EKİM POSTASI

EKİM POSTASI

EKİM AYINDAN BAZI YAZILARIM;

ÖZELLİKLE KİTAP TANITIMLARIM, BOL ŞİİRLİ SAYFALAR…

DOSTLARA MUHABBETLERİMLE…

 Ayhan Aydın

 EYLÜL’DEN KALAN                                                                          

PROF. DR. HASAN ONAT

Geçtiğimiz günlerde vefat eden Prof. Dr. Hasan Onat'ı sevgi ve saygıyla anıyorum. PROF. DR. HASAN ONAT Dün hayatını kaybeden Hasan Onat hocamız; bilim disiplini olan, gerçek anlamda okuyan, araştıran, kafasını, gönlünü farklılıklara kapatmamış bir değerli akademisyenimizdi. Zaten 30 yıldır Alevilik - Bektaşilik'le ilgili düzenlenen hemen tüm bilimsel toplantılara, sempozyumlara katılan birisi olarak da, kendisiyle sohbet öder, söyleşirdik. Gerçekten de bu konuda da bir hoşgörüsü olan, her ne kadar kendi dünya ve inanç / disiplin veya görev yapısı içinde Aleviliğe bakışı farklı olsa da, bazıları gibi bu öğretiyi tümüyle kendi yorumuna benzetme gayretinden ziyade kişileri, kurumları, olayı anlama gayreti ağar basan bir ilahiyatçımızdı. Şahsi olarak da kendisin sever, sayardım. Benim de bazı eleştirilerimi bildiği için bazen esprili yoldan, ne olacak bizim durumumuz, der gülerdik. Cem Tv.'de de kendisiyle bir söyleşi yapmıştım. Kayıda bir yolla ulaşırsam yayınlarım. Hakk rahmet eylesin, ışıklar içinde yatsın sevgili hocamız, erken bir kayıp, üzüldüm...

 Ruhu şad olsun...

 AYHAN AYDIN’LA CEM TV.’DE GÜNDEM PROF. DR. HASAN ONAT’LA SÖYLEŞİ (1957 – 26 Eylül 2020) 14 MAYIS 2007, PAZARTESİ AYHAN AYDIN

 İyi Ki Varsın Şair Ahmet Telli

 Ne güzel bir dünya bu dünya; bin şükür ki şairler var…

 ÇOCUKSUNSEN / I.

 Dünyanın dışına atılmış bir adımdın sen

Ömrümüzse karşılıksız sorulardı hepsi bu

Şu Samanyolu hani avuçlarından dökülen

Kum taneleri var ya onlardan birindeyim

Yeni bir yolculuğa çıkıyorum kar yağıyor

Bir aşk tipiye tutuluyor daha ilk dönemeçte

 

Çocuksun sen sesindeki tipiye tutulduğum

Dönüşen ve suya dönüşen sorular soruyorsun

Kötü bir anlatıcıyım oysa ben ve ne zaman

Birisi adres sorsa önce silaha davranıyorum

Kekemeyim en az kasabalı aşklar kadar mahçup

Ve üzgün kentler arıyorum ayrılıklar için

 

Bir yanlışlığım bu dünyada en az senin kadar

Ve sen kendi küllerini savunuyorsun dağa taşa

Bir daha doğmamak için doğmak diyorsun

Ölümlülerin işi bir de mutlu olanların

Onların hep bir öyküsü olur ve yaşarlar

Bırakıp gidemezler alıştıkları ne varsa

 Çocuksun sen her ayrılıkla imlası bozulan.

 

 

İMLASIZ

                               Hep denedin. Hep yenildin.

                               Olsun. Gene dene, gene yenil. (S.Beckett)

 

Ayağı kayan bir çocuk

Kadar şaşkınım, bilemedim

Düz yolda yürümenin imlasını

Kanayan dizlerime bakıp da

Ağlamayı öğrenemediğim gibi

 

Sevgilisi değildim kadınlarımın

Bir papağan tüneğiydim belki

Ama birkaç sözcük öğrendiysem

Kadınlardan öğrendim, yine de

Bilemedim sevgilim diyebilmeyi

 

Büyülendim ama büyümedim

Aklım ermedi aynalara ve suya

Yüzümü gösterip kalbimi neden

Saklandığını öğrenemedim

Şaşkınım, cahilim ben bu dünyada

 

SİZİ SEVMİYORUM

Sesimden arındım ve ufku

Bir harmani gibi giyindim

Kahraman bir korkaktım

Kavmimin kadim tarihinde

Ki onlar için umutsuzluk

Kendim için haramiydim

 

Böyle bilindiydi bu hikâye

Yarından bugüne kaldıydı

Tersine akan bir ırmaktım

Sözün şaşkın serinliğinde

Kendi deltasında boğulandım

Ve sizi sevmiyorum ey kavmim

Yakın beni rüzgârın ıslığa

Islığın hükme döndüğü yerde

 

Derim ki ey kavmim, zulmünüz

Payidar, yurdunuz çığlığımdı

Ki hükmümü kendim veriyorum

Yakın beni sesim sorulara dönmeden

Küllerimin altında kalacak

Mutluluk sandığınız ne varsa

 

Böyle yaşandıydı bir ömür ve söz

Giyotinde sözün belleğinde

 

 

Evren

Küçük bir okyanusmuş meğer

Kıyısında yelkenliler batan

 

(Ahmet Telli, Çocuksun Sen, Gibi Yayınları, Ankara, 3. Baskı, 1996)

 

Şair ve Başbakanlarımızdan

 

Bülent Ecevit

(28 Mayıs 1925 - 5 Kasım 2006)

 

Günahıyla, sevabıyla bir dönemin efsanevi siyasetçisi Bülent Ecevit’in ölüm yıldönümü…

Şiirleriyle yaşasın…

 

 

ŞAİR BÜLENT ECEVİT

 

Yıllar önce okuduğum bu kitabı yeniden okudum. Bülent Ecevit’in gerçek bir şair olduğunu tekrar gördüm. Şiirleriyle yaşasın…

 

ÇAĞBAŞINDA

 

bir görünmez duvar indi
bilmeden astığımız çizgiye
öncesi dumanlar içinde
bir efsane simdi

avucumuza soğuk çarpan
duvarın ardında gördüğümüz
değil miydi dun yürüdüğümüz cayır
simdi bir yeşil pan
eski ormanlara kaçmadadır

bize doğru kosan tunç yüzlü kahramanılar
yansıyınca görünmeyen duvardan
günbatısında güneşlenir
batar yüce dağlardan
tunç yüzlü kahramanlar
daha dun biz değil miydik onlar

ve duaya baslarken son umutla biz
yıkılır tapınaklar ardarda
dönerler dağlarına tanrılar
kırılır dualar duvarda

çekilen sular gibi çekilmiş
saydam duvar ardina dun
bir çorak dünya kalmış bize
boşlukta bir gün

korkuyla donduk duvardan
bir umutla baktık yarına
yarin yaratılmamıştı yarin
kaldırdık başımızı kapanan göğe
izi yok tanrıların

ne yaratmak gelir elimizden
ne ölmek gelir gönlümüzden

içimizde bir ürküntü bir yalnızlık
sulardan ve cayırdan son kalan
kadınlarımıza sarıldık

tekerleği donuyordu cağların
yaklaşıyordu bize doğru
bir yaratılmamış yarin

ne ölmek gelir gönlümüzden
ne yaratmak gelir elimizden

 

BARIŞ KUŞAĞI

kan vardı yollarda kavgalardan akan

kin vardı yerlerde diken diken

bir buz çağındaydı dünya

gökte bir yanmayan güneş vardı

donmuştu biribirinden insanlar

ne bir dost ne bir eş vardı

 

sarsıldı birdenbire depremle dünya

yarıklarda yürekler açtı yer yer

kinden açtı kandan açtı yürekler

sevgiler filizlendi yürüklerden

selviler gibi deldiler ölümü

gencecik kızlarla incecik erkekler

 

çıplak ayaklarla ezdiler dikenlerini kinlerin

çullarını örttüler eski kanların üstüne

buzlu yollarında alaca dünyanın elele

yürüdüler türkülerle yürüdüler güle güle

gencecik erkeklerle incecik kızlar

sevgilerinden doğacak bir sıcak güne

1970

 

Pülümür'un Yaşsız Kadını

Pülümürün bir dağ köyünde gördüm onu
yaşını sordum bir giz gibi güldü
kimi seksen dedi köylülerden kimi yüz
yüzüne baktım bir giz gibi güldü

bir asa vardı elinde
bir solmuş kırallığın
kadifeden harmanisi üzerinde
bir hititliydi o bir selçukluydu
bir ermeniydi bir kürttü
bir türk

yaşını sordum bir giz gibi güldü
koluma girdi bir soylu kadınca
tozlu köy yolunda sürüyerek eteğini
beni tek gözlü sarayına götürdü
köy yapısı kulübesinin

zamanı onda yitirdim ben
yitik zamanlara onda eriştim
en soylu yoksulluğun toprak döşeli sarayında
bir taç gibi kondu başıma Türkiyeliliğim.

 

TÜRK – YUNAN ŞİİR

 

sıla derdine düşünce anlarsın
yunanlıyla kardeş olduğunu
bir rum şarkısı duyunca gör
gurbet elde istanbul çocuğunu

türkçenin ferah gönlünce küfretmişiz
olmuşuz kanlı bıçaklı
yine de bir sevgidir içimizde
böyle barış günlerinde saklı

bir soyun kanı olmasın varsın
damarlarımızda akan kan
içimizde şu deli rüzgâr
bir havadan

Bu yağmurla cömert
bu güneşle sıcak
gönlümüzden bahar dolusu kopan
iyilikler kucak kucak

bu sudan bu tattandır ikimizde de günah
bütün içkiler gibi zararı kadar leziz
bir iklimin meyvasından sızdırılmış
bir içkidir kötülüklerimiz

aramızda bir mavi büyü
bir sıcak deniz
kıyılarında birbirinden güzel
iki milletiz

bizimle dirilecek bir gün
Ege'nin altın çağı
yanıp yarının ateşinden
eskinin ocağı

önce bir kahkaha çalınır kulağına
sonra rum şiveli türkçeler
o Boğaz'dan söz eder
sen rakıyı hatırlarsın

Yunanlıyla kardeş olduğunu
sıla derdine düşünce anlarsın

 

Londra, 1947

 

(Bülent Ecevit, Şiirler, AJANS – TÜRK Basımevi, Ankara, 1976)

 

 

Petöfi

 

Yaşam İçin Her Gün Şiir…

 

Selam Sevgili Dostlar;

 

Her gün şiir okuyan birisi olarak, dünyayı ozanların daha doğrusu tüm sanatçıların, edebiyatçıların, düşün insanlarının güzelleştirdiğini hep söyler dururum. Şairler ise bu dünyanın gerçek ruhunun soluk alıp vericileridir. Dünyanın dört bir tarafından binlerce ozan ne yaşam mücadeleleri vermişler, ne ölümsüz dizeler yazmışlardır.

Tahsin Yücel çevirisiyle okuduğum ve kitaptan da hayatı hakkında detaylı bilgeleri içeren bir yazı okuduğum Sandor Petöfi, bir Macar halk kahramanı ve büyük şairi. Bin bir zorluklarla geçen kısacık yaşamının içine tüm dünyayı sığdırmayı başarmış bir ozan o.

Onun şiirlerini mutlaka okumalı, yaşamı, savaşı, onuru, yurt değerlerini bir kez daha düşünmeli insan.

Anısına saygıyla…

 

Sándor Petőfi, (d. 1 Ocak 1823 – ö. 31 Temmuz 1849)

 

“Ozanlar kardeş olur. Zulme, karanlığa, bilgisizliğe, açlığa, kısacası kişioğlunu mutsuz kılan her kötülüğe karşı direnmede çağlar boyu sürüp gelmiş bir kardeşliktir bu. Ben de inancının bedelini yurdu uğruna savaş alanında ölerek ödemiş bu saygıdeğer insanı, halkının hem gözü hem gönlü olabilmiş bu büyük ozanı, PETÖFİ kardeşi, tanıyıp sevsinler diye çevirdim Türk okurlarına.” (Tahsin Saraç, Sayfa: 7)

 

“Halkın yaşamıyla yakından ilgilenmesi, tutum ve beğenisine de kesin bir yön kazandırmıştı. Kitaplarda okunduğu ve okulda öğrendiği “yüksek şiir” onun için artık boş, sahte, uydurma bir masaldı. Kendi yolunu, kendi sesini, göklerde değil yerde yaşanan yaşamı açık olarak duyuracak kendi sesini bulması gerekiyordu. (Sandor Fekete, Sayfa: 11)

 

HALK ADAMI

 

Henüz rica ediyor halk, isteklerini karşılayın

Ne korkunç olabileceğini düşünün bir yoksa.

Dozsa Gyorgy adını duymamış değilsiniz

Şahlanınca rica etmez, söker alır halk zorla.

Kızgın demir taht üstüne oturtup yaktınız Onu

Ne ki yakıp bitiremedi ateş bir türlü ruhunu

Çünkü onun ruhunun kendisi bir ateştir

Bu ateş bir gün sizi yakıp kül edebilir.

 

Halk eskiden yalnızca yiyecek isterdi

Kurtulmamıştı çünkü hayvanlık döneminden

Ama sonunda işte insan oldu o hayvan

İnsanın da hakları doğmak gerekir hemen

Haksızlık en çirkin damgadır bir alında

İnsanların alnına bu damgayı vuranlar

Tanrı’nın da elinden kolay kurtulamazlar.

 

Hem neden hak denen şey yalnız sizin oluyor?

Neden ama neden beyler hak yalnız sizlerde?

Doğrudur, atalarınız sağladı önce bu yurdu

Ama yine halk oldu sulayan toprağı teriyle

“Burda maden var” demenin öyle önemi yok pek

Hem altın işlenip de parlaklaşıncaya değin

Önemi yok mu peki bu yolda çalışmış elin?

 

Kas kas kasılıp kurum ve övünçle

Yurt da bizim diyorsunuz bütün haklar da.

Ne yapacaksınız yurtta öyle tek başınıza?

Nasıl sorabilirim bunu size, bağışlayın

Györ’deki kahramanlığımızı unutacaktım az kalsın!

Öylesine başarıyla kaçan binlerce ayağa

Ne zaman bir anıt dikeceksiniz acaba?

 

Halka hakkı verilsin kutsla insanlık adına

Yurdun çıkarı için verilsin hakkı halka

Bilinsin ki çok çabuk batar bu ülke eğer

Yeni bir savunma direği bulunmazsa.

Gülü sizlerin oldu canım anayasanın

Ve artan dikenleri ancak zavallı halkın

Gülün birkaç yaprağını gelin bize bırakın

Yerine dikenlerin yarısını siz alın.

 

Henüz rica ediyor halk, isteklerini karşılayan

Ne korkunç olabileceğini düşünün bir yoksa.

Dozsa Gyorgy adını duymamış değilsiniz

Şahlanınca rica etmez, söker alır halk zorla.

Kızgın demir taht üstüne oturtup yaktınız Onu

Ne ki yakıp bitiremedi ateş bir türlü ruhunu

Çünkü onun ruhunun kendisi bir ateştir

Bu ateş bir gün sizi kakıp kül edebilir. (Sayfa: 37)

 

 

(Petöfi, Şiirler, Türkçesi: Tahsin Saraç, Cem Yayınevi, 2. Basım, Gül Matbaası, 1976, İstanbul)

 

 

Bir Düşünce Kurcalar Kafamı

Bir düşünce kurcalar kafamı:
Yatakta, başım yumuşak yastıkta mı ölmeli?
Yoksa bir karanfil gibi mi solmalı yavaşça,
gizli bir kurdun içten içe kemirdiği?
Sessiz sedasız eriyip gitmeli mi yoksa
boş bir odaya bırakılmış mum gibi?
İstemem, tanrım, böyle bir ölüm istemem!
Ölmeyi dilerim ben, ölmeyi birdenbire:
Ayakta, yıldırımla parçalanan bir ağaç gibi,
kasırgayla devrilen bir ağaç gibi ölmeyi,
uçuruma yuvarlanan bir kaya gibi,
tepeden tırnağa titrete sarsa yeri göğü.
Uyanacak bir gün kölelikten usanan halklar,
koşacaklar savaş alanına doğru.
Yüzler yalım yalım, bayraklar altında duracaklar.
Dört bir yanda pırıl pırıl şu onurlu parola:
Herkese özgürlük! Her yerde özgürlük, her yerde!
Yayınca halklar bağıra bağıra
bu sözcükleri dört bucağa, doğudan batıya,
ve başlayınca saldırılar zorbalığa karşı,
isterim ölmek en ön sıralarda,
isterim sulasın yüreğim o şeref tarlasını
gençliğimin fışkıran al kanatlarıyla.
Ağzımdan çıkan mutlu son sözüm
bastırılsın isterim çelik gürültüsüyle,
borazan sesiyle, top gümbürtüsüyle.
Kazanılan zaferle atlar kişnesinler,
var hızlarıyla çiğneyip geçsinler cesedimi,
bıraksınlar paramparça gövdemi savaş alanında.
Başlayınca sonra cenaze töreni,
getirilsin bir araya bütün kemiklerim,
matem marşları çalsın durmadan
kara tüllü bayraklar altında.
bir mezara gömülsün kahramanların hepsi,
senin uğrunda can verenlerin hepsi,
ey özgürlük, ey dünyanın özgürlüğü!

 

Çeviri: A. KADİR - Şerif HULÛSİ (www.Antoloji. Com)

 

 

ABD.'DEN GELEN BEKTAŞI DERVİŞİ VE YAZAR HÜSEYİN ABİVA ERİKLİ BABA'YI ZİYARET ETTİ

Pandemi sürecinde yaşam da, gelenekler de, inanç da varlığını sürdürüyor.

ABD.'deki Recep Ferdi Baba Tekkesi'nden, aynı zamanda Bektaşi Dervişi, Yazar Hüseyin

Abiva bağlı olduğu Mahmut Aydın Baba'dan, her yıl yapılan bir Bektaşi ritüeli olan, "Baş Okutma Erkanı"nda görülmek için İstanbul'a geldi.

Bu ziyarette, yeni nasip alan 3 Amerikalı muhip can ve Bosna Hersek'ten muhip

Semir Pintul da bulunuyordu.

Hüseyin Abiva, dervişi olduğu Mahmut Aydın Babaerenlerle birlikte; bugün Zeytinburnu'ndaki kadim Bektaşi Tekkesi Erikli Baba Cemevi'ni ziyaret edip, hayır dua ve niyazlarda bulundular.

 

 

Hasan Hüseyin Yalvaç’tan Yeni Bir Kitap

ZULME DİRENENLER “Enver Gökçe Türküsü”

 

Elbet bahar çiçekleri de vardı yolumuz üstünde

Renklerinden yepyeni bir dünya yaratabilirdiniz

İşsizliğin, açlığın olmadığı güzel bir dünya

Oysa kışın karabasanı unutulur gibi değildi

Hele ki açlığın boyunduruğundaki kurtlar

Uluya uluya kaç ömrümüzü yedi

Yine de düşünüyorum çocukluk çok güzeldi (Sayfa: 7)

 

Biz de uyku ne arasın. Dün bir arada olduğumuz çok sevgili Hasan Hüseyin Yalvaç abimiz imzaladığı yeni kitabını bana verdi. Gece kalktım, yatamadım. Bir başka kitabı okumayı sürdürürken, elimi attım, ebetteki yaralı gönlüme de hitap eden türkülere uzandım…

Hasan Hüseyin Yalvaç bir ozan; yüreği engin, acıları keskin, bilinci dirençli ve yaşamı, Anadolu’nun derinliklerinden,  bu yurdun öz kültüründen beslenen, derin tarih – edebiyat bilgisi ve sevdası olan bir can insan. Aynı şekilde sohbetleri de, muhabbetleri de baldan tatlı, bir eğitici, öğretici bir güzel insan.

Onda fark ettiğim en ayırt edici yan, değer bilmesi, değerlerin değerini bilip anlatması, hatta duymak istemeyenlere karşı sabırla haykırması, bıkıp usanmada yazması, yazması.

Onlarca kitabı olan Hasan Hüseyin Yalvaç’ın bu çok güzel, yerinde ve anlamlı kitabını da bir solukta okuyup bitirdim.

Şiir seven bir insanım, her gün şiir okurum. Şiirle beslenir, şiirle çoğalır, büyürüm. Dertlerim artsa da, kıvancım, yaşama isteğim de o kadar artar şiir okudukça. İlkokuldan beri okurum. Enver Gökçe de çok sevdiğim, severek okuduğum bir şairimizdir. Onunla ilgili yazıları da okudum / okurum.

Değer bilir, kıymet bilir, emek verenin emeğinin ne olduğunu bilir, yazı yazana – şiir yazana da saygısı, sevgisi olan Hasan Hüseyin Yalvaç üstadımız da bu sefer Enver Gökçe’yle ilgili yazılarını, anılarını, bilgilerini bir araya getirdiği bir çalışmada yine çok ayrıcalıklı bir iş yapmış.

Bir ozan olarak, Homeroslar’dan, Yunuslar’dan, Pir Sultanlar’dan bu yana bu büyük geleneği yaşatanların damarını sürdüğünü gösteren; yüreği yanık bir Anadolu ozanı olduğunu bildiren, umutları yitik dağların arkasında kalmasın, derelerle, gürleyen ağaç dallarıyla rüzgar rüzgar gelecek nesillere aktarılsın diye, bir ağıt, bir türkü yakmış Enver Gökçe’ye, Enver Gökçe’nin diliyle, kalbiyle.

 

Hem büyüyen hem çoğalan adımlarım

İnsan güzelliğinin türküsüne yürüyeceğim

Aslımı yitirmeden aslıma akacağım

Sonsuz ayazlarında yorgun güneşinde

Yeni bir dünyanın gözlerine dolacağım

Çit köyünde söylediğim tüm türküleri

Düşmana inat sende de çığıracağım (Sayfa: 13)

 

Bir türkü yakmış da; yüreği yanık giden bir büyük ozanın acısını anlatmış, çilesini dile getirmiş, üzüntülerini sıralamış birer birer, hem de içinden çıkıp geldiği halkının diliyle, gönlüyle, bilinciyle.

Evet, sevgili dostlar, Hasan Hüseyin Yalvaç bu kitabıyla çok sevdiği, şiirimizin önemli isimlerinden Enver Gökçe’yi şiirleriyle tekrar yaşamımıza sokuyor, gelecek nesillere onun unutulmaması gerektiğini dile getiriyor bu kitabı vesilesiyle.

Kitapta üç bölüm var: Hasan Hüseyin Yalvaç’ın Enver Gökçe’nin yüreğiyle konuştuğu, haykırdığı, dizelere döktüğü yani yaktığı bir ölümsüz türkü/türküler.

İkinci bölümde ise; Hasan Hüseyin Yalvaç’ın hakkında kitaplar yazılsa da, dergilerde yazılar çıksa da, Hasan Hüseyin Yalvaç’ın içinde bir hayıflanma olarak duran, “Enver Gökçe Gerçeği ve Onun Çilesi’ni” anlatma, dile getirme isteği görülen yazıları.

Üçüncü bölümde ise; Enver Gökçe’nin değerini çok iyi anlamış ve araştırmalar yapmış olan Mehmet Ergün’e Mektuplar adı altında, yine şiir, yaşam ve büyük ozanlarımızın yüreğinin derinliklerindeki hisleri anlatan şiirler.

 

Çit köyünde yıkık viranedir evim barkım

Doğdum doğalı dönmedi çarkım

Var da gör deli gibi sevdalandım

Yurdumun toprağına taşına

Sosyalizmin o dehşetli nakışına

Düştüm yollara yollara bulurum deyi

Hala bekler ellerim ellerini (Sayfa: 30)

 

Benim ise kitaptan çıkardığım en önemli sonuçlardan birisi; Enver Gökçe’nin bir Anadolu köyündeki bir insanımız gibi; mazlum – yetim – kimsesiz bir insan kimliğinde hayatının zorluklarla geçtikten sonra, bir bakımevinde sonlanmasının derin hüznü,

Bir başka yön ise; Kaybolan ya da kaybedilen bazı şiirlerinin acısı, bulunması için haykıran çığlıkları,

Sefer Aytekin’in Enver Gökçe’nin Âşık Veysel’le ilgili bir kitap yazdığı gerçeği,

Bazı tantanacıların hala Enver Gökçe gibi bir devrimci ozanın, bir yurtsever ozanın, bir büyük yüreğin değerini tam anlayamamalarının trajik durumu, üzüntüsü, şaşkınlığı oldu.

 

Huzurevindeyim Seyranbağlarda huzursuz

Derin bir uykuyu öylesine özlemişim ki

Nerede

Kapımı çalan şiirlerden kapanmaz gözüm

Hele de o 51 Tevkifatı içimde yaradır

Bir acının destanıdır ki kimseler anlamadı

Yana yana dirilen umudum yeri oradır (Safya: 38)

 

Eline yüreğine, emeğine, bilincine, geçmişten geleceğe bu yurt toprağında nice nice ölümsüz değerler olduğunu bir kez daha haykıran dirençli, devrimci yüreğine sağlık Hasan Hüseyin Abi, iyi ki varsın…

Her daim var olasın, sağ olasın, bizimle kalasın…

 

Ayhan Aydın

25 Ekim 2020

 

(Hasan Hüseyin Yalvaç, Zulme Direnenler, “Enver Gökçe Türküsü”, Cinius Yayınları, Temmuz 2020, İstanbul)

 

ANADOLU’NUN KAYIP AŞIĞI

SEFİL HİMMET

 

Burası Anadolu’dur ne dert biter, ne tasa azalır, ne de insanların gönlünde yüce dağlar gibi duran umutlar yok olur.  Anadolu toprağı zorlu bir topraktır aslında, burada geçinmek hiç de kolay değildir, hele de insanca yaşamak, insan kalmak, insan onurunu kaybetmemek öylece bir ömür sürmek zorun da zorudur. Ama baharda toprağa su yürümesiyle doğanın filizlenmesi gibi, yaşamın gürleyip serpilmesi, sabredip kimi karanlıkları aşmak da yine bu toprağın insanın en büyük mucizesidir.

Anadolu ozanlar yurdudur aynı zamanda; bitip tükenmez dizeler, bitip tükenmez haykırmalar, yakarışlar, sinesindeki al kanları saklayıp en sevdiği nazlı yârine bile gösteremeden çekip gitmek sonsuzluklara doğru…

Hakk demek, hakkın, adaletin, yaşamın çelikleşmiş iradesini bazen de tersine çevirip taşı sıkıp suyunu çıkarmak, ekmeğinin peşinde bir ömür tüketmek ama muhannete eyvallah etmemek…

Böylece gerçekleri, özündekileri haykıran yüzlerce ozan gelip – geçmiştir bu topraklardan.

Bir de kayıp ozanlar vardır, kayıp erenler, daha doğrusu “gaip erenler” vardır bu kutsal ve bereketli topraklarda. Yani ismi bilinmeyen ya da çok az kişinin bildiği, toplumun duymadığı, görmediği, işitmediği…

 Hakk ömür versin bizler de yaşayalım yine de bu kanla yoğrulmuş topraklarda her günü bir umut, bir sevda, bir hazine sandığından çıkan elmaslar, yakutlar çıkan bereketli günler görelim daha da…

İnce bir kitap elimizdeki, ince ruhlu, ince duygulu, yolsuza – yobaza eyvallahı olmayan ve genç yaşta göçüp gitmiş, az bilinen bir güzel ozanın kitabı bu elinizde tuttuğunuz.

Oğlu belki de bir oğulun yapacağı en güzel işlerden birisini yapmış da, böylesi bir ozanın kültür hazinemiz içinde olduğunu bize hatırlatmış, o da “gaip âlemde” kalmamış.

Gerçi Gaip Erenler, ozanlar, bilgeler, veliler her daim evrendedir, nerede yaralı bir gönül varsa onu onarmakla, yarı yolda kalmışlara yardım etmekle meşguldürler ama olsun yine de olsun, toprak altında kalmasın, bizler de çokça bakmayalım yıldızlara bize biraz daha himmet etmeleri için, bir yerlerden yine beklenti içinde olmayalım.

 

Anadolu’nun Kayıp Ağışı: Sefil Himmet

 

Kendisi de bir şair, bir sanatçı olan, yüksek lisans yapmış, meraklı, kendisini her gün geliştirme, var etme gayretinde olan Serhat Tomur yani mahlasıyla Serati dün bana babasıyla ilgili hazırladığı kitabı verince bir büyük merak ve heyecanla bir solukta okudum kitabı.

 

“Bir gün bu dünyadan göçüp gidersem

Tutup bir kenara atmayın beni

Elim tutmaz ya da muhtaç olursam

Anı yâd ellere satmayın beni”

 

Ozanımız zaten vasiyet etmiş, onun bu vasiyeti yerde kalabilir miydi?

Uzun yıllar öncesinden adına aşina olduğum “Alan” Yayınları logosunu da görünce bir hoş oldum. Tükenir mi umut, tükenir mi sevda, tükenir mi insan, kuşatılmışlıklar içinde de olsa vatanım, yurdum, dedim kendi kendime. Alan Yayınları’nı yaşatanlara bin selam olsun, dedim kendi kendime.

 

Sefil Himmet

 

Kitaptan öğrendiğimize göre 1946 yılında Erzincan’ın İliç ilçesinin Çaylı Köyü’nde doğmuş olan Sefil Himmet yani gerçek ismiyle Himmet Tomur, on yaşlarında İstanbul’a ailesiyle birlikte göçüyor. 1960’lı yıllarda Âşık Daimi ile çalışan, kendi ürünlerini vermeye başlayan ozanımızın asıl işi elektrikçilikmiş. Yaşamını bu işle sağlıyormuş. Maalesef çok genç yaşta, 6 Ekim 1974’de daha 28 yaşındayken kan kanserinden sonsuzluk alemine göçen Sefil Himmet’in mezar taşına Tokat Zileli aşıklardan Abdullah Şenkaynağı şunları yazmış:

 

“Anadan atadan geldim cihana

Abu hayat içtim ben kana kana

Himmet yok olmuştur demeyin bana

Rahmet-i rahmandan ummana düştü.” (Sayfa: 25-26)

 

Gerçekten de, bir solukta bitirilen, gerçek bir ozanın yüreğinden çıkan şiirleri okuyunca onun bu büyük Halk Ozanlığı Geleneğinin değerli halkalarından birisi olduğunu rahatlıkla görüyoruz.

Şiirlerine bakınca kültür ve inanç köklerinin yani “geleneğin” devamcısı, yaşatıcısı olduğunu bu manada çok erken yaşta kent ortamında yaşamını sürdürse de, ustasından ve ustası edindiği kaynaklardan bu özü almış olduğu görünüyor.

Her ozan gibi duygu insanı olan Himmet Tomur, bu kısacık yaşamında kendisini beslemiş, geliştirmiş, ölümsüz dizelere imza atmıştır.

Dünyanın vefasızlığı, gerçek bir dost – yar – yaren arayışı,  garibandan, işsizden, yoksuldan yana tavır alışı, Şahin/Güvercin ikilemindeki güçlü – güçsüz ayrımı, dertler karşısında kederlenme, içli içli yazdıklarıyla ağlaması, kaderin acımasız yüzü, fukaranın halinin karlı dağlar karşısındaki otlar gibi zayıf olması, aş – iş – ekmek kaygısı gibi konular şairin şiirlerinde işlediği konulardan bazıları.

Yürekte bilinmez yerlere, bilinmez kişiler derin ama çok derin bir hasret var, özlem var, varma isteği var. Ciğerleri pare pare olmuş yaralı bir insanın hekimlere yakarışı, bir sevdaya tutulmuş bir garip gönlün yâre yakarmaları, bir gün ömrünün yel olmasının acısını tatması, hep gurbet, gurbette olma durumu, kanadında türlü yaralar açılan turnalar, Ankara’ya gidip gelmeyene özlem-sitem, hiçbir şey vermeden hep bir şeyler isteyen felek, insanın zulmüne kader denmesi, bitmeyen bir hasretlik, viraneye dönen gönül… Tüm bunlar ozanımızın şiirlerinde geçen temalar.

Bir solukta büyük bir hüzünle, aşkla, merakla okuduğum deyişleri – şiirleriyle Sefil Himmet gerçekten de Anadolu’nun yüzlerce kayıp ozanından birisidir.

Çıkıp gidin bir dağ başına, bir kuytuya, bir köy merasına, o kadar uzağa varmayın girin İstanbul’daki bir mahalledeki bir haneye ne yürekleri burkan hüzünleriyle büyük yürekler sizleri beklemektedir.

Kendisini reklam eden, kimi zaman, hele hele de şu popüler çağda elinde sözde sazlarıyla- üç kuruş etmeyen sözde şiirleriyle kendisini “ozan” olarak pazarlarda satılığa çıkaranların dışında nice nice gerçek değerlerimiz vardır halen bu topraklarda.

Sefil Himmet kısacık ömrüne derinlikli, çok güzel ve kalıcı şiirler sığdırmıştır.

Değerli ozanımız, toplum ruhunda ve hafızasında yer edecek ölümsüz eserleriyle yaşasın.

Tekrar bu benzersiz şiirleri bizlere kazandıran, bu kitapla babasının şiirlerini bir araya getirerek gerçekten tarihi bir görevi yerine getiren Serhat Tomur’a da çok teşekkür ediyorum.

 

Bu topraklarda ne sevdalar, ne umut dağları, ne de gerçek ozanlar tükenir…

 

Muhabbet ehline aşk ile sevgiyle…

 

Ayhan Aydın

29 Ekim 2020

 

(Anadolu’nun Kayıp Aşığı Sefil Himmet, Serhat Tomur, Alan – Doğu Kitapevi, Ekim 2020, İstanbul)

 

Şiirlerinden Örnekler:

 

DARILMA GÖNÜL

 

Kökü çürük bir budağa

Sarılma gönül sarılma

Bir vefasız yar peşinde

Yorulma gönül yorulma

 

Şahin kuşu gökte uçar

Güvercine pençe açar

Bu bir demdir gelir geçer

Darılma gönül darılma

 

SEFİL HİMMET bakma vara

Yar oldurur yara sara

Sen de olur olmaz yara

Görünme gönül görünme (Sayfa: 49)

 

BİR GÜN BU DÜNYADAN GÖÇÜP GİDERSEM

 

Bir gün bu dünyadan göçüp gidersem

Tutup bir kenara atmayın beni

Elim tutmaz ya da muhtaç olursam

Anı yâd ellere katmayın beni

 

Ellerim bağlıdır kollarım kırık

Yaralıyım zaten yüreğim delik

Ben bir insanoğlu var serde erlik

Hayvan sürüsene katmayın beni

 

SEFİL HİMMET ağlar gözlerim nemli

Günlerim geçiyor efkârlı gamlı

Ne önüm bellidir ne sonum belli

Kıyamete kadar sormayın beni

 

GİDER OLDUM

 

Gider oldum bu ellerden

Kalanlara helal olsun

Fakir milletin hakkını

Yiyenlere haram olsun

 

Kimse bilmez sorumuzu

Defnedemem ölümüzü

Kırdı iki kolumuzu

Kıranlara dram olsun

 

Gahi gelir gahi gider

Fakir daim çile çeker

Döner arkasını gider

Gidenlere zulüm olsun

 

SEFİL HİMMET ne olurum?

Kısmetse yine gelirim

Ölürsem nerde kalırım?

Ölenlere selam olsun

 

DOSTUN SENİ UNUTUR MU SEVDİĞİM?

 

Gece gündüz hayalinle yaşarım

Dostun seni unutur mu sevdiğim?

Şimdi gayri eskisinden beterim

Dostun seni unutur mu sevdiğim?

 

Nedendir ki hasretini çekerim?

Gözlerimden yaşlar döker giderim

Bir yıl değil bin yıl olsa beklerim

Dostun seni unutur mu sevdiğim?

 

Sen ben de ben sen de bunu bilirim

Güzel dostu niye böyle üzersin?

Serseriyim deli gibi gezerim

Dostun seni unutur mu sevdiğim?

 

Unutsam, beni unutmuş olurum

Dayanamam hasretinle ölürüm

Dost yoluna canım bile veririm

Dostun seni unutur mu sevdiğim?

 

SEFİL HİMMET bağrım taştır sandılar

Boşa üzülüp ağlayıp yandılar

Dostları unuttuğumu sandılar

Dostum seni unutur mu sevdiğim? (Sayfa: 110)

 

MUTLULUĞA HAYKIRIŞ

 

Paşa Yalçın’ı yaklaşık yirmi yıldır tanıyorum. Uzun yıllar boyunca Cem Vakfı’nda birlikte çalıştık. O kendisini Alevi Yolu’na vermiş, benim gözümde bir derviş can insandır. Erikli Baba Tekkesi – Cemevi, Garipdede Cemevi’nde bulunduğu dönemlerde de hiçbir zaman ilişkimiz kopmadı.

Mütevazı, inançlı, samimi, sabırlı, öğrenmeye istekli, sürekli okuyup – araştıran, soran – sorgulayan, insanlar arasında taraf tutmayan, doğrudan yana, dürüst bir insan olarak hafızamda yer etti Paşa Abi.

Kendisi daha çok inanç dünyasında, manevi âlemde bir insandı. Türkçe Kuran okuyan, ibadet eden, dahası bunu fiilen yapan, binlerce insanı son yolculuğuna hayır dualarla uğurlayan bir inanç insanı, bir gönül insanı.

Sevgi dolu ama zaman zaman hüzünlenen samimi gözleri, içten sözleri onu tanıyan, tanımayan herkes tarafından fark edilir. 

Paşa Yalçın; muhabbete hasret, gerçek insanlığa, gerçek insana özlem duyan, Alevi Yolu’nun değerleriyle yaşayan, bu değerleri yaşatmak için gayret gösteren duygu dolu yüreğiyle evreni, yaşamı kucaklayan bir güzel insan…

Her zaman dertleşmelerimiz, sohbetlerimiz Alevi kurumlarındaki, Alevi toplumundaki yozlaşmalar üzerinde yoğunlaşır, özellikle gençlerimizin durumunu hep uzun uzun konuşuruz.

Ufku açık, gönlü dumanlı, zaman zaman hüzünler sokağına sapan bu güzel insanın şiirler yazdığını çok iyi biliyordum. Her seferinde de, bunları bastırması, kitap haline getirmesi gerektiğini, asıl kalıcı olanların insanın kendi ürünleri olduğunu söylerdim. O da her zaman, ben de çok istiyorum ama vardır bir zamanı, diyordu.

Nihayetinde Demos Yayınları’nın bir yan kuruluş olan Cevahir’de “Mutluluğa Haykırış” kitabı çıktı.

Dün sevdalısı olduğum Sultanahmet ve Cağaloğlu Yokuşu’nu çıkıp da, Can Yayınları’na – Demos Yayınları’na uğramadan gidemem deyip, şimdi Adil Ali Atalay büyüğümüz gelemese de, ne gam yine açık, başımızı sokacak bir dergâhımız da var burada, dediğimiz şimdilerde Cemal Nadir Sokak’taki kitapçılar yurdu olan Büyük Milas Han’a uğradım.

Zeynel Atalay Abiyle her zaman ki gibi yayın dünyasından, kitaplardan sohbet açılınca Paşa Yalçın’ın kitabına gözüm ilişti. Çıktığını duymuştum ama daha alıp – okumamıştım.

Ben böyleyim işte, dört beş kitabı birden okurum, artık hangisi erken biterse. Üç kitabın hemen hemen sonuna gelmişken, yeni çıkmış iki kitabı kucaklamam birlikte oldu.

Anadolu’nun Kayıp Aşığı Sefil Himmet kitabını Sefil Himmet’in oğlu aynı zamanda şair, sanatçı Serhat Tomur da bana yayınevinde hediye edince, tamam dedim, bu akşam, yarım sabah bunları okumak bana farz oldu.

 

Mutluluğa Haykırış

Ne yalan söyleyeyim Paşa Yalçın’ın bu kadar derinlikli bir şair olduğunu bilmiyordum. Hem de tahminim daha çok inanç ağırlıklı uyaklı şiirlerin beni beklediği şeklindeydi.

Mutluluğa Haykırış’ı gerçek anlamda bir solukta okudum. Aslında epey şiir var kitapta, kitap 240 sayfa.

Kitabı bir solukta okumamın en önemli nedeni Paşa Yalçın’ı çok sevip tanımam değildi. Gerçekten de bu kadar akıcı, yalın, duygu yoğunluğu şiirleri görünce tümünü bir anda bitirmek istedim.

Paşa Yalçın’ın iç dünyasına bir yolculuk mahiyetindeki  bu kitapla anladım ki, sevdaların, özlemlerin, yaralı bir gönlün sahibi olan Paşa Yalçın; bizim cemevlerinde gördüğümüz inanç yüklü bir derviş ruhlu insan olmasının çok ötesinde, nice nice dağlar aşmış, bulutlarla birlikte başka başka diyarlara, başka başka düşünce – duygu dünyalarına da yolculuk yapmış bir şairimizmiş.

Kitaptaki gördüğüm; çok yoğun duygusallıktaki şiirlerin içeriğinin tek düzelikten uzak, her bir şiirde kendisini besleyen, gönülden çıkan nağmelerin başarılı bir şekilde kaleme alınmış olmasıdır. Bu beni çok sevindirdi.  Kitapta dostluğa özlem var, başka dünyalara, başka alemlere kayıp gitmek, bu dünyadan sıyrılma isteği var, dağlar, çiçekli bayırlar, emek, kayıp özlemler var şiirlerde.

Tanıyıp sevdiğim hizmet ehli dedelerden Rahmetlik Mustafa Uluçam Dede’nin verdiği Paşikko mahlasının dışında Budala, Paşa Can mahlaslarını da kullanan Paşa Yalçın; 15 Mayıs 1955 Sivas Divriği, Arıkbaşı Köyü doğumlu bir ozanımız. Dolayısıyla kitapta inanç bazında Aleviliğin değerlerinin de işlendiği şiirleri yanı sıra kendi yöresine özlemlerini, bu yörenin güzelliklerini dile getiren şiirleri de var.

Kitabın en sonunda da, “MANKURTLAŞAN ALEVİ GENÇLİĞİ” isimli bir yazı da var. Bu yazıda Alevilikteki yozlaşmalar dile getiriliyor.

Paşa Yalçın üstadımızı gerçekten tebrik ediyorum. Bir başka kitabıyla da bizi zengin iç dünyasına götürmesini beklerken, kendisine sevgi, saygı, muhabbet ve uzun mutlu bir ömür diliyorum.

 

(Paşa Yalçın, Mutluluğa Haykırış, Cevahir Yayınları, Ağustos 2020, İstanbul)

 

Ayhan Aydın

29 Ekim 2020

 

Kitaptaki Şiirlerden Örnekler

 

SARAYBURNU SEYRİ

 

Sarayburnu’ndayım yapayalnız,

Seni düşünüyorum Üstüdar’a bakarak

Gülüyor ağlıyorsun hüzünlenerek,

Gözlerindeki yaşları siliyorum,

Deli dalgalara bakıyorum mahzun,

Sesini duyuyorum, kıyıya vuran damlacıklarda,

Belki düşünüyorsun sen de?

Sarayburnu’ndaki o geceyi,

Sevgimizin dostluğumuzun sınırı yok,

Ta kalbimizin içinde bir yerlerde,

Kollarımı açıp da ardına kadar,

Anlatabilsem sevgimizi…

Anlatamam ki.

Tutsaklığım öyle bir şey ki,

Masallarda yaşayan aşklar gibi,

Seni ilahlaştırmak gelir içimden,

Sarayburnu’nda gemiler geçerken,

Sisli ufuklara bakarak nemli gözlerle,

Dolaşmak istiyorum beyninin içinde,

Boş hayallere dalarak

Ellerin avuçlarımla nemli gözlerine bakıyorum,

Sarayburnu’ndan balıkçı tekneleri geçerken,

Rüya mıdır gerçek midir bilemiyorum,

Değer ama mutlu anları yaşamak,

Rüya bile olsa…

Tanrı’m

Ne güzel şey seni yaşamak?

Seni hatırlamak ne güzel şey,

Sarayburnu’ndan Boğaziçi’ne bakarken,

Ölümü düşünüyorum o mahzun gecede,

Sarayburnu’ndan bakarak,

Sevenlerin mutluluğunu,

Sevenlerin hüznünü,

Düşünüyorum yine de,

Yaşam bu kadar güzelken,

Sevmek bu kadar güzelken,

Hayat bu kadar güzelken,

Sarayburnu’ndan Boğaziçi’ne bakarak (Sayfa: 12-13)

 

GÜL ALIR GÜL VERİRDİK

 

Bir zamanlar dağlarında

Gül toplardık demet, demet

Çiğdem toplardık halka, halka

Başımıza taç yapardık

Güler oynardık

Gül alır gül verirdik birbirimize

Kırgınlıklar kinler yok olurdu içimizde

Sevgi aşk ateşi yanardı kalplerimizde

Sevda çorbası pişerdi ocaklarımızda

Kırlarında koşar oynardık

Ekmeğimizi paylaşırdık

Öküzümüzü beraber koşardık çifte

Koçlarımız beraber katılırdı

Kurbanlarımız tığlanırdı

İnançlıydı yüreklerimiz

Düğünlerimizde halaylar çekilir

Cirit atardı gençlerimiz

Ozanlarımız bağlamının teline vurdukça

Mest olurdu güneler kadehlerde

Ey benim yurdum güzel köyüm

Dedim ya birbirimize

Gül alır gül verirdik

Şimdi ise artık

Esen rüzgârlara verdik

O gülleri

Savruldu artık göklere

Kalplerimizde aşk ateşi

Ocağımızda sevda çorbası

Pişmez oldu artık

Kendi kendime şunu diyorum

Kendimizi kaybettik bulamadık

Şu koca şehrin kokuşmuş loş sokaklarında

Artık gül verecek kimseler de yok

 

Demem o ki

Gülün çiğdemin

Zamanı geçti

Başka baharlarda

Ne zaman gelir bilinmez

Dedim ya bir zamanlar birbirimize

Gül alır gül verirdik (Sayfa: 14 – 15)

 

DİVRİĞİ DAĞLARI

 

Divriği dağları

Bir yanı uçurum

Bir yanı sis boran

Bir yanı yalçın kayalar

Bir yanı hüzünler

Dolanır ayla güneş üstünde

Bir yanı da Fırat

Akar, akar sessizce

Kalyonlardan sevda taşır

Deryalara

 

Divriği dağları

Bir yanı türkü

Bir yanı şiir

Bir yanı destan

Bir yanı ozanlar

Hiç susmazlar ki

Bağlamının telleri

İniler, iniler

Sevdalıdır hep yürekler

Sevdalıdır âşıklar

Sarıdan yeşile

Maviden mora

Uzanır gider kalyonlardan

 

Divriği dağları

Bir yanı demir

Bir yanı kurşun

Bir yanı krom

Makinalar cevher taşır

Deler dağları, dağları

Tozlanır yürekler

Karalar bağlar gelinlik kızlar

Karışır gider yokluğa

 

Divriği dağları

Bir yanı kar

Bir yanı yağmur

Bir yanı gökkuşağı

Okşar sevdalı yürekleri

Kat kat bulutlar geçer

Dağlarından

Dolanı, dolanı

 

Divriği dağları

Bir yanı mahzun

Bir yanı sevdalı

Bir yanı kırık

Örs vurulmuş göğsüne

Dank, dank diye

Un ufak yüreği

Dağılmış sevdaları

Ve hiç susmamış

Örs yedikçe çağlamış

Balyozların sesinden

Güm güm

İnlemiş zirveleri

 

Divriği dağları

Bir tarafı sevgi

Bir tarafı aşk

Bir tarafı kekik kokar

Bir tarafı dağ laleleri

Burcu, burcu

Kokusu dağılır göklere (Sayfa: 70-71-72)

 

DAHA SEN ÇOK ÇİĞSİN PİŞ DEDİLER

 

Ulu divana girmek istedim

Git bir pire bende ol dediler

 

Varıp bir mürşide talip oldum

Daha sen bir yozsun git dediler

 

Dolaştım budala gönüllerde

Gönül dergâhına gir dediler

 

Aktı gözyaşım nehirler taştı

Daha sen bir hamsın ol dediler

 

Direnip meydanda isyan ettim

Sen bir asisin çekil dediler

 

Tövbe edip ulu dara durdum

İkrarına sadık ol dediler

 

Fırsatın bulup içeri girdim

Eşiğe sakın basma dediler

 

Mürşit huzurunda dara durdum

Kalbinde benliği at dediler

 

Geri maziye dönmek istedim

Kalbinde binliği at dediler

 

Karıştı aklım divane oldum

Daha sen kırk yıl bekle dediler

 

Sonunda bir sabır taşı aldım

Taşıyamazsın bırak dediler

 

Sakladım yıllarca sabır taşı

Bu bir Eyüp sırrı yan dediler

 

Dedim ne de çetin yolumuz var

Bu bir yol ki çok çetin dediler

 

Mansur gibi canı hiçe saydım

Senin canın çok tatlı dediler

 

Şahın katında divana durdum

Sen şöyle geri çekil dediler

 

Velhasıl ömür bitip tükendi

Adımına dikkat et dediler

 

Yetti canıma ölüm diledim

Sen can veremezsin git dediler

 

Şaşkın kalbim çatlayıp yarıldı

Daha sen çok çiğsin piş dediler

 

Budala Paşa girdim meydana

Âşıksın sen gel beri dediler

 

Müşkülüm döktüm ulu meydana

Hele sen şöyle otur dediler (Sayfa: 101)

 

KIŞ GÜNÜNDE ERİK SUNAN ERİKLİ BABA

 

Muhammed Ali’ye dayanır soyu

Serçeşme’nin eri Erikli Baba

Kazlı Çeşme’sinde akıyor suyu

Serçeşme’nin eri Erikli Baba

 

Hasan Hüseyin’e yüreği yandı

Zeynel Abidin’den doluya kandı

Muhammed Bakır’la üzülen candı

Serçeşme’nin eri Erikli Baba

Kış gününde erik sunar Erikli Baba

 

İmam Cafer Sadık bilinir aslı

Musa’yı Kazım’a dayanır nesli

İmam Ali Rıza yolunda yaslı

Serçeşme’nin eri Erikli Baba

Kış gününde erik sunar Erikli Baba

 

Taki’ye Naki’ye çevirdi başı

Hasan Askeri’ye akıttı yaşı

Bereketlidir hep erikli aşı

Serçeşme’nin eri Erikli Baba

Kış gününde erik sunar Erikli Baba

 

Mehdi sahip zaman sırrında idi

Hünkâr Hacı Bektaş yolunda idi

Yüce Zülfikar’ın kınında idi

Serçeşme’nin eri Erikli Baba

Kış gününde erik sunar Erikli Baba

 

Canlar türbesine niyaz ederler

Kurbanlar tığlanıp salât verirler

Dilek dileyenler murat alırlar

Serçeşme’nin eri Erikli Baba

Kış gününde erik sunar Erikli Baba

 

Ey Budala Paşa nefsin azat et

Ehlibeyt sancağı tutup biat et

Erikli Baba’ya varıp hizmet et

Serçeşme’nin eri Erikli Baba

Kış gününde erik sunar Erikli Baba (Sayfa: 107)

 

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile