Cumhuriyetçi Alevilere, Bektaşilere Düşen Görev

Cumhuriyetçi Alevilere, Bektaşilere Düşen Görev

 

AYHAN AYDIN

 

Bugün artık araştırmacıların, bilim adamlarının, çeşitli akademik kurum ve kuruluşların üzerinde çok yoğun bir şekilde çalışarak tarihsel, inançsal, kültürel, felsefi ve güncel boyutunu, sorunlarını, kapsamını meydana sermeye başladıkları Alevilik-Bektaşilik; çok uzun bir zaman diliminde ve çok geniş bir coğrafya parçasında varlık bulan bir bütünlük olduğu için bu konudaki tüm çalışmalar da yapılması gerekenler yanında yetersiz kalmaktadır.

İslam içinde, eski Türk inanç ve kültürel unsurlarının hümanist bir bakış ekseninde, on bin yıllık Anadolu toprağında farklı uygarlık faktörlerinin de beslenmesi sonucunda gerçek kimliğini bulan Alevilik-Bektaşilik; Tanrı’yı bilinmezlikler içinden çıkarıp,  insanın gönlüne yerleştirmiş bir yaşam felsefesidir.

İslam bütünlüğü içindeki bu inançta Tanrı-evren-insan iç içeliği tasavvufi yorumla özdeşleşmiş, insan kalbi kırmanın en büyük günah sayıldığı bu düşünce sisteminde yaşamı, dünyayı ve insanı sevmek en kutsal değerler olmuştur.

Yüzyıllarca Hakk-Muhammed-Ali aşkıyla Türkçe deyişler, nefesler, ayetler cemlerde saz eşliğinde hep birlik, dirlik, beraberlik, dostluk ve sevgi için okunmuştur.

Yetmiş iki millete bir nazarla, yani aynı gözle bakan Aleviler-Bektaşiler tüm farklı inançlara da aynı hoşgörüyle bakmış, eşitlik, kardeşlik, barış, gibi tüm insanlığa mal olmuş değerleri yüzyıllar öncesinden yaşamlarına geçirmişlerdir.

Osmanlı Devleti’nin yönetim yapısından çok çeken bu kitle yüzyıllar boyunca bugün artık binlercesi arşivlerden çıkmış (Bu konuda Tarihçi Ahmet Hezarfen’in konuyla ilgili Devlet Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nden çevirdiği, önemli bir kısmı yayınlanmış ve yayınlanma aşamasında olan 500’den fazla belge çevirisi vardır) belgelerde de görüldüğü gibi inançlarından dolayı ayrıma tabii tutulmuş, hakaretlere uğramışlar, binlercesi sürülmüş, öldürülmüş daha da önemlisi inançlarının ve kültürlerinin gereğini yerine getiremez olmuşlardır.

Tüm zorluklara göğüs gererek, yurduna, milletine sevdalı silah ve çalışma arkadaşlarıyla tüm dünyaya örnek bir kurtuluş savaşı verip, büyük devrimiyle Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Mustafa Kemal Atatürk; yaptıklarıyla Aleviler’e, Bektaşiler’e de büyük bir soluk aldırmış, bir büyük umut kaynağı olmuştur. Nihayetinde Kurtuluş Savaşı öncesi Hacı Bektaş Dergahı’nı ziyaret eden Atatürk’ün bu ziyareti çok anlamlıdır. Aynı derece anlamlı olan da Dergahtaki postnişinle beraber Anadolu’daki Alevi ve Bektaşiler’in de ona büyük ölçüde destek olmalarıdır.

Eylemleriyle, görüş ve düşünceleriyle, çabalarıyla cumhuriyetimizi besleyen ana damarlardan birisi olan Aleviler-Bektaşiler, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin kendilerine sunduğu olanakları da görmeleriyle tarih boyunca savundukları ve özlemini çektikleri devlet sisteminin cumhuriyet olduğunu hemen anlamışlar, tüm benlikleriyle bu rejime sarılmışlardır.

Türkiye’ye aydınlık yarınlar getirmesi planlanan cumhuriyetin, demokrasi adına gerici zihniyetçe kuşatılması ve Türkiye’nin  önünün kesilmesiyle, devrimci atılım zaafa uğratılmış,  fikir ve inanç özgürlüğü yok edilmeye, ulusal varlığımızı tehdit eden unsurlar, karanlık inlerinden çıkarılıp karanlık bir çarşaf gibi ülkemizin üstüne örtülmek istenmiştir.

Elbirliğiyle yobazlığı besleyen siyasiler, devletin olanaklarını bu gerici güç odaklarına aktararak, cumhuriyetin ve demokrasinin temellerini kendi elleriyle yıkmaya yönelmişlerdir.

Bugün de ülkemizde bu kuşatma devam etmektedir.

Bu gelişmeler içinde tarihler boyunca çektikleri sıkıntılardan;  Mustafa Kemal ve Cumhuriyet rejimiyle kurtulmaya başlayan Aleviler/Bektaşiler de derin bir şekilde etkilenmiş, politikacıların  kirli oyunları, kırdan kente göç, zorla sünnileştirme, kültürel ve inançsal yapılarından soyutlanma, hayat bağıyla bağlı oldukları cumhuriyetin getirilerinden koparılmaya çalışılmalarla sıkıntı üstüne sıkıntı yaşamışlar ve yaşamaktadırlar.

Bir yazının kapsamındaki görüşlerimizi esas konumuza doğru yöneltirsek şunları söylemekte fayda var.

Diyanet İşleri Teşkilatı’nın kuruluş amaçlarından sapması, Alevi/Sünni ayrımını ve soğukluğunu yaratan ana kurumlardan birisi olarak bir eşitsizlikler manzumesi olarak, demokrasimizin ve cumhuriyetimiz üzerinde bir tehdit olarak durması; Aleviliğin hala devlet okullarında anlatılmaması, TRT kanallarının konuya ilgisiz kalması, Ramazanla beraber tüm İslam dünyasının, başta Aleviler’in de çok kutsal bir Muharremlerinin ve Hızır, Nevruz, Abdal Musa gibi günlerinin olduğunun hatırlanmak istenmemesi hep Aleviler aleyhine olmuştur.

Yüzyıllar boyunca Alevi-Bektaşiler’in tüm inançsal yüklerini omuzlamış Alevi-Bektaşi-Mevlevi İnanç önderleri dedelerin, babaların, aşıkların ve bu kültürün ana taşıyıcılarından ozanların önemi doğrultusunda günümüzde bu kurumların yeniden yapılandırılması gerektiği, siyasilerin  konuyu istismar edip temellerini attıkları halde çoğu tamamlanmamış onlarca cemevinin hiçbir yasal, hukukî dayanaklarının olmaması, birçoğunun tam hizmet verecek şekilde tamamlanmamış olması, ihtiyaç duyulan yenilerinin yapılmasını istekleri; ciddi bir Alevi-Bektaşi Araştırma ve İnceleme Enstitüsinin, konuyla ilgili bir üniversitenin hala kurulamaması; mevcutlarına yardım yapılmaması; Alevi-Bektaşi kurum ve kuruluşlarının sorunları bu arada iç meselelerin halledilmesinin ciddi araştırma ve incelemelere ihtiyaç duyulması gibi onlarca sorunla boğuşan Aleviler-Bektaşilerin tüm bu keşmekeş içinde gözden uzak tutmamaları gereken hayati bir mesele var: demokrasiden yana olmak, onu yaşatmak.

Gerçekten büyük bir zorlama ürünü olarak Aleviliği İslam dışında göstermek, Aleviliği belli etnik temellere dayandırmak, belli siyasi partilere angaje etmek, Avrupa Birliği sevdasıyla ulusal çıkarları hiçe sayarak bu ülkenin varlığına, bütünlüğüne ters gelecek maceralara atılarak Alevilik’le  ilgili ikide bir Türkiye’yi Avrupa’ya şikayet etmenin bizlere ne kazandıracağını hep birlikte sormak gerekir.

Özellikle son yıllarda Alevilikle ilgili yorumlar, araştırmalar, spekülasyonlar o derece artmıştır ki, dünyanın dört bir kıtasından yüzlerce “Alevi araştırmacısı” türemiş, edindikleri bilgileri ne için kullandıkları/kullanacakları belli olmayan bir yığın insan Alevilik/Bektaşilik konusunda Türkiye’yi ve Balkanları ziyaret eder olmuştur.

Özellikle Alevilik/Bektaşilik içinde yoğun Hıristiyan öğeler olduğu savıyla ve ülkemizin ortak yararı aleyhinde kullanılabilecek yorumlarla Alevilik/Bektaşilik istismar edilmektedir.

Alevi kurumlarının dağınıklığı, anlamsız çekişmeler, Aleviliği yozlaştırmak isteyen kişilerin bu kurumların bir kısmının başında olması, Alevi aydınlarının da olayı çok da önemsemeyip bu konuda kafa yormamaları endişeleri arttırmaktadır.

Aleviler ve Bektaşiler, yukarıdaki tüm olumsuzluklara; siyasilerin ağızlarında sözcüklerde çürüyen birinci sınıf vatandaş olarak görülememelerine, bir avuç gerçek aydının dışında, geniş kamuoyunu kendi yanlarında görememelerine rağmen; tarihlerinden getirdikleri sağduyuyla demokrasimizin hangi tehditlerle karşı karşıya olduğunu iyi görüp; çok çile çekip en büyük bedeli kendileri ödemelerine rağmen çoğulcu demokrasinin hem temelinde var olan, hem de kendilerinin en iyi varlık bulacakları zemini yaratması bakımından demokrasiye dört elle sarılmak zorundadırlar.

Zaten ta başında olduğu gibi bu toprakları eşitlikten, barıştan, sevgiden yana bir Türk yurdu yapan; Ulusal Kurtuluş Savaşı’na büyük katkı sunmuş, Atatürk Devrimlerine omuz vermiş bir büyük inanç kümesinin bundan başka seçeneği de yoktur.

Şimdi konuşulması gereken Atatürk’ün inanç yönünden şu veya bu kökenli olması değil, onun düşünce ekseninin sonucunda oluşturduğu sistem ve bu sistemin tüm inanç kümelerine eşit davrandığıdır.

Popülist bir yaklaşımla Atatürk’ün Alevi-Bektaşi kökenli olduğunu kanıtlamaya çalışmak için çok fazla zaman ayırmanın bir faydası yoktur; çünkü o zaten Aleviler’in gözünde bir İmam Ali, bir Hacı Bektaş gibidir.

Bu ulu önderlerin  don değiştirmiş hali olarak gördükleri Atatürk’e, Aleviler/Bektaşiler/Mevleviler benzersiz bir sevgiyle ve saygıyla bağlıdırlar.

Ama şimdi aslolan, Onu sevmek ve saymanın yanında, onun ilke ve devrimlerine bağlılığımızı daha somut faaliyetlerle göstermektir.

Ülkeyi dibe batıran basiretsiz politikacılara da en büyük ders; Alevi’siyle Sünni’siyle tüm cumhuriyetçilerin, demokratların, güç birliğine giderek tarihi bir davranışla, ele ele, yürek yüreğe bu aşkı ve sevdayı  gönüllerinde hissedip, yaşamalarıdır.

Ülkemizi gerçekten muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak, kalkınmış, ilerlemiş bir vatan yapmak; Hayallerdeki sahtesinden ziyade gerçek bir cennet olan yurdumuzu karanlıklar içine gömüp, şerefli bayrağımızı ayaklar altına almak isteyenlere en büyük yanıtımız bu olacaktır.

Muhtaç olduğumuz kudreti mi soruyorsunuz?

O da damarlarımızdaki asil kanda mevcut değil mi?

(Yayınlanlanması için Cumhuriyet Gazetesi ve Barış Dergileri’ne gönderildi. Ama Yayınlanmadı.)

EKİN İDİK OLDUK HARMAN, AYHAN AYDIN, (ALEVİLİK BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ HABERLER, ETKİNLİKLER, SÖYLEŞİLER, YORUMLAR, FOTOĞRAFLAR – 1992 - 2004), 2005, İstanbul, KAHRAMAN OFSET, (SAYFA: 338-340)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile