Seyyid Mahmud Hayrani’nın Huzurunda Nasrettin Hoca’nın Diyarında Alevi Semahı (1998)

Seyyid Mahmud Hayrani’nın Huzurunda

Nasrettin Hoca’nın Diyarında

Alevi Semahı

(1998)

 

AYHAN AYDIN

 

Fıkralarındaki evrensel yergi ve insanlık sevgisini tüm Anadolu’ya ve dünyaya taşıyan büyük Anadolu bilgesi Nasrettin Hoca’nın diyarında; Onun hocası Anadolu erenlerinin simgesel isimlerinden, gönüller sultanı Seyyid Mahmudi Hayrani’yi ziyaretimiz yine söyleşilerle başladı.

Akşehir’de bulunan Seyyid Mahmudi Hayrani Türbesi’ni ziyaret için hareket edeceğimiz; CEM Vakfı Aydınlı Köyü Cem ve Kültür Evi’nin önüne geldiğimde Kureyşan Ocağı’ndan Hasan Kızıler Dede ve aynı ocaktan Ali (Hüseyin) Eren Dede’yle söyleşiyorum ilkönce. Hem dedelik, Alevilik; hem de Mahmudi Hayrani hakkındaki bilgilerini almak amacım.

Alevilik’te teslimiyetin olduğunu söylüyen Hasan Kızıler Dede, tevekkülün yani tesimiyetin her şeyin ademde, Hakk’ın ademde, olduğu fikrinin gözden uzak tutulmaması şeklinde yorumlanması gerektiğini söyledi. Buyruk’a göre cemleri yürüttüğünü söyleyen Hasan Dede, cemlere musahipsizlerin, düşkünlerin giremediğini, cemlerde içki kullanılmadığını, Muş (Varto), Bingöl Karlıova, Erzincan (Tercan), Erzurum (Hınıs)’da talipleri olduğunu sözlerine ekliyor.

Günümüzde yaşanan dede-talip ilişkilerindeki zayıflığı da şöyle değerlendiriyor: “İnsanlar beşerdir. İnsanlar değişir, değerler değişir. Kültürsüzlüğe doğru giderken, yolumuza inancımıza, cemlerimize sahip çıkmayınca dede-talip ilişkilerinde bir zayıflama oldu. Şehirlere göçler, yurdun değişik yörelerine göçler, dedelerle talipleri arasındaki ilişkileri zorladı. Talipler ve dedeler üzerlerine düşen görevleri yerine getiremediler. Cemler yürütülmemeye başlandı.”

Aleviliğe hizmeti en büyük ibadet sayan vakıf müdürü değerli Budak Fırat ise söyleşimize katılıyor. Hakk- Muhammed- Ali Yolu olan Aleviliğin İslam’ın en güzel yorumlarından birisi olduğunu söyleyen Fırat, inancımıza sahip çıkılması gerektiği konusuna değiniyor.

Ali (Hüseyin) Eren Dede ise sevgi ve doğruluğun Aleviliğin temeli olduğunu söylediği söyleşimizde şunları söyledi: “Ehli Beyt sevgisi her şeyin üstündedir. Eskiden dedelere ve ceme itimat vardı. Bu, zamanla bozuldu. Benim taliplerim Pülümür Ağaşenik, Bingöl Kiğı, gibi yerlerdedir.

Bizler pençe kullanırdık cemlerde. Tarikata uymayanlar düşkün olurdu.

Düşkünler de Erzincan’ın Bagavir Köyü’ndeki ocağa giderlerdi.

Hacı Bektaşi Veli büyük bir velidir. İnsanları birleştiren bir uludur. Hacı Bektaşi Veli Hz. Hüseyin’e bağlı; Hz. Hüseyin Yola bağlı, Yol Hakk’a bağlıdır.

Bizim dünyamız ariflerin elinde güzelleşir. Dünya arifler elinde, arifler cahil elindedir. “Kula kul olmayınca Hakk’ı bulamayız. Benlik kabul etmez, Ehli Beyt kapısı. Turab olmak lazım o kapıya” İnsan bir kamilin elinden tutmalı, bir yola talip olmalı.

Evliyalar, enbiyalar, veliler, ulu kişiler, rehberdir bizlere.

Seyyid Mahmudi Hayrani’de büyük bir evliyadır.

Ulu Seyyid Mahmudi Hayrani, bizim pirimiz yolumuzun aydınlatıcısıdır. Darda kalanlara ulaşan, insanları birleştiren bir velidir.

Davut Sulari söylerdi: Dedem Seyyid Mahmudî Hayranî geldi cihane / Zemheri ayında bağım bostan eyledi / Namı nişana beyan eyledi... ”

19 Haziran akşamı Ali (Hüseyin) Eren, Hasan Kızıler, Divane Dede, Haydar Eren Dedeler’le CEM Vakfı İzmit Şube Başkanı Av. Atilla Fırat ve kendilerini Mahmudî Hayranî’nin torunları olarak kabul eden canlarla yola çıktık.

Yolda, Atilla Fırat’la, Mahmudî Hayranî’den, Alevilik’ten, cemlerden, dedelerden bahseden konuşmalarla sohbet ediyoruz.

Dedeler, Seyyid Mahmudî Hayranî’nin Nasrettin Hoca, Mevlana Celalettin Rumî ve Hacı Bektaşı Veli’yle aynı dönemde yaşadığını, özellikle Nasrettin Hoca’nın hocalığını da yapan Mahmudî Hayranî’yi Mevlana’nın çok sevdiğini söylüyorlar.

Bir söylenceyi de yine tekrar ediyorlar.

Buna göre; bir gün bir aslanın sırtına binmiş, canlı bir yılanı bir kamçı olarak eline almış, Sulucakarahöyük’e, Hacıbektaş’a çevresindekilerle gitmiş.

Onun geldiğini duyan Hacı Bektaşi Veli de bir kayaya binerek Onu karşılamaya çıkmış. Hacı Bektaş’ın cansız kayayı yürüttüğünü gören Mahmudi Hayranî Ona niyaz etmiş, Hacı Bektaş da Ona “Hayranım” demiş. Zaten Mahmut Hayrani denmesinin sebebi de buymuş.

Bilge kişi Nasrettin Hoca’yı yetiştiren, Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın sevgisini kazanmış büyük Veli Mahmudi Hayranî, yüzyıllar boyunca Anadolu halkının gönlünde sevgiyle anılır olmuş.

Akşehir’de

Sabahın ilk ışıklarıyla Eren Turizm’in sahibi Hidayet Kovan bizi bilgilendiren kimi konuşmalarından sonra Beyşehir Gölü kenarındaki yurdumuzun bir başka cennet köşesi Akşehir’e varıyoruz.

Bir başka havası var Akşehir’in, bir başka ruhla karşılıyor Akşehir bizleri. Sevecen, dost gülüşlü insanlarıyla bize merhaba diyor. Biz de merhaba diyoruz, onlara.

Anadolu kültür tarihinin sayfalarında okuduğumuz yüzyılların cumbalı, rengarenk, ahşap tarihe meydan okuyan evlerini görmek ise beni ayrıca sevindiriyor.

Dar sokaklarda sabahın ilk ışıklarıyla oynamaya başlayan sevimli çocukları görüyoruz.

Ve ilk işimiz Mahmudî Hayranî’nin türbesini ziyaret oluyor. Kafileyle gidenler hemen dualara başlıyorlar. Dualarla, atalarıyla pirleriyle saatlerce “söyleşen, dertleşen, bilişen” Divane ve Ali Dedeler öyle duygulanıyor ve bizleri duygulandırıyorlar ki, gözlerimizden yaşlar boşalıyor.

Derken kurbanlar kesiliyor, kazanlar kuruluyor.

Ben hemen civardaki insanlarla söyleşilere başlıyorum. Nasrettin Hoca’nın tüm sevecenliğini kendi üstünde toplamışa benzeyen ve bize gülen Ali Dayı (75), Mahmudî Hayranî’ye sevgisinden bahsederken, Onun Nasrettin Hoca’nın hocası olduğunu söylüyor.

Akşehir’i bir bütün olarak görebildiğimiz tepenin eteğindeki evinin bahçesinde buluyoruz Osman Çiftçi’yi, (70). Sevgiden hoşgörüden, Nasrettin Hoca’dan bahsettiğimiz konuşmada Osman Amca bizleri şaşırtan sözleriyle Anadolu insanını o emsalsiz bilgece yaşamının da felsefesini yansıtıyor.

Evliya ve erenleri gökyüzündeki yıldızlara benzeten Osman Amca, “Mevlanalar, Hacı Bektaşi Veliler, Nasrettin Hocalar, Yunuslar, Mahmudî Hayranîler adını sayamayacağım, veliler, evliyalar, ulular gökyüzündeki yıldızlar gibidirler. Her yıldız aynı parlaklıkta değildir, ama hepsi de yeryüzünü insanlığı Müslümanlığı aydınlatmıştır, aydınlatmaktadırlar. Herkese kusurunu arayarak bakmamalıyız. Mevlana’nın dediği gibi ”Kusur arayan dostsuz kalır” Mahmudî Hayranî Nasrettin Hoca’nın hocasıdır, bizim de feyz aldığımız bir Veli’dir.” dedi.

Çevrenin eskiden Ermeniler’in yerleşim alanı olduğunu söylüyen Osman Amca’dan burada birçok yatırın, bir kilisenin, tarihi camiilerin, bir hamamın da bulunduğunu öğreniyoruz.

Ben hemen Taşmedrese Camii’ne gidiyorum.

1250 yılından kalma bu camii görülmeye değer büyük bir yapı.

Kazan Baba Türbesi ise caminin hemen yanında. Harabe halindeki türbe de yine Anadolu Evliyalarından Kazan Baba yatıyor. Cami ve türbenin yanında ise Arkeoloji Müzesi var. Tadilat dolayısıyla kapalı olan müzenin bahçesinde Akşehir’in yüzlerce yıllık tarihine ait yüzlerce eser görüyorum. Mezar taşları, heykel parçaları, küpler, aslan kabartmalı taşlar...

Müze görevlisinden, kilisenin, Nimet Baba, Yağlı Baba ve İğdeli Baba’nın, hamamın yerlerini öğrenip not ediyorum.

Daha sonra ise Anadolu’nun bilge ismi Nasrettin Hoca’nın türbesini ziyaret ediyorum.

Sit alanı içinde bulunan tarihi evleriyle Akşehir’in tarihinin saklı bulunduğu açık hava müzesi görünümündeki bölümünden modern binaların bulunduğu yeni yerleşim yerine geçiyorum.

Sonsuz bir huzur ve yeşillik içindeki tertemiz türbesinde beni selamlıyor Nasrettin Hoca. Kapıdaki hatıra eşya satıcısı genç arkadaş, Türbeyi daha çok yerli turistlerin ziyaret ettiğini söylüyor. Zikzaklı bir yol izleyerek tarihi evlerin önünden tekrar Mahmudî Hayranî’nin Türbesi’ne ulaşıyorum. Yolda selam verdiğim istisnasız tüm kadınlar ve erkekler selamımı alıyorlar.

Tülbentli, başörtülü, çarşaflı analarımız, bacılarımız sorduğum soruları yanıtlıyorlar. Sohbetlerimizle onların sorunları hakkında bilgi derliyorum. İşte Anadolu insanı, yüzyıllardır çile çekmiş, halkı birbirine düşürülmüş, sorunları ise hiç kimse tarafından çözülmemiş, sevimli, dost, sevecen insanlar. Akşehir de bunun bir parçası.

Türbede, Akşehir Belediye Başkanı Ferhan Ballı’yı dostlarla sohbette buluyorum.

Saatler boyunca bizimle ilgilenen Ferhan Ballı eşi bulunmaz bir yarenlikle bizimle bütünleşiyor.

Ferhan Ballı, Mahmudi Hayranî’nin Türbesi’nde bulunan üç önemli sandukanın İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi’nde bulunduğunu, diğer birisinin de ABD’ye kaçırıldığını söylüyor.

Bu sandukaların tarihi öneme sahip olduğunu belirten Ballı, bunlara sahip çıkılması gerektiğini belirtti.

Derken, CEM Vakfı Aydınlıköy Cem ve Kültür Evi’nin gençleri, Türbe’nin önünde semaha başlıyorlar. Divane Dede’nin dualarıyla başlayan semahı izlemeye çevredeki Akşehirli kadınlar da geliyorlar.

Derken lokmalar dağıtılıyor. Atilla Fırat, Zeynel Ertekin’le beraber Belediye Meclis üyesi Ali Rıza Uslu’nun rehberliğinde, Ermeniler’den kaldığı söylenen büyük kiliseyi, Nimet Baba yatırlarını ziyaret ediyoruz. Eski otantik yapısına uygun olarak restore ederek bir kültür harikası yaratan Dr. A. Nuri Köksal’ın resim sergisini geziyoruz.

Hıdırlık Tepesi’den tüm Akşehir’i görüyoruz.

Akşam İstanbul’a hareket ettiğimizde Alevi-Sünni kaynaşmasını çok önceden sağlamış, Nasrettin Hoca’nın güleçliği, evliyaların ağırbaşlı vakur halini, Frigler’den, Ermeniler’e Anadolu mozaiyiğini bünyesinde taşıyan bu yemyeşil, dost insanlar memleketini tanımanın eşsiz mutluluğuyla içimizde büyük yepyeni bir sayfa açılıyor; Anadolu’nun sözde değil özde birlik ve bütünlüğüne kardeşliğine dair.

İstanbul’da Türk Kültür ve Tarihine ilgisi ve derin hizmet aşkını gördüğümüz İl Kültür Müdürü Özcan Duru ve Şube Müdürü Sönmez Önal’la olan görüşmemizden sonra, Sadık Göksu’yla beraber, 23 Haziran’da İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi’ni ziyaret ediyoruz.

Benim temel hedefim, Mahmudi Hayranî Türbesi’ne ait sandukaları bulmak. Müze Araştırmacısı Gönül Tekeli bu konuda bizlere yardımcı oluyor. Sergilenebilecek durumda bulunan bir sandukayı buluyoruz. Gönül Tekeli, görüşmemizde, diğer sandukalardan birisinin oldukça yıpranmış bir halde olduğunu ve koruma altına alındığını, sergilenecek durumda olmadığını söyledi. Tekeli, bir sandukanın da ABD.’de David Collecton’da olduğunu duyduklarını belirtti. Daha detaylı araştırma ve fotoğraf çekimleri için, Anıtlar Müzeler Genel Müdürlüğü’ne yazı yazmamız gerektiği bilgisini alarak ayrılıyoruz Müze’den. Hemen gerekli dilekçeyi yazarak Ankara’ya gönderiyoruz.

Ali (Hüseyin) Dede’nin, Davut Sulari’den aktardığı Seyyid Mahmudi  Hayrani’ye yazılmış şiirin tamamını bulma merakımızsa bizi Davut Sulari’nin torunu sanatçı Berrin Sulari’ye götürüyor.

Berrin Sulari’den Davut Sulari’nin Seyyid Mahmud Hayrani’ye yazmış olduğu birçok şiiri olduğunu öğreniyoruz. Birisini de buraya alıyorum.

 

İlmin ışığıylan kainat aydın

Hacı Seydi Mahmut Hayrani Veli

Namu nişanın dünyaya koydun

Hacı Seydi Mahmut Hayrani Veli

 

İmdat ile Keykubat’tan sen yettin

Yeryüzünde mucizeler yarattın

Kış ayında bağı bostan eyledin

Hacı Seydi Mahmut Hayrani Veli

 

Menzilinden gördüm Bağın Kalası

Görünürki ariflerin alası

Mümin kullar tutar matimi yası

Hacı Seydi Mahmut Hayrani Veli

 

Davut Sulari der nazarın ayan

Alaettin Keykubat’tan bu nişan

Konya da var ovasıdır diyen sen

Hacı Seydi Mahmudi Hayrani Veli

 

Sanatçı Berrin Sulari’den ayrıca, Manisa Akhisar’da Yatağan Köyü’nde de Mahmudi Hayrani’ye ait bir türbenin olduğunu öğreniyoruz.

(Not: Bu arada değerli dostumuz Dr. İsmail Engin’in de Seyyid Mahmud Hayrani’nin Hollanda’ki sandukasıyla ilgili bir inceleme yaptını, hatta bunu Alevi Akademisi’nin dergisinde yayınladığını da belirtelim.)

 

CEM DERGİSİ, YIL 30, SAYI 81, AĞUSTOS 1998

Divane Ay Dede

 

Alevilik/Bektaşilik deyince ne dersiniz? Bir Sünni Müslüman, “Aleviliği/Bektaşiliği bana anlat” dese, nasıl açıklar, nasıl anlatırsınız?

Alevilik, Ehlibeyt yanlısı demektir.

Bektaşilik de Aleviliğin içinde bir koldur. Bektaşi, kendini yetiştirmiş talipten de, müritten de olabilir. Ama dedelik ayrıdır. Alevi, Ehlibeyt yanlısı olan, Ehlibeyt’e bağlı olan, Ali’yi seven, On İki İmam’ı seven, yani özünde İslâm olandır.

Alevilik, İslâmiyet’in özü, esasıdır. Bunu ben bu şekilde yorumluyorum.

Her toplumun iyi insanı vardır. Katolik’in iyisi de, Sünni’nin iyisi de, Yahudi’nin iyisi de, Alevi’nin iyisi de iyidir. Alevi’lerin hepsi Alevi olamaz. İsmi Alevidir, ama Alevi olamaz. Alevilik, büyük bir sorumluluktur.

Dedeler ve babalar, Alevi inancında çok önemli yere sahip olan insanlardır. Çünkü cemi-cemaati yürüten onlardır. Bunların gençlere, Sünni’lere ya da erkân yürütmeyen, yoldan-izden kalmış Alevi’lere güzel şeyler öğretebilmesi neye bağlıdır? Okul mu açılacak, ne yapılacak?

Bu ana kadar Alevi’lerle ilgili bir okul, bir enstitü, bir üniversite olmadı. Çünkü zulümden dağlara, mağaralara kaçtılar. Kulaktan dolma bilgileri dedeler de, babalar da en azından unutmadılar; Eline, diline, beline, aşına, eşine, işine sahip çıkmayı, komşu hakkına sadık durmayı, komşunun eşine hor gözle bakmamayı, ikrar imanımızda doğru durmayı öğrettiler. Kirvelik, ikrar merhumları vardır, bizde. Bunlar büyük şeylerdir.

Dede demekle dede olunmaz. Dedelerin ağzından nur, gevher akacak ki, topluma örnek olsunlar.

Dedeler, bugüne kadar tahsil görmedikleri gibi, üç telli tamburla, sazla Aleviliği bu ana kadar getirdiler.

Bundan sonra ne olacak?

Bu ana kadar sizin gibi Ehlibeyt insanları, aydın insanlar dedelere kol-kanat gerdiler ve onları buraya kadar getirdiler.

Bundan sonra da eğitin, yardımcı olun. Çünkü, “Gözlü talip, pîrini cehennem ateşinden geri alır” derler. Sizin gibi dostlar, talipler, bizim gibi cahil dedeleri örgütleyip, nasihat edip topluma kazandırmalısınız. Sizin gibi dostlara ihtiyacımız var. Değirmen, pervane olmayınca, dönmez. Şeyhi şeyh eden mürittir. Eğer biz dedeysek, sizin gibi dostların sayesinde dedelik yapıyoruz. Siz bize taliplik yapmazsanız, biz de size dedelik yapamayız.

Talip çok önemlidir. Talipler yetiştirilecek, onlar dedeye soracaklar, dede de kendini daha iyi yetiştirecek, değil mi?

Hakikate bakarsan, asıl dedenin kendisi talip olacak ki, sonra dedelik yapabilsin.

Siz değişik bir yaklaşımdan geliyorsunuz. Dede önce talip mi olacak?

Talip olmayan, pîr olamaz.

Talip olacaksın ki pîr olasın.

Derler ki, “Çok çalıştım talip olmadım, beni sultan eyleme.” Sultan olmak, talip olmaktır. Talip olacaksın ki sultan olasın.

Derin muhabbetiniz, sevginiz, aşkınız, niyazınız var. Mahmudi Hayrani’ye gelip yüz sürdünüz. Bu yolların yolcususunuz. Ne mutlu ki aynı inancı kilometrelerce ötede yüreğinizde taşıdığınız için, gelip ziyaret ettiniz. Bu ulu zat hakkında söylenenler, anlatılanlarla ilgili siz ne dersiniz?

Bir şey diyemem. Benim niyetim, buranın eksiklerini tamamlamak. Yani mutfağı, tuvaleti yapmak.

Aslında biz burayı, burada öğrendik. Varlığını biliyor, ama türbesinin burada olduğunu bilmiyorduk. Gelip ziyaret etmemiştik bu güne kadar. 1989’da buraya akın ettikten sonra öğrendik. Haydar Eren, bizden önce burayı ziyaret etmiş, o bize delillik yaptı ve gelip burayı ziyaret ettik. Ziyaret ettiğimize göre, önce buranın eksiklerini tamamlamalıyız. Bir de şuradaki iki bina surun içine geçmiş, bunları elimizden gelirse, ya satın alacağız ya da bir şeyler yapacağız. Çünkü burada mutfağın olması lâzım, burada cem, cemaatin olması lazım, burada üçler beşler yediler semahı lazım, burada kurban kesmek lazım. Buranın ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra gerek kalmaz, senede bir defa gelir ziyaret edilir dostlar sağ olsun. Cenabı Hakk bu itikattan bu imandan ayırmasın.

Alevi/Bektaşi tekkesi, türbesi, yatırı, ziyaretgahı olduğunun ispatı lazım onun için de çok görevler düşüyor. Kendi ocağınız hakkında bir Sünni’ye Aleviliği/Bektaşiliği anlatsanız ne dersiniz?

Benim okur-yazarlığım yok. Sadece dedemden, babamdan dinlediklerimi bilirim.

Seyit Mahmudi Hayrani, Musa-ı Kâzım’ın yedinci torunudur. Hünkâr Hacı Bektaşi Veli, Seyit Mahmut’un amcasının oğlu, aynı nurdan geliyorlar.

Biz aslında Hz. Muhammet’in kırk birinci torunuyuz. Bize anlattıklarına göre, 1400 sene önce bizim Aleviliğimiz hep gizliymiş. Ali ile Muhammet’e varana kadar insanlar bir zaman zikir ve ibadetlerini mağaralarda yapmışlar. “Biz Aleviyiz” diyemezmişiz. Gördükleri yerde toplayıp götürüyorlarmış. Bazı Sünni, Şafi, Hanefi arkadaşlarımız var, diyorlar ki, “Alevi öldürmek sevaptır. Alevi öldüren cennete gidecektir.

Siz kulağınızla duydunuz mu?

Duydum.

Alevilik’le ile ilgili, Bektaşilik’le ilgili bilgileri derleyip, toparlamak lazım.

Benim artık yaşım geçti, ben göremem belki, ama sizler göreceksiniz. Adamın biri bir bahçe dikti, sabah kuşlar gelip konuyor, rahmet okuyordu. Adamın biri dedi ki, “Bu bahçeyi satın alayım da, rahmet bana okunsun.” Adam bahçeyi satın aldı. Kuş, bülbül konup öttükten sonra, yine kenarlarına dokundu. Demek ki insan eliyle ne yaparsa odur. Yani iş paraya gelmez, ne yaparsan elinle, o gelir seninle. Amel kazanmak elimizden gelirse, ceddimiz nur-i ilâhiden geldikleri gibi, fazla konuşma olmasın, yalan dolan olmasın, öksüzün hakkına göz konulmasın, eliyle indirmediğini almasın, gözüyle görmediğini demesin. Temiz oturup temiz kalkarsak, ele, bele, dile sahip olursak tamam. Çünkü Hak ne yerdedir, ne de göktedir. Hak ademdedir. Sen seni bilirsen, nur-i Hüda’sın; sen seni bilmezsen, cüdasın. Yeter ki insanoğlu kendini fark etsin. Çünkü Cenab-ı Hakk ademi yarattıktan sonra, kendi varlığıyla varlık, kendi nurundan nur verdi. Onun için Hakk, keramet ademdedir.

 

NASRETTİN HOCA ETKİNLİĞİ, AKŞEHİR,  5 TEMMUZ 1999

EKİN İDİK OLDUK HARMAN, AYHAN AYDIN, (ALEVİLİK BEKTAŞİLİKLE İLGİLİ HABERLER, ETKİNLİKLER, SÖYLEŞİLER, YORUMLAR, FOTOĞRAFLAR – 1992 - 2004), 2005, İstanbul, KAHRAMAN OFSET, (SAYFA: 38-45)

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile