KEÇECİ BABA'da Asimilasyon Çalışması ve Aleviler

KEÇEÇİ AHİ MAHMUT BABA DERGÂHI’NA YAPILAN CAMİİ, YÜZYILLARIN ASİMİLASYON POLİTİKLARININ BİR DEVAMIDIR VE ALEVİ – BEKTAŞİ TOPLUMUNA DÜŞEN GÖREV

Başta Anadolu ve Rumeli (Balkanlar) olmak üzere çok geniş bir coğrafyada varlığını yüzyıllar boyunca sürdüren Alevi – Bektaşi Yolu; erenlerin, ozanların, bilge insanların temel değerlerini var edip, bugünlere aktardıkları evrensel hümanist bir dünya görüşüdür. Özünde bir inanç sistemi olan Alevi – Bektaşi Öğretisi’nde erenlerin yani bir başka deyişle velilerin varlığı ve onların türbeleri de bu inancı yaşatanlar için son derece önemli merkezlerdir. Orada yatanlar; en kutlu, insanı kâmil vasıflarında sadece bir yol önderi değil, aynı zamanda yollarını aydınlatan, insanları bilinçlendiren toplum önderleridirler.

Çeşitli kaynaklardan öğrendiğimize göre Keçeci Ahi Mahmut Baba; hem bir Alevi velisi ama aynı zamanda da, keçe işleriyle uğraşan, çevrede bu işleri örgütleyen dolayısıyla Hacı Bektaş Veli’nin de bir nevi müsahibi olup Selçuklu yönetimine çok ciddi eleştiriler getirip halkın hakça üretim ve bölüşümde bulunmasının kurallarını yazılı olarak da ortaya koyan Ahiliğin piri olan Ahi Evran Veli’nin yolundan giden, esnaf teşkilatı öncülerinden birisidir. Her alanda olduğu gibi Tokat ve çevresindeki eren ve evliya kültünün çok daha derin bir şekilde araştırılması gerekir.

Yüzyıllar boyunca Tokat Erbaa Keçeci Baba Köyü’nde, Keçeci Ahi Mahmut Baba’nın yolundan gidenler, dedeler, aşıklar cemler sürmüşler, geleneksel Aleviliği yaşamışlar, bugünlere getirmişlerdir.

Geleneksel Alevilik’te pir vardır, rehber vardır, mürşit vardır. Görgü, sorgu cemleri, semahlar, nefesler bunları yaşatan dede / talip bağı çok kuvvetli olarak bugünlere bu inancı getirmiştir.

Yüzyılların asimilasyoncu politikası maalesef cumhuriyet döneminde de devam etmiş, daha detaylı yazılarımızda değindiğimiz gibi Emeviler’den Selçuklular’a, Selçuklular’dan Osmanlılar’a, Cumhuriyet dönemine ve günümüze kadar değişmez bir çizgide Sünni / Hanefi İslam inancı bu devletlerin ana inanç sistemi olarak devletin temel yapılarına girmiş ve kökleşmiştir.

Halifelik’le Osmanlıda çok önemli bir icra kurumu olarak aynı zamanda tüm yeniliklerin karşısında, din adına otoritenin yani askeri ve mülki bürokrasinin bir uygulama sahası olan Şeyhhülislamlık bir fetva makamına dönüşmüş, zaman zaman padişahların, sadrazamların, büyük din adamlarının, ulemanın kendilerince uygun gördükleri, toplumu yönlendirmek istedikleri noktalarda keyfi bir şekilde görüş ve düşüncelerini din adına vaaz edip, uygulattıkları bir cellatlar mekanizmasına dönüşmüştür. Cumhuriyet döneminde de işte belki başka amaçlarla kurulmuş olsa da, çok kısa sürede Osmanlı’daki Şeyhhülislamlık makamı yapısı Diyanet İşleri Başkanlığı’na geçmiş, yıllar içinde bu hüviyet iyice artmıştır. Son yirmi yıllık dönem de ise “Yeni Osmanlılık” adı altında gerçekten de Osmanlı Devleti anlayışının çok gerisine düşen otokrat zihniyetin kalıplaşmış şekli olan bugünkü iktidarın elinde Diyanet İşleri Başkanlığı tam anlamıyla “tek adam rejimi”nin dilediği kararları uygulama alanı olmuştur.

 

Recep Tayyip Erdoğan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yetkilerini her geçen gün arttırmakla, bütçesini gereksiz yere şişirmekle kalmamış, zaman zaman kendi yapamadığı şeyleri, söyleyemediği sözleri Diyanet İşleri Başkanının eliyle yapar, onun ağzıyla konuşur olmuştur. Ama burada bir ölçüde tümüyle kendisini halife yerine koymak yerine bir maşa olarak Diyanet İşleri Başkanı’nı kullanmaktadır.

Cumhuriyet Dönemi boyunca devam eden; Alevi köylerine cami yapma, zorunlu din dersleri içinde Sünni / Hanefi inancı ön plana çıkarıp, on yıllar boyunca inansın inanmasın / o inanca sahip olsun / olmasın her öğrenciye namaz kılmanın zorunluluğu, gerçek Müslüman olmak için Sünni İslam inancının uygulamalarını yerine getirmek gerektirdiği okutulmuş / anlatılmış, namaz kılmayan, namaz surelerini ezberleyemeyen, oruç tutmayan öğrenciler ağır hakaretlere maruz kalmış, ayrımcılık / asimilasyon aynı şekilde askerde, devlet bürokrasinin olduğu her yerde binlerce örneğinin yaşandığı şekliyle bir tehdit / baskı / suistimale dönüşerek bugünlere gelmiştir.

Köylerde muhtarlar, ilçelerde kaymakamlar, illerde valiler / müftüler gerek devletin temellerine yerleştirilmiş bu dini uygulamaları dayatarak, kendileri yerine getirip diğer insanların da yerine getirmesini buyurup psikolojik baskıyla her zaman bu dayatmalarını sürdürmüşlerdir.

Son yirmi yılda ise öncekilerin tecrübeleriyle; Menderes, Demirel, Özal Dönemlerindeki süreçler çok daha vahim boyutlara ulaşmış, partili valiler, kaymakamlar, iktidarın birer emir kulu gibi değil, tümüyle o partinin bir adamı olarak çalışmışlar işin içine siyaseti de sokmuşlardır.

Şiilerin kuşatmaları, Devletin Sünni kuşatması, Tarikatların alenen serbest olmasıyla radikal / terör örgütlerinin buralar üzerinden halkın üzerine gitmeleri en çok Alevi – Bektaşi toplumunu etkilemektedir.

Ayrı bir yazının konusu olmak üzere; 30 yıllık sürecin sonunda kendilerini bir çıkar terazisinde tartmaya başlayan kimi Alevi kurum temsilcisi, sözde dede ve yazarların ikirciklik tutumları; vali masalarına sık sık oturmalar, belediyelerden çok büyük medet ummalar, bir yana bırakılırsa, durum vahametini korumaktadır.

Sağduyu sahibi Alevi – Bektaşi toplumunun çoğunluğu, kurum ve kuruluşlar, aydınlar, gerçek dedeler, babalar, ozanlar Türkiye’nin içinde bulunduğu durumdan son derece endişe etmektedirler.

Bugün hiç durmadan, ara vermeden Alevi asimilasyonuna devam edilirken, bir yandan da, Bizans Sarayını örnek alan Osmanlı Sarayı’nın entrikalarını devralan, Türkiye’nin Vatikan’ı olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, bugünkü Otokrat Yönetimin başındaki iktidarın oyunları hep devam etmektedir. Bazı Alevileri – Bektaşileri yanına çekmek, kendi yandaşı dernekler kurdurmak, Alevilerin haklarını vermezken valiler, kaymakamlar aracılığıyla kendini adam yerine koydurmak isteyen bazı budalalara biraz ilgi gösterip, gerçek hakları vermemek, sizlere şu, şu hakları vereceğiz deyip nabız yoklamak vs.

Tarihler boyunca kitlesel katliamlara, sürgünlere, zorla inancını değiştirmeye, inanç merkezleri ocakları  / tekkeleri basılarak, kapatılarak yok edilmek istenen Alevilik – Bektaşilik farklı boyutlarıyla bu sorunları yaşamaya devam etmektedir.

Bugün Alevi kimlikli insanlar açık – açık hala Alevi olduğunu gizlemek zorunda hissediyorlar, devletin başında bulunan kişi, bir büyük çoğunluğun temsilcisi olan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu zaman zaman Alevi kimliğinden dolayı rencide edebiliyorsa, açık ve seçik olarak Alevi kimliği bilindiğinde devletin önemli mevkilerine hak ettikleri halde Aleviler getirilmiyorsa, Aleviler Alevi kimlikleriyle değil, Sünni kimliğinin bazı unsurlarını benimseyerek insanlara kendilerine anlatmak zorunda kalıyorlarsa bu ülkede Alevilik sorunu devam ediyor demektir.

Geleneksel Alevliği yaşayanıyla, yaşamayanıyla, kendi içlerinde çok çeşitli tartışmaları nedeniyle kırk parçaya bölünmüş olsalar da, Alevi – Bektaşi toplumu bir inanç, kültür vd. topluluğu olarak kendilerini tam ifade edemedikten sonra, inançlarının gereklerini tam yerine getiremedikten sonra, inançsal, yöresel, bürokratik baskıyı üzerlerinde hissetmeye devam edip tam özgün bir şekilde güvenle geleceğe dönük çalışmalar içine giremedikten sonra bu ülkede Alevilik sorunu devam edecektir.

Bu konuda Alevi – Bektaşi toplumuna düşen, kaybettikleri uzun yılların da deneyimleriyle, devletten, belediyelerden, varsıllardan çok da bir şey beklemeden eldeki imkânları da kullanarak geri adım atmadan Alevilik – Bektaşilik adına çalışmalara devam etmektir.

  • Gününü gün eden, geleceğe ilişkin projeler ortaya koyamayan, kaypaklık gösteren, kurumları Alevi – Bektaşi Öğretisi’nin yaşandığı mekânlar olarak görmeyip kendi tasarruflarında küçük işlevsiz örgütlere dönüştüren bugünkü Alevi - Bektaşi yapısı tümden değişmelidir.
  • Bilimsel – akademik çalışmalar çok gecikmiş de olsa derhal başlamalı, üniversitelerden destek alarak bu konuda mutlaka bir özgün Alevilik – Bektaşilik Araştırma Merkezi kurulmalıdır.
  • İçler açısı bir durumda olan Alevi Medyası Alevi kurumlarınca çok ciddi bir şekilde desteklenmeli, daha doğrusu var edilmelidir. Bugüne kadar sürekliliğini koruyamayan dergi yayıncılığına önem verilmelidir.
  • Lisans, Yüksek Lisans, Doktora düzeyinde Alevilik – Bektaşilik konusunda çalışacak öğrenciler çok ciddi bir şekilde desteklenmeli, elde edilen çalışmalar yayınlanmalı, Alevi – Bektaşi toplumunun ilgisine sunulmalıdır.
  • Başta Osmanlı olmak üzere arşivler taranmalı, alan araştırmaları hiç zaman kaybetmeden başlamalı, tarihte yaşamış ve bugün yaşayan Alevi – Bektaşi değerleri mutlaka bir araya getirilmelidir.
  • Mutlaka bir Alevi – Bektaşi Ortak Hafıza Merkezi oluşturulmalı Alevilik – Bektaşilik Araştırma Merkezi içinde tüm yazılı ve görsel malzeme toplanmalıdır.
  • Tüm dünyadaki Alevi – Bektaşi varlığı, tekkeler, türbeler, ocak merkezleri, ören yerleri, köyleri her türlü somut kültürel miras kayıt altına alınmalıdır.
  • Yıkılan, yok edilen Bektaşi Tekkeleri’nin yeniden onarılması için çok ciddi bir girişim başlatılmalıdır.
  • Hiç zaman kaybetmeden mutlaka çok büyük bir etnoğrafya müzesi kurulmalıdır. Bu kuruluncaya kadar odaları bomboş duran cemevlerinde atalardan, dedelerden kalan Alevilik – Bektaşilik olgusuyla ilgili tüm eserler yok olmadan derlenip toparlanmalıdır.
  • İçler acısı bir durumda olan Aleviliğin / Bektaşiliğin ana bel kemiği olan, dedelik, babalık, ozanlık, zakirlik, analık konusunda çalışmalar yapılmalıdır.

 

Daha sayısız madde sıralamak mümkündür.

 

Bizim son söz olarak söyleyeceğimiz;

Alevilik – Bekaşilik, Alevi - Bektaşi Toplumu’ndan bir şey istemiyor; sadece bu toplum bu değerleri yozlaştırmadan, bu güzellikleri yaşasınlar bu yeter.

Alevi – Bektaşi Toplumu tembelliği bıraksın bu konularda çalışsınlar, çalışanlara yardımcı olsunlar bu yeter.

Alevi – Bektaşi Toplumu her çağıranın arkasından gitmesin, ilkelerinden, temel değerlerinden, öğretisinden, inancından, geçmişinden, geleceğinden ödün / taviz vermesin bu yeter.

Alevi – Bektaşi Toplumu ikircikli olmasın; kendi değerlerinin, kendi gücünün farkın olsun, atalarından aldığı yüzlerce yıllık büyük onuru, büyük birikimi yaşatsın bu yeter.

Alevi – Bektaşi Toplumu her pahasına olursa olsun Alevi kimliğini çocuklarına, gençlerine söyleşisin, aktarsın, kendisini gizlemesin, saklamasın dimdik ayakta dursun bu yeter…

 

Muhabbet ehline aşkla…

Ayhan Aydın

16 Kasım 2021