulaşılmaz.” Demek ki aşk cümleye bir baktırıyor efendim. Ama Seyit Seyfullah’ı demeden geçemezsin değil mi, “Bu aşk bir bahri ummandır buna haddi kenar olmaz delilim sırrı Kuran’dır bunu bilende ar olmaz” diyor. Ar da kalkar, ar nedir ki ar o zaman kalkar. Ama Âşık Veysel der ki, “Güzelliğin on para etmez bu bendeki aşk olmazsa eğlenecek yer bulan gönlümdeki köşk olmazsa” diyor. Bunun hangisini atabilirsiniz, bunun hangisini siz Kuran’dan ayet değildir diyebilirsiniz. Meluli Karca diyor ki, “Hakkı hakikati gören sevgidir, ikilik zincirin kıran sevgidir canı dost yoluna veren sevgidir dünya düşman olsa olmaz Pervası” diyor. Anonim bir söz vardır “aşk ile yoğrulmuş yüzü hiçbir ayna çirkin gösteremez” diyor. Yani aşk ile yoğrulan bir yüzü hiçbir ayna onun içinin nuru yüzüne vurur diyor. Yüzü ne kadar siyah olursa olsun rengi ne kadar siyah olursa olsun, sarı olsun, beyaz olsun nasıl olursa olsun onu gösterir diyor. İbreti Terzi Hıdır diyor ki, “Mecnun’un gezdiği çölü, ovayı Leyla’nın aşkına düşenlere sor başkasına hiç sorma” diyor. Yine bir dörtlüğümle burayı bitirelim,
Huzurunda Mecnun oldum bu acize kıl nazar
Gamlı geçen her zamanın aşk ile tutmuş yazar
Aşk ehlinin huzuruna gelmeye ettim Pazar
Adil Ali binmiş gelir atı yolu aşktır aşk.
Yolu da atı da aşktır aşk efendim.
Evet, insanın atı, yolu, izi, süreği, düşüncesi, duygusu aşk olursa her halde dünyayı güzelleştiren insanlardan, gül yüzlü insanlardan birisi olur, insan-ı kâmil olur. Evet, Kerbela dedik, Hz. Hüseyin dedik, Muharrem Orucu dedik zamanımızın elverdiği ölçülerde özet bilgiler alacağız, devam edecek buyurun.
Evvela şunu söylemek istiyorum, din ve insan deyince önce ilim der. Din ilimle başlar iman ile görüntü sağlanır aşk ile ulaşılır. Üç kutup nokta var, burada Hz. Ali efendimize demişler ki, akıllı ve kâmil insan kimdir, demiş ki, dünyayı bir cümleye sığdırandır. Ben sekiz saatte konuşsam bir şeyi ifade etmez, bir dakika da konuşsam bir şey ifade etmez. Dede âşık diyalogu gündeme geldi şimdi dede ve âşık birbirinden ayrılmaz bir parçadır zaten. Birisi bülbül birisi güldür ayrılmaz. Zaten dedenin aşkı olmazsa âşık aşkı bulamaz yani aşkı nereden çıkaracak aşkı dedenin aşkından çıkaracak. Dedenin aşkından aşkı çıkaracak dedeye âşık olacak ki o aşk ona bir şeyler söylettire. Noksani Baba demiş ki, “Ben çok şey bilirim” piri demiş ki “hayır sen daha noksansın” demiş.
Evet dedeler ve âşıklar.
Evet, demin de belirttiğim gibi dede ve âşık birbirini tamamlar ve demişler “dede muhabbet et” demiş ki, “Anahtar âşıkta kaldı. Aşığı arayın bulun kapıyı o açacak ki dede de teşhirini yapa.” Şimdi burada âşıklık ve dede farklılığı yok. İkincisi şunu söyleyeyim bugün birçok tasavvuf ehli şiir ve dile getiren birçok dede vardır yani dede aynı zamanda hem ozandır hem âşıktır. Âşık ta hem kâmil-i insandır hem ozandır.
Tabi ki sevgi bir yaşamdır, şunu söyleyeyim insan şehvet sevgisi olmadan yaşam olmaz çünkü şehvet sevgisi gerekli ki insan neslinin zürriyeti devam etsin Madde sevgisi vardır ama tapmak amacıyla değildir. Maddenin sevgisi de vardır, çünkü maddenin sevgisi olmazsa yani yeme, içme olmazsa insanlar yine yaşayamaz ama bunlar geçicidir yani bunlar ölümlü bu sevgiler ölümlüdür, baki değildir. Ama ilahi sevgi bakidir. İlahi aşk bakidir insanı sonsuzlaştırır. Burada tabi ki biz başta dedik ki, âşık diyor ki: Her şeyi hak eden Âdem’dir. Secde edilen âdemdir burada tabi ki her şey âdemdir, her şey Âdemde mevcuttur, her şey Âdemde gizlidir. Cenabı Hak nasıl ki bir çekirdeğin içerisinde sırrını saklamış bir çekirdekten bir ağaç bitiyor Âdemin çekirdeğin içerisinden de Âdemin kalbinde o sırrı saklamış ve o sırrı fark eden kişi kâmil-i insandır. Kamil insan ve mürşidi insan vardır burada. Diyor ki, “derman aradım derdime derdim bana derman imiş burhan aradım aslıma aslım bana burhan imiş” diyor Niyazi Mısrı, “öyle sanırdım ayrıyım dost gayrıdır ben gayrıyım bende duyup işiteni bildim ki o canan imiş” diyor. Yani her şey âdemdedir başka bir yerde aramaya gerek yok. Burada noktalayacağız Hak Âdemde Âdem de mevcut Hakka ulaşılan yol aşk. Çünkü diyor ki, “İlmen yakın aynel yakın Hakkel yakın” İlmen yakın zahiri ilimle Hakkı tanı, aynel yakın da iman ile gör, Hakkel yakın da aşk ile ulaş bu noktada kilitleniyor. Ama ben şurada sözümü bitirmeden Kerbela ile ilgili Hz. Hüseyin’in bir şeyi vardır, Mine Kurbanlarıyla Kerbela Kurbanları arasında ayırt etmek istiyorum, bir konuyu söylemek istiyorum. Yirmi gün bundan önce Mine Kurbanları kesildi, yani İbrahim peygamberin Kuran’da farz olmayan ve sünnet olan bir kurban merasimi vardı ki bu her yıl tazelenir yapılır, binlerce, milyonlarca hayvan katledilir. Kerbela’da katledilen ise o hakkın bargâhının kurbanlarıydı. Hz. Hüseyin ve evlatlarıydı. Geçen ayın kurbanları Allah’ın emriyle Cebrail’in tebliği sonucu İbrahim Peygamber tarafından kesilmiş kurbanlardı. Bu ayda şehit olan kurbanlarsa doğrudan doğruya Allah’a ait kurbanlardı. Kerbela’da şehit edilen kurbanlar Tanrı dergâhının öz kurbanlarıydı. Tümü de Celal sahibi ulu Tanrı’nın öz nuruna sahip ve sevgilileriydiler. Hele bakın şu aşure gününe aşure günü kurban edilenler Kurban Bayramında kesilen kurbanlara hiç benzemiyorlar. Müslümanlar Kurban Bayramında kestiği kurbanlara önce su verirler başlangıçtan beri kural böyle gelmiştir. Şimdiye kadar kurbanını susuz kesmemiştir ama Kerbela’da Hz. Muhammed’in kurbanları, evlatları susuz katledildiler, kesildiler. Fakat Kerbela Meydanında tüm Ali Aba kurbanları susuz şehit edildiler. Ölülerin hiç vakit geçirilmeden hemen gömülmesi hemen defnedilmesi İslam kurallarından birisidir. Ama görüyoruz ki Hz. Hüseyin ve Hz. Hüseyin’in dostları üç gün, üç gece bağrında, o güneşin altında çöllerde kalmıştır. Ve hatta Kitabı Mukaddeste diyor ki, “O insanoğlu üç gün üç gece o yer bağrında kalacaktır” diyor. Hz. Hüseyin’in orada Ninovada ki olayını dile getiriyor. Ve yine kuraldır ki, Kurban Bayramında kesilen kurbanlar zaman ve mekân tanımaksızın hemen o kurbanları paralar dağıtırlar. Ama Ehlibeyt’in çehreleri paramparça olarak o kızgın güneşin altında atlara çiğnetilip bekletildi. Kuzunun kurban edilmesi Tanrı tarafından yasaktır, bir yaşını doldurmamış kuzu kurban edilmez. Ama ne ilginçtir ki Kerbela’da biz İslam’ız diyenler ve şahadet getirenler peygamberin iki aylık kuzularını katlettiler. Ve burada Diyanete soruyorum Salih Peygamberin devesini ki binlerce yıl olmuş bir olayı sürekli dramatize bir şekilde insanlara anlatırlarken efendim Salih Peygamberin devesi şu şöyle öldü, şöyle kaldırıldı gözyaşı dökerlerken Kerbela’daki kurbanlar kimin kurbanlarıydı. Onun peygamberin kurbanları değil miydi o yüce insanlar hangi dine mensuptur. Peki, bu Diyanet İşleri Başkanlığı, hangi peygambere mensuptur, hangi kitaba mensuptur ki Kerbela’da Hz. Hüseyin katledildi ve on muharrem de bütün İslam âlemine televizyona diyor ki bu ayda bayram yapılacaktır diyor. Müslümanların bayram ayıdır diyor ve ben burada onun inancından yine şüphe ediyorum.
Evet, teşekkür ediyoruz, Adil Ali Atalay’ın okuyacağı bir şiir var. İki dörtlüğünü alarak programın sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Peki, efendim ben bu şiiri okumayacağım iki kelime edeceğim. Şah İmam Hüseyin 27 tane yara almıştı gelmişti ki Hz. Zeynep yaralarını sarsın tam yaralarını saracağı zaman Hindistan Padişahı bir aslanın hışmına uğruyor kurtuluşunu zamanın imamında buluyor. Zamanın imamını çağırır çağırmaz zamanın imamı hemen yetişiyor, yaralarının sardırmadan yetişiyor. Bunun nasıl derseniz diyor ki esiri onu hiç kimseye sorma Muhammed Mustafa’ya sor diyor. Bunu da hiç kimseye sormasınlar gelsinler bana sorsunlar. Zeynep ile İmam Hüseyin arasındaki beyti okuyacaktım bu da çok uzun zamanımız yetmediği için ben çok kısa kesiyorum. Ney ile saza yer yeriyorum.
Söyleşi: Cem Radyo, 23–04–1999,
MUHARREM SOHBETLERİ