Anadolu’dan Balkanlar’a Alevi – Bektaşi Asimilasyon Gayretleri Hız Kesmiyor Bölücü Sesler Çoğalıyor, Karanlık Büyüyor…

Anadolu’dan Balkanlar’a Alevi – Bektaşi Asimilasyon Gayretleri Hız Kesmiyor

Bölücü Sesler Çoğalıyor, Karanlık Büyüyor…

Alevi – Bektaşi toplumunda çok ciddi bir kopuş ve ikilik yaşanıyor.  Bu ikiliği de AKP iktidarı politikalarıyla körüklüyor. AKP – Recep Tayyip Erdoğan Tek Adam Rejimi; Kendisine yandaş bir kitle, yandaş bir medya yaratması gibi, şimdi de şuurunu kaybetmiş, kökünü inkâr eden, yağmadan ne kaparım anlayışında bir yandaş Alevi – Bektaşi kitlesi yaratmaya başladı.

AKP. İktidarı, kendi taraftarı olmaya başlayan bu kesimi; Alevi – Bektaşi toplumu, kurumları üzerine sürerek, “Alevi’yi Alevi’ye kırdırma” projesini yürürlüğe koyuyor…

Seyyid Ali Sultan Dergahı’nda Son Yaşananlar…

Serçeşme Vakfı ve Ocakzadeler Meclisi adına sözcü Sayın Ali Timurtaş Özmen, Yunanistan Seyyid Ali Sultan Dergahı’yla ilgili kendi sosyal medya hesabında bir yazı kaleme almış.

Ali Timurtaş Özmen yazısında;  “eli sopalı”, “işgalcilerin” Seyyid Ali Sultan Dergâhı’nda Yunan Devleti’nin kontrolünde işler yaptıklarını söyleyip yöre insanına ilişkin kin ve nefret kokan satırlar döktürüyor.

Son 6- 7 yıldır, civardaki tüm Alevi – Bektaşi inançlı kesimin, tüm köylülerin, 3 düşkün dede dışındaki tüm dedelerin destek verdiği Seyyid Ali Sultan Tekkesi Koruma Heyeti’nin çalışmalarını sabote etmek, 650 yıldır bu ulu ocakta yanan “Hakk - Muhammed - Ali” çerağını, siz Hıristiyan olmuşsunuz deyip kuruyasıca elleriyle söndüren Edirne Müftüsü’nün ve valisinin maşası olarak oradaki birlik ve beraberliği parçalamak, toplumu ikiye bölüp, bu yolu, bu erkânı sürüp, bu kutsal ocağımızı var eden kitleye karşı düşmanca tavırlar gösterip, karanlık güçlerin payandası olanları bir kenara bırakmış Sayın Ali Timurtaş Özmen, Yavuz hırsız ev sahibini bastırır, misali oradaki gül yüzlü canlarımıza veryansın ediyor.

Halkı bölmek; orada yüzyıllardır yapıla gelen “Seçek Yayla Etkinlikleri”, “Mürsel Bali / Kasım Kurbanı Anmaları”nı sabote etmek için hangi karanlık güçlerden destek alınarak yapıldığı bilinmeyen alternatif etkinliklerle burada asıl ikiliği yaratanların sanki yeni bir sözcüsü olarak mazlum canlarımıza saldırıyor.

Orada yolu yaşatan gül yüzlü canlarımıza türlü iftiralar atarak, nasıl birisi olduğunu da göstermiş oluyor.

Sayın Ali Timurtaş Özmen, lütfen olayları çarpıtmayın, inancını yaşayıp yıllar yılı bin bir zorluklar yaşayarak burada yaşama tutunan, yolunu süren soydaşlarımız olan mazlum canlarımıza iftiralar atmayın…

 

Sevgili Canlar, Olay Göründüğünden Derin

 

Yıllardır Yunanistan’da zaten türlü tertiplerle Alevi – Bektaşi toplumunu ikiye bölüp kendi uhtesinde yeni bir yapı oluşturmak isteyen Türkiye kökenli bir oluşum Yunanistan’da sözde bir sempozyum yaptı.

Etkinlik kimlerle yapıldı?

Seyyid Ali Sultan Koruma Heyeti’ni, bu inancı yaşayan toplumu yok sayarak, orada ikiliği ve bölücülüğü yaratan; yöredeki diğer etkinlikler için; “burada etkinlikler Cuma namazıyla başlamalı, nefes, deyiş, semahla bizim işimiz yok” diyen bir de üstelik iyi niyetlerle kendilerini derneğe alan Alevi – Bektaşi kesimine düşman kesilip kendi başına işler çeviren SEÇEK Derneği’yla yapıldı.

Adam kaçakçılığından mahkûm olmuş ve halkın düşkün ilan ettiği sözde dede taslaklarıyla yapıldı.

Neye hizmet ettiği tam bilinmeyen Türkiye’de kurulu TİKA vb. kurumların oyunlarıyla Yunanistan dâhil Balkan ülkelerindeki Alevi – Bektaşi toplumunu Sünni İslam inancı içinde eritmeyi planlayanların payandası olarak gayretler gösteren ve yıllar yılı bu toplumun duygularını ustalıkla sömüren akademisyen kimliği altında türlü oyunlar oynayan Prof. Dr. Ahmet Taşgın ve ekibi anlaşılan AKP  - Recep Tayyip Erdoğan rejiminden çok ciddi kaynaklar alarak bölücü çalışmalarına hız vermiş durumda.

Edirne’de Alevi – Bektaşi toplumunun değerlerini kullanıp çıkar elde etmek için çırpınan ve Yunanistan’daki toplumun düşkün ilan ettiklerine kol kanat geren, Cem Vakfı Şube Başkanlığı’ndan uzaklaştırılan, bir CHP lideri Kılıçdaroğlu’yla poz verip, bir Edirne Valisiyle yemek yiyen, yeni aldıkları traktörlerin, yazlıklarının reklamını yapmaktan başka bir marifetleri kalmayan Mustafa Çetin – Akın Çetin baba – oğul ikilisine yeni yeni isimler eklenerek son 20 yıldır Balkanlar’daki Alevi – Bektaşi asimilasyonuna Trakya’yı da eklenerek bu topluma karşı saldırılar devam ettiriliyor.

Alevi – Bektaşi toplumunda çok ciddi bir kopuş ve ikilik yaşanıyor.  Bu ikiliği de AKP iktidarı politikalarıyla körüklüyor. Kendine yandaş medya yaratması gibi, şimdi de şuurunu kaybetmiş bir yandaş Alevi – Bektaşi kitlesi yaratmaya başladı. Onları da Alevi – Bektaşi toplumu, kurumları üzerine sürerek, “Aleviyi Aleviye kırdırma” projesini yürürlüğe koyuyor…

 

 

İçişleri Bakanı’nın Çalışmaları ve

Alevi – Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı

 

Son üç yıldır İçişleri Bakanlığı talimnamesiyle valiler, kaymakamlar yolunu bilmedikleri Alevi köylerini ziyarete başlayıp, özellikle muharremde “iftar” etkinlikleri düzenleyerek Alevileri yakın markaja aldılar.

Çıkar için kendisini ve Alevi değerlerini feda eden Alevi köy muhtarlarının; kilim, halı, avize ve yakınına iş beklentisiyle köklerini satan bazı satılmış dede, cemevi başkanlarıyla yürütülen gayretlerle bu iyice kökleşti.

Bir yandan en sıkı CHP.’li görünen sözde bazı Aleviler; çıkar gelsin de, nereden gelirse gelsin, İmam Hüseyin’in başını vuran Yezit’in lokması mıdır, başkasının mı bu önemli değil, anlayışıyla hareket etmeye başladılar.

Bir yandan CHP.’li belediyelere kendilerini pazarlayan, bir yanda AKP. İktidarının adamlarıyla kol kola giren ikiyüzlü karaktersiz insanlar sömürücülerin iştahını kabarttı.

Kanserli bir yapı gibi, her yerden mantar biter gibi yeni yeni cemevleri, federasyonlar, yeni yeni dedeler, babalar, dervişler türemeye başladı.

Trakya’dan büyük bir huşu içinde Edirne, Kırklareli valilerinin arabalarına binen ve daima kanımız aksa da Atatürk’ün partisi CHP.’den ayrılmayız, diyen yine kişiliğini satışa çıkarmış sözde dede ve babalar Recep Tayyip Erdoğan’ın Hacı Bektaş, Ankara Hüseyin Gazi, İstanbul Şahkulu Sultan Dergahı’ndaki etkinliklerine yırtınırcasına, birbiriyle yarışırcasına koşa koşa geldiler.

Bir yanda vali arabasına binmenin, “adam yerine konmanın” dayanılmaz hafifliğini yaşarken, bir yandan da çeşitli menfaatler elde etmenin mutluluğuna erenlere kimi yazarlar da eklendi.

Belki de başından beri çoğu böyleydi, şimdi bu toplumun içinde görünen, Avrupa’da “devlet asimilasyonu var” diye nutuk çekerken devletin maaşını alıp, devlet projelerinden yararlananlar gibi.

İlahiyatçıları baş tacı yapan, devletin önünde ceketini ilikleyen, güce, erke tapmış, kişiliğini satanlar çoğalınca artık kendilerini savunmak için de çeşitli laflar üretmeleri gerekiyordu bu menfaat şebekelerinin.

“İyi ama Alevi kurumları bugüne kadar ne yaptılar, bunların çoğu “Alisiz Alevilerin” kontrolü altında, bunlar Alman devletinden maaş alıyorlar, PKK. Buralarda etkin oluyor…”

Devlete yamanmaktan bir çıkar uman, aşağılık kişiliğini orada yer alarak tamir etmek isteyen sayısız adam tipli mahlûk buralarda başköşelere yerleşmeye çalışıyorlar.

Hele bir girelim, görelim, yanlış varsa biz de söyleyelim, bugüne kadar böyle bir şey olmadı, bu bir başlangıç daha ne istiyoruz, diyorlar örneğin Kültür Bakanlığı bünyesinde yer almak için kendilerine dayanak arayan inkârcılar…

Teker teker, isim isim sıralamak mümkün tüm bu tutarsız tipleri…

Ama bu işlerin başında yer alan zamanında parti parti gezmiş şimdi Süleyman Soylu’ya danışman olmuş Ankara’nın ünlü dişçisi Ali Arif Özzeybek isimli kişinin kendi sosyal medya hesabından bir toplantıda bir araya getirdikleri içinde örneğin sözde dede, Tunceli’den bir sahtekâr da var. Avrupa’ya “dede götürme” projesinde yer almış, hem götüreceği insanlardan, hem Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan para devşirmiş bir kılıksız. Hem de Almanya’da sahtekârlıktan 5 yıl hapis yatmış bir başka sahtekârla işbirliği yapıyor. Bir başkası bir akademisyenin yazısını çalmış sözde bir dede, bir baba, bir derviş… (Sayın Süleyman Soylu’yla her ikisinin de fotoğrafı var. Yahu bir de doğru dürüst insanlarla resmin çıksın be sayın bakan) bir başka baba bozuntusu dedebabası tarafından “soyulmuş” yani düşkün ilan edilmiş…

Bunlar bu toplumu temsil edecekler, bu topluma yararlı olacaklar öyle mi?

Bir toplumu, bir kurumu karalamak, bu yola verilecek en büyük zarar ve ihanettir.

Şimdi de bazı kişilere, kurumlara karşı linç kampanyası başlıyor…

Gizli, açık demek ki epeydir AKP.’ye çalışan bayağı sözde Alevi dedesi, yazarı, sözde akademisyeni varmış. Acaba gerçekten bu Süleyman Soylu’nun gizli Alevi danışmanı akademisyenleri kimler? Bir de o açığa çıksa…

Şimdi iktidarın Kültür Bakanlığı’ndaki “Alevi – Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” içinde yer almak için yırtınan, çırpınan acuzelere bir bakmak lazım…

Bu kurum Alevi – Bektaşi toplumuna danışılmadan, kurumlarının, aydınlarının görüşü alınmadan, çeşitli hileli yollarla oluşturulan, kurulan bir yapı. 2. Mahmut’un yaptığı darbeyi bu kurumun bugün Alevi – Bektaşi toplumuna yapma ihtimali var.

Burada yer alanlar hangi hayaller kuruyorlar kim bilir; hangi tekkeyi, ocağı, cemevini yönetirim, kitaplarımı bastırırım, şuraya buraya rektör olurum, “makbul bir sanatçı, makbul bir dede, makbul bir baba, makbul bir yazar” olarak Saray’ın yıllar yılı yanaşmaları nasıl rahat yaşadıysalar, bu bizim de hakkımız değil mi, bu kadar çileler çektik, emek verdik, bizler de biraz ömür sürelim (!),  kaymak gibi nasıl kayyum olurum sarhoşluğu var bazılarında… (Çünkü bunlardan birisi daha göreve başlamadan, ortaya yazdığım yazıyı kendi üzerine alarak, bu sana son ihtarımdır deyip, beni mahkemeye vermekle tehdit etti. Kim ki siyasetle uğraşırsa zinhar, bizim onunla işimiz olmaz diyen, yıllar yılı halkın güvenini kazanmış bir kişi, kendisini Tayyip Erdoğan’ın eliyle Dedebaba atatmak için heyecanla bekliyordur, kim bilir?)

Bir yanda da AKP – Recep Tayyip Erdoğan Tek Adam Rejimine hizmet eden; devlet üniversiteleri ve bu üniversitelerin sözde Alevilik bölümleri,  İl Kültür Müdürlükleri, diğer yanda ise Yurtdışında; Diyanet İşleri Başkanlığı’yla işbirliği içinde çalışan TİKA, Yunus Emre Enstitüsü, Yurtdışı Türk Toplulukları isimli kurumlar…

Bulgaristan’da Alevi köyleri ve gençleri üzerinden oyunlar, Kuzey Makedonya’da Harabati Baba Tekkesi’nin işgali vd. konularda olduğu gibi iktidar hiç ara vermeden Balkanlar’daki asimilasyon çalışmalarını sürdürüyor.

 

Tüm Bunlar Maalesef Alevi Kurumlarının Zaaflarından Kaynaklandı

 

Alevi kurumları bugüne kadar yapmaları gerekeni yapmazlarsa, kendi insanını yetiştirmez, olanı da kıyma makinesinde kıyma kıyar gibi harcarlarsa, alanı boş bırakırlarsa olacağı buydu...

Çok ciddi bir “Dedeler – Babalar / Ocak ve Tekkeler Birliği – Meclisi” kurulmazsa olacağı buydu...

Şu veya bu şekilde bir Alevilik – Bektaşilik Araştırma, İnceleme, Dokümantasyon Merkezi – Kütüphanesi kurulmazsa olacağı buydu…

Alevi gençlerin elinden gerçekten tutulup, onlar bu konulara ciddi şekilde yönlendirilmezse olacağı buydu…

Alevi – Bektaşi toplumunun sesi olacak dergi, radyo, televizyon, yayınevi, internet yayıncığı gibi bugünün olmazsa olmazı basın – yayına önem verilmezse olacağı buydu…

Anadolu’da, Balkanlar’da köy köy, yöre yöre gezilip araştırmalar yapılmazsa, halkın yaraları sarılmazsa, İngilizce, Fransızca, Arapça, Farsça, Almanca, Osmanlıca bilen insanlarla arşivlerde ciddi çalışmalar yapılıp, gerçek Alevilik – Bektaşilik tarihi ortaya çıkarılmazsa, bilimsel eserler yazılmazsa, gençlere, çocuklara dönük gayretler olmazsa olacağı buydu…

Bilime, sanata, edebiyata, sinemaya, tiyatroya önem verilmezse olacağı buydu…

Ocaklara sahip çıkılıp, yıkılan Bektaşi tekkeleri onarılmazsa olacağı buydu…

Dedesi, babası, kimi yazarı bazı ilahiyatçıları geçer baş tacı yaparlarsa, onlardan medet umarlarsa olacağı buydu…

Yolu, erkânı yaşatamazsan, birilerini kendi akıl hocan yaparsan, gelirler bu nazik tavrından dolayı sana teşekkür etmeden, seni satın alıp, seni asimile etmek için seni yönetmeye başlarlar.

Hiç kimse kusura bakmasın bu fırsat onlara bizzat Aleviler – Bektaşiler, yazarlar, dedeler, babalar, kurumlar tarafından sunulmuştur.

 

Soylu’yla Menderes Sevdasından Dolayı Emmi’oğlu Olan İmamoğlu’nun Alevilik Torbası: Alevi Masası

 

Sahi kısa süreli de olsa bu Alevi toplumu bir “Torbanın” içine daha sokulmamış mıydı?

Hani bazı akademisyenlerin, dedelerin, cemevi başkanlarının ve sazcıların çok hoşuna gidip, çok umut bağladıkları ve de çok eğlendikleri İBB.’nin Alevi Masası vardı, hatta bir festival bile yapmıştı çalgıcılar bandosu.

Ne de güzel torbalamıştı İmamoğlu Alevileri, bir de gidip aşure kazanlarının başında pozlar da vermişti, değil mi!?

Tümüyle siyasi ranta dönük, kendi cumhurbaşkanlığına yatırım için, köksüz ve inançsız bir Alevi Masası kurmuş, başına artist gibi sağda solda fotoğraf çeken bir mahalle hakemi danışman, zamanında bizim aslında böyle sorunlarımız yok, diyen bir okkalı tarihçi danışman, en başına da İstanbul’un altını üstüne getirip taaa Vikingler’den bu yana bu kentin ne kadar tarihi hazinesi varsa ortaya çıkarmaya yeminli ve de AKP. İle yarışırcasına 3. Ahmet ve nice padişah çeşmesi, kurunu, kurnası, camisi tamiratlarıyla daha çok zaman geçiren bir değerli üstadın, baş danışman getirildiği bir kurum da vardı?

Unuttunuz mu yoksa?

Yok, canım o kadar unutkan olamazsınız, değil mi? Şimdi sesi soluğu çıkmıyor ama…

Üç yılda ne yaptı yahu bu Alevi Masası? Kimi dedelerin, cemevi başkanlarının bana fena kızardıklarını hissediyorum… Öyle ya, bir de isim yazarsa bu deli, karısı evinde otururken ona maaş bağlatan dede isminin çıkmasını ister mi? O kadar üniversite mezunu bu alanda çalışacak kişi varken, bu ahlaksızlık kabul edilebilir bir şey mi?

“Alevi Masası” ne de çok işler yaptı? Cemevlerinin halısını yıkadı, bazılarının çatısını onardı, artistlik poz verme yarışında olanlarla resimler çektirdi, otuz kadarı cemevi başkanının ve dedelerin akrabaları olan yüz kadar eleman aldı… Vay be… Torba da torbaymış hani…

Süleyman Soylu’nun torbası mı, Ekrem İmamoğlu’nun torbası mı, bizim kimliğimizi daha çok bozar, bize daha çok zarar verir, bunu tam bilemiyorum, sevgili dostlar…

Ama şurası kesin ki, devlet saat gibi çalışıyor…

Ta Muaviye’den bu yana zihniyet devamlı tatlı dille, çıkar ilişkileriyle, kurnazlıkla, hiç ara vermeden taraftar toplayarak yoluna devam ediyor…

Yazdığı kitabında; “Hz. Muaviye bu konuda tümüyle haksız değildir” diyen Necip Fazıl Kısakürek ekolünden gelen Ahmet Taşgın’ın nasıl bir asimilasyoncu birisi olduğunu bile bile ona tapanlara bakıyorum, üç kitabını bastırdığı için, bir yurt dışı gezisine götürdüğü için emir kulu gibi davranan basitlere bakıyorum…

Ocağınız, tekkeniniz ve yolumuz, yolumuzun ulu pirleri sizin hakkınızdan gelsin; İmam Hüseyin’in kılıcı size değsin, kan ve irin olsun yaptığınız ihanetler…

Zavallı insanlar…

 

Bu Bir Yol Oldu…

Torba’dan Önce Projeler Vardı…

 

Sayın Bülent Ecevit’in güvenini kazanarak, o zaman devletten 500 bin dolar alıp “Erenlerin İzinde” belgeselini hazırlayıp bu işlerde “projelerin önünü açan” koltuğunun altında hiç bitmeyen proje dosyalarıyla üniversite üniversite, televizyon televizyon, parti parti, kurum kurum gezen Alemdar Yalçın’la başladı bu gayretler…

Ağlayarak, sızlayarak, dil dökerek ikna etmediği hemen hiçbir kurum, dede ve kişi kalmayan Coşkun Kökel isimli hala neye hizmet ettiği belli olmayan isimlerle devam etti bu serüven.

Nedir mesele; alan araştırmaları, arşiv belgeleri üzerinden dedelerden, babalardan, zenginlerden, siyasilerden, kurumlardan pazarlıklarla yüklü paralar almak, kitaplar çıkarmak, Alevi – Bektaşi tarihini aydınlığa çıkarmak!

30 yıldır bitip tükenmez bir ekmek kapısı oldu bu Alevilik – Bektaşilik birilerine…

Bitmiyor, tükenmiyor; kendisini satarken yolun değerlerini ayakları altına aldıklarının farkında olmayan, bunu umursamayan ikiyüzlü dernek başkanı ve dedelerin, adam yerine konulma, adam olma kompleksleri, çırpınışları…

Bunu hangi sosyolog – psikolog çözer, bunun yanıtını nasıl verir bilemiyorum?

Gider bir Alevi araştırmacı belge ister ona vermez gül yüzlü halkım, sevgili dedem; ilahiyatçıya güvenip ona verir; bu yola hizmet eden akademisyen dururken gider isim yapmış ülkücü – sağcı, devlet yanlısı olanla çalışır, “halkçı – toplumcu” dediği kişiyi bırakır gider kaymakam, vali kucağına oturur, “beyim sizden gördüğümüz insanlığı dünyada hiçbir yerden görmedik” der sırıtarak…

Bir toplum niye bu kadar değerlerini satar, ikiyüzlü olur, çıkarcı olur…

Neden yazarları, dedeler, babalar, kurum başkanları bunda öncü rol oynarlar, bunu iyi bir sosyologun ve psikologun açıklaması yerinde olur…

 

Bunlar Hiç Bitmiyor…

Geçen Yazmıştım Yine Birileri de Gül Baba Etkinliği Yapıyorlar…

 

Sen ne dersen de Ayhan Aydın; Alevi - Bektaşî uluları, ocakları, tekkeleri hakkında kime, neye hizmet ettikleri tam belli olmayan kimi kişiler, kurumlar, siyasiler ve iş adamları tarafından organizasyonlar yapılmaya devam ediyor.

Birçok Alevi kurumu, dede ve babası buralarda yer alıyor.

Ocaklar, tekkeler, cemevleri üzerinden Alevi - Bektaşî kesimine ulaşmak, onları yönlendirmek, onları belki kendi siyasi yapılarının payandası yapmak, asimile etmek...

Bundan nemalanan sözde akademisyen nice sömürücüler...

Seyyid Ali Sultan, Harabati Baba, Süceattin Veli, Sarı Saltık ve daha niceleri...

Şimdi de Gül Baba adına bir etkinlik yapılıyor... Bunun içinde olan Ali Coşkun siyasi bir kimlik değil mi? Birçok yerden otobüsler kaldırılıp Aleviler adına etkinlik yapmak isteyen bu kişilerin gerçek amaçları nedir? Bu konulara bu toplum neden eğilmiyor?

En büyük sorunsa bu konularda Alevi kurumlarından ve aydınlardan çıt çıkmaması...

Bu haliyle bu toplumun gelecek yüz yılda geleneksel yapısıyla, kendi kimliğiyle var olması mümkün olabilir mi?

Cem Vakfı dedeler, babalar, cemevleri konusunda çok ciddi çalışmalar yaptı ama sonu hüsran oldu.

 

Ali Rıza Uğurlu: Tümüyle bencil bir şekilde çıkar peşinde koşan ama Cem Vakfı’nın ne hikmetse bir türlü peşini bırakmadığı, çalışmasa da maaş verdiği ve yıllar yılı insanüstü gayretlerle dedeler babalar birliğini kurmak için en büyük özveriyi gösterenlerin yaptıkları çalışmaları ihtiraslarıyla, bencillikleriyle, hastalıklı yapısıyla yok eden, kurumu tümüyle talan eden ama yönetimce bir veli nimet yerine konulan Ali Rıza Uğurlu denen kişi burayı tüketti. Onlarca dede olmadığı bilindiği halde asimilasyoncuyu “dede” diye  cemevlerine gönderen, cemleri tek tipleştiren, TİKA’dan Musa Serdar Çelebi’yle sürekli görüşen, dedeleri – babaları zaten ezelden beri devlet uhtesinde eğitimden geçirmek için gayretler sürdüren projenin başında bulunan Ali Rıza Uğurlu; yıllar yılı bulunduğu kurumda insanlara iftiralar atarak, istemediği dedeleri oradan uzaklaştırarak kendi yerini sağlamlaştırıp bu konuyu en çok istismar eden isim olmuştur.

Şimdi de Cem Vakfı’nda işe gitmeden maaş almayı alışkanlık haline getirmiş, asalak bir tip olan, tekvandocu yeğenini bu işlerde hâkim kılmak, Kültür Bakanlığı bünyesindeki yapıda onu etkili kılmak isteyen bu kişiler Alevi toplumunun içindeki hicranlardır.

Köklü Alevi kurumlarının mutlaka ama mutlaka Alevi - Bektaşî ocak, tekke, cemevi temelli "Dedeler - Babalar Birliğini / Meclisi"ni kurmaları, tüm Türkiye'den, Balkanlar'dan, dünyanın dört bir tarafından dede ve babaları toplamaları bir zorunluluktur...

Bu yol bugüne nasıl gelmişse, yolun kuralları neyi gerektiriyorsa o şekilde yola devam edilmelidir...

Yoksa bir yanda AKP. Recep Tayyip Erdoğan tek adam rejiminin "Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı", İYİ Parti, MHP. vd. Siyâsi partilerin uhtesindeki toplantılar ve organizasyonlarla bu temel yapı yıkıcı darbeler alacaktır.

 

Sonuç

 

Devletin Alevi – Bektaşi toplumunu asimile etmek için kullandığı bu maşalara her geçen gün yenileri eklenirken, bu toplumun namuslu kalemleri susarsa, sözde aydınları, yazarları, kanaat önderleri bugün susarsalar, yarın öbür gün hiç konuşmasınlar, seslerini çıkarmasınlar.

 

Ama bir gün tarih onlardan da bunun hesabını elbette soracaktır.

 

Sanırım yakında tüm bu olaylara sessiz kalıp, örtülü olarak destekleyen, adam sendeci bir tavır sergileyen, ikircikli, birer çıkarcıdan başka bir şey olmadıklarını gördüğüm sayısız kişiyi hayatımdan temizleyeceğim…

 

En azından vicdanım biraz huzur bulur…

 

Böyle şuursuzlar ordusunun için bulunmaktansa, yalnız kalırım daha iyi…

 

Çok mu abartıyorum, sinirlerim mi bozuk?

 

Öyle olsun be, ben de 30 yıldır nasıl bir Kalenderiysem yine öyle yazayım, öyle davranayım, öyle yaşayıp, öyle öleyim…

 

Yolun yolcularına, yolun yol erlerine

Aşk ve muhabbetlerimle…

 

Ayhan Aydın

24 Kasım 2022

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile