ANILARIM BU DÜNYADAN BEN DE GEÇTİM / OZAN ÇAĞDAŞ

ANILARIM

BU DÜNYADAN BEN DE GEÇTİM / OZAN ÇAĞDAŞ

 

25 yıldır tanıdığım bir insan Ozan Çağdaş yani Veysel Demir. Özellikle son yıllarda muhabbetimiz çok arttı. Kendisiyle radyo ve televizyon programları yaptığım gibi, 2014’de memleketine, evine kadar gidip birlikte bir hafta boyunca Tokat’ta türbeler ve doğanın içinde bir de gezi yapmıştık. Evimize mihman oldu, dost meclislerinde de bulunduk.

Onu ayrı bir severim, birçok yönüyle bana benziyor; sözünü esirgemeden söylüyor, zaman zaman bağırıyor, isyan ediyor haksızlıklar karşısında. Evet, bir halk ozanı, halkın ozanı, halkın sesi olmak isteyen yüreği yangın yeri olan bir değerli canımız o.

Ama Ozan Çağdaş’ı dinlerken, okurken, düşünürken hep aklıma bir başka ozanın dizeleri gelir. O da küçük yaşta hayat denen çileli bilinmezler yurduna uğramış, bir daha oradan çıkamamış bir yaralı gönüldür. Başına gelenler ise çok daha acıdır. Bu yüzsüz topluma, anlatsan anlamaz, söylesen dinlemez… Alevisi de, Sünnisi de aynıdır, bir çizgisi, bir terazisi vardır; ne tam doğru tartar, ne de söylediğin doğruları doğru edip kabullenir… Bir ünlü Aşık tarafından örselenmiş bir baba olarak yüreği yangınlar içinde yana yana, tüte tüte bu dünyadan göçüp gitti Keskinli Aşık Haydari yani Kaya Özlük:

 

El Kapusunda

Acılar ekmeğim umut katığım

Yaban ellerinde el kapularında

Sevgi denen şeye hasret kalmışım

Yaban ellerinde el kapularında

 

Feleğin çarkına böyle takıldım

Küçük yaşta ağalara satıldım

Kaya Özlük idim Haydari oldum

Yaban ellerinde el kapularında

 

Bu böyledir, hani diyor ya Ozan Çağdaş bir şiirinde;

 

Bir ozanı ancak tarih yargılar

Çünkü sözün mahkemeler çözemez

İdam sehpasında sazını çalar

Vücudun asanlar fikrin soramaz (…)

 

 

Ozanların dünyası bir başka dünyadır, herkes girip o dünyadan o dünyaya ve başka dünyalara kolay kolay bakamaz…

Bir ozanı ozan yapan elbette ki, sözleridir, yazdıklarıdır, çaldığı sazıdır, yaşam mücadelesidir.  Sözünün gücü, etkileyici olması kadar ozanı ozan yapan kimliğidir, kişiliğidir, eylemleridir.

Ozan demek düşünen demektir, ozan demek duygu selinde yüzen demektir.

Ozan demek aklı, fikri, görgüsü yücelerden yüce olsa da, taşkın bir nehir gibi kalbinin sesini dinleyip haksızlıklar karşısında ağanın, beylerin, otokrat zümrelerin karşısında da doğruları söyleme cesareti olan demektir.

Ozanlar çok duygusal ve biraz da kırılgan insanlardır. Ama bu ozan yüreğidir, kendisini kolay toparlar engin olur. Ozan bir deryadır, denizdir. Nice nice insanlar gelir bu gönül deryasında yüzerler.

Ozan herkesi bacı – kardeş bilir, dost, müsahip bilir. Onun için din, dil, ırk, mezhep farkı yoktur. Doğulu – batılı, zengin – fakir farkı yoktur. Toplumun her kesiminde haksızlığa uğrayan, ve haksızlık yapan insan vardır o yüzden ozan toplumun vicdan terazisidir.

Ozan iki günü bir olmayan sürekli kendisini yenileyen kişidir. Sürekli gezen, gören, dinleyen, her kesimden insanla ahbap olma becerisini gösterirken kendi kimliğini yitirmeden herkese babacan gibi görünse de sadece ve sadece gerçeklerin yolunda giden, doğruluktan ödün vermeyen kişiye ozan denir.

Daha nice nice yazabilirim can dostlar…

Bana göre; ozan demek filozof demektir, öğretmen demektir, toplumun bilen kişisi demektir, aynı zamanda akıl danışılan demektir.

Ama nerede o ozanlar, nerede o toplum, nerede o dünya…

Gerçek ozan olmak çok zor, olmak zor ozan kalmak iki kat daha zor bir sanattır. Ozanlar dergâhlarda, tekkelerde, ocaklarda, okullarda, kışlalarda, her türlü insan ilişkisinin yoğun olduğu, duygunun bol olduğu yerlerde yetişirler. Kendilerine örnek insan ararlar, rehber bir şahsiyet bulurlar onların izinde giderler.  O yüzden pir elinden bade de için vardır, bir duygu coşkunluğunda bir anda çalıp söylemeye başlayanlar da vardır. Gerçekten de biraz da bu Hakk vergisidir. Herkes ustalıkla ne saz çalabilir, ne de o anda ortama uygun dizeleri bir çırpıda söyleyebilir. Veya ölümsüz dizeleri yüzyıllar boyunca dilden dile, gönülden gönüle akarak çağları ayıp bugünlere gelebilir.

Ama şimdi gerçek ozan hayat denen bu her birisi bir sınav yeri gibi olan yaşam mücadelesinde pişendir, ezile ezile, okuya okuya, geze geze, dinleye dinleye kendisini yetiştirebilendir.. Sadece kendi yaşamından değil, tüm dünya insanlığının yaşadıklarından etkilenip bir dünya vatandaşı olabilen ve onun üzerine çıkıp evrensel olabilendir. Dünya insanlığının dertlerini, doğanın, tüm canlıların yaşadıklarını derinden hissedip kendi özünde bunu bulabilendir, bunları kağıda kaleme dökebilendir ozan olmak…  

Homeroslardan Yaşar Kemallere, Dedem Korkut’tan, Ahmet Yesevi’den Yunus Emre’ye, Pirim Pir Sultan Abdal’a, Kaygusuz Sultan’a, Kul Himmet’e, Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi nice nice büyük yüreklere gelmiştir bu aşk, bu sevda, bu yetenek…

Ozan Çağdaş şiirleri kadar yaşamıyla da ilginç bir sima. O gerçekten yaşamın güçlüklerini çok erken yaşta göğüslemek zorunda kalan bir mazlum Anadolu insanıdır. Geçim derdi, yaşam mücadelesi onun yakasını hiçbir zaman bırakmamış… Çok kaygısız bir insan değil, sürekli kendi sorununu kendisi çözmek için çaba harcayan, çaba harcarken sağlığında da olan bir ezgili yürek Ozan Çağdaş.

Veysel Demir asıl ismi ama mahlasını ismi gibi kullanıyor. Kendisi böyle istiyor, her daim böyle yazıyor. Bu onun tercihi.

Çağdaş olmak, çağından sorumlu olmak elbette çok güzel… Ozan Çağdaş’ın çok güzel şiirleri var. Ozan Çağdaş bir dönem sahnelerde, konserlerde, ozanlar arasında etkinliklerde sıkça bulunmuş, mücadele insanı. Ama Ozan Çağdaş bir devrin tanığı, bir dönemin ozanı. Ama o belli dönemlerde kalmak istemiyor, yaşamak, bugün de var olmak istiyor. Gençler beni tanısın, dinlesin istiyor. Sesini bazen sonunu kadar açıp bağır, bağır bağırıyor… Belki de büyük usta Nazım Hikmet gibi bir şeylere çağırmak istiyor insanları…

Hava kurşun gibi ağır
Bağır bağır bağır
Bağırıyorum
Koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum…

 

Kendi yaşam öyküsüne insanları katmak istiyor, derdini anlatmak istiyor… Derdini anlatmak isterken, toplumsal sorunlara, yaşamın gizlerine insanları çekmek istiyor… Ama kaç kişi onu dinler, dinlemek ister tam belli değil…

Ozan Çağdaş kendisini bulmuş gibi ama bence kendisini arayışı daha devam ediyor…

Ozan Çağdaş bir yerde durmuyor, durulamıyor, devamlı isyan halinde, sürekli bağırıyor, yakarıyor, insanları bir şeylere çağırıyor.

Acaba tüm bunların arkasında hayatı boyunca kendisiyle birlikte gezdirdiği, ondan ayrılmayan geçmişinin ağır gölgesi mi var?

Büyük zorluklarla geçen çocukluk günleri Anılar’ına da yansıdığı gibi, yalın bir şekilde yazıldığı gibi çok mu çok etkilemiş onu. Sürekli haksızlıklar, kendi ifadesiyle ötelenmeler, itelenmeler…

Bütün bunlarla mücadele etmek elbette güç.

Ozan Çağdaş’ın Anılarım – Bu Dünyadan Ben De Geçtim, isimli kitabındaki anıların hemen tümünü kendisinden dinlemiş, birçoğunu da kayıt altına almıştım. Ama kitabı baştan sona, sektirmeden tekrar okudum. Ben bir yazarım, duygularım ve düşüncelerim kadar hayata bakan gerçekçi gözlemlerim de var. Ozan Çağdaş bu anıların içinde kendisine yapılan haksızlıklar karşısında bu haksızlıklardan bir öç alma duygusunu bizlere hissettiriyor, kendisine yaşatılan sıkıntıları anılarını anlatarak dışa vurmuş, bunların karşılığını almış oluyor. Gerçekten bin bir sıkıntı var yaşamında… Bir çoğumuzun yaşadığı gibi…

Ama benim için önemli olan anılar kitabında onun konserleri, etkinlikleri, insanlarla olan ilişkileri… Sorunlar herkeste var… Ama anılar, geriye kalan zengin anılar çoğumuzda yok…

Ozan Çağdaş’ın bu kitabı kendi yaşamını bizlere aktarması, söylemek isteyip de tam söyleyemediklerini yazması açısından elbette çok önemli.

Ozan Çağdaş o güzelim şiirlerinden de koyuyor kitabın içine…

Kitapta neler yok ki? Alevlik adına din sömürüsü yapan ve Maraş’ta Alevilerin kıyımına “İyi Oldu Komünist Alevilere” diyebilen sözde bir inanç önderine, sıradan bir soruşturmada plaklarına el koymuşken bir de kendisini suçlu çıkaran çıkarcı komisere, birçok kez birilerine benzetilerek sırf giyiminden, tipinden dolayı karakollarda kalışına değin nice anılar… Aşık Daimi’yle tanışması, mesleği olan berberlik yaparken Aşık Daimi’yi traş etmesi, Alay Komutanına Posta Koyan Selda Bağcan’a sevgisi, kendisini de garipleri de bağrına basan Güssün Ana ve diğer analar… Saf ve tertemiz insanlara anlatınca solu, Aleviliği “Siz Devrimciler İyi Kişilersiniz. Bir de Camiye Gidip Namaz Kılsanız…”  diyen Anadolu insanın güzellikleri… Hurafelere inanmaması, bu konuda dedelerle ters düşmesi… Cezaevlerinde yaşadıkları… Yurtdışına çıkış macerası… Bunların içinde onu en çok etkileyeni ise; kasetinin yasaklanması ve onunla ilgili mücadeleleri…

 

En azından Ozan Çağdaş gönlünce bir iş yapmış, kendince önemli anılarını, yaşamından kesitleri bir kitapta toplamış… Bence kişilerle yaşadığı sorunlara, kendisiyle ilgili bazı konulara fazla yer vermiş, tabii ki onun takdiridir. Nihayetinde kitaplar, yazılar kişinin kendi dünyasını yansıdır.

Ben ise onun kapak fotoğrafına bakınca, kitaba bakınca daha bir büyük derinlik hissetmiştim.

Kitap kapağı bana tümüyle şu ürpertiyi vermişti;

Bizler elbette Kalenderileriz, içimizde bir parça anarşizm de vardır… Sokaklarda yaşayanlarız, halkın türküsünü söyleyip, halk için yananlarız… Derdimizin kökleri çok derinlerdedir… Taa ilk çağlara gider öfkemiz; barbar istilalarında, nice nice savaşlarda yetim koyulan, öksüz bırakılan çocuklar olarak bizim meskenimiz dağlardır, mağaralardır, garipler yatağıdır… Yetimiz, öksüzüz, arkasızız, değme tabip sızılıyor yaralarım, yaralarım diyenleriz… Sesi kesilmek, boynu bükülmek isteyenleriz… Mazlumuz, dilsiz bırakılmak, haykırmak isterken sesi kesilmek istenenleriz… Darağacında Bedreddin, Kerbela’da İmam Hüseyin yarenlerimiz… Spartaküslerden beri ateşi alıp çoğalta çoğalta, çoğalta evreni aydınlatmak isteyenleriz… Yaramızın var, hiç durmadan kanayan yaralarımız… Ne Eyüp sabrı kaldı, ne tevekkül kararı… Yitip gitme çağındayız… Denizin ortasında uzaklaşan, kaybolmaya başlayan bir ada gibi, içinde binlerce kuşu, ağacı, deresi varken kaybedilen, unutulan, yok edilmek istenen bir adayız biz… Yitip gidiyorum, kayboluyorum, biz halkız biz kaybolmamalıyız, sular gibi toprakta yeni bir yaşamın doğmasına vesile olmalıyız… Tut elimden ey dost, ey yaren, bakma sesimin bu kadar acıtıcı çıktığına bu sesi ben çıkarmıyorum, yaşadıklarım bağırtıyor beni, anla beni, anla beni, demek istiyorum… Ben de bu zalim dünyada var oldum, var olmak istedim, tomurcuklanıp daha gür bir şekilde yeşermek istedim… Ama zalim fırtınalar kırdı kolumu kanadımı… Beni unutma, beni unutma, beni unutmayın dostlar, ey insanoğlu, demek istiyorum…

 

Biz şimdi o sokakları, o dağları ve gireceğimiz gönülleri arıyoruz…

 

Halkın defterine yazılanlar unutulmaz sevgili ozanım, bu dünyaya iyi ki geldin, iyi ki varsın sevgili ozanım Ozan Çağdaş… Selam olsun sana…

 

Sevgi ve muhabbetlerimle…

 

Ayhan Aydın

15 Haziran 2022

 

(Anılarım, Bu Dünyadan Bin De Geçtim, Ozan Çağdaş, İştirak Yayınları, Mayıs 2022, İstanbul)

Kitaptan, Ozan Çağdaş’ın Şiirlerinden…

 

Benim bir köyüm var dağlar başında

Çilelidir dertten derde bürünür

Sanki mahkûm olmuş açık zindana

Her bir yandan bir sefalet görünür

Borç dayandı gırtlağıma ödeyince bir of çektim

Of ulan of dünya varmış

 

Pir Sultan’ı sultan yapan pir yapan

Felsefesi halk sevgisi yiğitliği mertliği

İnsanlığın kültüründe yüreğinde yer yapan

Felsefesi halk sevgisi yiğitliği mertiliği

….

Ne bir figan eden ne bir üzülen

Yaşam istiyoruz kardeşçisine

Ne bir sömürülen ne bir ezilen

Yaşam istiyoruz kardeşçesine

Yorum ekle


Güvenlik kodu
Yenile