Çorum’da Uluslar arası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu

Hitit Aslanlarının Yurdunda Barış Güvercinleri Uçtu…

Çorum’da Uluslar arası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu

AYHAN AYDIN

Uluslar arası Hacı Bektaş Veli Sempozyumu, 7-9 Mayıs tarihleri arasında Çorum’da yapıldı.

Hitit Üniversitesi Hacı Bektaş Veli Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜHAM) tarafından düzenlenen etkinliğe onlarca bilim adamı, kurum ve kuruluş temsilcisi ve yüzlerce izleyici katıldı.

 

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çorum Valiliği ve Çorum Belediyesi’nin destek verdikleri sempozyuma Anitta Otel ev sahipliği yaptı.

Etkinlikte ilk gün protokol konuşmaları vardı. Devlet Bakanı Faruk Çelik, Çorum Valisi Mustafa Toprak, Çorum Belediye Başkanı Muzaffer Külcü, Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Serdar Kılıçkaplan, H.Ü. İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ferhat Koca, HÜHAM Başkanı Prof. Dr. Osman Eğri konuşmalarını yaptıktan sonra oturumlara geçildi.

İlk günkü oturumlarda Prof. Dr. Ethem Ruhi Fığlalı, Dursun Gümüşoğlu, Yrd. Doç. Dr. Haşim Şahin, Prof. Dr. İlyas Üzüm başta olmak üzere akademisyen ve yazarlar çeşitli konularda tebliğlerini sundular.

2. gün; 8 Mayıs Cumartesi, 7. Oturum’da Prof. Dr. M. Saffet Sarıkaya’nın oturum başkanlığında Prof. Dr. Metin İzeti ve Cemal Şener’in sunumları vardı. Cemal Şener “İdamla Yargılanan Hamdullah Çelebi’nin Savunması” isimli bildiriyle konuşmasını yaparken sempozyuma Makedonya Üsküp’ten katılan Prof. Dr. Metin İzeti “Günümüz Makedonya Bektaşileri’nin Dini İnançları ve Yaşayışları” isimleri bildirisini sundu. Bu bildiride Makedonya Tetova (Kalkandelen)’daki Harabati Dergahı hakkında bazı gerçekleri tam anlamıyla ortaya koymaması, bazı gerçekleri çarpıtarak vermesi sonucunda oturum başkanından söz alınarak burada yaşanan trajediyi tekrar dinleyicilere hatırlatma gereği duydum. Bilindiği gibi Balkanlar’ın en iyi korunmuş ve büyük dergahı pozisyonu durumundaki Harabati Bektaşi (Sersem Ali Dedebaba) Dergahı bir işgali yaşamaktadır. İslam Dini Birliği isimli örgüte üye olduklarını söyleyen bir gurup burada bulunan Bektaşi canlara baskı yapıp onların elinden bu dergahı almaya çalışmanın dışında yüzlerce yıllık meydanevi’ne el koyarak, diğer hizmet binalarıyla birlikte bu önemli dergahı kendi merkezleri yapmak konusunda sinsi bir oyunu sürdürmektedirler. Bu konuda dört kez dergaha yaptığımız geziyle gerek görsel, gerekse diğer materyallerle tespit ettiğimiz bu haksızlığı Sayın Metin İzeti kabul etmediği gibi olayı abarttığımızı iddia etti.

Aynı gün 10. Oturum’da Prof. Dr. Metin İzeti’nin oturum başkanlığında Prof. Dr. Kakup Çiçek ve Doç. Dr. Kadir Gürler’in sunumları vardı. Bu oturumda söz alan Sayın Yrd. Doç. Dr. Rıza Yıldırım ise “Bektaşi Tarikatının Oluşum Süreci (Balım Sultan’a Kadar) Üzerine Bazı Gözlemler ve Yeniden Gündeme Gelen Sorular” isimli bildirisiyle tarihsel gerçekler ve veriler doğrultusunda bazı önemli açıklamalar yaptı.

13. Oturum’da Prof. Dr. Osman Eğri’nin oturum başkanlığında Alevi Mürşit Ocağı’ndan ve CEM Vakfı Malatya Şube Başkanı Eşref Doğan, Erekli Baba Derneği Başkanı Metin Tarhan, Samed Dede Cemevleri Yaptırma Derneği Başkanı Veli Güler Dede’nin konuşmaları vardı.

18. oturum Sayın Doç. Dr. Müzeyyen Buttanrı oturum başkanlığında yapıldı. Oturum’da Yrd. Doç. Dr. Necdet Subaşı “Alevi Açılımı Üzerine”, Dr. Halise Kader Zengin “Almanya’daki Alevilik Derslerinin Dini-Teolojik Yaklaşımları Üzerine Bir İnceleme”, Öğr. Gör. Veysel Dinler “Hukuki Açıdan Alevilerin Talepleri”, Hıdır Temel “Alevilerin ve Alevi Öğretisi’nin Güncel Sorunları ve Gelecek Pespektifleri” isimli konuşmalarını yaptılar. Oldukça verimli geçen bu oturumda katılımcılar yetkin bir şekilde sunumlarını yaptılar. Özellikle Öğr. Gör. Veysel Dinler Alevilerin taleplerini hukuki açıdan iyi bir şekilde değerlendirmeyi başarırken, Hıdır Temel de Alevilerin güncel sorunlarını aktardı.

19. Değerlendirme Oturumu’nda ise Eşref Doğan ve Hitit Üniversitesi İlahiyat  Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ferhat Koca hakkını vererek Sempozyumun genel bir değerlendirmesini yaptılar.

Bir bilge edasıyla birlik ve beraberliğin nimetlerini ve hikmetlerini sunan Eşref Doğan; Aleviliğin temel erdemlerini yansıttığı Sempozyum’daki konuşmasıyla Alevilerin temsilcisi ve inanç önderi pozisyonundaydı.

Prof. Dr. Ferhat Koca da sorunu özünden yakaladığı anlaşılan konuşmasıyla birlik ve beraberliğimizin öneminden bahsetti.

Sempozyum genel hatlarıyla oldukça olumlu bir havada geçti.

Konuşmalar konuya yeni boyutlar getiren birçok bildiriyle doluydu. Bir dostluk atmosferindeki sempozyuma ve oturumlara ilgi yoğundu.

Gerek katılımcıların gerekse dinleyicilerin oturumların sonuna kadar salonları doldurmaları sorularla müdahil olmaları, oturumlar arasındaki yoğun görüşme trafiği, sempozyumun amacına nasıl ulaştığını kanıtlıyordu.

Sempozyumlar yeni bilimsel verilerin, bilgilerin aktarıldığı, akademisyenlerin buluştukları, izleyicilerin bundan yararlanmaları dışında aktif olarak da bu etkinliğin içine girebildikleri etkinliklerse Çorum’da yapılan gerçekten başarılı bir sempozyumdu.

Bir kere türlü acıların içinden çıkıp gelen ve Anadolu’nun göbeğindeki geri bırakılmış bir il olan Çorum’da bu etkinliğin büyük başarıyla gerçekleştirilmesi tarihi bir olaydır.

Yeni sayılabilecek Hitit  Üniversitesi’nin ve Hacı Bektaş Veli Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin bu organizasyonun üstesinden gelebilmesi yeni umutları filizlendirmiş.

Bir bütün olarak Hitit Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi ve Hacı Bektaş Veli Araştırma ve Uygulama Merkezi büyük bir başarıya imza atmışlar, bir zoru başarmışlar bu sınavdan yüzlerinin akıyla çıkmışlardır.

Tek düze, belli bir “kafa”nın ürünü olmayan oturumlar büyük bir saygınlık içinde, olgun ve verimli geçmiştir.

Düzenleme komitesi katılımcıların tüm ihtiyaçlarını karşılayarak çok farklı yörelerden gelen konukları en iyi şekilde ağırlamayı başarmışlardır.

Kuşkusuz öğrencilerin de bu işe katkıları olduğu gibi aynı zamanda bir pratik uygulamayla işin içine girmek gibi bir deneyimi de yaşamışlardır.

 

Dört Bin Yıllık Büyük Uygarlığa Gezi…

Hitit Yurdunda

 

9 Mayıs’ta ise sempozyuma katılanlara unutamayacakları bir gezi yaşatılmıştır. Tüm dünya uygarlığı içinde belki de ilk beşe giren Büyük Hitit Uygarlığı’nın ana merkezlerine yapılan geziler sempozyumu tamamlayan unsurlar gibiydi. Anadolu’nun kültür, medeniyet, ticaret, inanç merkezi olmasını sağlayan Hititler tam dört bin yıl sonrasına akıl almaz hazineler bırakmışlardı. Anadolu’nun kadim halkı Hatti ve Hititler Çorum merkezli olarak tüm Anadolu’da ve Suriye’de insanlığın gelişmesine katkıda bulunacak bir yaşamı yaratmışlar; kurdukları şehirler, kullandıkları diller, ürettikleri ürünler modern çağın ilk aydınlatıcı temelleri olmuştur. Hattuşa ve Alacahöyük bir açık hava müzesi olduğu kadar her şeyimizde olduğu gibi yeterli ilginin gösterilmediği yeryüzü insanlığının soluk alıp verdiği bir ören yeridir.

Buralar insanı ürperten düzenli şehir yapılarıyla binlerce yıl önceki insanlığın ulaştığı noktayı göstermesi açısından çok önemlidir. Sırf Hititler ve Hitit Uygarlığının kalıntıları, varlığı, kültür mirası bu ülkeye on milyon turist getirebilir.

Ama seksen yıldır milletin sırtına binip onu inim inim inleten ve insanımızı el kapılarında hizmetçi yapan ilkel zihniyet yüzünden bugün milyonlarca gencimiz sokaklarda işsizdir, milyonlarcası da Hititlerden daha geri bir eğitim sistemine mahkum edilmiş durumdadırlar.

İnsanlığı bir güneş gibi aydınlatmış bu toprakları gezerken bir değil bin kez “sitem ettim” devlet aygıtlarına.

Niçin yağmaladılar Hitit Ülkesi’ni, niye haramiler nazlı seher uykularını böldü çocukların?

Niye barbarlar saldırdılar bereket ve suyun başı olan Ana yurt, Anadolu’ya?

Hangi oyuna alet oldu kimileri de, büyümüz ölü çocuklar yurdu yaptılar bu kekliklerin yurdunu?

Niye, niçin kanlı göz yaşı akıttırıldı bu erenler yurdunda?

Çocuklar öldürülmesin şeker de yiyebilsinler diyenler niye kesil, yakıldı,  vuruldu, asıldı?

Niye yok edemedik insanın insana kulluğunu, birbirimizi boğazladık?

Neydi derdimiz, neyi, niçin paylaşamıyorduk?

Kimdi hain, kimdi yamyam, barbar?

Bu bizim dertli türkümüz söylenmese olur muydu, olur muydu dalgalar çarpmasa kıyılara, sırtımızdaki zıpkın yarasını iyi edecek hayaller olmazsa olur muydu?

Barış ve kardeşlik laflarının, zerdali çiçekleri gibi, gösterişten uzak ve buram buram konuşmasını beklemek çok mu hayal perestlik olur?

Belki de bunların tümünün yanıtını ziyaret ettiğimiz “Hüseyin Gazi ve Abdalata” türbesinde yatan erenler yüzyıllar öncesinden vermişlerdi de, biz onları anlayamamıştık, dinleyememiştik, kavrayamamıştık?

Geziler boyunca başta Veysel Dinler, Osman Eğri, Muammer Cengil, Ali Yaman, Haşim Şahin, İbrahim Bahadır ve Rıza Yıldırım  olmak üzere dostlarla sohbet ettim.  Rahatsızlığı nedeniyle sempozyuma katılamayan Türkiye’de konun en büyük uzmanı olan Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’a geçmiş olsun, diyorum.

 

Sempozyum Sonrası

 

Dostlar, bildiğiniz gibi bir günü bile en iyi bir şekilde değerlendirmek gezilerde yapılacak yegane güzel şeydir. Ben de sempozyumun benim dışımda en son misafiri olan Haşim Şahin dostla kahvaltıda buluştuktan sonra Çorum içinde bir gezinti yaptık. Geziye Haşim Şahin’in bir arkadaşı da eşlik etti. Şehirde gördüğüm ve çok sevindiğim hususlardan birisi kentin temizliğiydi. En azından kent merkezi oldukça temizdi. Tarihi saat kulesinin bulunduğu alanı gezdikten sonra birlikte İlahiyat Fakültesi Dekanlığı’na hareket ettik. Burada yine bizlere büyük ilgi gösteren Dekan Yardımcısı Sayın Yrd. Doç. Dr. Muammer Cemgil’le birlikte Fakülte Dekanı’nı odasında ziyaret ettik.

Bizi büyük bir sevgi ve ilgiyle karşılayan Hitit Üniversitesi İlahiyat  Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ferhat Koca’yla bir yemek yedikten sonra okulun bahçesinde kahvelerimizi içerken sohbet ettik. Yurtsever bir aydın olarak hep birlikten beraberlikten bahseden Sayın Koca’yı çok samimi buldum ve bundan büyük mutluluk duydum.

Yine burada fakültenin diğer öğretim üyeleriyle bu arada Doç. Dr. Mehmet Evrukan’la çok güzel sohbetler ettik.

Sonrasında ise Hacı Bektaş Veli Araştırma ve Uygulama Merkezi’ni gezdik. Osman Eğri ve arkadaşları burada büyük bir özveriyle bir şeyler yapma yarışındalar.

Tabii ki Çorum’da olmanın gerçekten de kendilerinin de ifade ettiği gibi hem avantajları hem de dezavantajları içindeler. Bir kere Türkiye’nin merkezindeler, inancın ve kültürün yaşandığı alandalar. İnanç önderlerine, kanaat önderlerine, aşıklara, ozanlara ulaşmaları çok kolay. Arşiv değeri olan belge ve kitaplara ulaşmaları daha kolay. Ama türlü imkansızlıklar içinde bir şeyler başarmak da bir o kadar zor.

Önemli olan zaten buralarda bir şeyleri başarmak, çaba harcamak, insanlara bir şeyler verebilmek.

Burada da yapılan, yapılmak istenen budur.

Prof. Dr. Osman Eğri ve arkadaşlarını kutlamak gerekir. Bu kolay bir mesele değildir. Birçok önyargının yıkılması gerekir, birçok zorluğa göğüs gerilmesi gerekir. Sabırlı olmak, bıkmamak,  çalışmayı terk etmemek, sürekli çaba göstermek gerekir. 

Büyük bir huzur ve mutlulukla Çorum’dan ayrılırken her şeye rağmen umut yaşamalı, gelecekten ümit kesilmemeli sözünün haklılığını düşündüm.

Elbette bin dört yüzyıllık meselelerin  bir anda halledilmesi, farklı inançtan ve kültürden insanların tüm sorunlarını arkada bırakıp hemen anlaşmaları kolay değildir.

Ama iyi niyetli her adım geleceğin sorunsuz veya en az sorunlu toplumunu yaratacaktır. Gelecek gençlerin ve çocuklarındır. Çocuklarımıza barış, dostluk, hoşgörüden yana bir Türkiye ve Dünya bırakmak için çok ama çok işimiz var.

Nasıl ki kitapların yayınlanması, nasıl ki cemevlerinin açılması, vakıf ve derneklerin kurulması, nasıl ki Aleviliğin basın yayın organlarında ve Türkiye genelinde gündeme gelip konuşulması hem Alevilik adına hem ülkemiz adına birer dönüm noktasıysa üniversitelerimizin bu denli bu konuyla ilgilenmeleri de bir devrim sayılmalıdır.

Tüm üniversitelerimiz yurdumuzun dört bir tarafında böyle sempozyumlar düzenlemeli, konuyla ilgili bölümler açmalı, bu konuların öğrenciler tarafından işlenmesi ve okullarda sunumlarının yapılması teşvik edilmelidir.

Kişi tanımadığı şeye düşman olur; eğer karşısındakini dinler, onu tanır, anlamaya çalışırsa ön yargılarından kurtulduğu, hoşgörü kültürünün geliştiği oranda insanlar arasında gerçek bir kaynaşma ve birliktelikten söz edilebilir.

Türkiye için de olması gereken budur.

Kişinin Aleviliğini söylemesi birilerinin iddia ettiği gibi bir ayrımcılık değildir. Bazıları “ben kendimin Sünni olduğunu söylemiyorum da, Aleviler neden Alevi olduklarını söyleme gereği duyuyorlar” demektedirler. İnsaf etmek gerekir; türlü sorunlarına rağmen bu topraklarda eziyet çeken Sünniler değil Aleviler olmuştur.

Sünniler zaten çok doğal olarak yüce dinimiz İslam’ın bir yorumu olan Sünniliklerini yaşarken, Aleviler yine yüce dinimizin bir başka yorumu olan Aleviliklerini yaşayamamışlardır.

Bir inanç ve kültür unsuru olarak kişilerin Alevi olduklarını vurgulamaları bir art niyetten değil bir zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Eğer tüm vatandaşlar gerçekten de eşit ve hür olmuş olsaydı, inanç ve fikir hürriyeti tam sağlanmış olsaydı, insanlar inançlarını diledikleri gibi yaşayıp, ibadetlerini serbeste yerine getirebilselerdi, kendi inançlarını öğrenme ve yaşama konusunda ciddi kısıtlamalarla karşılaşmamış olsalardı, elbette kişinin Alevi veya Sünni olduğunu söylemesinin bu kadar önemi olmayabilirdi. Bu konuda yarası olan toplum Alevilerdir.

Bu nedenle hem Alevilerin, hem de Sünnilerin Aleviliğin ne olup olmadığını öğrenmeleri, detaylara girilerek konunun tartışılması ayrımı değil birlik beraberliği sağlayacaktır. Çünkü konu tüm boyutlarıyla bilinirse, hoşgörü ekseninde herkes birbirine sevgi ve anlayışla yaklaşırlarsa toplumun uyumu daha kolay olur.

İnsanların birbirini tam tanımadan, bilmeden, kaba söylemlerle “birlik beraberlik” nutukları çekmenin kimseye bir faydası olmayacaktır.

Yani çeşitli kimlikler, unvanlar altında “Ali’yi sevmek Alevilikse, ben herkesten çok Aleviyim” diyen ilkel zihniyet değişmedikten sonra, buyurgan bir şekilde “ben buyurdum oldu” anlayışı aşılmadıktan sonra sorunlar çözülemez.

Gerek üniversitelerin, gerekse devlet adına bir şeyler yapma iddiasında olan hükümet yetkililerinin en azından konuyla ilgili “bol keseden” atmaları kimseye bir fayda sağlamayacaktır.

Etrafa gülücükler saçmak sorunları çözmez, buna da bu çağda kimse kanmaz ve inanmaz.

Alevi sorunun çözümü için gözle görülür somut adımların atılması gerekir. Bu adımlar da atılırken yasak savma babında ancak gösteriş meraklılarını sevindirecek,  yaklaşımlardan uzak durmak gerekir. Nafile turlar kimseye bir fayda sağlamaz.

Uzun soluklu çalışmanın sağlam temelleri atılmalı, bunda bir gün bile geri durmamalı, zaman kaybetmemeliyiz. Çünkü bugüne kadar o kadar çok zaman kaybettik ki! Boşa geçirecek bir dakikamız bile yok.

Dört koldan çalışmamız gerekiyor.

O kadar çok işimiz var ki gerçekten bunu saymakla bitiremeyiz!

Bu konuda üniversitelere büyük görevler düşmektedir.

İşte tam da bu anlamda Hitit Üniversite’nin yaptığı her türlü takdirin üstündedir.

Yıllar yılı bizi birbirimize düşürmek isteyenler, kardeş kanı akmasından mutlu olan hainler, bölücüler; yurt içindeki ve dışındaki düşmanlarımız hiç boş durmadılar.

Her zaman söyleriz ama bir türlü değerini anlayamayız; gün birlik ve beraberlik günüdür.

Gün kaynaşma, tanışma, kucaklaşma günüdür.

Gün birbirimizi tam anlamıyla anlama ve farklılıklarımıza hoşgörüyle bakma günüdür.

Çorum gibi bir büyük katliamın yaşandığı, kardeş kanının aktığı, bebeklerimizin öldürüldüğü bir ilde bu sempozyum daha anlamlıydı.

Tüm sokakları afişlerle donanmış görünce büyük bir gurur duydum.

Bu benim için büyük bir bahtiyarlıktı.

Hiçbir şey bu kadar tatlı ve keyf verici olamazdı.

Tekrar tekrar bu sempozyuma emeği geçen tüm dostları saygıyla selamlıyorum.

Daha nice başarılı sempozyumlara!

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile