BÜLENT GÜNDOĞDU

BÜLENT GÜNDOĞDU

 (CEM VAKFI YÖNETİM KURULU ÜYESİ)

 

AYHAN AYDIN

 

Türkiye’de Ne Kadar Sünni Var?

Türkiye’deki Sünni-İslam anlayışı, diğer İslam ülkelerindekilerden çok farklıdır. Alevi-İslam anlayışına daha yakındır. Çünkü bireyler önce Türk kanından gelmektedirler.

Anadolu’da hiçbir zaman, sen Sünni’sin, ben Alevi’yim diye, toplumsal bir boyuta taşınan kavgaya, gürültüye rastlanmamıştır (münferit, birkaç olay olabilir).

Türk çocuğu anadili olarak, Tanrı’nın kendisine bahşettiği Türkçe ile ibadet eder. Tanrı her dili anlar; çünkü dili de yaradan odur (dil ve renklerin farklı olması “Rum Sûresi 22’nci Ayet”).

Sünni kardeşlerimize soruyorum, bir düşünsünler; kendilerine Afganistan’daki Talibanlar mı daha yakın, yoksa Alevi Türkleri mi? Kendilerine Arabistan’daki krallıkla idare edilen ve kendi kültür ve milliyetçiliğini her millete dayatanlar mı daha yakın, yoksa aynı kültürü paylaşan, aynı siperde savaşan Türk Alevileri mi daha yakın?

Biricik kız evladını bir koca ile evlendirmek, Türk’ün örf ve törelerine mi uygundur, yoksa sonradan üç kadın daha alabilecek, yada üç karısı olan birine dördüncü eş olarak vermek mi, Türk örf ve terbiyesine daha uygundur? (Kız çocuğu olanlar bunu daha iyi anlar).

Ama Tanrı’ya şükürler olsun ki, Türkiye’de yaşayan Sünni-İslam inanışındaki kardeşlerimizin büyük çoğunluğu, bunlara damarlarındaki asil kandan dolayı, itibar etmemişlerdir. Yaşam tarzları olarak büyük çoğunluğu Alevilere daha yakındır. Çünkü sonuçta her ikisi de özünde Türk’tür. Buna göre; Türkiye’de kendisini Sünni olarak tanımlayan kesime, dünyada en yakın olanlar, yine Türkiye’deki Alevilerdir.

Alevilere de en yakın olanlar, yakın coğrafyada ve dünyada, kendileri gibi Türk kanı taşıyan Sünni kardeşlerimizdir.

Diyanet ve oy için insanlar arasında bölücülük yapan, yasaları vatandaşlar arasında ayrımcılık yaparak uygulayan yöneticiler yüzünden, bu sıkıntılar bir türlü aşılamamaktadır. Bu verimli Anadolu toprağında her şey yetişti, ama son yıllarda bir Türk devlet adamı yetişmedi.

Millet geçim derdinde iken seçim düşünen, bırakın yıllar sonra ki konjonktürü görmeyi, burnunun ucunu görmeyen vasıfsız, bilgisiz kişilerce idare edildiğimiz sürece de bu devam edecektir.

İslam aleminde bir Mehdi inancı vardır; yani bir gün bir mübarek zat gelecek ve İslam alemini içinde bulunduğu sıkıntılardan kurtaracak, diye bir inanış vardır. Bu vasıflara çok yakın birinin 1881 ile 1938 yılları arasında Türkiye’de yaşadığına inanıyorum. Neden? Türkiye’nin şeriat ile, medrese eğitimi ile 800 senede, 8 bilgin çıkaramadığı malumdur.

O günkü ortama bakın, bugün Türkiye’nin durumuna bakın. Bu kadar kötü yönetilmesine karşın, yine de diğer İslam ülkelerinden kat be kat, ileri mesafe kat etmiştir. Komşularımıza bir göz atın, hepsi krallıkla, diktatörlükle idare edilmektedirler. Oralarda oy hakkı yok. Kendini yönetecek olanı seçemiyorsun, devlet yönetimi baba ölünce oğula geçiyor. Kadının şoför ehliyetini alma hakkı, bir İslam ülkesinde verileli daha iki yıl olmadı. O da kocanın yanındayken araba kullanmak kaydıyla.

Sizce hangi yaşam tarzı Türk’ün karakterine daha uygun?

Yıl 1970’ler, bir ortamda mimar olduğunu hatırladığım zatla sohbet ediyorduk. Daha 20 yaşları civarındaydım. O yıllar Aleviyim, demek bugünkü kadar rahat ve gururla telaffuz edilemiyordu.

- Nerelisiniz efendim?

- Erzincan’lıyım.

- Çok güzel, hemşehri sayılırız, ben de Erzincan’lıyım.

- Sivas deyince de aklıma hep Aşık Veysel gelir?

- Öyle mi, ben de Erzincanlı halk ozanı Ali Ekber Çiçek’i çok severim.

Evet, şifreleşme ile anlaşılmıştı ki ikimiz de Alevi idik.

Bu şekilde diyalog oluşturmamızın ayıbı bize ait değildir. Bu ayıbı işleyenleri tarih ileride daha da doğru yazacaktır. Düşünün, bu ülkede askerlik yapan, çocuk yetiştiren, vergi veren, yanında insan çalıştırıp iş imkanı yaratan bir insan, inancından dolayı ayıplanıyor. Dünya tarihinde hangi ülke kendi halkına, öz evladına, pırıl pırıl insanlara bu zulmü yapmıştır?

Londra’da talebelik yıllarım... Yıl 1976. Bir ‘pub’da ortapedi tahsili yapan, benden birkaç yaş büyük bir İngiliz’e, Türk Bayrağının hikâyesini anlattım. Hepinizce de bilindiği gibi bir meydan muharebesi sonrası yerdeki kan gölünde ay ve yıldızın belirmesi hadisesi vardır.

Buna sorduğu soruyu aynen yazıyorum. “Siz bu kadar ince düşünceli bir millet misiniz? Çok şaşırdım.”

Haklıydı, bizi hep kötü yönümüzle tanımışlardı, hatta son zamanlara kadar Türkiye de yollarda develer, fesli imamlar, uçan halılar (ki Arap mitolojisine girer) olduğunu sananlarla, bizzat ben de çok kere karşılaşmışımdır. Ten rengimizin bile garipsendiğine de şahit oldum. Sarışın Türk olur mu, Türkler’de açık renkli cilt nasıl oluyor? Türünden. Sebep; Türk milletinin Avrupa’ya, yüzyıllarca Arap topluluğu gibi tanıtılmış olmasıdır. Halbuki elimizde Anadolu toprağının yetiştirdiği bunca hümanist filozof varken, bunların tümünün, yalnızca bir kaçının dediklerini duyurabilsek, Türkiye birkaç yılda dünyanın en saygı değer ülkesi olur.

Hacı Bektaşi Veli’yi, Yunus Emre’yi, Mevlana’yı dünyaya ihraç edebilsek, Türkiye’nin hiçbir sorununun kalmayacağı inancındayım.

Yanlış dış politikalar yüzünden, Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri ile de ilişkilerimiz gittikçe zayıflamaktadır. Bugünler de bu boşluğu başka ülkeler doldurmaya çalışmaktadırlar. Binlerce kilometre ötede Kazakistan’a giderseniz, Pir Ahmet Yesevi’nin türbesinde, Yunus Emre’nin Anadolu’da söylediklerini aynen görürsünüz.

Yazar merhum Fuat Köprülü, bu Alevi zatın kadın-erkek ayrımı yapmadan, aynı mekanda ibadet ettirdiği yazar. İlk araştırma kitabı, Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ile yaptırılmıştır. Tarihte İlk Mutasavvıflar adlı kitabında genişçe bundan bahseder.

İşte Türk çocuğunun İslamiyet’le buluşması, Pir Ahmet Yesevi öğretisi ile başlamıştır. Kerbela faciasından sonra öldürülme korkusuyla Hz. Muhammet’in tüm soyu, dünyanın dört bir tarafına göç etmiştir. Bunlardan büyük bir kısmı da Türkistan’a gelir. İşte bizim Ehlibeyt akrabalığımız da böyle başlar. Hz. Muhammet’in torunları Türkler arasında kendilerini çok güvende hissederler, aralarında evlilikler olduğu için, Türk Hanı ile Ehlibeyt akraba olmaya başlar. Çünkü bu soyun artık bırakın Arap Yarımadası’nda, Arap’ın bulunduğu hiçbir ülkede yaşama şansı yoktur.

Moğol istilası ve Orta Asya kuraklığı, sonra da Anadolu’ya göçerler. Hünkar Hacı Bektaşi Veli Anadolu’ya geldiğinde, Diyanet İşleri Başkanlığı yoktu, bırakın Arap milliyetçiliğini radikal / İslamcı görüşü, bütün Anadolu Hıristiyan’dı. Bu tarihlerde hiçbir din savaşı, katliam ve soykırım olmadığına göre bu kadar insan nasıl Müslümanlaştı?

Trabzon’da papaz okulu, Rum Pontus İmparatorluğu’nun kalıntıları, Nevşehir’de dünyanın en büyük Hıristiyan kiliseleri merkezi, Tarsus, Antalya, İstanbul aynı şekilde yüz binlerce Hıristiyan’ın yaşadığı yörelerde, ne oldu da bu insanlar Müslümanlığı seçtiler?

Cevap: Bugün adam yerine koymadıkları Alevilerin dedeleri sayesinde.

Hacı Bektaş Veli neden Anadolu’ya geldiğinde Sulucakarahöyük’e gelmiştir? Daha manzaralı, deniz kenarı Antalya’ya veya Marmaris’e de yerleşebilirdi. Bilhassa o yöreye gelmiştir. Çünkü Nevşehir ve Ürgüp yöresi o yıllarda Anadolu’nun Hıristiyanlık ve misyoner yetiştirme merkezi idi. Çok iddialı idi ki, bu kadar zor bir yere konmuştur. O kadar güzel, o kadar evrensel ve hümanist şeyler söylüyordu ki, duyan birkaç kişi kendisini görmeye Sulucakarahöyük’e geliyorlardı. Kısa zamanda Anadolu’da Hıristiyan kalmadı. Büyük çoğunluğu bu görüşlerin kendilerine dahi uygun olduğunu kabul ederek, İslamiyet’e geçtiler.

Bugünkü aklı evvellerin İslamiyet, diye sundukları tamamen şekle, hurafeye ya da cezaya dayanan bir görüş gibi sunulsaydı, Hacı Bektaş’ın sunduğu İslamiyet, acaba Anadolu’da bir tek Müslüman olur muydu?

Onlardan evvel acaba bir tek Türk Müslüman olur muydu?

Tabii ki hayır. Dünyada hiçbir topluluk öz dilinden, kültüründen, örf ve adetten zorla ve dayatma ile vazgeçirilemez. Hiçbir kültürün başka bir kültüre bunu dayatma hakkı da yoktur. Anadolu’da, Artvin’de, Maraş’ta, Sivas’ta, Trabzon’da kadının yöresel kılık-kıyafet ve bir giyim tarzı vardır, hatta başını bağlama şekli vardır.

Siz bunların hepsini reddedeceksiniz, tek tip bir siyah örtü dayatacaksınız. Tanrıya da dua ederken işte şunları ezberleyip, söyleyeceksiniz ve de şu lisanda olacak diye baskı yapacaksınız. Hatta vakit bile dikte ettireceksiniz. İnsanlığa büyük düşünür ve filozoflar yetiştirmiş Anadolu’nun aydın insanı, bunu kabul etmemiştir, zorla da ettirememişlerdir. Bırakın çok aydın olmayı, biraz zekanız varsa düşünün, ben Tanrı’ya niyaz ve dua edeceğim, bunun için vaktin gelmesini bekleyeceğim. İbadetin vakti de, saati de, şekli de olmaz.

Tanrı sizin her zaman en yakınınızdadır, her yerdedir. Kuran’ı Kerim’de buyurduğu gibi size “şah damarınızdan” daha yakındır, uzaklarda aramaya gerek yok, insan Tanrı’nın bir parçasıdır.

Onun içindir ki Aleviler halka hizmet, Hakk’a hizmet, der. Kuran’ı Kerim’in Şâd Suresi 75. ayette; iman için “ellerimle yarattığım şey” der. İşte bu yüzden insan Alevilikte her zaman ön planda.

Ehlibeyti sevmeleri Kuran’ın açık emridir (Şûra Suresi; 23).

Nesimi’nin derisi yüzülür incinmez, Hakk’tan geldi diye. Yunus kırk gün balık karnında yatar o da incinmez, Hakk’tan geldi diye. Biz de; incinsek de kimseyi incitmek istemiyoruz, Hakk’tan geldi, diye.

Türkiye’de ne kadar Sünni-İslam’a inanan var?, diye başladık, buraya kadar geldik. Başa yine dönerek yazıma son vermek istiyorum.

İslamiyet Arap Yarımadası’ndan doğmuştur. Tabiatıyla, Arap ülkeleri ve Araplar için bir anlamı, uygulama şekli olacaktı, o da Sünnilik olarak oluşmuştur.

İran’da Şiilik adı altında uygulama olacaktır. Çünkü İran dilini yok etmeyi kabul etmez. Farsça ile ibadet eder, Ehlibeyt’e Sünni-Emevi düşüncesi gibi bakmaz, Ehlibeyt’e bağlıdır. Anadolu ve Türkler arasında da İslam, Türk’ün Müslümanlığı, yani Alevilik olarak algılandı. Onlar da kendi dillerini feda etmezler. Tanrı kelamını Türk Orta Asya inançları ile mecz ederler, Türkçe dua ederler, Kuran’ı Kerim’i Türkçe’ye çevirip anlayarak özümlerler. Mesele esasında bu kadar da basittir (tabii art niyetli olmadan anlamak isteyene).

Türkiye’de ne kadar Alevi var?, diye kafasında soru işareti olanlara benim cevabım şöyle olacak: Türkiye’de ne kadar Türk varsa, o kadar Alevi vardır.

Doğan her Türk çocuğu önce Alevi’dir. Sonradan kendi isteğiyle veya başka sebeplerle, mezhep ve inançları yaşamak isteyenleri de, asla kınamıyorum. onları da saygı ile karşılıyorum.

Bu ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış, yaşı kemale ermiş bir dostumuza sormuştuk.

“Sayın Hocam! Osmanlı’nın son iki yüz yılında Anadolu’da, zorla bir Sünni’leştirme politikası uygulanmış mıdır?”

Cevap: Sessizlik.

Anlayabilme mutluluğuna erişenlere arz ederim.

 

Cem Dergisi, Yıl: 36, Sayı: 126, Ekim-Kasım-Aralık 2002

EKİN İDİK OLDUK HARMAN, AYHAN AYDIN, (ALEVİLİK BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ HABERLER, ETKİNLİKLER, SÖYLEŞİLER, YORUMLAR, FOTOĞRAFLAR – 1992 - 2004), 2005, İstanbul, KAHRAMAN OFSET, (SAYFA: 381-384)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile