Etkinlikler… (2002)

Etkinlikler… (2002)

AYHAN AYDIN

V. Türk Kültür Kongresi’nin Ardından...

17-21 Aralık 2002 tarihleri arasında, Başbakanlık Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Atatürk Kültür Merkezi tarafından organize edilen, “Cumhuriyetten Günümüze Türk Kültürünün Dünü, Bugünü ve Geleceği” isimli V. Türk Kültür Kongresi üç yüze yakın bilim insanı, araştırmacı, yazar ve gazetecinin katılımıyla önemli bildirilerin sunulduğu, bilimsel tartışmaların yaşandığı bir bilgi şöleni şeklinde gerçekleşti.

Ankara’da Başkent Öğretmenevi’nde yapılan etkinliğin açılışını Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer yaparken, Devlet Bakanı Ertuğrul Yalçınbayır, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Başkanı Prof. Dr. Sadık Tural ve AKM Başkanı Prof. Dr. Taciser Onuk da birer konuşma yaparak kongre hakkında kamuoyunu bilgilendirdiler. Açılışta ayrıca piyanist Gülsin Onay mini bir konser verirken, daha sonra ressam Mehmet Güleryüz’ün resim sergisi açılışı yapıldı.

Cumhurbaşkanı Sezer bu tip toplantıların önemine işaret ettiği konuşmasında özellikle şu hususlara dikkat çekti: “Kültürel zenginliklerimizin korunmasında hepimize görevler düşmektedir. Düşünce ve bilim insanları, sanatçılar, eğitimciler başta olmak üzere tüm aydınlarımızın, kültürün yaşatılması ve aktarılmasında öncü görevleri bulunmaktadır. Kültürel değerlere sahip çıkılması, sürdürülebilir bir gelişmenin ön koşuludur. Kültürel zenginlik, toplumun bir arada yaşama ve üretim dinamiklerinin harekete geçirir. Bu da, sağlıklı ekonomi ve toplumsal gelişmeyi destekler”.

Dört gün boyunca, 16 oturumda kendi alanlarında otorite kabul edilen isimlerin bildirilerini yine aynı oranda yetkin diğer isimler müzakere ettiler. Gün boyu süren toplantılarda şu ana başlıklar ele alındı; ‘Tarih, Tarihçilik, Tarih Yazımı’, ‘Kitle İletişim, Bilişim, Medya, Popüler Kültür’, ‘Beslenme Kültürü’, ‘El Sanatları’, ‘Felsefe, Bilim’, ‘Dil’, ‘Mimari ve Çevre Kültürü’, ‘Müzik Kültürü’, ‘Din, İnanç, Laik Düşünce’, ‘Edebiyat’, ‘Eski Eserler ve Müzecilik, Kütüphanecilik, Arşiv, Dokümantasyon’, ‘Sahne Sanatları’, ‘Demokrasi Kültürü’, ‘Eğitim’, ‘Gelenek-Görenek’, ‘Örf-Adet’, ‘Giyim-Kuşam’, ‘Plastik Sanatlar’.

Sağlıklı analizler yapabilmek için insanın ancak dört oturumdaki konularla yetinmek zorunda olduğu ama her birinin diğerinden daha az önemde olmadığı oturumlardaki tüm bildiri sonuçları, kongre sonunda kitap halinde basılıp yayınlanıp halka ulaşınca gerçekten de bazı konularda bilgi boşluklarının dolacağı, bilgi dağarcığımızın daha da genişleyeceğine şüphe yok.

Birinci gün; Prof. Dr. Nurettin Güz ve Prof. Dr. Suat Gezgin’in oturum başkanlıklarına yapılan; “Kitle İletişim, Bilişim, Medya, Popüler Kültür” konulu oturumda Prof. Dr. Naci Bostancı, Prof. Dr. Oya Tokgöz, Prof. Dr. Edibe Sözen gibi bilim insanları yanında Nuri Çolakoğlu, Recep Bilginer, Nuri Erduran gibi gazeteci ve yazarların da bulunması her iki kesimin farklı seslerini ve renklerini bir araya getirdi.

Prof. Dr. Edibe Sözen’in ‘popüler kültür’ konusundaki irdelemesi yanında, Recep Bilginer’in uzun yılların verdiği deneyimlerine dayanan ve duygusallığı yanında biraz da sanatçı kişiliğinin de verdiği kayıtsızlıkla yaptığı; medyanın içinde bulunduğu açmazları irdeleyen ve gazetecilerin haklarının sürekli gasp edilmesini eleştiren konuşması geniş ilgi topladı.

İkinci gün; Prof. Dr. Necati Öner, Prof. Dr. Melek Dosay-Gökdoğan’ın başkanlıklarında gerçekleştirilen; ‘Felsefe-Bilim’ oturumunda, Prof. Dr. Erdal İnönü, Prof. Dr. Esin Kahya, Prof. Dr. Beylü Dikeçligil, Prof. Dr. Ahmet Arslan, Prof. Dr. Emre Dölen, Prof. Dr. Ahmet İnam gibi bilim adamı ve felsefe araştırmacıları, özellikle Türkiye’de bilim tarihinin ve felsefe araştırmacılığının geçmişini irdeleyen bildiriler sundular.

Prof. Dr. Erdal İnönü bildirisinde özellikle bilimde merakın önemine değinirken, gençlerin bu konuda özendirilmesi gerektiğini vurguladı. Prof. Dr. Ahmet İnam’sa konuşmasında bize ait bir felsefe yaklaşımının olmamasını eleştirerek, hep başkalarından aktarımlarla yorumlar yürütüldüğünü, Anadolu’dan kopuk, Türkiye’den kopuk bir felsefe anlayışının insanımızı algılamamızı engellediğini söyledi.

Üçüncü gün; Prof. Dr. Reşat Genç, Prof. Dr. Beyza Bilgin’in başkanlığında ‘Din, İnanç, Laik Düşünce’ oturumunda da; Prof. Dr. Hasan Onat, Prof. Dr. Zeki Hafızoğulları, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Dr. Lütfü Doğan, Prof. Dr. İzzettin Doğan, Yard. Doç. Dr. Necdet Subaşı, Yard. Doç. Dr. Nebahat Göçeri gibi bilim insanı ve ilahiyatçılar yer aldılar.

Hasan Onat, Türkiye’deki Din Anlayışındaki Değişim Süreci’ni irdeleyen tebliğiyle konuya ilişkin tarihsel bir perspektif çizerken, Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, ‘İslam Vahiyleri Açısından Laiklik’ olan tebliğ konusunun dışında da yaptığı konuşmayla oturumda ilgi odağı oldu. Türkiye’de bugünkü Diyanet İşleri Teşkilatı’nın bir ruhban sınıfını var eden, tek taraflı, yanlı, yanlış uygulamalarının da çok ötesinde bir Orta Çağ engizisyon mahkemelerine benzer kararlarıyla halk arasında ikilik yaratan, ayrımcı politikalarla Türkiye’ye gittikçe zarar veren bir kurum halini aldığını söyledi. Dinde hoşgörü kavramı üzerinde duran Dr. Lütfü Doğan ise yaptığı konuşmada kaynaşmadan, barıştan, dostluktan bahsetti.

Aynı zamanda CEM Vakfı Genel Başkanı da olan Prof. Dr. İzzettin Doğan ise yaptığı konuşmada, Türk kültürünün ana unsurlarından birisi olan, ülkemizde demokrasinin ve laikliğin içinde ve hoşgörü anlayışını inançlarının temeline koyan Alevilerin ve Aleviliğin, devlet ve toplum yapısından özellikle 1517’den sonra, Yavuz Sultan Selim’le devlet yönetimine İslami görüntü altında Arap değerlerinin getirilmesiyle dışlandığını, bunun ise bizim için büyük bir talihsizlik olduğunu vurguladı.

Türkiye’nin AB’ye girmesi durumunda kendi değerlerini kaybetme tehlikesi olduğunu, milli ve manevi değerlerin yitirilmek üzere bulunduğunu ileri süren, Prof. Dr. Mehmet Aydın’a ise diğer tebliğ sahipleri ve müzakereciler karşı eleştirilerle yanıt verdiler.

Dördüncü gün Prof. Dr. Sulhi Dönmezer’in başkanlığında, ‘Demokrasi Kültürü’ oturumunda Prof. Dr. Şahin Yenişehirlioğlu, Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu, Prof. Dr. İonna Kuçuradi, Prof. Dr. Burhan Şenatalar, Fransa’dan Prof. Dr. Faruk Bilici gibi bilim insanları Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde yaşadığı sorunları irdeleyen tebliğleriyle çok yoğun bir bilgi akışı sağladılar.

Prof. Dr. Bozkurt Güvenç, Cumhuriyet’ten Demokrasiye Geçiş isimli, slaytlarla zenginleştirilmiş konuşmasında ana hatlarıyla eğitim, kültür, tarih konularındaki Türkiye’nin cumhuriyetin ilanından günümüze geçirdiği evrelere bir yaklaşım denemesinde bulundu. Prof. Dr. İonna Kuçuradi konuşmasında, demokrasi kültürümüzün yaşadığı sorunlardan ve insan haklarının demokrasinin gelişmesindeki öneminden bahsetti.

Fransa’dan toplantıya katılan Prof. Dr. Faruk Bilici ise konuşmasında Türkiye’nin kendine ait büyük zenginlikleri olan, derin tarihsel ve sosyal birikimiyle AB’ye girmeyi hak eden bir yapı sergileyen bir ülke olmasına rağmen yöneticilerin ana insan hakları ve demokrasi sorunları konusundaki handikapları ve kişilikli bir politika yürütememelerinin Türkiye’nin AB üyeliğinin önündeki en büyük engeller olduğunu söyledi.

Yukarıda kısaca sıralamaya çalıştığımız bildirilerin sahipleri gibi daha onlarca bilim insanının görüşlerini dile getirdikleri, V. Türk Kültür Kongresi, 21 Aralık’ta Devlet Bakanı Ertuğrul Yalçınbayır ve AKM Başkanı Prof. Dr. Taciser Onuk’un kapanış konuşmalarıyla sona erdi.

Kongre sonucunda yayınlanan Sonuç Bildirisi’nde toplantılar sonucunda elde edilen genel geçer görüşler sıralanırken; ülkemizde demokrasi kültürünün gelişip, yeşermesi için hoşgörünün hakim olduğu, bilimsel özerkliği olan üniversitelere büyük görevler düştüğüne vurgu yapılarak, bu konuda daha hassas olunması beklentisi dile getirildi.

5 gün boyunca gözlemleyebildiğimiz kadarıyla dört yılda bir yapılan ve büyük bir emek ürünü, kaynak aktarımıyla gerçekleşebilen bu tip organizasyonlar, yeni fikirlerin ileri sürülmesi, yeni araştırma ürünlerinin yayınlanması, birbirinden çok farklı disiplinlerde onlarca bilim insanının buluşması ve bilginin halka taşınması bakımından oldukça büyük öneme sahip olmaktadır.

 

Kaygusuz Abdal’ın Dünyasına Işıklı Bir Yolculuk

Alevi/Bektaşi Edebiyatının sembol isimlerinden, sadece yazdığı şiirlerle değil, yaşamıyla, görüş ve düşünceleriyle de tarihleri aşarak günümüze ulaşan bir büyük Kalenderi Şeyhi, bir büyük ozan olarak ete kemiğe bürünen Kaygusuz Abdal, şimdi etkisi uzun süreceği benzeyen bir tiyatro şöleniyle tarih sahnesinden, halkın kalbindeki ritimlerinden kalkıp tiyatro sahnelerine konuk oldu.

Tiyatro Yazarı Sevgi Sanlı’nın yazdığı, rejisini Sönmez Atasoy’un, müziğini Adil Arslan’ın, koreografisini Nasuh Barın’ın yaptığı ve İstanbul Devlet Tiyatrosu Taksim Sahnesi’nde sergilenen “Kaygusuz Abdal” oyunu çok büyük bir ilgiyle karşılandı.

Sevgi Sanlı’nın tarihi metinler içinden, yaşamın içinde, kişilik ve karakteriyle çok başarılı bir şekilde resmettiği Kaygusuz Abdal oyunu, hem anlam bütünlüğü, hem içerik zenginliği, hem mekan/çevre; kişi/karakter; tarih/gerçeklik; oyun bütünlüğü bakımlarından gerçek bir başarı öyküsü.

Tüm oyuncuların rollerini tam bir sanatçı duyarlılığı ve tiyatro sanatının inceliklerine vararak işleyen ve anlatan bu oyunun Alevi/Bektaşi felsefesini, kültürünü, düşüncesini, inancını, şiirini, sosyal yaşamanı da anlatması bakımından oldukça önemli olduğunu söylemekte yarar var sanırım.

Şahsen iki kez izlediğim ve üçüncü kez de izlemek istediğim, izin alıp çekim yapabilirsem arşivimin önemli bir malzemesi olarak saklamayı düşündüğüm bu oyundaki “Kaygusuz Abdal”ı canlandıran Yetkin Dikinciler’i de özellikle kutlamak gerekir. Ruhunu ve bedenini aynı anda vererek bir önemli karakteri çok başarılı bir şekilde canlandırmayı başarmış Yetkin Dikinciler. Tabi bu arada Abdal Musa’yı canlandıran Atsız Karaduman’ın da aynı şekilde tebrik etmek gerekir sanırım. Çünkü kendisi de Anadolu’nun bilge isimlerinden Alevi/Bektaşi İnanç ve Kültürü’nün temel şahsiyetlerinden birisi olan Abdal Musa’yı çok iyi canlandırmış. Bunun yanı sıra diğer tüm oyuncuların da çok iyi bir oyun çıkardıklarını söylemekte yarar var.

Koreografisini Alevilik/Bektaşilik üzerine yapmış olduğu araştırmalarla tanınan sanatçı/yazar Nasuh Barın’ın yaptığı oyunu sanatsever, Alevi Bektaşi felsefesinin, bir Alevi/Bektaşi ozanının, tiyatro sahnesinde nasıl canlandırıldığını merak eden herkese tavsiye ederiz.

Ödül Verildi

CEM Vakfı tarafından, çok başarılı bir oyun sergilenmesinden dolayı; oyunun yazarı Sevgi Sanlı’ya, oyunun koreografisini gerçekleştiren Nasuh Barın’a, oyuncular adına Yetkin Dikinciler’e, yönetmen Sönmez Atasoy’a, oyunun müziklerini yapan Adil Arslan’a, dekor tasarımcısı Ethem Özbora’ya, ressam Erol Akyavaş adına eşine birer plaket verildi.

Plaketleri Prof. Dr. İzzettin Doğan, CEM Vakfı İkinci Başkanı İşadamı Bayram Kaya, Galata Mevlevihanesini Yaşatma Derneği Onursal Başkanı ve Mevlevi Dedesi Hasan Çıkar, Cem Radyo Yönetim Kurulu Başkanı Yaşar Tükek verdiler.

 

Kaygusuz Abdal, Aşk Olsun

Nasuh Barın

“...Gönülde gizli mana yazılıdır, dile gelmez. Bu mana ancak gönlü yol bulana feth olur. Gönül bahrinde yol bulan, ne inci isterse dalıp çıkarır. Gönlü bırakıp surete bakanlar gaflet ipini boyunlarına takmış olurlar...”

Gaybi

Söz konusu ‘Adem Olma Sanatı’ ise uğrayacağınız önemli duraklardan birisi de Kaygusuz Abdal ve yazdıkları. Hünerli olanın ‘edepli’ olmak, ’insan’ olmanın manada ‘güzel’ olmakla eşdeğerini hep ama hep yineler koca derviş. Alevi-Bektaşi düşüncesinde, inancında ve hayatında ‘süreklilik’ arz etmesi onun sadece bir halk ozanı olmasında değil, ehli hal bir kamil insan olarak yansıttıklarında görülür. Sorarım: “Kolay mıdır bir derebeyi oğulluğundan istifa edip, dervişlik hırkasını giymek?”

 

Aşk’ı manada görebilmek?

İnsan-kamile erişebilmek?

Yetmiş iki millete bir gönül gözüyle bakabilmek?

Elsiz, dilsiz ve belsiz şu alemde seyran eylemek?

Kendini bir kenara koyarak insanlığa hizmet edebilmek?

Hep incinip, hiç incitmeden yaşamak?

Gördüğünü örtüp, görmediğini söylememek?

 

Kaygusuz Sultan’ın felsefesinde düğüm noktası ‘varlık-yokluk’ ilkesidir. Asıl olan varlıktır. Yokluk ise varlıktan yola çıkıp, yine ona dönen dalgadır. Her şey o ‘var’ın sır ve cemalinde zuhur eder. Kuşkuya hiç ama hiç yer yoktur. Çünkü dirilmek için ölmeden önce ölmesini bilmek gereklidir. Dört kitabın manasının ademde olduğunu görebilmek ve bunu zevk etmek önemlidir. Şöyle der Kaygusuz:

 

“Bu alem bir ağaçtır

Meyvesi olmuş adem

Matlup olan meyvedir

Sanma ki ağaç ola...”

 

Ne var ki sadece insanla da iş bitmez, yaşayan her şey bir ‘tecelli’ olduğu için kutsaldır. Bu nedenle de ‘nefs’ mutlak terbiye edilmelidir. Anlayan anlar. Kaygusuz’un nasipsiz kulaklara söyleyeceği sözü, nefesi yoktur. Tıpkı Neyzen Tevfik gibi...

Ne demiş üstat Azab-ı Mukaddes’inde:

 

“Kapılmışım aşk oduna bir kere,

Katlanırım her bir cefaya, cevre

Uğraya uğraya devirden devire

Bütün kainatı aşarak geldim...”

 

Sır insanın kendisidir. Özünü öze bürüyüp, farka gelmesidir. Kaygusuz’un diyar diyar gezmesi aslında gittiği yolda kendinden başka kimsenin olmadığının kanıtıdır sanki. Çünkü her şey ‘Bir’dir. Ve devran döner. Heyhat sahrasında baki olan da işte o ‘Sır’dır.

‘Gaybi’ yada ‘Sarayi’ mahlasıyla da şiirlerini yazan Kaygusuz’un 14. yüzyılın ikinci yarısından 15. yüzyıl ortasına dek yaşadığını çeşitli kaynaklar belirtmekte. Yattığı yer kimi kaynaklara göre Mısır’daki kendi adına kurulmuş dergah, kimilerine göre Elmalı Abdal Musa Türbesi’nin yanı. İyi bir öğrenim gördüğünü biliyoruz. Bildiğimiz bir başka şey de genç yaşta Abdal Musa’nın müridi olduktan sonra kendini tümüyle tasavvufa vermesi. Nefeslerinin toplandığı ‘Divan’ından başka düz yazıları da vardır. Bunlar: ‘Gülistan’, ‘Gevhername’, ‘Mimbername’, ‘Budalaname’, ‘Kitab-ı Mağlata’, ‘Vücutname’, ‘Dilgüşa’ ve ‘Sarayname’ diye adlandırdığı eserleridir. ‘Bektaşi Meydanı’nda yer alan 12 posttan biri mürşidi Abdal Musa’nın birisi de kendi adınadır. Ayrıca 12 dilimli ‘Taç’ın Kaygusuz Abdal’dan geldiğine inanılır. İbadet sonrası sunulan pilav (lokma) da Kaygusuz olarak adlandırılır.

Böylesine anlamlı, güzel bir oyunu bize kazandırdığı için Sevgi Sanlı’ya ne kadar teşekkür etsek azdır.

Aşk Olsun O Halde...

Dostlar, Dostlarımız

 

Sevgi SANLI

Dostlar!

Yıllar yılı haksızlığa uğradınız, baskı gördünüz.

Kusurlar affola, münkir münafık yuf ve mat ola.

Biz sizleri sevenlerdeniz, biz sizleri anlamaya çalışanlardanız, dostluktan, birlikten yanayız.

Muradınız hasıl ola.

Hazreti Pir efendimiz, elbet hepimizin piri, hayırlar verdikçe vere.

Şah Abdal Musa gözcümüz ve bekçimiz ola.

Kaygusuz Abdal himmeti üzerimize hazır ve nazır ola.

Allah eyvallah, gerçekler demine hü.

 

 

Ali Ekber Çiçek’e Saygı Konseri

Türk Halk Müziği’nin en çok sevilen ses ve saz ustalarından birisi olarak belleklerde silinmez izler bırakan ve elli yıllık sanat yaşamında kişiliğinden ve kimliğinden ödün vermeden, altın ışıltısındaki yoluna devam eden Ali Ekber Çiçek için Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan ‘Saygı Konseri’ne yüzlerce hayranının yanı sıra onlarca sanatçı dostu da katıldı.

8 Ocak 2003 günü yapılan Ali Ekber Çiçek’e Saygı Konseri’nde büyük sanatçıya CEM Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan ve İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı tarafından birer plaket verildi.

1935 yılında Erzincan’da başlayan hayat yolculuğunda bugüne kadar yüzlerce konserde binlerce seveniyle buluşmasının yanı sıra uzun yıllar TRT’de sanatçı olarak görev yaparak Anadolu’nun ezgilerini, türkülerini hele de deyiş ve düvazlarını kendine özgü üslubuyla seslendiren Çiçek, dile getirdiği ve birçok sanatçının da seslendirdiği onlarca türkünün de kaynak kişisi oldu. ‘Derlemeciliği’nin yanında kendi yazdığı eserler de bulunan Ali Ekber Çiçek, Anadolu’nun buram buram insan kokan, sevgi kokan, birlik, beraberlik, dirlik kokan ezgilerinin yerel otantik dokusunu muhafaza ederek ama kendine özgü ses ve saz tınılarıyla onlara yeni bir renk verip, yeni boyutlarıyla tüm dünyaya ulaştırdı.

Onlarca kasette, CD’de, yüzlerce radyo ve televizyon programında türkülerin usta yorumcusu olarak halk katında geniş bir hayran kitlesine ulaşan Ali Ekber Çiçek, özellikle seslendirdiği ve Alevi/Bektaşi Edebiyatının ölümsüz eserleri olan nefesleri, deyiş ve düvazlarıyla da bu kültürün saz ve sesle yine milyonlara ulaşmasına ve milyonların hislerine tercüman olmasıyla da ayrı bir öneme sahip oldu.

Anadolu’da bir dönemin en önemli ozanları olarak İhsanilerle, Mahsunilerle, Şah Turnalarla... sözlü kültürün yaşatıcıları arasında yer alan Ali Ekber Çiçek’in günümüzde Arif Sağ, Yavuz Top, Musa Eroğlu, Sabahat Akkiraz, Sabahat Arslan, Erdal Erzincan gibi onlarca sanatçı üzerinde de etkisi olduğu gibi yüzlerce genç halk müziği sanatçısının da ilham kaynağı olmuştur.

Ali Ekber Çiçek’i dinlemek bir dost bahçesinin meclisine girmek gibidir; onun sazının sesi Anadolu’nun bin yıllık cemlerinin sesi gibidir; o nefes söyledikçe, o türkü söyledikçe bir çiçek bahçesinde bülbülün güle figanı duyulur; onun sesinde sevgiliye, yare, dosta, şaha, gurbet elde olana, sılaya, yitirdiklerimize, bizi öksüz koyup gidenlere, özlem vardır, sitem vardır. Onun ezgilerinde Kerbela’da şehit edilen İmamlar serdarı Şah Hüseyin’e, Evliyalar başı İmam Ali’ye gülbanklar çekilir.

Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapılan Saygı Gecesi’nde Arif Sağ, Yavuz Top, Erdal Erzincan, Zafer Gündoğdu, Makbule Oral, Sema Yadigar (aynı zamanda etkinliğin organizasyon koordinatörlüğünü yaptı), Sabahat Aslan, Yusuf Benli gibi değerli sanatçıların seslendirdiği parçalardan sonra Ali Ekber Çiçek en çok sevilen ve istenen parçalarından bir demet sunarak, hayranlarının ve geceye katılanların tümünün gönlünü bir kez daha fethetti.

Daha sonra kendisine bir plaket vermek için huzura gelen CEM Vakfı Genel Başkanı Prof. Dr. İzzettin Doğan yaptığı konuşmada, Ali Ekber Çiçek ve Ali Ekber Çiçek gibi sanatçı ve ozanların toplumumuz adına ne ifade ettikleri üzerinde durarak, bu büyük sanatçıların, kişiliğinden, kimliğinden ödün vermeden çok uzun yıllar sahnede ve halkın gönlünde kalmayı başarmış gerçek sanatçıların, ölümsüzler arasına katıldıklarını, toplumların da Ali Ekber Çiçek gibi sanatçılar sayesinde kimliğine sahip çıkabileceğini söyledi.

İzzettin Doğan: “Eğer bir gün Hakk baki olur da Ali Ekber Çiçek’in bu dünyadaki bedeni sonsuzluk alemine göçerse, aslında bunun çok fazla bir önemi yoktur; o bir mumun yanan kısmının sönmesine rağmen ışığının tüm dünyayı aydınlattığı gibi, beden değiştirse de sonsuza kadar yanmaya, toplumu aydınlatmaya ve toplumun ruhunda olmaya devam edecektir”, dedi.

Gecede daha sonra İstanbul Büyükşehir Belediyesi yetkilileri tarafından Ali Ekber Çiçek’e şehrin anahtarı takdim edildi.

Konsere katılan tüm sanatçıların bir araya gelmeleri ve Ali Ekber Çiçek’in sazına eşlik ederek türkü söylemeleriyle sona eren Ali Ekber Çiçek’e Saygı Gecesi, gerçekten de tam anlamıyla ‘adına ve anlamına yakışır bir şekilde’ sona erdi.

 

Ali Ekber Çiçek

1935 yılında, Erzincan / Ulalar Köyü’nde dünyaya geldi. Bağlama çalmaya küçük yaşlarda başladı. Yetiştiği yörenin müzik yaşantısından ve bu arada cemlerin mistik ortamından beslenerek repertuarını geliştirdi. 1949 yılında tanıştığı Muzaffer Sarısözen’in teşviki ile ‘Mahalli Sanatçı’ sıfatı ile Ankara Radyosu Halk Müziği yayınlarına katılmaya başladı. 1960 yılından itibaren de kadrolu olarak girdiği İstanbul Radyosu’nda profesyonel müzik yaşamını sürdürdü ve bu kurumdan emekli oldu.

Saz çalış tarzı ve bariton sesi ile karakteristik bir sanatçı ve kimliği ortaya koyan ve 400’e yakın eseri ustaca seslendiren Ali Ekber Çiçek, bilhassa ‘Aşık Tarzı Deyişler’, ‘Düvaz-Deh İmamlar’, ‘Semahlar’, ‘Coş (cûş) Havaları’, ‘Mersiyeler’, ‘Şaplak Havaları’, ‘Anonim Türküler’ ve özellikle de ‘Mayalar’ başta olmak üzere çeşitli uzun havaların ülke geneline yayılmasını sağladı.

Sanatında gösterdiği üstün icra tarzı ile pek çok sanatçıyı etkiledi ve seslendirdiği eserler pek çok profesyonel sanatçı tarafından seslendirildi. ‘Kaynak Kişi’ sıfatı ile, ulusal kültür / sanat hayatına onlarca eser kazandıran Ali Ekber Çiçek, aynı zamanda ‘Derleyici’ sıfatı ile de, pek çok eserin diskoteklerde yer almasını sağladı.

Sanat hayatı boyunca Almanya ve Amerika başta olmak üzere yurt dışı ve yurt içinde 84 adet çift yüzlü plak (Ön-Arka birer eserlik / Columbia), 24 adet çift yüzlü plak (Ön-Arka ikişer eserlik / Odeon Plak), 50’yi aşkın 45’lik plak, 2 Long Play, 35 Kaset, 8 adet de CD dolduran Ali Ekber Çiçek; Amerika, Kanada ve Almanya, Belçika, Hollanda, Fransa, Yunanistan başta olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinde ve ayrıca Türkiye’nin hemen her şehrinde yer aldı.

Onlarca kez ulusal ve uluslar arası radyo ve televizyon programlarına davet edildi. Amerika ve Kanada’nın Texas, Columbia, Michigan, Wisconsin ve Toronto Üniversitelerinde ve Türkiye genelindeki çeşitli üniversiteler bünyesinde akademik düzeyde verdiği konserlerle bilim / sanat camiasının da büyük saygınlığını kazanan Ali Ekber Çiçek defalarca ödüllendirildi.

Usta sanatçı Ali Ekber Çiçek, ikinci defa sahne alacağı CRR Konser Salonu’nda, bir kez daha hayranları ile buluştu.

 

Abdal Musa Birlik Cemi’ne Büyük Katılım Oldu

Üç seneden beri İstanbul’da bulunan cemevleri dedelerinin ve babalarının ortaklaşa düzenledikleri ve farklı tarihlerde, farklı cemevlerinde icra ettikleri “Abdal Musa Birlik Lokması ve Cemi” 11 Ocak 2003 Cumartesi günü CEM Vakfı Yenibosna Kültür ve Cemevi’nde yapıldı. Yüzlerce insanın katıldığı ve canların ortak katkılarıyla pişirilen lokmaların yenilmesinden sonra başlayan Abdal Musa Birlik Cemi gerçekten de aynı zamanda dedeler babalar birliğine dönüştü.

 

Abdal Musa Cemi

Anadolu’da özellikle kış aylarında musahipli olup olmamasına bakılmaksızın, genç-yaşlı, kadın-erkek tümüyle herkesin katılabildiği, görgü-sorgu olayının olmadığı ve insanları bir araya getirip kaynaştırmayı, birlik ve dirlik duygularını pekiştirmeye amaçlayan Abdal Musa Cemleri özellikle ocak aylarında yapılır. Küskünlerin barıştığı, barış, hoşgörü, mutluluk ortamlarının yaratılması amaçlanan Abdal Musa Cemlerinden önce tüm canların ortak katılımıyla alınan kurbanlardan pişirilen lokmalar yenilir. Herkes elinde avucunda ne varsa -bir avuç tuz dahi olmuş olsa- evinden getirir ve o lokmaya katar. Herkesin getirdikleriyle pişen lokmanın daha başka bir anlamı olmuş olur. Böylece ‘birlik’ sağlanmış olur.

 

Yenibosna Kültür ve Cemevi’ndeki Cem

Üç seneden beri İstanbul’da bulunan kültür ve cemevi dedeleri ve babalarının Ali Rıza Uğurlu başkanlığında yaptıkları toplantılarla ortak olarak aldıkları kararlar gereği belli tarihler saptanarak, sırasıyla hemen tüm cemevlerinde yapılan bu cemler hem halk arasındaki dayanışmayı, hem de dedeler, babalar arasındaki birliği arttırmaktadır. Nihayetinde 11 Ocak 2003 Cumartesi günü Yenibosna Kültür ve Cemevi’nde yapılan ‘Abdal Musa Birlik Lokması’na binlerce insan katılırken, ‘Abdal Musa Birlik Cemi’ne de 23 dede/baba/derviş katıldı. Yenibosna Kültür ve Cemevi dedesi Ali Rıza Uğurlu, Şahkulu Dergahı Cemevi dedesi Veli Akkol, Erikli Baba Dergahı Cemevi dedesi Veli Kızıldeli, Gazi Mahallesi HBV Derneği Cemevi dedesi Veli Gülsoy, Bakırköy Kültür ve Cemevi babası Hakkı Saygı, derviş Abidin Harman gibi inanç önderlerimiz; ayrıca Bulgaristan Akkadınlar Kültür ve Cemevi’nden Ali Mehmet Bayram, Aziz Halil Pındık ile Adana’dan Bertal Yıldırım dede, Bağcılar HBV Derneği Cemevi dedesi Mustafa Uluçam, CEM Vakfı Halkalı Kültür ve Cemevi dedesi Bektaş Akkaya, Karacaahmet Sultan Derneği Gürpınar Kültür ve Cemevi dedesi Dursun Zebil, Hasan Ocak, Ali Yüce, Rıza Şahin, Ali Aslan, Mustafa Yıldırım, Rıza Aslan ve Tokat yöresi dedeleri katıldılar.

CEM DERGİSİ YIL 37, SAYI, 127-2003-1

EKİN İDİK OLDUK HARMAN, AYHAN AYDIN, (ALEVİLİK BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ HABERLER, ETKİNLİKLER, SÖYLEŞİLER, YORUMLAR, FOTOĞRAFLAR – 1992 - 2004), 2005, İstanbul, KAHRAMAN OFSET, (SAYFA: 313-322)