On binler Pir Abdal Musa’nın Huzurunda Cem Oldu (1998)

On binler

Pir Abdal Musa’nın Huzurunda Cem Oldu

(1998)

 

AYHAN AYDIN

 

 

ABDAL MUSA, ABDAL MUSA

 

Arzuladık, yine geldik

Abdal Musa, Abdal Musa

Bel bağlayıp, divan durduk

Abdal Musa, Abdal Musa

 

Gözümüzden kalksın perde

Eyüp gibi zalim derde

Müminleri koyma darda

Abdal Musa, Abdal Musa

 

Suyu ovaya indiren

Gaybi’ye geyik görünen

Değirmeni sola döndüren

Abdal Musa, Abdal Musa

 

Yunus, Pîr Sultan’ın izi

Selman’dan aldık nergizi

Boş gönderme cümlemizi

Abdal Musa, Abdal Musa

 

ÂŞIK HASGÜL sende bu can

Tekkede tutmuşsun mekân

Sende mevcut edep, erkân

Abdal Musa, Abdal Musa

Rıza Hasgül

 

14. Geleneksel Abdal Musa Anma Törenleri, Elmalı Tekke Köyü’nde, 5-7 Haziran l998 tarihleri arasında büyük bir çoşku içerisinde gerçekleştirildi.

Onbinlerce insanın katıldığı anma törenlerine yerli yabancı onlarca araştırmacı, yazar, müzisyen ile dedeler, ozanlar, babalar, zakirler, aşıklar da katıldılar.

Anadolu Sufiliğinin temel sembolü, Türk heteredoksisinin simgesi Hacı Bektaşi Veli’nin görüşlerini yayarak, Alevi/Bektaşi İnanç ve Düşüncesinin Anadolu topraklarında kök salmasını sağlayan temel sahsiyet olan büyük Kalenderi Dervişi, Pir Abdal Musa’nın huzurunda “Hakk-Muhammed-Ali” nidalarını yankılandıran onbinlerce insan, Tekke Köyü’nde bir oldular, bütün oldular, kaynaştılar, cem’oldular.

Büyük bir ova içerisindeki Tekke Köyü’ne vardığımızda hemen Ali Yaman’la birlikte, Pir Abdal Musa’nın mezarını ziyaret ediyoruz.

Günışığıyla beraber türbeyi ziyaret edenler Kızılbaş-Alevi İnancı’nı yaşamanın mutluluğuyla, Türbe’yi ziyaret ediyorlar.

Türbe’nin hemen yakınlarındaki Budala Sultan’ın türbesini ziyaret ettikten sonra, tekrar Abdal Musa Türbesi’ne geldiğimizde Ali Rıza Dede’yi buluyoruz. Allah’ın insanların gönlünde belirdiğini, Hacı Bektaşı Veli’nin, Hz. Ali’nin don değiştirmiş şekli olduğunu her şeyin insanda aranması gerektiğini söyleyen Ali Rıza Dede, Alevi/Bektaşi felsefesini de yansıtmış oluyor, sözleriyle.

Seyyid Şah Mahmudi Veli’ye bağlı Keçeci Baba Ocağı’ndan Rıza Güneş Dede’yle söyleşiyoruz. Aleviliğin insan sevgisini esas alan bir inanç olduğunu söyleyen Güneş Dede’nin adresini aldıktan sonra, Uçar Suya gitmek üzere yanından ayrılıyoruz.

Dağların başındaki Uçar Suya’ya ulaşmamız açıkcası çok zor oluyor. İki saatlik yürüyüşten sonra tüm Elmalı Vadisi’ni görebildiğimiz dağın eteğindeki Uçar Suya ulaşıyoruz. Ben kafileyi geriden izliyorum, çünkü bu yola gönül vermiş dervişlerden Mehmet Yalvaç’la bir saat süreyle söyleşiyoruz. Onun da söylediği, Kızılbaş Alevi Dedelerinin tarihi bir görev üstlenerek bu inancı bugünlere getirdiği.

Uçar Su’yun yanındaki Yeşilgöl’de ise muazzam bir manzarayla karşılaşıyoruz. Ankara’dan, Ankara Cem Kültür Evleri Yaptırma Derneği’yle beraber gelenler gölün (Kaygusuz’un meşhur şiirinde dediği, Akpınar’ın Yeşilgöl’ün suları) kenarında cem yapıyor, semah dönüyorlar. Kazanlar kurulmuş, Hakk, Muhammed, Ali, Hacı Bektaşi Veli, Abdal Musa adlarının nidalandığı ceme onlarca insan katılıyor, bu arada etkinliğe katılan Fransız sanatçı araştırmacı Françoise Demir de cemi izliyor. Bizim kafile içinde bulunan Şıh Hasan Ocağından Hasan Baba (soy ismi)’yla konuşuyoruz.

Rahatsızlığı nedeniyle uzun söyleşemediğimiz bu can da, kardeşlikten, insan sevgisinden bahsediyor. Alevi Ocaklarının temelde 12 olduğunu diğerlerinin de bunlardan ayrılarak kurulduğunu söylüyen Hasan Baba, seksene varmış yaşına rağmen, o sıcacık gülüşünden bir şey kaybetmemiş.

Tekke Köyü’ne geri döndüğümüzde Tekke Köyü Abdal Musa Kültürünü Araştırma ve Yaşatma Derneği Başkanı Ayhan Ertekin, Tekke Köyü Muhtarı Ali Tören, Hüseyin Eriş ve Mustafa Zeybek Babalarla görüşüyoruz.

Aynı zamanda Abdal Musa Türbedarı Hüseyin Eriş bizlere birçok konuda yardımcı oluyor.

Musa Çetinkaya Dede’yle yaptığımız, güzel ahlakın Aleviliğin temeli olduğunu belirten söyleşisinden sonra, civardaki Türkmenlerle, yörüklerle, Tahtacılarla görüşüyoruz, Ali Yaman’la bol bol fotoğraf çekiyoruz.

Akşam ise, ikibin kişinin izlediği Abdal Musa Cemini kayıtlarıma alıyorum.

6 Haziran Cumartesi günü, birçok bakanın, milletvekilinin Alevi örgüt temsilcilerinin katıldıkları açılıştan sonra, biz insanlarla söyleşilerimize devam ediyoruz.

Hacı Bektaş Veli Kültür ve Tanıtma Derneği Adana Şube Başkanı ve Derviş Cemal Ocağı Dedesi Hüseyin Yalçın, Seyyid Garip Musa Sultan Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Musa Karakaş, Ankara Cem Kültür Evleri Yaptırma Derneği Başkanı Mehmet Uzuner’le, uzun yıllar Alevi Örgütlerinde hizmet gören değerli Kamber Sönmez’le, Sadem Açıkgöz’le, Baba Mansur Ocağı’ndan Hasan Cömert Dede’yle, “Tariki Mustakiym’de Alevi Kimdir” kitabının yazarı Abdullah Ceylan’la, hiçbir ocağa bağlı olmadığını ama Alevi yolunun yolcusu olduğunu söyleyen Derviş İsmail İslam’la söyleşi yapıyorum.

Fermani’ye yazmış olduğu şiirle de daha çok tanınan Ozan Sinemi, Naçari, Hasan Akgül ozanlarımızla konuşuyorum.

Kah yağmurlu, kah kavuran sıcak altında yaptığımız bu söyleşiler ve ziyaretler büyük ilgi topluyor.

Bu arada Dr. İsmail Engin’le karşılaşıyoruz. O da Almanya’dan gelmiş.

Prof. Dr. Çetin Yetkin kısa bir sohbetten sonra, söyleşilerimize ve gezilerimize devam ediyoruz.

Akşam verilen halk konseri ve semah gösterileri özellikle Françoise Demir’in konseri ve Şahkulu Vakfı’nın Semah Ekibi’yle, Akçaeniş Köyü Semah Ekibi büyük ilgi topluyor.

7 Haziran’da ise çevrenin en büyük Tahtacı Köyü olan Akçaeniş Köyü’nü ziyaret ediyoruz.

Yanyatır Ocağı’nın mürebbisi, Aleviliğin temel inanç ve felsefesini özetleyen insanı merkez alan, hümanist görüşlerin sahibi Hamza Tanal’la uzun bir söyleşi yapıyorum.

Bu arada Ozan Esrari’yle görüşüyoruz.

Açıkçası bu gezi her yönüyle yararlı bir gezi oluyor.

ABDAL MUSA*

 

ERLER GELÜR PİRİM ABDAL MUSA’YA

 

Beylerimiz ablan gölün üstüne

Avlar gelür Pirim Abdal Musa’ya

Urum Abdalları postun eğnine

Bağlar gelür Pirim Abdal Musa’ya

 

Rum’un Abdalları gelür dost deyü

Giydiğimiz hırka, nemed, post deyü

Hastalar da gelmiş şifa isteyü

Sağlar gelür Pirim Abdal Musa’ya

 

Bezirganlar Hint’tan gelür yayılur

Açılır somatlar açlar doyunur,

Evliyaya muhip olan soyunur

Beyler gelür Pirim Abdal Musa’ya

 

İkrar imiş koç yiğidin yuları,

Muhanneti çeksen gelmez ileri,

Yeşilgöl’ün, Akpınar’ın suları

Çağlar gelür Pirim Abdal Musa’ya

 

Alim Zülfikar’ın almış destine

Batın salar münkirlerin üstüne

Tümen tümen olmuş Gelcel üstüne

Dağlar gelür Pirim Abdal Musa’ya

 

Bir muradım vardır gani kerimden

Münkir ne bilür evliya sırrından

Kaygusuz’um ayrı düşmüş Pirinden

Ağlar gelür Pirim Abdal Musa’ya.

Kaygusuz Abdal

 

Hacı Bektaş Kültürü’nü geliştirerek Bektaşiliğin fikir temellerini asıl oluşturup yayan Abdal Musa ve müridi Kaygusuz Abdal olmuştur.

Abdal Musa Alevilik ve Bektaşilik’te son derece öneme sahip bir Kalenderi dervişidir.

Tarihçi Aşıkpaşazade’nin belirttiği gibi temeli vaktiyle Hacı Bektaşi Veli tarafından atılan Sulucakarahöyük (bugünkü Hacıbektaş Kasabası) Zaviyesi’nden yetişmiştir. Bu sebeple O, bu zaviyede ve yöresinde kendi zamanına kadar gelişip kök salan Hacı Bektaş Kültünü Osmanlı Beyliği arazisine taşıyarak büyük bir tarihi rol oynamıştır.

Abdal Musa’nın hayatını tarihi verilere dayanarak en bilimsel şekilde açıklayan Türk Tarih Bilimi’nin kurucusu Prof. Dr. Fuat Köprülü olmuştur.

Abdal Musa Geyikli Baba’yla aynı çağda yaşamış, sonraki önemi nazara alınacak olursa, O, Geyikli Baba dahil bütün Rum Abdalları içinde belki en mühim simadır. Yeniçeriliğin kuruluşuna adının karışması ve Bursa’nın fethinde bulunması bir yana, Hacı Bektaş Kültürünü yayarak ve işleyerek ilerde Bektaşiliğin teşekkülüne zemin hazırlaması bile Onu bu müstesna mevkiye getirmeye tek başına yeterlidir.

Ondan sonra, Onun adına yazılmış, Velayetname-i Abdal Musa ile, Abdal Musa’nın halifesi Kaygusuz Abdal’ı anlatan Menakıb-ı Baba Kaygusuz’da bulunan bazı ipuçları, Abdal Musa’nın hiç tereddütsüz bir Rum Abdalı, Kalenderi şeyhi, daha açıkcası, Hacı Bektaş’ın zaviyesinde yetişmiş olması sebebiyle, tıpkı onun gibi bir Haydari şeyhi olduğunu göstermektedir.

Bu kaynaklar Onu bize, “saçı, sakalı, kaşı, kirpiği kazınmış bir ışık” olarak takdim ettikten başka, çevresindeki siyasi ve idari otoritelerle de genellikle iyi ilişkiler içinde bulunduğunu göstermektedir. Mesela Teke Beyi ile arasının iyi olmamasına rağmen, Aydınoğlu Gazi Umur Beğ ile sıkı dostluk münasebeti vardır.

Abdal Musa’nın Elmalı Tekkeköy’deki zaviyesinin, XIV. yüzyıl Anadolusu’nda en nüfuzlu Rum Abdalı, Kalenderi zaviyelerinden olduğunu söyleyebiliriz. Bu zaviyenin bir önemi de, Bektaşiliğin teşekkülünde, edebiyatının meydana gelişinde önemli rolü ve katkısı bulunan Kaygusuz Abdal’ın burada yetişmiş olmasıdır.

Aşıkpaşazade’ye göre, Hacı Bektaş, Rum bacılarından Hatun Ana’yı kendine kız edindi. Hatun Ana’nın muhiplerinden Abdal Musa, Hacı Bektaş türbesinde bir müddet oturdu, Orhan devrinde gazalara iştirak etti.

Yeniçerinin birinden bir eski börk istedi, o da üsküfünü çıkarıp verdi. memleketine döndüğü zaman başındaki Yeniçeri börkünü görenler bunun ne olduğunu sordular, O da “Buna elifi taç derler”, cevabını verdi.

Bektaşi ananesinde umumiyetle kabul edildiği gibi, Kaygusuz Abdal, (Antalya Beyi’ne tabi Alaiye Sancağı Beyi’nin oğlu olan Gaybi) tarikatça Musa’nın mürididir. “Kaygusuz Abdal Menakıbı”nda bu münasebet hakkında verilen bilginin özeti şudur: Gaybi Tekke’ye girdikten sonra aldığı lakapla Kaygusuz Abdal, bir gün avda okla bir geyik vurdu. Yaralı geyik kaça kaça büyük bir asitanenin kapısından girdi. Gaybi de arkasından dergaha girerek dervişlere geyiği sordu.

Dervişler haberleri olmadığını söylediler. Meğer geyik suretinde görünen, bu dergahın şeyhi olan Abdal Musa Sultan imiş. Abdal Musa, Gaybi’yi huzuruna çağırtarak geyiğe attığı oku gösterdi. Bu kerameti gören Gaybi, şeyhe mürit olmak istedi. Şeyhi ona mücerretlik tarikinin zorluklarını anlattı, babasından izin almasını söyledi. Nihayet, Gaybi’nin ısrarı üzerine onu tarikat usulünce tıraş ettiler; taç ve hırka giydirdiler; beline kemer bağladılar. Bunu duyan babası çok müteessir oldu.

Genç oğlunun bu mücerretler dergahına girmesi haysiyetine dokunmuştu. Hemen Teke Beyi’ne giderek oğlunu Abdal Musa’nın elinden kurtarmasını rica etti. Teke Beyi, Kılağılı İsa adlı birisini yollayarak şeyhi alıp getirmesini emretti. Fakat şeyhin kerametiyle attan inerken ayağı üzengiye takıldı, ürküp kaçan at üzerinde sürüklenerek parça parça oldu.

Öfkelenen Teke Beyi şeyhin üzerine asker yolladı. Onu tutup yakmak için ateşler hazırlattı. Olup biteni keşfeden Abdal Musa, dört yüz müridiyle sema ede ede Teke Beyi’ne karşı yürümeye başladı; taşlar, ağaçlar da onunla birlikte yürüdüler. Böylece ateş yanan yere geldiler; ateşin içine girdiler. Sema ederek ateşi söndürdüler. Sonra geri dönüp tekkeye gelirlerken dağdan kara bir canavar indi. Abdal Musa: “İşte Teke Beyi’nin ruhu!” dedi. Tekke’ye odun taşıyan bir derviş baltasıyla vurup canavarı öldürdü. Bu sırada Teke Beyi de ölmüş askerleri dağılmıştı.

Bunu gören Alaiye Beyi, Abdal Musa’nın Hakk erenlerinden olduğunu anladı; üç yüz adamıyla birlikte gelip şeyhin elini öptü, oğlunun kalmasına razı oldu. Gaybi bu suretle tekkede kırk yıl hizmet etti. Şeyhi ona Kaygusuz lakabını verdi. Nihayet Hacca niyet etti. Abdal Musa ona icazetname yazıp verdi. Kaygusuz kağıdı saklamak için onu ayranına doğradı ve içti.

Bundan sonra kalpten hikmetler söylemeye başladı ve şeyhinin verdiği kırk dervişle seyahate çıktı.

Bu menakıbname bize çok açık göstermektedir ki, dağları taşların yürütülmesi gibi kimi motifler, Eski Türk Kültürü’nün derin izleri olarak görülmektedir.

Abdal Musa Zaviyesi hakkında bilgi ise şöyledir: Orhan Gazi tarafından Abdal Musa için yaptırılan bu zaviye, XV. ve XVI. yüzyıllarda Aşıkpaşazade ve Gelibolulu Mustafa Ali tarafından müphem bir tarzda söz edilmektedir. Herhangi bir malumat verilmemektedir. Ancak J. de Hammer XIX. yüzyılda Bursa’nın batısından ve kaplıcalara yakın bir mevkide bulunan bu zaviyeyi görmüş olduğunu belirtiyor ki, bu, zaviyenin o sıralarda henüz işlemekte olduğunu gösterir.

Abdal Musa’nın Bursa’dan ayrıldıktan sonra Manisa ve Bergama havalisinde de bir müddet yaşadığı arşiv belgelerinden anlaşılmakta olup, onun burada da bir zaviyesi bulunduğunu Suraiya Faroqui tespit etmiştir. Ancak bugün mevcut olmayan bu zaviyeye dair de, XVI. yüzyılda Bektaşi hüviyetini taşıdığından başka, hiç bir bilgi bulunmamaktadır.

Abdal Musa’nın Antalya-Elmalı yakınlarındaki Tekkeköy’de mevcut zaviyesine gelince, halen yalnızca avlusu ve türbe kısmı ayakta kalan bu binanın, Abdal Musa’nın açtığı son zaviye olduğu ve ölümünden sonra bir müddet Kaygusuz Abdal’ın nezaretinde faaliyetine devam ettiği bilinmektedir. XVI. yüzyılda bu zaviyeninin bir hayli zengin vakıflara sahip olduğu, dervişlerinin geniş çiftlik ve araziden elde ettikleri gelirlerle yaşadıkları, III. Murat devrine (1574-1595) ait Teke Sancağı tahrir defterineden anlaşılıyor.

Anadolu Rum Erenlerinden, Evliyalarından birisi olarak gönüllerde taht kurmuş Abdal Musa’yı, Anadolu halkı, özellikle Alevi ve Bektaşiler hiçbir zaman unutmamışlar, her zaman gönüllerinde yaşatmışlardır.

O, Anadolu insanının kardeşlik, dostluk, birlik, mutluluk duygularına tercüman olmuş, kendisine bağlı müridleriyle Alevi/Bektaşi inancının Anadolu’da, Balkanlar’da yayılmasını sağlamış büyük bir Kalenderi dervişidir.

Etkisi günümüzde de çok canlı yaşayan Abdal Musa’nın türbesini her yıl onbinlerce insan ziyaret etmektedir.

Anadolu’da Hacı Bektaşi Veli’nin felsefesinin yayılıp kökleşmesini sağlayan en önemli şahsiyet olan Abdal Musa, müridi olan Kaygusuz Abdal’la beraber Alevi/Bektaşi Edebiyatı’nın da oluşup gelişmesinde önemli görevler üstlenmiştir.

 

Kaynaklar:

 

* Buradaki yazının hazırlanmasında yararlanılan iki kaynak eser;

Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, Kalenderiler, Türk Tarih Kurumu Yayınları, l992

Prof. Dr. Fuat Köprülü, THEA., I. Fas. SS. 60-64 (Aktaran eser, Abdal Musa Sultan ve Velayetnamesi, Adil Ali Atalay, Can Yayınları, 1997, ss. 69-81)

Ayrıca Bakınız:

Prof. Dr. Abdurrahman Güzel, Kaygusuz Abdal, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1981

İsmet Zeki Eyüboğlu, Abdal Musa, Geçit Yayınları, 1991

Musa Seyirci, Abdal Musa Sultan, Der Yayınları, 2. Baskı, 1994

 

CEM DERGİSİ, YIL 30, SAYI 80, TEMMUZ 1998

 

EKİN İDİK OLDUK HARMAN, AYHAN AYDIN, (ALEVİLİK BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ HABERLER, ETKİNLİKLER, SÖYLEŞİLER, YORUMLAR, FOTOĞRAFLAR – 1992 - 2004), 2005, İstanbul, KAHRAMAN OFSET, (SAYFA: 31-37)