BAYRAM KAYA

BAYRAM KAYA

 (CEM VAKFI BAŞKAN YARDIMCISI, İŞADAMI)

 

AYHAN AYDIN

 

Davamıza Sahip Çıkmak Zorundayız!*

CEM Vakfı Genel Kurulu’nda çok özlü bir konuşma yapan İşadamı, CEM Vakfı Başkan Yardımcısı, değerli insan Bayram Kaya; Alevi-Bektaşi toplumunun yaşadığı sosyal sorunlara değindi. Devletin üzerine düşen görevi yerine getirmediğini, insani, inançsal ve sosyal duyarlılığı olan işadamlarının Alevilerin haklı taleplerini yerine getirmesi konusunda daha duyarlı olmaları gerektiğini söyleyen Kaya, maddi kazanımların bu dünyada kalacağını ama manevi kanazımların sonsuza kadar yaşayacağını belirtti.

Ben ameliyat geçirdiğimde; hepiniz bana gereken ilgiyi gösterdiniz, sizlere teşekkür etmek için burada bulunuyorum.

Sevgili kardeşlerim!

28 Nisan 1995’de Pera Palas’da CEM Vakfı’nın kuruluşunu ilan ettik. Ben de o günkü toplantıda bazı sözler söyledim. CEM Vakfı’nın bir eksikliği var ki konuşulan sözleri arşivleyemiyorlar, yayamıyor, gereği gibi. Yüz sene önce bir adam toplum için iki özlü söz söylemişse onu dile getirip anlatıyorlar, bu da gerekli bir şey. Ben de isterdim ki o gün konuştuğum sözler açıklığa çıksın. Anadolu’da bir insan böyle sözler söylemiş deselerdi ben de isterdim ki söylediğim sözler açıklığa çıksın, arşivlensin. Bugün onu yine konuşacağız. Daha sonra bazı kurucu üyelerden isteklerim olacak.

28 Nisan’da herkes söyleyeceklerini dile getirdi en son ben kaldım söz almak isteyen kişi olarak. Daha sonra ben de konuştum ve dedim ki; “şu anda dünyanın en mutlu insanıyım, en sevinçli insanıyım. Bu toplum için çok hayırlı bir başlangıç oldu. Ama yine de bir üzüntüm vardır ki o da şudur, ben burada en az elli milyar bağış bekliyordum ki on iki buçuk milyarlık bağış oldu. Bunun için üzüntülüyüm.” O günkü on iki buçuk milyarlık bağışla Cem Vakfı buralara kadar geldi. O günkü para ile elli milyar bağış olsaydı, Cem Vakfı bugün 3 yıl daha ileride olacaktı.

Orada olan iş adamlarına dedim ki, “bizim toplumumuzun yüzde sekseni ne köylü ne de kentli. Bu şehrin merkezinde yaşayan insanlar, nasıl ki Şişli Camisi’ne, Teşvikiye Camisi’ne, boy boy çelenkleriyle cenazelere dostlarımız gidiyorsa, o kırdaki, kıyı ve köşedeki insanlarımızın da cenazelerine de gitmemiz lazım. Nasıl ki beş yıldızlı otellerde düğünlere gidiyorsak, oralarda kendimizi gösteriyorsak, diğer bölgelerde yaşayan insanlarımızın da düğün salonlarına gitmemiz lazım” dedim. Eğer bunları Cem Vakfı olarak yapmazsak, gitmezsek bize derler ki, bunlar zenginler kulübü kurmuş, kendi kendilerine yaşıyorlar... Ve aynı söz iki ay sonra çıktı.

Bir şey daha söyledim; “insanlar cesur, inançlı, duyarlı, kamil insan olursa her şey olur, Cem Vakfı’nın yaşaması için İstanbul’un 30 km. dışında yüz dönüm arazisinin olması lazım. Öyle bir arazi almalıyız ki,  o arazinin içinde spor tesisleri, misafir binaları yapmalıyız, toplantı salonu yapmalıyız. Bu salonu devlete bile vermeliyiz ki konuşmalarını yapsınlar” dedim.

Elli sene önce Erzurum’dan çıkıp gelen yaşlı bir insan böyle bir söz konuşduysa, elli sene sonra da bu sözleri birisi topluma anlatsaydı ne iyi olurdu, ama bunlar kaile alınmadı.

Ben 57 senedir İstanbul’dayım. Vakıflar kuruldu, dernekler kuruldu, dergâhlar var. Ama oralar bizim inancımızı gidermek için gittiğimiz yerlerdir. Elbette cem lazım, lokma lazım, semah lazım ama bu topluma icraat lazım, araştırma lazım, ilerisi için çaba göstermek lazım. Oralara gidip ağlamakla olmuyor, böylelikle inancını gideriyorsun ama her şey bunlar demek değildir.

Toplum İzzettin Hoca’yı seviyor, layık olduğu yere getirmek istiyor, ama biz de bu yok. Buradaki insanlar için söylemiyorum, toplum için konuşuyorum. Bu memlekette yaşamak için; Atatürk ilke ve inkılaplarını yaşatmak için, birbirimizi sevmemiz lazım. Eğer memlekette Atatürk ilke ve inkılapları zedelenirse bizim bu mekanda yerimiz yoktur, yaşama hakkımız da yoktur. Bu işler toplulukla olur, bu topluluk ise uğraşma ile çalışma ile olur.

Sevgili kardeşler!

Şimdi CEM Vakfı’nda kayıtlı yüzün üstünde kurucu üyemiz var. Her toplantıda yüzde ellisi gelmiyor. Sonra da sorulmaz bu vakıf ne ile yürüyor? Bizim devlet katında bir adamımız yok ki bize yüz milyarca lira para aktarsın, devlet bizi ikinci vatandaş gibi görüyor. Onun için biz kendi yağımızla kavrulacağız, buraya yardım etmek zorundayız. 7 senedir bu vakıf kurulmuş, 7 senedir yönetimde olan 14 insan bu yükü sırtlamış götürüyor.

Sevgili kurucu üyelerim, size soruyorum; insan bir kere sorar nasıl yürüyorsunuz, devlet size para vermiyor, nasıl gidiyor bu işler? Şimdi size desem ki; bir şirket kurduk herkes 50 milyar para versin bir sene sonra 100 milyar alacaklar desem, yüzde doksan dokuzu o parayı verir. Ama şimdi desem ki bu vakıfa bağış yapın, bu vakfı yürütelim, hiç kimseden ses çıkmaz, üzüldüğüm nokta da bu.

7 sene önce Pera Palas’da konuştuk, şimdi yine aynı durumdayız. Bu memlekette Atatürk ilke ve inkılapları zayıf düşerse, bizler de toplum olarak birlik sağlayamazsak, biz haklarımızı devletten isteyemezsek ne olacak sonumuz?

Bir insan yalnız okumakla kamil olamaz. Bazı zenginlerimiz var ama ben onları cahil görüyorum. Örneğin adam diyor ki; param var, bana da yeter torunuma da yeter. Aslında biliyor musunuz Sivas’ta 37 kişi nasıl yandı, bunu biliyor musunuz? Kahramanmaraş’ta, Çorum’da hangi olaylar oldu, bunları biliyor musunuz? Onları yapanlar zaman zaman hükümette de görev aldılar şimdi devleti idare edenlerdir.

Sizlere rica ediyorum bu Vakıfa sahip çıkalım, ne yaparsanız yapın bu memlekete toplum olarak sahip çıkmak zorundayız. Anadolu’nun en az yüzde seksen kentinde Horasan erenlerinin türbeleri yatıyor. Bu memleket bizim. Bu memlekete bizden başka kimse sahip çıkamaz. Ve bizim bu türbelere, kendi inancımıza, yolumuza sahip çıkmamız lazım. Bu tür yatırlara sahip çıkmamız için de böyle kuruluşa yardım etmemiz lazım, hakkımızı devletten almamız için sahip çıkmamız lazım.

Biz bunların hiç birini yapmıyoruz. Soruyoruz kahvede birbirimize Cem Vakfı ne yapıyor, hoca ne yapıyor, neler oluyor vb.? Benim bu yaşta burada ne işim var, sıradan bir insan olsam ben buraya gelir miyim? Ama ben dedemin çektiğini çekmek istemiyorum artık, babamın çektiğini çekmek istemiyorum artık, ben artık buranın sahibi olmak istiyorum. Ben olmasam bile oğlum olsun, torunum olsun... Bu memlekete sahip çıkmak zorundayız.

Dedemle 1939’da Erzurum’a odun satmaya gidiyoruz, bir araba odun satmaya gidiyoruz. Erzurum bizim köye 80 km. uzaklıkta, 4 gün de gidip-geliyoruz, odunları 10 liraya satıyoruz. Dedemle gittik. Alaca Köy’e, orada bir su akıyor ama ben daha çocuğum, ağustos ayındayız, çok susadım ama dedeme de söylemiyorum, sonunda söyledim, dedem durmadı. Gittik başka derede, orada durdu. Ben de dedim ki; dede, “neden orada durmadın da başka yerde durdun,” dedi ki; “oğlum orada korucu var, dağ köylere ve köylülerine düşman. Orada gördü mü laf eder, yani bize Kızılbaş diyorlar, bize Alevi diyorlar, bize eza-ceza yapıyorlar. Onun için orada durmadım.” ben çok şaşırdım, kendi kendime dedim ki; “acaba biz başka millet miyiz?” Gittik, geldik o benim içime işledi, dert oldu.

Bir sene sonra komşularla beraber 10 araba odun satmaya gidiyoruz, yine dedem beni götürdü. Fırat Nehri akıyor nehrin karşı tarafına geçtik, çayırlar biçilmiş. 1939’un sonu. Tren de yeni gelmiş bizim oraya. Tren istasyonu da yaptık. Orada öküzler otluyordu, görevli olan memur, öküzleri aldı istasyona götürdü. O zaman bir delikanlı ona karşı çıktı, odunla iki tane vurdu o memur, delikanlı düştü yere, öküzleri götürdüler oraya. İstasyon müdürüne dedi ki; “burası artık Kızılbaşların güzergahı”. Adamlar sırf Alevi olduğumuz için öküzlerimize el koydular. Ceza kestiler. Bize aza-ceza ettiler.

Ben böyle şeyler yaşadığım için bizden sonrakilerin de böyle yaşamalarını istemiyorum.

Bizim Erzurum’da gericiler çok çıkar. Bir Karadenizli arkadaşım mescit yapmış beni de çağırdılar, arkadaşlar beni çok seviyorlar... Onları kırmamak için gittim. Ancak ben bizim cemlerde coşa geliyorum, namazda baktım ki sağımda bir adam, solumda bir adam namaz kılıyor. Hoca gelip dedi ki; “bu çocuk çok iyiymiş keşke Kızılbaş olmasaydı, yazık buna.” Arkadaş da diyor ki; bunların bir şeyi varmış acaba doğru mu bir soralım mı acaba?, nedir? diyor. Diyor ki; “bunlar düğün yaptıkları zaman kızı, dedenin yanına götürüyor, kız dede ile kalıyor, sabahta gelip dedenin elinden alıyorlar.” Gönen’de iki tane yine Karadenizli arkadaşım anlatıyor aynı şekilde, ben de dedim ki; “sizin özrünüz kabahatinizden fazla, siz beni bunca senedir tanıyorsunuz hangi yüzle bunları anlatıyorsunuz, utanmıyor musunuz?”

Size soruyorum; Anadolu’da bunları, bu rezillikleri, bu ikiyüzlülükleri, bu hakaretleri, bu kara çalmaları...

Yaşadınız mı, yaşamadınız mı?

Yaşadıysanız gelin buraya sahip çıkalım, çocuklarınızın yaşaması için buraya yardım edelim. Atatürk ilke ve inkılaplarını yaşatmak için buraya yardım edin, toplumu sevdiğiniz için yardım edin. Çeşitli dergahlara bağış yapmanız, ibadetiniz içindir. Ama onlar sizi bir yere götüremez, ben bunu size anlatmak istiyorum.

Gelin hep beraber bir karar alalım, eşlerinizi de getirin, İstanbul’un en güzel bir lokantasında hep beraber oturalım, yemeğimizi yiyelim ve buraya herkes içinden geldiği kadarıyla bağış yapsın da bizler de biraz rahatlayalım.

Öbür dünyaya gittiğin zaman dedenle, babanla karşılaşacaksın. İşte onlara o zaman söyleyebileceksin, diyeceksin ki; dede sen çok zorluklar içinde yaşadın, inancını, kültürünü yaşatamadın, baskı gördün ama biz hakkımızı aldık, biz devletten hakkımızı aldık, biz mum ışığında cemlerimizi yapmadık, çocuklara ve memlekete artık hakimiz. Sizin ruhunuzu şad edebildiysek ne mutlu bize! Diyebileceksiniz.

O nedenle davamıza sahip çıkalım, Alevilik-Bektaşilik ulu bir yoldur. Bu ulu yola sahip çıkalım, çocuklarımıza onurlu, omuzları dik yürüyebilecekleri, ibadetlerini, inançlarını, kültürlerini yaşayabilecekleri bir gelecek bırakalım.

Para ve iş hepsi burada kalır ama insanlık ebedi ölümsüz bir miras olarak sonsuza kadar yaşar.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

*Sayın Bayram Kaya’yla Cem Radyo’da bir söyleşi yapılmış, söyleşi programında da Sayın Kaya buradaki fikirleri dile getirmiştir. Özet olduğu için bu yazıyı buraya almayı uygun buldum.

 CEM Vakfı 8. Genel Kurulu, 30 Mart 2002 Cumartesi günü Yenibosna Kültür ve Cemevi’nde yapıldı.

EKİN İDİK OLDUK HARMAN, AYHAN AYDIN, (ALEVİLİK BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ HABERLER, ETKİNLİKLER, SÖYLEŞİLER, YORUMLAR, FOTOĞRAFLAR – 1992 - 2004), 2005, İstanbul, KAHRAMAN OFSET, (SAYFA: 377-380)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile