GÜNÜMÜZ ALEVİ - BEKTAŞİ KURUMLARININ ÇIKMAZLARI VE YÖNETİCİLERİNİN BAZI AÇMAZLARI

GÜNÜMÜZ ALEVİ - BEKTAŞİ KURUMLARININ

ÇIKMAZLARI VE YÖNETİCİLERİNİN BAZI AÇMAZLARI

 Ayhan Aydın

Araştırmacı Yazar

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

 

Türkiye’de profesyonel olarak ve bir istisna olmak üzere bünyelerinde yirmi yıldan uzun bir süre çalıştığım Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarıyla ilgili, yazarlığımın verileriyle oluşmuş, içerden bu kurumlara bir bakış denemesi, sorunları dile getirme amacı taşıyan bu bildiri metni tümüyle kişisel gözlem ve eleştirilemden oluşan bir yazıdır. Somut çözümler ve analizler içermeyen, Avrupa ve diğer ülkeleri kapsamayan yazımda Balkanlar’da yaşayan Alevi Bektaşi dünyasına ve yaşanan sorunlara da kısmen değinilmiştir.

 

Anahtar Sözcükler: dernek, vakıf, kurum, cemevleri, Alevi, Bektaşi, Balkanlar, dedeler, babalar, gençler, ocak, tekke, dergâh, akademisyenler, Hacı Bektaş

Bir inanç ve kültür bütünlüğü olan Alevilik ve ona bağlı olarak özellikle Balkanlar’da kurumsallaşmış bir tarikat (yol) sistemi olan Bektaşilik; doğal bütünlüğü ile bugüne kadar kendi içinde cem, Müsahiplik, ocak, dergâh, tekke, dede, baba, gibi yapılarla iç örgütlenmesini zaten yüzyıllar öncesinde kurmuş bir inanç temelli öğreti, kültürel yapıdır.

Aleviliğin Bektaşiliğin inanç önderleri olan dede ve babaların sayesinde bu inançtan insanlar; bizatihi onların kendi evlerinden başlamak üzere sık sık bir araya gelen; başta ocak ve tekkelerde, dergâhlardaki birliktelikleriyle ortak karar alma, uygulama ve buralarda buluşmaları konusunda zaten büyük bir tecrübeye sahiptirler. Anadolu’da cemevi olarak da isimlendirilen, ismi böyle bilinen en eski “ilk cemevi” zaten 750 yıl önceye dayanan Malatya Arapkir Onar Köyü’ndeki Onar Baba Cemevi halen ayaktadır ve hizmet vermektedir. Daha Hacı Bektaş Veli’nin yaşamında yapısal olarak var olmaya başlayan yani 700 yıl öncesine dayanan Nevşehir Hacı Bektaş İlçesi’ndeki Hacı Bektaş Tekkesi gibi binlerce örnekle sabit olduğu gibi Alevilerin ve Bektaşilerin başta Anadolu ve Balkanlar olmak üzere yayıldıkları tüm coğrafyalarda inanç ve ibadet kurumları, mevcuttu ve halen de bu tarihi yapılar ayaktadır.

Yüzyıllar boyunca her türlü zorluğa, baskıya rağmen inanç-ibadet- kültür yapılarını muhafaza edip kırsalda yaşatan Aleviler – Bektaşiler; Şehirleşme (kentleşme) sürecinde; uzun tarihsel ve sosyolojik gelişmeler sonucunda hem yaşamlarında, hem de buna bağlı olarak mekân-kişi- kurum yapılarında büyük bir değişim ve dönüşüm geçirmişlerdir.

Şekil olarak yine Cumhuriyet döneminde de birçok dernek kuran hatta bir zaman partileşen Alevilerin Bektaşilerin son otuz yıllık örgütlenme mücadelesi başlı başına yakın dönem tarihine örnek bir yeniden yapılanma öyküsünü barındırır.

Tümüyle otuz yılını çok yakından gözlemlediğim, Türkiye’de bir ilk olmak üzere yirmi yıla yakın bir süre profesyonel olarak da çalıştığım, içinde bulunduğum ve tüm yaşadıklarımdan yola çıkarak, gözlemlerimde objektifliği korumaya çalışan bir gazeteci ve araştırmacı olarak bu kurumlarla ilgili bazı hususları belirtmek zamanın geldiğine kanaat getirdim.

Her toplumsal kesim, inanç temelli kültürel gurupta mevcut olduğu gibi ve uzun tarihsel, sosyolojik nedenlerle, farklı coğrafyaların, farklı kültürlerin etkisiyle yöresellikle beslenen gelenek farklılıkları gibi sayısız nedenlerin de katkısıyla; Alevilerin Bektaşilerin de tek tip, homojen bir yapıda olmamaları kurumsallaşmada da bazı problemleri beraberinde getirmiştir. Aleviliği-Bektaşiliği yorumlama, Alevilik Bektaşilik konusunda sorunların çözümünde izlenen yol ve yöntemler, devlet ve siyasi sistemlere bakış gibi konularda, Alevilik Bektaşilik konusunda son otuz yılda kurulan kurum ve kuruluşların aralarında ciddi görüş ayrılıklarının olduğunu söylemek gerekmektedir. Bu bir ölçüde doğal karşılansa bile, Alevilik Bektaşilik’le ilgili her manada işleri güçleştiren bir faktördür.

Farklı isimlerle, farklı coğrafyalarda, çok doğal olarak farklı sosyal-ekonomik-siyasi yapı ve görüşler içinde olsalar da, büyük oranda birçok konuda birbirine benzeşen geniş Alevi Bektaşi kesimlerin ortak taleplerinden birisinin de; hiç durmaksızın, neden tüm Alevi Bektaşi dernekleri, vakıfları, cemevleri bir araya gelmiyorlar, sorusuyla açığa çıktığı gibi, çok parçalılıktan kurtulma özleminin olduğunu söylemeliyiz. 

Bir diğer önemli husus ise; son otuz yılda yapılan veya başka binalar düzenlenerek oluşturulan yaklaşık iki bin cemevinin büyük güçlükler aşılarak yapılmasına rağmen ihtiyaçlara yanıt veremedikleri, beklentileri karşılayamadıkları, aralarında bir bütünlük, eşgüdüm olmadığı yönündeki eleştirilerdir.

Bir hak gaspının önlenmesi, “din ve vicdan hürriyeti”, inanç özgürlüğü, Türkiye’de ve dünyada yaşanan hızlı değişmelerle birlikte Sünni kuşatma altında kentlerde kendi kimliğini duyurma, devletin tek yanlı tutumu ve bazı açık Sünni görüşü benimseyen mezhepçi yaklaşımlarına karşı, yalnızlıklarından kurtulmak ve özgür bireyler olduklarını yani bir ölçü de artık bu ülkede kendilerinin de var olduklarını haykırma ve “atalarından aldıklarını” yaşatma konusunda kararlılığın bir simgesine dönüşen ve sayılarının 600 olduğu söylenen, Alevi Bektaşi kurumlarının ve bunlarla bir bütün olan yaklaşık 2000 mevcuduyla, cemevlerinin halkın beklentilerine yanıt veremedikleri görülmektedir.

Peki, neden Alevi Bektaşi kurumları ve bu kurumların başında bulunanlar halkın taleplerinin yerine getiremiyor ve asıl işlevlerini yapamıyorlar? Bununla ilgili görüş, düşence ve gözlemlerimi şimdi paylaşmak istiyorum…

Bu konuda tespitler yapmak, dünyada sadece Türkiye’de, Balkanlar’da değil geniş bir coğrafyada da milyonlarca Alevinin Bektaşinin var olduğunu göz ardı etmeden, suçu sadece devlete, Sünni kesime, başkalarına atmadan, aynayı biraz da kendi yüzlerine tutmaları gerekir Alevi Bektaşi kurumlarının ve kurum yöneticilerinin. Ne demişler; iğneyi önce kendine, çuvaldızı sonra başkasına batır! Sorunları büyüten bir hususun da; Aleviliğin Bektaşiliğin temel inanç öğretilerinden olan ve “Dört Kapı Kırk Makam” denilen ahlak öğretisinin ilk ama ilk aşaması olan yani Şeriat ilkesinin bile kapısında dururken, bu yolla ilgili düşünürken, ilk hareketin, ilk eylemin ve olgunlaşmanın; “benlikten”ten, nefisten yani bugünün deyimiyle egolardan (bencillikten) kurtulup, doğruları söylemenin, insanın kendi özüyle (kendi kendiyle) baş başa kalarak gerçekleri itiraf etmesi anlayışı işlemelidir.

Bu Alevilikte Bektaşilikte olması gereken temel altın öğreti ilkesinin bugün işlemediğini maalesef söylemek zorundayız.

 

Bugün Türkiye’de şekil itibariyle Alevi Vakıflar Federasyonu, Alevi Dernekler Federasyonu, Alevi Bektaşi Federasyonu olmak üzere üç federasyona bağlı faaliyet gösteren Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının son yıllarda birlikte hareket edip, en azından bazı Alevi etkinliklerinde bir araya gelmeye başladıklarını, buluştuklarını görüyoruz. Fakat bu sürecin çok uzun yıllar önce yapılması gerekirdi. Şartlar öyleydi demek ki, lafı da, şu soruyu da beraberinde getirmelidir; o zaman bir dönem tabanın daha büyük bir desteği varken, bu birliktelik halkın özlemiyken, daha güçlü örgüt yapıları varken bir araya gelemeyen bu kurum ve kuruluşları bir araya getiren faktörler nelerdir öyleyse? Şartlar!, denecektir. O zaman bu şartlarda neler değişti de şimdi bir araya gelinebiliyor, peki? Bu kurumların başlarında bulunanların bu soruya sağlıklı yanıt vermelerini beklemek saflık olur bence.

Üç büyük federasyonun çatısı altında hizmet yürüten önemli Alevi Bektaşi dernek ve vakıfların dışında, tümüyle bağımsız ve yerel bazda hizmet yürüten sayısını tam bizim bile bilmediğimiz dernek, vakıf ve cemevi de mevcuttur.

Genel manada ise; Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının bir kısmının dernek, bir kısmının vakıf statüsünde oldukları görülüyor. Bu şekilsel olarak böyledir. Aynı örgütlenme için “dergâh, tekke, ocak, cemevi” görünümlü olsa da Alevi Bektaşi örgütlülüğü şekil olarak, yani kanuni olarak “dernek, vakıf ve federasyon” olarak yapısal kimlik sergileyebilmektedir. Dergâh ve tekkelerin, ocakların açılması, dede, baba, derviş kelimelerinin yeniden kullanılması ise şimdilik bu kurumların gündeminde olmayan bir tartışma konusudur.

 

Alevi Bektaşi Kurumlarının Genel Durumları

 

Vakıflar

Tarihi olarak; dergâhların-tekkelerin esasen vakıf arazileri üzerinde kurulmuş olmaları nedeniyle Aleviler ve Bektaşiler vakıf kavramına uzak olmasalar da günümüzdeki çağdaş anlamıyla vakıflaşmanın, vakıf kurmanın Alevi/Bektaşi camianın fazla ilgilendikleri alanlar olmadığı görülmektedir. Bu vakıfların, kuruluş tarihlerinden de anlaşılabilir. CEM Vakfı, Şahkulu Sultan Vakfı, Karacaahmet Vakfı, Gazi Mahallesi Cemevi Vakfı, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Merkezi Vakfı, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nden ayrılanlar tarafından kurulan Pir Sultan 2 Temmuz Eğitim ve Kültür Vakfı gibi Alevi vakıflarının çoğu son 20 yılda kurulan vakıflardır.

 

Cemevleri

Cemevleri şu ana kadar somutlanmadığı gibi, (her ne kadar kanuni düzenlemeler yolda olsa da, şu saate kadar ki durumu yazmak zorundayız,) Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yasal olarak bir inanç mekânı olarak kabul etmediği, hukuki manada ise bir yasal kurum hüviyetinde olmadığı için mutlaka ama mutlaka bir dernek veya vakıf bünyesinde hizmet yürüten bir inanç birimi, mekânı şeklindedir. Yani bir cemevinin tek başına bir hukuki ve veya devlet nezdinde sosyal yapı olmasının yolu, bunun kabul edilmesinin yolu bir yasal kurum bünyesinde faaliyet göstermesiyle mümkündür. Bu nedenle tüm cemevleri bir Alevi Bektaşi kurum ve kuruşuna; yani bir dernek veya vakfa bağlı olarak hizmet yürütmektedirler. Bugün Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı, Cem Vakfı, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği bünyesinde onlarca cemevi mevcuttur, işlevlerini bu kurumlara bağlı olarak, onların bir birimi (şubesi, hizmet binası, merkez binası vb.) şeklinde yürütmektedirler.

 

İnanç Merkezli Kurumlar

Bir kısmı dernek çatısı altında hizmet veren; Karacaahmet, Şahkulu, (hem dernek, hem vakıf olarak mevcutlar) Garipdede, Erikli Baba, Abdal Musa, Süceattin Veli vb., Kartal Cemevi, Gazi Mahallesi, Hüseyin Gazi Vakfı, Eskişehir Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı gibi çeşitli cemevleri çevresinde örgütlenen vakıf ve derneklerde daha çok inanç bazlı hizmetler verilmektedir. Bu tip kurumlarda gerek kurum merkezlerinde, gerek şubelerinde veya dergâhların bulundukları alanlarda, cemevlerinde yoğun bir şekilde halkla birebir iletişim halinde, halka hizmet esası gözetilerek görev yapılmaktadır. Cemler aksamadan sürmekte, kurban lokmaları halka sunulmakta, halkın türbeleri ziyaretleri, bir araya gelip sohbet etme imkânları sağlanmaktadır.

 

Sosyal İçerikli Faaliyetlerin Ağır Bastığı Dernek ve Vakıflar

Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, Hacı Bektaş Anadolu Kültür Vakfı, Alevi Kültür Dernekleri (eskiden Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği) yani Alevi Bektaşi Federasyonu’nun temel bileşenleri olan Alevi Sivil toplum kuruluşları inanç temelli çalışmalardan daha çok; Alevilerin haklarının alınması konusunda bu mücadelenin bir “insan hakları meselesi” olduğu yönünden hareket ederek çalışmalarını sürdürmektedirler.

 

Bazı klasik yaklaşımlar dışında; örgütlü Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşların, onlarında başında bulunanların, Aleviliği yorumlamalarında, devlete bakışlarında, Aleviliğin bir inanç mı, kültür mü, “İslam için de mi, dışında mı”, Alevi kuruluşları devlet bünyesinde yer alacak kı, almayacak mı, Alevilere devlet bütçesinden ödenek verilsin mi, verilmesin mi? Dedeler Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlanmalı mı, bağlanmamalı mı, maaş alacaklar mı, almayacaklar mı?, Alevi Çalıştaylarına katılınacak mı, katılınmayacak mı?,  gibi farklı konularda kendi kendileriyle ciddi şekilde çelişen, çatışan türlü beyanları olduğu somut belgeleriyle ortadadır.

 

Aleviliğin tanımı, yorumu, yaşatılması başta olmak üzere; bazı Alevi kurumların kendi şubeleri, yöneticileri arasında da çok ciddi farklılaşmalar, görüş ayrılıkları vardır. Bir Alevi kurum ve kuruluşunun genel merkezinin savunduğu bazı görüşler ona bağlı şubeler, bağlı birimler ve bağlı cemevi yöneticileri, dedeleri tarafından savunulmamaktadır.

 

Tüm bunlar ise; bu kurumların başında bulunan başkan, yönetim kurulu üyeleri ve yöneticilerle tabanın bir yansıması olan cemevi, şube adı altındaki alt birimlerin ciddi uyumsuzluklarından kaynaklanmaktadır. Yani açıkçası Türkiye’de her kurumda olduğu gibi Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarında da bir eşgüdüm yoktur.

 

Bu konudaki bir başka önemli neden ise; Alevi Bektaşi halk kesiminin, yani tabanın birçok konuda benzer görüşlere sahip olsalar da, kurumların ve başındakilerin yaklaşımlarının halkın genel görüş ve düşünüş şekillerini, istek ve beklentilerini yansıtmaması, bu konuda ciddi bir çatışma ve çelişkinin mevcut olmasıdır.

 

Sonuç olarak şunu dile getirebiliriz: yöresel ve geleneksel farklılıklardan kaynaklanan bazı küçük ayrımlar dışında; Alevi Bektaşi halk tabanında hemen her konuda çok ciddi görüş benzerliği vardır. Fakat şunu rahatlıkla söylemek mümkündür, Aleviler Bektaşiler adına kurulmuş hangi kurum ve kuruluş olursa olsun, bunların hiç birisinin tek başlarına, genel anlamda, Türkiye’deki Alevi Bektaşi kitlesinin görüş, düşünüş, istek ve beklentilerini yeterli ve ortak bir şekilde, dile getirmekten çok uzak oldukları temel bir gerçektir.

 

Alevi Kurumları ve Yöneticileriyle İlgili Kişisel Gözlem ve Eleştirilerim

 

Alevilik Bektaşilik sadece ve sadece cem ibadetiyle kimlik bulan bir yapı değildir. Bunun gibi yüzlerce geleneksel, kendini besleyen ve yaşatan kuralları, değerleri, pratik inanç ve kültürel uygulamaları, yapıları, ilkeleri vardır.  Alevilik Bektaşilik sıklıkla söylendiği gibi sadece sözlü bir kültür ve inanç değil, yazılı belgeleri, kitapları olan, sağlam temelleri olan tarihi kökleri derin bir felsefi (tasavvufi-batini) bir yapıdır. Bunların hızlı bir şekilde yok olmaya başlamasına rağmen Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarında, kurumlarında bu değerlerin yaşatılması, öğretilmesine, araştırılmasına ilişkin hemen hiçbir ciddi şey yapılmamaktadır.

 

  • Aleviliğin Bektaşiliğin temel yapı taşlarından olan cemlerin sürdürümcüleri, inanç önderleri olmaları yanı sıra topluma da rehberlik yapabilen, bilgisiyle geniş halk kesimlerine güven veren, Alevi Bektaşi toplumunun inançlarının, ibadetlerinin olmazsa olmazı dedelik, babalık kurumunun uzun yıllardan beri devam ede geldiği gibi; yozlaşması, ihtiyaçlara yanıt verememesi günümüzün en büyük problemlerinden birisidir. Buna rağmen Alevi Bektaşi kurumları bir bütün olarak, örgütlü olarak, bilinçli olarak, sistemli olarak bu konuda bugüne kadar hiçbir ciddi çaba içine girememişlerdir. Dedelerin, babaların bilgi düzeylerinin arttırılması, genç ve ilgili adayların yetiştirilmesi, onların cemevlerinde istihdam edilmesine ilişkin hiçbir ciddi çalışma yapılmamıştır.
  • Birbirinden tümüyle kopuk, bin bir sorunla boğuşan cemevleriyle ilgili; cemevlerinin yapımı, işlevi, buralarda görev alacak gönüllü ve profesyonel elemanların vasıfları; cem, cenaze, yemek (lokma) konuları ve mutlaka yapılması gereken diğer işler hakkında Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşları ciddi bir çalışma yapamamışlardır. Otuz yıl boyunca ortak ilkeler bütününü yansıtan ciddi bir metin ortaya konulamamıştır.
  • Alevi Bektaşi kurumlarında bulunan kimi başkan, yönetici adı altında, (pek de görev alanlarına girmemesine rağmen bazı dedelerin de), işi “gönüllü” olarak yaptığını söyleyenlerin yaklaşık yirmi yıldır bu kurumların başında oldukları görülmektedir. Bu bir gönüllülükten çıkmış o kurumu kendi özel kurumu olarak gören Alevi Bektaşi dernek, vakıf, cemevi başkanları kimi yöntemlerle, orada görev alabilecek insanların önünü keserek, Türkiye’de siyasi partilerde yaşanan, hizipleşmeleri bizzat kendileri yaratmışlardır. Alevi kurumlarında gençlerin önü kesilmiş, farklı fikirlere karşı kapılar kapatılmış, tek tipçi, Aleviliğin Bektaşiliğin özüne aykırı hareketler yapılmaya başlanmıştır. Bazen yöre milliyetçiliği, aşiretçilik, bir birine yakın siyasi, ekonomik, sosyal yapıda olanların bir birlerini kollayarak yönetimleri uzun süre ellerinde tuttukları; bazılarının mesleki, ailevi, toplumsal statülerini kullanarak birçok yolu kullanıp, kendileri gibi düşünmeyenleri o kurumlardan uzaklaştırmak için akla hayale gelmeyen yol ve yöntemlere başvurdukları somut örnekleriyle gözlemlenmiştir.
  • Birçok Alevi Bektaşi kurum temsilcisi bu kurumları kişisel ihtirasları için kullanmaya başlamışlar; belli bir süre sonra bu kurumlardaki kimliklerinden dolayı kurumdaki mevkilerini kullanarak siyasi partilerden milletvekili, parti meclis üyeliği, belediye meclis üyeliğine aday olmak gibi kimi kişisel menfaatlere yönelmişlerdir. Bu kimlikleriyle siyasi erkte yer bulan bu Alevi temsilcilerinin sonradan Alevi Bektaşi kurumlarına ve bu topluma fazla bir fayda sağlamadıkları somut örnekleriyle görülmektedir.
  • Gerek iktidar, gerekse devlet yöneticileri, siyasi parti temsilcileriyle Alevi kurum başkanları ayrı ayrı görüşmelere girişmişler; üç aşağı beş yukarı belli olan Alevilerinin haklarının alınması konusunda kendini ön plana çıkarma, kişisel beklentiler nedeniyle yine parçalı bir yapı sergilenmiş, bu da tüm iktidarların ve siyasi partilerin işine yarayan bir faktör haline gelmiştir. Bu görüşmeleri büyük maharet olarak ortaya koyan kurum başkanları, kapalı kapılar arkasında neler konuşulduğunu da kamuoyuna tam söylememişlerdir. Bu görüşmeler kişisel görüşmeler şeklinde algılanmış, haklı olarak kimi kurum başkanlarının olayı sömürdükleri, Alevileri siyasilere pazarladıkları, söylenmiştir. Bu halkta oluşan somut algı bugün de devam etmektedir.
  • Alevi Bektaşi kurumları zaman zaman federasyon çatıları altında bir araya gelseler de, Alevilerin Bektaşilerin geleceklerine ilişkin ciddi kararlar alamadıkları, bu yapıları geliştiremedikleri, sayıları on milyondan fazla olan bu toplum adına aylık, basılı bir bülteni bile yaşatamadıkları görülmüştür.
  • Bazı Alevi Bektaşi kurumlarında olan, yaşayan Alevilik Bektaşilik değil, kimi kurum temsilcilerinin, geleneklerden çok kopuk uygulamalar sergilemeye başlayan kimi kendine dede denilen dedelerin, bir tarih ve sosyolojik analiz yapma kapasitesinden yoksun kimi yazarların, babaların, ozanların, kendine aydın denen insanların kişisel tasarrufları ön plana çıkmaktadır. Kendi kişisel dünya görüşleriyle, kendilerince yarattıkları, kendileri dışında üç beş bin kişinin bile zar zor kabul edebileceği, kendi buluşları olan Alevilik Bektaşilik yorumlarıyla halkı yönlendirdikleri, bu kurumlardaki insanlara istemedikleri şeyleri dayattıkları görülmektedir. Yani yeni yeni Alevilikler Bektaşilikler yaratılmış, aklın almayacağı bazı yorumlarla gerçekten olay hakkında bilgi sahibi olmayan, tarafsız, özellikle gençlerin konuyu yanlış anlamalarına, yorumlamalarına neden olunmuştur.
  • On binlerce okuyan- okumuş Alevi Bektaşi’nin çok çeşitli nedenlerle bu kurumlara mesafeli durduklarını söylemek zorundayız. Bunların nedenleri tam ortaya çıkmamıştır. En azından belli bir meslek sahibi, üniversite bitirmiş, birikimleri olanların, sosyal kültürel dünyalarıyla bu kurumlara zenginlik katacak kişilerin buralarda yer almamaları bu kurumları fakirleştirmektedir.
  • Hemen hiçbir cemevinin, Alevi kurum ve kuruluşunun, vakfının, derneğinin araştırmacılarının, bilim insanlarının, bu konuyu merak eden Alevisiyle Sünnisiyle gençlerin gelip okuyarak tatmin olacakları zengin kitaplarıyla bir kütüphaneleri yoktur.  Kurumlarda bulunan kütüphanelerin çoğu ise beş yüzü geçmeyen kitapları olsa da, halk gelip kitap okumak istese de, buralar zaten kapalıdır. Okumaya, bilime verilen önem bu mudur? Buraların kapalı olmasının tek gerçeksi görevlendirilecek kütüphaneciye para verilemeyecek olması mıdır?
  • Hemen hiçbir cemevinin (her türlü bahaneler dışında) doğru dürüst bir bahçesi, çevre düzenlemesi, çocuk odası vs. yoktur.  Her gün bir yenisinin yapılması düşünülen cemevlerinde insanlar yangından mal kaçırır gibi hareket edip, kimseye danışmadan kendilerince buldukları bir mimara, bir mühendise güvenip hızlı bir şekilde, düşünmeden temeller atmaktadırlar. Ama bugün yapılan hemen hiçbir cemevinde; ne Alevi Bektaşi inanç ve kültürüne, ne de yüzlerce yıllık ocak-dede evi/ tekke ve dergâh mimarisini uyumluluk görülmektedir. Tüm bunlar büyük çelişkilerdir. Bunları devletin baskısı, belediyelerin yer vermemesi gibi bahanelerle açıklamak yetersizdir. Bu konuda sözde kahraman olan yöneticilerin buraları sömürdükleri örnekleriyle görülmektedir.
  • Çok fazla ve neredeyse hemen her gün bir Alevi Bektaşi dernek ve vakfının kurulması, mevcutlarının bile kiralarını veremezken, sorunlarla boğuşan bu kuramlara yenilerinin eklenmesi bir çelişkidir. Alevi Bektaşi kurumlarının önemli bir kısmının halk katında, temelde dünya görüşleri, olaylara bakışı ve Aleviliği Bektaşiliği yorumlamaları benzerken, aynı ilçede farklı isimlerle, aynı amaca yönelik kurumların içinde yer almak yerine her gün bir yeni dernek açmak, bir bakkal dükkânı açma gibi basite indirgenmiştir. Burada bir çıkar hesabının olduğunu, şahsi menfaatlerin ön plana çıktını, bir beklentiyle bu derneklerin kurulduğunu bizzat Alevilerin kendileri söylemektedirler.
  • Zaman zaman işi mahkemeye vardıracak şekilde; cemevi binalarının kontrolü konusunda Alevi kurumları birbirleriyle çatışmaktadırlar. Bunlar; Alevi Bektaşi inanç, töre, ilke ve değerlerine aykırı, ilkel davranışlardır. Bu davranışlar bu kurumların bu yola hizmet edemediklerini göstermektedir. Alevilik Bektaşilik konusunda yola çıkan kurumlar, “bizim inancımızda mahkeme kapısı yoktur” diye övünülen bir inancının değerlerini alt üst etmektedirler.
  • Bu kurumların; yapımına öncülük ettikleri, daha kurulmadan işlevsizleşen bir kaçı hariç, olmazsa olmazlardan olan bir Alevilik Bektaşilik araştırma merkezlerinin kurulması gereği ve gerçeğidir. Otuz yılda iki bin cemevi yapan anlayış, en önemli hususu göz ardı etmiş, bu inancın, kültürün tarihini, coğrafi dağılımını, eski belgeleri gün yüzüne çıkaracak, dedelerin ve gençlerin yetiştirilmesine yardımcı olacak, gelecekle ilgili görüşler ortaya koyacak bilimsel bir merkezi kurmayı düşünememiştir, ya da bilinçli olarak ihmal etmişlerdir.
  • Alevilerle Bektaşilerle ilgili binlerce belgenin mevcut olduğu Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde, Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve nice kütüphanedeki Osmanlıca, Arapça, Farsça belgeleri, kitapları okuyup Alevi Bektaşi tarihini daha objektif olarak ortaya çıkarabilecek, Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen tek bir çalışma yoktur. Osmanlıca, Arapça, Farsça bilen bu konuda belge ve kitap çevireceklere çok büyük ihtiyaç varken; otuz yıldır var olan Alevi Bektaşi kurumları bu konuda hiçbir şey yapmamışlar, tek bir insan bile yetiştirmemişlerdir.  Binlerce belge, yüzlerce kitap okunmayı beklemekte, Aleviler Bektaşiler de aslında kendilerini asimile etmekten başka bir niyetleri ve uygulamaları olmayan sözde bazı ilahiyatçılara, tarihçilere mahkûm, bu konuda onlardan ricacı olmaktadırlar el açıp, onların önünde diz çökmektedirler.
  • Türkiye dışında; geniş bir coğrafyaya yayılan ve başta Balkanlar, İran, Kafkaslar olmak üzere; Türk, Kürt, Arap, Arnavut, Fars gibi farklı etnik kökenden olan milyonlarca Alevi’nin Bektaşi’nin varlığından tam anlamıyla ne yazarlar, ne dedeler, ne ozanlar, ne de bu kurumların başında bulunanlar haberdardır. Buralarda yaşayan insanların yaşadıkları sıkıntılar konusunda da hemen hiçbir fikre sahip olmayan Alevi Bektaşi kurum başkanlarının güncel meselelerin dışında bu tip konulara ilgileri, araştırmaları yoktur. Her alanda olduğu gibi bu konuda da perspektiflerinin çok zayıf olduğu görülmektedir.
  • Genel manada, genel kültürleri çok zayıf olan Alevi Bektaşi kurum başkanlarının çoğunun yaşadığı çağın, Türkiye’nin bile geldiği aşamanın çok uzağında, dünyadaki ve Türkiye’deki hemen hiçbir güncel teknolojik, bilimsel, kültürel, sanatsal, edebiyatla ilgili gelişmeyi takip etmedikleri, doğru dürüst gazete ve dergi dahi okumadıkları görülmektedir.
  • Gerek ülkemizde, gerekse tüm dünyada Alevilerin Bektaşilerin yaşayabilecekleri olası gelişmeleri, yaşadıkları problemleri takip eden/edecek ve Araştırma Merkeziyle birlikte hareket edecek bir “Strateji Merkezi” olmayan, daha doğrusu geleceğe ilişkin görüş ve düşünceleri olmayan Aleviler Bektaşiler en yakınlarındaki Balkanlar’da Bektaşilerin yaşadıkları problemler konusunda bile bir bilgi sahibi değillerdir.
  • Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşları Alevilik Bektaşilik konusunda kalıcı, ciddi, sorunları aydınlatıcı, tarihi öneme sahip sempozyumlar düzenleyememekte, bu konuda çalışan bilim insanları bu konuda değerlendirilememektedir.  Yapılanlar ise çok yetersizdir, günü birlik, alel acele, derinliği olmayan panel ve sempozyumlar halka, bu alandaki çalışmalara, gençlere fazla bir şey vermemektedir.
  • Piyasada Alevilerin Bektaşilerin elbetteki diğer geniş halk kesimlerinin bu konuyu öğrenmek için başvurdukları eserlerin birçoğunun sübjektif, bilimsel olmayan, büyük yanlışlar barındıran kitaplar olduğu görülmektedir. Kurumlar bu kitapları “satış reyonları”nda satmaktan başka bir şey yapmamakta, bu kitapları bile okumamakta, değerlendirmesini yapacak kapasiteden yoksun durmaktadırlar. Bilimsel içerikli çalışmaların değerlendirilmesini bu kurumdan beklemek bir hayaldir.
  • Basın-yayın-kitap dünyası, özgür dünyanın, “medya”nın işi olarak görülebilir. Ama kendilerinin milyonlarca insanı temsil ettiğini söyleyen bu kurumların Alevilik Bektaşilik konusunda ciddi-bilimsel yayınlar yapamaması, dergiler, gazete (gazeteler) çıkaramaması çok tuhaf ve büyük bir eksiklik değil midir? Bir de üstelik, Cem Televizyonu zaten var, daha ne gerek var Cem Dergisi’ne deyip derginin yayının durduran, Cem Vakfı’nı yönetenlerin kafa yapıları işte tam da Alevilerin içinde bulundukları durumun vahimliğini gösteren önemli bir gösterge değil midir?
  • Türkiye’nin aydın kesimi birçok alanda olduğu gibi, bir sorunun çözümü konusunda her zaman Alevileri desteklemişledir. Ama Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşları bu kişilerden yeteri kadar yararlanmasını başaramamışlardır.
  • Türk basını en az bu kurumlar kadar, Alevi kökenli yazarlar kadar, Aleviliğin-Bektaşiliğin anlatılması, tanıtılması, sorunlarının dile getirilmesi konusunda her şeye rağmen tarihi bir görev yerine getirmiştir. Fakat demeç verme, elde mikronla televizyonlarda görünme sevdasının dışında Alevi kurum ve kuruluş temsilcilerinin Türk basınıyla, medyasıyla yeterli, sağlıklı, bilinçli temaslar geliştiremedikleri, stratejik olarak yapmaları gereken; üniversiteler, sivil toplum kuruluşları gibi basınla ilişkileri de çok ihmal ettikleri görülmüştür.
  • Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının başındakiler, bu işin bir bilim işi olduğunu çoğu zaman unutmuşlar, siyasi kimlikleriyle ön planda olan ve Alevilik meselesi bir demokrasi ve insan hakları meselesidir, bizim çalışmalarımız da bu yönlüdür, diyen kurumlar da dâhil, inanç eksenli olanlar da dâhil tümü; bilimsel çalışmalara yeterli önemi verememişlerdir. Zaman zaman bazı panel ve söyleşiler dışında asıl ihtiyaçların araştırma, inceleme ve bilimsel gayretlerden geçtiğini fark edemeyen kurumlar kendi dar kadrolarını genişletmemiş, içlerine, yönetimlerine hemen hiçbir bilim insanını almamışlardır. Bilim insanı, doğruları söyleyen, yazan, araştıran insanlar ise bu kurumlarda barınma şansı bulamamıştır. Kurum yöneticileri bir yemek ve çay ısmarladıktan sonra, onlara yol göstermişledir.
  • Gençler, gençler deyip sürekli gençlik vurgusu yapan Alevi Bektaşi kurumları bu konuyla ciddi şekilde ilgilenen veya ilgilenebilecek gençlerin varlığın tespit ve onlardan yararlanma konusunda hemen hiçbir ciddi çalışma içine girmemişlerdir. Bilimsel olarak bu alanda çalışmalar yapmaları için hemen hiçbir genci teşvik etmemişler, onlara destek olmamışlar; “Gençlik Komisyonu” kurup, onlara saz çaldırmayı, arada bir yaptıkları gençlik etkinliği ve konserleri gençlere sahip çıkmak olarak yorumlamış, algılamış ve dile getirmişlerdir. 25 senedir söylediğimiz gibi durumları ne olursa olsun genel anlamda eldeki çok dar burs imkânlarının ise, Alevilik Bektaşilik konusunda çalışmalar yapabilecek tarih, sosyoloji, antropoloji, Osmanlıca, Arapça, Farsça öğrenen “sosyal bilimler” alanında çalışmalar yapacaklara aktarılması yönündeki görüşlerimiz başta çalıştığımız kurum olmak üzere yok sayılmış, bu görüşlere gülünmüştür.
  • Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının başında bulunanların en büyük yanılgısı ve dayatmaları; dünyadaki tüm Alevileri Bektaşileri kendilerinin temsil ettiği yönündeki ifade, beyan, açıklama ve davranışlarıdır. Böyle bir şeyin mümkün olmamasına rağmen, her kalemi ele alan, her televizyona çıkan, her toplantıda mikrofonu kapan kurum başkanı tüm Türkiye’deki hatta dünyadaki Alevilerin Bektaşilerin temsilcisi kendisiymiş gibi konuşma yapmıştır. Buna gerçekten inanmış, bu sözde liderler, herkesin bu konularda (belki de her konuda (!)) kendisine danışması gerektiğini, bu konuda otoritenin kendisi olduğunu dile getirmiş, öyle de davranmıştır. Türkiye’de milyonlarca Alevi Bektaşi varsa, acaba bunların kaçta kaçının bu konuda görüşü alınmıştır, halk bu konuda ne düşünüyor, kendisini temsil eden, kendi görüş ve düşünceleri doğrultusunda çalışma yaptığını onayladığı kurumlar konusunda ise hemen hiçbir ciddi çalışma da yapılmamıştır.

 

İnanç Temelli Yapılar

 

  • Alevi Bektaşi inancının bel kemiği olan ve büyük fedakârlıklarla “Alevi Bektaşi Yolu”nu bugünlere getiren, onu yaşatan, geleneği var eden, “dede, baba, zakir, derviş” gibi inanç önderlerinin sorunlarının çözümü için çok ciddi bir çalışma içine girememişlerdir. Bu konuda en önemli çalışmayı yapan Cem Vakfı bünyesinde kurulan Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı çok önemli görevleri yerine getirebilecekken bu gerçekleşmemiştir. Bu kurum kişisel ihtiraslar nedeniyle bekleneni verememiş, çok büyük toplantılarla bir araya gelmelerine rağmen; bu alanda ciddi bir çalışma yapılmaması halkta ve özellikle dede, baba, ozan, zakir, derviş gibi inanç önderleri arasında derin bir hayal kırıklığı yaşanmıştır. Burası bir menfaat alanına dönüşmüş; dede olmayan onlarca kişi dede, denilerek görevlendirilmiş, dede kimliği olanlar ise kişisel nedenlerle kurumdan dışlanmışlardır. Bu kurumda cem yapmak ana amaç olmuş, cemlerin özü yozlaştırılarak, “tek tip cem” dayatması geleneğe de büyük zararlar verilmiştir.
  • Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşları Alevilik Bektaşilikle ilgili sorunları sadece devletin, Diyanet’in, Sünni kesimin Alevilere Bektaşilere bakışı açısından ele almış; Alevilerin yaşadıkları kendi iç sorunların çözümüyle ilgili hiçbir ciddi çaba içine girmemişlerdir. Müsahiplik, düşkünlük gibi bugün çok tartışılan; ancak Alevilerin kendi içlerinde dedelerin, inanç önderlerinin bilgisiyle çözülebilecek sorunların, sıkıntıların halledilmesi için hiçbir ciddi toplantı yapılamamıştır. Yapılanlar da yöresel, kurumun kendi bünyesinde yaptığı, genel geçerliği olmayan etkinliklerdir.
  • Tüm Alevi Bektaşi inanç merkezlerinin büyük bir sevgi ve saygıyla anıp, anma törenlerinde boy gösterdikleri Hacı Bektaş Dergâhı ve Hacı Bektaş İlçesi’yle ilgili söylenecek çok şey var. Ama Alevi Bektaşi öğretisinin ana öncülerinden olan, Anadolu’da birlik, beraberlik, dirlik ve ahlak sembolü olarak Alevi Bektaşi kimliğini temsil etmesinden dolayı milyonların saygıyla andığı Hacı Bektaş’ın varlığının, dergâh yapısının, ocak bütünlüğünün, yaşadığı ilçenin çok büyük oranda ihmal edildiğini söylememiz gerekir. Hacı Bektaş Veli ve Hacı Bektaş Kasabası sadece “16 Ağustos Törenleri”yle anılacak bir yer değildir. Kurumların en büyük zaaflarından birisi de; kendi örgütlerini ön plana çıkarma sevdalarından olsa gerek; Alevileri ve de Bektaşileri, tüm kurum ve kuruluşları, ocakları, dergâhları, tekkeleri, farklı inanç yapılarını birleştirebilecek bir ana merkez olarak Hacı Bektaş bugüne kadar değerlendirilmemiştir, hatta birçok kurum onu dışlamışlar, onu yok saymışlardır. Bazı sözde liderler ve kurumlar ise somut aşağılık komplekslerinden dolayı tarihi olarak da Hacı Bektaş’ın tarihi kişiliğiyle adeta yarış etmişler, atalarının ondan daha önce Anadolu’ya gelmiş olmasını dile getirerek, bundan kendilerine pay çıkarıp Alevi Bektaşi dünyasındaki birliği kişisel ihtiraslarına mahkûm etmişlerdir. Öyle ki, Hacı Bektaş dünkü çocuk sayılır, demeye getirdikleri konuşmalarıyla, kendilerini dev aynasında görüp, sözde tarihsel mücadeleyi bugüne taşıyıp, bozuk kişiliklerini buna perde yapmışlardır. Ah bir de onların gerçek yüzleri, özel yaşamları ortaya konsa ne iyi olur… Hacı Bektaş Veli kim, sen kimsin? Demek gerekiyor.
  • Başta Şahkulu Sultan, Karacaahmet, Erikli Baba, Garip Dede gibi inanç bazlı Alevi Bektaşi kurumlarının; yüzyılların getirmiş olduğu manevi yapıyla; halkla daha yakın ilişkiler kurabilen örgütlenme modelleri oldukları görülmüştür. Fakat bu merkezler diğer kurumlardan farklı bir şeyler yapabilecekken, daha kalıcı çalışmalar yapabilecekken bundan geri durmuşladır. -Yeterli işbirliği ve perspektif yetersizliği nedeniyle, üstlendikleri tarihi misyonu, çalışmaları tam sürdürememişler. Her şeye rağmen bu kurumların diğerlerine göre halka daha iyi hizmet vermeye çalıştıklarını söylemek gerekir. Bu da buraların halen bir inanç-manevi yapı özelliğini koruyabilmelerinden kaynaklanmıştır.
  • Bektaşi Dergâhlarının, Tekkelerinin durumları, bunların tespiti, mevcutlarının onarılması konusunda hemen hiçbir ciddi çalışma yapılmamıştır. Bu merkezlerin Alevilerin Bektaşilerin dünyalarında hiçbir yeri kalmamıştır? Neden Aleviler Bektaşiler her geçen gün kendi köklerinden kopuyorlar? İstanbul’da Karaağaç Bektaşi Dergâhı dışında mücadele edilerek, yok olmaktan, istila edilmekten korunan başka kaç tekke ve dergâh- ocak merkezi vardır? Bu konuda da, Alevi Bektaşi kurumlarının başında bulunanların basiretsizliği söz konusu değil midir?
  • Cem Vakfı, Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı’nın tüzüğünü rafa kaldırıp, bambaşka şeylere hizmet etmesinden dolayı, tüzükte yazılı olanların uygulanmaması nedeniyle; Alevi Ocak sistemine bağlı dedelerin madur edilmeleri nedeniyle bu sefer de Ocak merkezli dernekler kurulmaya başlanmıştır. Ağuiçen, Baba Mansur, Sarı Saltuk, Kureyşan gibi Alevi Ocak isimlerini taşıyan derneklerin sayısı artmaktadır. Onlar da kendi aralarında bir birliktelik sağlayarak,  çalışmalar yapmak istemektedirler.  Bu da somut olarak bir neden – sonuç ilişkisidir. Yerel çalışmaların dışında, Alevi Bektaşi kurumlarında aradıklarını bulamayanlar, kendi kimliklerini ifade edip, çalışmalar yapacakları yeni kurumlar oluşturmaktadırlar. Alevilik Bektaşilik, dedelik, ocaklar, babalar kimsenin tekelinde değildir, anlayışıyla bu alanda da çalışmalar yapılmaktadır. Fakat bu hassas bir konudur. Her yerde bir Alevi Bektaşi Derneği kurulurken bu sefer de her Alevi Ocağı, her Bektaşi Dergâhı/Tekkesi kendi isimleriyle bir dernek, vakıf kurma yoluna giderse bunun sonu ne olur? Bunu çok iyi düşünmek gerekir. Bu bu inancın ve toplumun yararına olacak mı? Buna bakmak gerekir. Yoksa iş yine menfaate mi dökülecek? Diye sorgulamak gerekir.
  • Elle tutulur bir şekilde bu inanç-kültür ve öğretinin en önemli yapı taşları olan; dedelik, babalık, ozanlık, zakirlik, on iki hizmetler gibi inanç temelli kurumsal yapılarla ilgili yapılanlar çok yetersizdir. Alevi Bektaşi kurumları bu konuya yeteri kadar önem vermemiştir. Şimdilerde yayına hazırlanan “cenaze erkânı, cem kitapçığı” gibi yayınlar hem yetersiz, hem de çok yerel olmaktadır. Herkes kendini kurtarma peşindedir. Kurumların parçalı, birbirinden kopuk, habersiz, bazen de birbiriyle yarış içinde bulunan yapıları burada da kendisini hissettirmekte, her kurum, her yazar, şimdiler de her dede kendi Aleviliğini yaratmaktadır. İnanç konusunda da bu böyledir. Abdest, Kuran’ın okunması, cem, Müsahiplik gibi inanç konularında ortak bir görüş birlikteliği oluşturmak amacıyla kurum dedeleri bir araya gelememektedir. Ortak kararlar alamamaktadır. Kurumun kimliği, başındaki şahıs ve onların dünyaya bakışları, Aleviliğin Bektaşiliğin temel yapılarındaki, inanç sorunlarını bile çözmenin önünde engel olmaktadır. Bir kurum kendi dedelerinin, diğer bir kurumun dedelerinin yaptığı toplantılara katılmasını yazdığı yazılarla engellemektedir. Bunlar aşılmadan birlik sağlanmaz, sorunlar çözülmez. Burada da samimiyetsizlik söz konusudur. Yani tüm Alevi Bektaşi kuruluşları arasında bir işbirliği olacaksa, aynı şekilde “dedeler, babalar, zakirler, on iki hizmet, cemevi inanç kolu, hoca, cenaze hizmeti” gibi inanç bazında da ortak çalışmalar yapıp artık bu işi sonlandırmak lazım. Tüm cemevlerinin, halkın beklediği budur. Bugün büyük şehirlerde bile cemevleri olsa bile, halen geleneği takip edenler Kuran okuyacak, cenaze erkânı yapabilecek, cem yürütecek, görgü yapabilecek, on iki hizmet nefeslerini bir hizmet olarak ezbere okuyabilecek; dede, hoca, zakir sıkıntısı çekmektedir. Bu bir gerçektir, yalan değildir. Bugün Hacı Bektaş Beldesinde cenaze hizmeti yapabilecek tek bir Alevi yoktur. Bu bir gerçektir, yalan değildir. Bunların nasıl halledileceği bile konuşulamazken hangi Alevi Bektaşi kurum başkanlığından söz ediliyor?
  • Bu konularla ilgili aydınların, bilim insanların da üzerlerine düşen görevleri yeteri kadar yerine getiremediklerini görüyoruz. Yani iş sadece toplantılara katılıp, bildiri sunmak, akademik kitaplar yazmak değildir. Bir ölçüde akademisyenlerin bu topluma ve toplum öncülerine yol göstermeleri gerekir. Bunun dengesini bulmak elbette önemlidir. Eğer akademisyenin görevi sadece bir araştırma yapıp bunu yayınlamak değilse, bilgiyi paylaşarak topluma gerçekten yararlı olmak istiyorsa, halkla ilişkilerin de kurulması bir zorunluluktur. Bu üzerinde yeteri kadar düşünülmemiş bir konudur. Kimi Alevi kökenli akademisyenler de kendi gölgelerinden korkmakta, hep kıyıdan, kenardan olayı takip etmektedirler. Bu bırakın Alevi ahlakını, bilimsel yaklaşıma da ters bir olaydır. Yani ben ne yapayım, o ayrı bir mesele, ben bu kurumların içine giremem, benim işim ayrı, demek, sorumluluktan kaçmaktır. Ama ben de bir çelişki yapmayayım, bunları yazarken; Ayhan Bey öyle şeyler söylüyorsunuz ki, bu kadar sorunun olduğu alana bugüne kadar girmeyenler bundan sonra hiç girmezler, diyenler elbette olacaktır. Ama sorunlardan kaçmak da bir çözüm değildir. Konuya duyarlı ama hiçbir şey yapmayan onlarca akademisyen olayı otuz yıldır kenardan izlemekte, sorunun kangren olmasına göz yummaktadırlar. Onların da mutlaka yapabilecekleri şeyler vardır. Ama bilim dünyası bu konuya maalesef çok uzaktır.

 

Yurt Dışı Örgütleri

 

Aslında benim Türkiye kadar Türkiye dışındaki Alevi-Bektaşi toplumu hakkında da söyleyeceklerim var. Yirmi kez gidip, Alevi Bektaşi toplumunun yaşadığı birçok bölgesini gördüğüm Balkanlar, toplam yüz gün boyunca iyi bir gözlem yaptığıma inandığım Batı Avrupa’da yaşayan Alevi Bektaşi toplumu ve onların oluşturdukları tarihi ve günümüz örgütlülüğü hakkında da çok şey söylemem mümkündür. Ama konu kapsamı çok genişliyor, çok özetle bu konuların da üzerinden geçmem gerekecek.

 

Balkanlar…

Yalnız şunları dile getirmek belki faydalı olur diye düşünüyorum. Balkanlar’da Alevi Bektaşi dünyası Türkiye’dekinden biraz farklı bir şekilde başka sorunlarla boğuşuyor, yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Çünkü oradaki insanlar Alevi Bektaşi olarak Türkiye dışında bir başka ülke içinde yaşıyorlar. Ama son otuz yılda Türkiye’de yaşanan gelişmelerle birlikte, oradaki Alevi Bektaşi kesiminin de Türkiye’yi çok daha yakından izlemeye başladığını söylememiz gerekiyor. Onların da Türkiye’deki yapılardan derin bir şekilde etkilenmeye başladıklarını görüyoruz. Bunun olası yararları kadar bazı zararları da olabilir.

Orada yüzyıllardır varlığını o coğrafi şartlar altında yaşatan bu büyük inanç ve kültürümüz yani, kendi özgün haliyle var olan yapımız, o özgünlük yok olmaya başlayınca zayıflayıp, kendi kimliğini kaybedebilir. Yani bir büyük zenginliğimiz de fakirleşebilir. Şöyle ki, Türkiye’deki Alevi Bektaşi varlığından elbette çok farklı olmayan Balkan (Rumeli) Alevi Bektaşi varlığı kendi rengiyle emsalsiz farklı bir güzelliğe sahiptir. Onu yozlaştırmak, bozmak, değiştirmek kimsenin haddine değildir. Ama ne yazık ki bu olabiliyor. Benim yıllar yılı karşı çıktığım, bunun bedelini her zaman çok ağır ödediğim gibi, Cem Vakfı bünyesinde de, eleştirdiğim, aksini yapmaya çalıştığım şeyler maalesef gerçek oldu. Şöyle ki, Türkiye’de bile çok tartışılan ve Cem Vakfı bünyesinde kurulu Alevi İslam Din Hizmetleri Başkanlığı tarafından zorla kendi bu kurama bağlı cemevlerinde yaptırılan, yapılan “tek tip cem” ve bunun paralelindeki dayatmacı uygulamalar, aynen Türkiye’de olduğu gibi, Bulgaristan’da yaşayan Aleviler Bektaşiler arasında büyük sıkıntılara neden olmuştur.

Geleneksel uygulamalarını, cemlerini âdete bir kenara bırakmaya zorlanan Bulgaristan’daki Aleviler, Cem Vakfı’nın dayatmacı mantığıyla ikilem içinde kalmışlardır.

Benim çok büyük gayretlerimle işbirliğinin arttırılması, Türkiye’deki dedeler-babalar toplantılarına oradakilerin gelmesi, buradan oraya ziyaretlerin yapılması düşüncesi vakfın bazı yöneticileri tarafından hemen menfaate dönüştürülmüş, başta Cem Vakfı Alevi İslam Din Hizmetleri’nde on yıl başkanlık yapan Ali Rıza Uğurlu denen kişi olmak üzere, yönetimin dayatmasıyla oraya “cem kitapçığı, tek tip cemlerin gösterildiği cd.ler gönderilmesi, abartılı bir şekilde oraya gidip onların yaşamlarına müdahale edilmesi” bunların dışında burada ifade edemeyeceğim dayatmaların yaşanması buradaki inanç ve kültüre zarar vermiştir, vermektedir. (Bunları eleştirmek, bunları durdurmak istemem sonucunda Bulgaristan’a gitmemem için bu kurum yöneticileri ellerinden geleni yaptılar. Bu konuda daha da çok şey yazmak istemiyorum.)

Balkanlar’da yapılması gereken Türkiye’deki ve Avrupa’daki kurum ve kuruluşların oraların iç işlerine, oraların iç işleyişlerine müdahale etmemeleri sadece ve sadece onlara farklı konularda yardımcı olmalarıdır.

Bir kere ciddi manada söylemek gerekirse; Türkiye’deki Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının Balkanlar (Rumeli) orada yaşayan Aleviler Bektaşiler konusunda bir dünya görüşlerinin olmaması en büyük handikaplardan birisidir. Orada bu insanlar var mı, yok mu, sorunları nelerdir, bizden beklentileri nelerdir, bütün bunlar bugün Türkiye’de hiçbir perspektifleri olmayan kurumların gündeminde bile değildir. Hatta bazı dar beyinli yöneticiler işi “Türkçülük” ekseninde ele almakta, oradakileri Türkçü, namaz kılan Bektaşiler, yozlaşmış, Sünnileşmiş insanlar olarak görmektedirler. Bu da onların bilgi ve algı seviyelerinin iyi bir göstergesidir. O zaman Arnavutluk’taki Bektaşileri nereye koyacağız, orada Türk olmadığına göre? Yüzyıllardır türlü baskılar gören bu insanları anlamaya çalışmak “empati kurmak” çok mu güç bir şeydir? Böyle sığ bir bakış açısı var Türkiye’deki Alevi Bektaşi kurumlarında.

Yani tekrar etmekte fayda var; Türkiye’deki Alevi Bektaşi kurumlarının algı dünyalarında Türkiye’de dışındaki diğer yerler gibi Balkanlar’da yaşayan Alevi Bektaşilerin yaşamları ve buradaki kültür dünyasıyla ilgili bir olgu yoktur. Varsa da, ya yanlış bir algıdır, ya da eksik bir algıdır. Bir kere bunun değişmesi gerekir.

Burada bin bir zahmetlerle yaşamlarını sürdüren Alevi Bektaşi toplumunun varlığı, sorunları, beklentileri araştırılmalı, tüm Türkiye’deki Alevi Bektaşi kurumları bundan haberdar edilmeli, oradaki sorunlar takip edilmelidir.

Aynen Türkiye’deki gibi Balkanlar’daki tüm Alevi- Bektaşi köyleri, tekke ve türbeleri tespit edilmelidir.

Bu konuda yapılacak çok iş var…

 

Bulgaristan: Bulgaristan’da hem tarihsel, hem güncel Alevi Bektaşi kurumları varlıklarını sürdürmektedirler. Türklerin en yoğun yaşadıkları ülke olan Bulgaristan’da önemli bir Alevi Bektaşi varlığı mevcuttur. Yine buradaki tüm tekke ve türbelerin sağlıklı bir listesi tam tamamlanamamıştır. Bu konuda Bulgar kökenli araştırmalar dahil, ciddi çalışmalar yapan insanlar mevcuttur. Son yıllarda bir istisna olmak üzere Otman Baba, Demir Baba, en son olarak Akyazılı Sultan Tekkelerinde (Türbe-Dergâh) çeşitli onarımlar yapılmış ve yapılmaktadır. Çok uzun yıllar boyunca bu konuda bir adım atılmazken bu ilk kez Hak Ve Özgürlükler Partisi’nin ve onun başkanı Ahmet Doğan’ın da gayretleriyle bunlar olabilmiştir.

Tarihsel olarak farklı Alevi Bektaşi inanç erkânlarının uygulandığı Bulgaristan’da cemler tüm canlılıklarıyla babaların evlerinin özel bir bölümünde, zaten eskiden beri cem yapılan geniş bir salonunda yapılmakta, gelenekler her çeşidiyle yaşatılmaktadır. Gerek Aleviliğin-Bektaşiliğin- (Kızılbaşlığın) en canlı yaşandığı yer olan Kuzeydeki Deliorman Bölgesi denen yörede, gerekse Orta Bulgarista’daki Kotel’deki Yablonovo (Alvanlar)’da, gerekse Güney Bulgaristan’da Haskova-Kırcaali Bölgeleri’nde inanç uygulamaları yanında hem tarihsel hem de çağdaş manada dernek ve cemevi faaliyetleri sürdürülmektedir.

Yani tarihsel olarak isimleri herkes tarafından bilinen, zikredilen;  Elmalı Baba, Otman Baba, Demir Baba, Akyazılı Sultan, Ali Koç Baba, Hüseyin Baba, Musa Baba, Sarı Saltuk isimleriyle birlikte bu mekânlar da ziyaret edilmektedir.

Bunların dışında yeni cemevlerinin yapımına gayret edilmektedir.

Burada tarihsel nedenlerle Türkiye’deki Eskişehir Seyyid Gazi İlçesi, Arslanbeyli (Sultan Süca) Köyü merkezli Sultan Süceattin Veli Dergâhı’yla (Ocağı) organik bir bağ oluşmuş durumdadır.

Ayrıca yine Seyyid Ali Sultan Dergâhı (Ocağı)’nın buradaki temsilcileriyle hem Türkiye, hem de Yunanistan’daki dergâh arasında bağlantılar vardır. Tüm bunlar burada yaşayan çok canlı, yaşayan büyük bir kültür ve inanç yapısını göstermektedir.

 

Yunanistan’da ise yine 1354 yılında diğer alp erenlerle birlikte Rumeli’nin gözcüsü sıfatıyla bu toprakların elde edilmesini sağlayan ve manevi gücü çok yüksek, “Rumeli’nin Sancaktarı” olarak bilinen, Seyyid Ali Sultan (Kızıldeli)’nin bizzat kurduğu çok önemli bir tekke mevcuttur. Seyyid Ali Sultan Dergâhı çevresinde tarihsel bir kökenden yürüyen ve günümüzde de yasal olmasa da, önemli hizmetler veren “Seyyid Ali Sultan Korumu Heyeti” isimli bir yapı tarafından Yunanistan Alevi Bektaşi toplumunun inançsal, kültürel, sosyal etkinlikleri Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nın (Ocağı) tarihsel misyonuna uygun bir şekilde varlığını sürdürmektedir. Seyyid Ali Sultan Dergâhı (Tekke- (Ocak)) 600 yıldan daha eski bir zamandan beri açık, halka en yoğun hizmeti veren, ibadetlerin yapıldığı, yeryüzündeki en canlı Alevi Bektaşi merkezlerinden birisi olarak, çok ilginç bir örnek oluşturacak şekilde varlığını sürdürmektedir.

 

Arnavutluk’ta ise bu konuda sorun çok azdır. Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi isimli ve Tiran merkezli ana inanç-sosyal ve kültürel yapı, Arnavut devleti tarafından resmen tanınan yasal bir kurum olarak bu ülkede Bektaşiler adına tüm hizmetleri yürütme yetkisine sahiptir. Buna göre Bektaşilerin inanç ve kültürel tüm etkinlikleri, ibadet işleri, bunlarla ilgili tekkelerin, türbelerin durumları, baba ve dervişlerin pozisyonları Tiran merkezli Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi tarafından koordine edilmektedir.  Arnavut devleti Bektaşilerin iki çok önemli gününü; Muharremde Aşure gününü, 21 Mart Nevruz’da Hz. Ali’nin doğum gününü resmi tatil günü ilan etmiştir. Bu günlerde devletin en yetkili makamları ve devlet protokolü, yabancı elçiler, dini önderler Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’ni ziyaret etmekte, saygılarını sunmaktadırlar.

Arnavutluk’taki tüm tekkelerdeki sorunlar, buradaki babaların durumları, türbelerin onarılması, yeni tekkelerin yapılması, genel başkanlığın onayı ve bilgileri dâhilinde olmaktadır. Şu anda Arnavutluk’taki ve bu kuruma bağlı diğer Balkan ülkelerindeki Mücerretlik Erkanı’nın uygulandığı yapıların, Babagan Bektaşi kolunun inanç önderi Dedebaba Edmond Brahimaj (Baba Mondi)’dir.

Bu arada ABD’deki, Taylor’da yer alan, Arnavut Bektaşiler tarafından kurulmuş bulunan tekke de, Tiran Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’yle yoğun temasları olan bir tekkedir. Tekke halen hizmetlerine devam etmektedir, burada birçok baba hizmet yürütmüştür. Bu konuda çeşitli kitaplar da yayınlanan, Bir Erenler Ocağı Taylor (Recep Baba) Tekkesi olarak da bilinen,  FIRST ALBANIAN TEQE BEKTASHIANE IN AMERICA (Albanian Bektashi Complex In Detroit Which Is Part Of Haci Bektash Veli Tradition)’de bugün Türkçe bilen bir dervişte hizmet yürütmektedir.

Makedonya: Burada çok parçalı bir yapı vardır. İnanç yönünde Türkiye’deki Dedebalık sistemine bağlı bazı babalar ve tekkeler yanında, Dünya Bektaşiler Birliği Merkezine bağlı olarak hizmet yürüten ve bu ülkedeki en büyük Bektaşi Tekkesi olan Sersem Ali Dedebaba (Harabati) Baba Dergâhı (Tekkesi)’nin mevcudiyeti çok önemlidir. 13 yıldır gerici bir gurup tarafından, zorbalığa dayalı bir işgali yaşayan Harabati Baba Tekkesi, mekân olarak Balkanlar’da ayakta kalmış en eski büyük Türk Bektaşi Dergâhlarından, tekkelerinden birisidir. İşgalle birlikte Bektaşiliğin değerleri yok edilmek istenen, meydanevi yakılan, hizmet birimlerine el konulan tekkeyle ilgili hukuki mücadele devam etmektedir. Arnavutluk Tiran Dünya Bektaşiler Birliği Merkezi’yle sürekli temasta olan, ona bağlı olarak hizmet veren bu yapı başlı başına bir bildiri konusudur. Son on yılda Türkiye’yle en yoğun temasları sürdürerek, seslerini dünyaya duyurmaya çalışan buradaki Bektaşilerin inanç temsilcisi Derviş Abdülmüttalip Bekiri’nin de gayretleriyle bu konuda adımlar atan Tekke’nin yakılan kısımları Türkiye’deki bir takım belediyelerin yardımlarıyla onarılabilmiş, Cem Vakfı’nın, Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu’nun da gayretleriyle sorun Türk ve Avrupa kamuoyuna da duyurulabilmiştir. (Türkiye’den ilk kez sponsorlarını kendim bularak gidip, Cem Tv. Aracılığıyla olayı geniş manada dünyaya duyuranlardan birisi olarak buradan çekimler yapıp, televizyondan göstermiştim.)

Buradaki en eski Türk ve Bektaşi köyü olarak bilinen Kanat Köyü’ndeki tekke ve türbelerden, inanç önderlerinin varlığından da söz etmek gerekir.

 

Kosova: Tarikatlar cenneti olan Kosova’da, farklı şehirlerde on iki tarikatın temsilcileri mevcuttur. Kendi ifadelerine göre “bizler hepimiz Aleviyiz, birbirimizden ayrı değiliz, bizler muharremde yas tutarız, İmam Ali’nin yolundan gideriz” diyen tarikat şeyhleri, Bektaşiliğin bu on iki tarikattan sadece birisi olduğunu, kendilerini Kadiri, Rufai, Melami gibi… İsimlendirseler de, Ehlibey’in yolundan giden kişiler olarak nitelendirmektedirler. Şu anda başka şehirlerde de izleri olsa da, Gjakova’da Bektaşi Merkezi bu ülkedeki en önemli Bektaşi merkezi durumundadır. Mümin Lama Baba’nın inanç önderi olduğu bu tekkede, meydanevi, misafirhane, türbelerle kapısı açık herkese hizmet veren bir Bektaşi İnanç Merkezi görünümü mevcuttur.

 

Romanya: Dobruca Babadağ’da bu topraklara 1263’te ayak basarak tarihi bir sefer yapmış olan Sarı Saltuk’un varlığı bile başlı başına burayı anmayı gerektiriyor. Osmanlı’nın son dönemi ve özellikle Cumhuriyet döneminde çok yoğun göçlerle büyük oranda nüfusu azalan Türkler içinde muhakkak ki Bektaşiler de vardı. Benim tespit ettiğim en azından Gemlik bölgesine bu yöreden Bektaşilerin hatta Bektaşi babasının gelmiş olmasıdır. Halen de çok gizli belki de yine Bektaşiler bu yörede olabilir ama tam bilmiyoruz. Türk varlığı içinde bunu iyi incelemek gerekir.

Romanya’da Sarı Saltuk’un türbesinin olması, bu türbenin onarılması, ziyarete açık hale getirilmesi, onun adına çeşitli etkinlikler yapılması, Sarı Saltuk olgusunun burada da canlı bir şekilde yaşadığının, yaşatılmak istendiğini bir göstergesi. İzlerini sürdüğüm Sarı Saltuk’un manevi yapısı bugün tüm Balkanlar’da yaşamaya devam etmektedir.

 

Bosna- Hersek: Daha önce ziyaret etsem de, bu ülkedeki Bektaşi varlığını kendim görmedim. (En kısa sürede bunu gerçekleştirmek istiyorum, Hakk’ın izniyle) Harabati Dergahı’nda 12 Aralık 2010’da çıkan yangınla ilgili yaptığım gezide inançlı ve bu yola hizmet verme yarışındaki Didar Doko’dan (1952) da aldığım bazı bilgileri ise sizlerle paylaşmak istiyorum; Sarayova’da Bektaşiler olsa da onlar kendilerini çok gizlerler. Saray Bosna’da şu türbeler vardır: Bektaşi Tekkesi, Uryan Dede, Zincirli Dede, Barı Baba, Cabbar Dede, İskender Baba, İsa Bey Tekkesi (Mevlevi Tekkesi olmuş), Benbaşa (En büyük Bektaşi Tekkesi) Bunların hepsi yıkıktır. Ayrıca Bilinmemiş Şehitler, Yediler ziyaretleri var. Bunlar Saray Bosna’nın içindedirler. Ayrıca bizim orada Halvetiler, Kadiriler, Nakşiler (en çok), Şazili (Tuzla’da) olanlar vardır. Sinan Tekkesi var Nakşi Tekkesidir. Busovaça’ya yakın Kaçuni Köyü’nde Meyli Baba bu Türbe Nakşi olabilir. Dayım çok tanına bir babaymış. Kendisi mücerretmiş. İsmi Hüsnü Kemal imiş. Kendisine Kalender Baba, derlermiş. Makedonya Kanatlar Deryası’nda (Dergâhı) Dikmen Baba’da yaşamış. O öyle bir insandır ki keramet göstermiştir. Ama kimse ona inanmamış, koymuşlar onu budala yerine. Hastaneye götürmüşler, doktor budur Allah insanı, o benden iyidir, bırakmıştır onu. 45/50 yıl önce yaşamıştır. Benim dayımı İstanbul’da Bayrampaşa’da da bilirler.

Mostar yakınında 15 km. uzaklıkta Bılagay’da Sarısaltuk Baba vardır. Buna Suyu’nun kaynağında türbesi vardır. Her Allah’ın günü oraya otobüslerle giderler. Orada şimdi balıkçılık yapılıyor. Sarı Saltuk Baba’da büyük para kazanıyorlar. Şimdi oraya Sünniler sahip çıkmıştır. Siz Mostar’a kadar gidip o türbeye gitmemişsiniz, büyük hata etmişsiniz, nasıl olur da oraya gitmezsiniz? Onun güzelliğini deyiveremem. Küçük bir deryadır, taşlar içindedir.

Buralarda Bektaşi olmak zordur. Türkiye’de ve Arnavutluk’ta bu kolaydır. Burada çok sır vardır.

 

Avrupa

Avrupa’daki Alevilerin sorunları, kurumlar başlı başına ayrı bir başlık, ayrı bir konu. Üstelik Avusturya’da ve Almanya’da sonrasında İngiltere’de yaşanan gelişmeler çok dikkat çekici. Çünkü tüm Avrupa’da Alevilerin bir inanç olarak kabul edilmeleriyle birlikte onların sorunları, ihtiyaçları daha çok gündeme gelmiş, Alevilik artık gerçekten de Avrupa’daki okullarda okutulan bir ders konusu olmuş, dersi verecek öğretmenlerin yetiştirilmesi için okullarda yeni bölümler açılmıştır. İşin mahiyeti çok değişmiştir. Yani bundan elli yıl önce Almanya başta olmak üzere Batı Avrupa’ya işçi olarak giden bir neslin torunları bugün inançlarını, yaşadıkları ülkenin resmi okullarında öğrenmektedirler.

Devlet nezdindeki bu çabaların dışında Alevilerin Bektaşilerin örgütlenme sorunu, buralarda yaşananlar ise Türkiye’dekilerden farklı olmamak üzere çok çetrefillidir. Ama her şeye rağmen buralarda da önemli mesafeler alınmış, birçok cemevi yapılmış, insanlar inançlarını yaşatma kararlılıklarını burada da göstermişlerdir. Bir diğer dikkat çeken çalışma ise son zamanlarda dedelerin (ocakzadelerin) buluşma toplantılarıdır. Bunlar gelecek için önemli adımlardır. Özellikle Alevi Akademisi’nin yaptığı bu toplantılar kayda değerdir. En önemli çabalardan birisi de akademik manada Köln Merkezli Alevi Bektaşi Enstitüsü’nün gayretleridir.

Bireysel olarak çaba harcayan bilim insanı, araştırmacı, yazar, gazeteci, dede, ozan, sanatçı kimliklerinde bazı kişilerin bireysel çalışmalarından da söz etmemiz gerekir, Avrupa’da Alevilik Bektaşilik deyince.

 

Sonuç:

 

Tüm bu konularda her şeyin bahanesi para yokluğu, adam yokluğu, Sünni baskısı, Devletin baskısı vb.dir.  Ama bunların çoğu aslında birer bahaneden ibarettir. 

Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, diyoruz.

Ben otuz yılda yaşadıklarımdan, gözlemlerimden çok küçük bir bölümünü buraya sığdırabildim.

Bazı dostlar; kurumları gereğinden fazla eleştirdiğimi, hatta yerden yere vurduğumu, devletin ve sistemin baskılarının, parasızlığın çok önemli olduğunu bunlara değinmediğimi söyleyebilirler. Yazıda abartılı ifadeler, kurumların başındakiler için aşırı yüklenmeler vs. eleştiride bulunabilirler.

Tüm gençliğimi bu yapının içinde geçiren birisi olarak, sadece şunu söylemek istiyorum, ben bir kısmını yazdım, ülkemizin ve Alevilerin Bektaşilerin ortak yararı için, gençlere daha fazla alan açılmalı, bazı kafalar değişmelidir, diyorum.

Alevi Bektaşi dünyasında da, kurum ve kuruluşların da bir büyük değişim yaşanmak zorundadır. Ben devrim yaşanmalıdır, diyorum.

Bu büyük inanç, kültür, öğreti yapısı geleceğe başka türlü aktarılamaz.

Bunun başka bir yolu yoktur.

 

Yangından mal kaçırır gibi; birbirinden habersiz, haber atlatan çaylak gazeteciler gibi, sözde “birlik toplantıları” yapıp duran bu kurumların başında bulunanlar kimi kandırdıklarını sanıyorlar? 2014 yılında Hacı Bektaş’ta iki ayrı gurup, iki ayrı salonda “Alevilerde-Bektaşilerde Birlik Toplantısı” yaptılar. Oradakiler ne kadar çok adam, ne kadar çok kurum devşirirsem benim toplantım daha verimli geçer diye düşünüyorlardı. Hepsini tanıyordum, ne hikmetse 30 yıldır, hemen hiç değişmeyen hep aynı profiller… Ama ne acıdır ki; konuşmalarda yine maalesef otuz yıldır değişen hiç bir şey yok… Herkes kendisinin ne kadar haklı, ne kadar akıllı, Alevilerin haklarını ne kadar mükemmel savunan bir önder olduğunu kanıtlama yarışına girişen, kimi heyecanlı, kimi heyecanını otuz yıl içinde yenmiş insanlardı… Ne oldu toplantıların sonu derseniz, darmadağın oldular, her birisi bir köşeye çekilip gittiler.  Amaç bir olsaydı, ne o iki salona gerek olurdu, ne de kendini çok akıllı sayıp konuşmadan sonra bir diğerini bile dinlemeden bir köşeye kaçan, yani hiçbir ciddiyeti olmayan bu insanlar yığını birbirine katkı sunup sonuç alırlardı. Bu toplantı gibi yüzlerce toplantı izledim ben.

 

Bu kurumların başında bulunanların Alevilik Bektaşilik’deki en önemli düstur olan, ilk aşama olan; benlikten geçmek, nefsinden arınmak yani bugünün deyimiyle egolarından temizlenilmiş olsaydılar, çoktan sayısız başarı elde edilmiş olurdu.

Teker teker kimseyi suçlamak bir fayda vermez. Eğer bu inanç, kültür ve bunları yaşatan bu toplum adına konuşuyorsak, yazıyorsak gerçekleri, somut gözlemlerimizi dile getirmek zorundayız.

 

Birçok hizmetleri olsa da; Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının ve başında bulunanların önemli bir kısmının;  yerel bazda çalışmalar yaptıkları, bu inançla ilgili ciddi, kalıcı, geleceğe dönük çalışmalara yönelemedikleri, biriken somut sorunları çözemedikleri, başkalarını suçlayarak, sorunların kaynağının başka yerlerde olduğunu dile getirip hedef saptırdıkları, başkalarının çalışmalarını engelleyerek, birlik dışında, benlikle hareket ederek toplumda büyük bir hayal kırıklığı yarattıklarını söylememiz gerekir.

Bu kurum ve kuruluşların başındakiler Alevi Bektaşi öğretine aykırı hareketler etmekte, başta siyasi, ekonomik, statü sevdası ve gayretiyle bu kurumları hemen kişisel mekânları haline dönüştürmekte, buraları küçültüp, yok etmektedirler.

Abartmadan söylüyorum; Alevi Bektaşi inancına, kültürüne, öğretisine, hareketine artık yük olan, bir yararı olmayan, zararlar veren kişilerden, Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarını kurtarmak gerekir.

Bu Aleviliğin Bektaşiliğin de büyük yararınadır, geleceğe aktarılmasında çok önemlidir.

Bunu sağlayacak Alevi Bektaşi öğretinin kendi öz değerleridir. Bu değerler sistematiği işlemediği için, meydan tümüyle boş bulunduğu için, devlet denen aygıtın da işine böyle geldiği için, uyanıklıkta bir gömlek üstün olan, olaya el atmış, ön plana çıkmış, bugünkü görüntüyü yaratmıştır.

Bu toplumun gerçek değerleri, gerçek aydınları, okumuşları, sağduyu sahipleri, sorumluluktan kaçmayacak, dürüst, namuslu insanları olaya el koymalıdır.

Çıkar için kendisini pazarlamayacak, Aleviliği Bektaşiliği kullanmayacak, gözünü para, mevki hırsı bürümemiş, hizmet aşkı ile sorunları görüp çözme becerisi bir arada olan, sorumluluk almaktan kaçmayan, cevval, atik, pratik, dürüst, okumuş gençler tüm bunları görüp inisiyatif almalıdır. (Elbette sene de bir iki konser yapıp, masrafları karşılayıp, kiraladıkları bir dükkân benzeri yerde, sabah kahvaltıda bir araya gelen örneğinde olduğu gibi “gençlerin kurduğu dernek” gibiler değil elbette söylediğim)

Bir yönüyle artık günümüzde her şey gerçekten geçmişe göre daha kolay.

Bu bilim ve teknoloji çağında, bu kadar okumuş insanın olduğu çağda birlik kurmak, Alevi Bektaşi kurumlarını ileriye taşımak daha kolay olmalı.

Ama bu olmuyor. Gençlerin bu konuya daha çok kafa yormaları gerekir. Bu konuda aydınlara büyük görevler düşüyor. Gençleri yönlendirecek, motive edece çalışmalar yapılmalıdır.

Bu kurumları elbette gerçek anlamıyla aydın Sünni veya bir başka kökenden insanların desteğiyle Alevi Bektaşi kökenli gençler yöneteceklerdir. Bunların yol ve yöntemleri araştırılmalı, bu konuya kafa yorulmalıdır.

Avusturya Viyana’da çocuklar o küçücük yaşlarıyla cemdeki hizmetleri öğrenebiliyorsa, Türkiye’de de gençlerin bu kurumlarda görev üstlenmelerinin yol ve yöntemleri kendilerine öğretilmelidir. Bu zor olmamalıdır.

Aleviliğin Bektaşiliğin değerler sistemi, manzumesi, yeryüzü insanlığının aradığı bir hazine sandığı gibidir. Burada insanlık var, dostluk var, kardeşlik var, birlik var, beraberlik var, aşk var, muhabbet var, nefes var, saz var, deyiş var, duvaz var, sevgi var, yurt var, maneviyat var, huzur var, insanı insandan ayırmama, 72 millete bir nazarla bakma var, yaratılanı yaratandan dolayı seven büyük hoşgörü var…

Bu güzellikleri gören, haberdar olan gençler bu işin içine girecek, köken olarak Alevi, Sünni ne olursa olsun bu güzelliklerin yok edenleri, çiğneyenleri, talan edenleri elbette bu güzelliklerden arındıracaklardır.

Gençlerin yüreklerindeki sevginin, aşkın, saflığın bunu sağlayabileceğine ben inanıyorum. Bu çok zor, zaman alacak bir şey ama bu olmak zorundadır.

Bazı dedeler bile menfaat perest olmuşken, bu işler elbette çok zordur.

Ama başka Alevilik Bektaşilik yok…

Bu yeryüzünün en büyük hazine sandıklarından birisi olan bir inanç-öğretiyse bunu korumak, yaşatmak, gelecek kuşaklara aktarmak sadece bu toprakların bir sorumluluğu değil, insanlığın da “inanç ve kültürel mirasının” en büyük zenginliklerinden birisinin yaşatılması sorunudur.

Bu inanca ve kültürü kim zarar veriyorsa, kim bu inancı yozlaştırıyorsa, dolayısıyla yok olmasını sağlıyorsa, onların tümünden bunu temizlemek de bir insanlık görevidir.

Dert bizde derman ellerimizdedir…

Alevi Bektaşi dünyasının, aklın, bilimin, mantığın çizdiği yolda kendi sorunlarını çözmesi umuduyla…

Muhabbetle kalın…

 

Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi tarafından düzenlenen ve 8-10 Ekim 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilen II. Uluslar arası Hacı Bektaş Veli Hoşgörü ve Barış Sempozyumu’na Sunulan Bildiri Metni.

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile